HERHANGİ BİR SAVAŞ
Bulunduğum çukurdan çıkmak için derin bir nefes aldım. Bazı vücut parçalarının üzerine basmak zorunda kalarak başımı dışarıya uzattım. Aynı anda yaylım ateşinin mermi sesleri kulaklarımı tırmalayıp geçti. Tam önümdeki Er 5 in kafasına isabet aldığını gördüm. Koşar haldeki gencecik arkadaşım yere yığılıp hareketsiz kaldı. Yanına ilerleyip boynundan nabzına bakmak istedim. Yüzünü kendime çevirdiğimde artık orada bir yüz olmadığını gördüm.
Savaş bütün hızıyla devam ediyordu. Ben ve diğer tüm arkadaşlarım artık hiçbir şey hissetmiyorduk. Hislere dair en ufak kırıntı bizim dağılmamız için yeterli olacaktı. Mekanik bir gücün bizi ele geçirdiği hissine kapılmıştım. Tüfeği doğrult, ateş et, el bombası at, ilerle….. Yakın dövüş en nefret ettiğim savaş tekniği. Süngünün ya da bıçağın karşımdaki askerin içine girip çıkarken çıkardığı sesten hangi organı harap ettiğini anlayabiliyorum artık. Boğazını kesmek ise başlarda çok zor geliyordu ama artık bunda bile zorlanmıyorum. Her yerde çok fazla kan, organ, bağıran adamlar, inleyen askerler var. Atılan bomba sonrası burnumu delip geçen yanık et kokusu ve havaya uçan et, kemik parçaları önceleri çok midemi bulandırsa da şimdi etkilenmiyorum.
Yapmaya çalıştığım tek şey hayatta kalmak. Bu savaşın içinde neden bulunduğumu bile unuttum. Hiçbir idealim ve inancım yok. Sadece öldürüyorum ve hayatta kalıyorum. Aslında bu durumda olan sadece ben değilim. Bütün askerlerin böyle hissettiğine inanıyorum. Bu aralar artık diğerleriyle pek konuşmamaya çalışıyorum. Konuşup arkadaş olduğum bir askerin öldüğünü, parçalandığını görmek daha acı verici ve sinir bozucu. Bu nedenle artık kimin hangi konuda ne hissettiğini ya da hissetmediğini tam olarak bilemiyorum.
Bugün çok iyi ilerliyoruz. Düşman askerleri geri çekiliyorlar. Bu sayede bazı yerleşim yerlerine ulaşabildik. Yerde yatan cansız bedenler yaşananları bütün çıplaklığı ile bize resmediyordu. Kıyafetleri ve cinsel organları parçalanmış kadınlar ve hatta küçük kız çocuklarını görünce uzun zaman sonra ilk kez bu kadar kötü hissettim. Sanırım biz erkeklerin yumuşak karnı kadın ve çocuklar. Bu zaafımdan da en kısa sürede kurtulmam gerekiyor. Bir eve girdik Er78 ile beraber. Bir dolabın arkasından tırmalama sesleri gibi bir ses gelince hemen silahlarımızı o yöne doğrulttuk. Ben arkadaşıma işaret vererek silahımı yere koydum ve beni korumasını istedim. Dolabı yavaşça kenara iterken çok tedirgindim. Onun arkasında beni neyin beklediğini bilmediğim için dolabı kendime siper alarak seslendim. ’’Orada her kim varsa derhal ellerini kaldırıp dışarı çıksın. Yoksa dolabı tüfeğimle mermiye boğacağım. ‘’
Kısa bir süre bekledikten sonra iki küçük çocuğun titreyerek oradan çıktıklarını gördük. İkisi de altına sıçmıştı. Bu erkek çocukları oraya büyük ihtimalle aileleri sokmuştu ve onların yaşamalarını sağlamışlardı. Er78 ve ben silahlarımızı onlara doğrultmayı bırakıp artık korkmamalarını söyledik. Zavallı küçük şeyler gelip bacaklarımıza sarılıp hıçkıra hıçkıra ağladılar. Gözlerimin dolmuş olmasına hiç anlam veremedim. Onlara o evden hızlı şekilde temiz giyecekler giydirip dışarı çıkardık. İki asker yüzümüze şapşal birer tebessüm yerleştirip komutanın yanına çocuklarla beraber gittik.
Komutan onları bulma hikâyemizi dinleyip bizim çok iyi bir iş çıkardığımızı söyleyecek ve bizde kısa bir an için insan olduğumuzu hatırlayacaktık. Bu çocukları güvenli bir yere ulaştırmak için en iyi planı yapacak ve şu koca pislik dünyaya iki masum hayat hediye edecektik. İçimde uzun zamandır ilk kez huzurlu bir şeyler vardı. Hatta mutlu olduğumu bile söyleyebilirim. Hele ki o küçük çocuğun elinden tutup yürürken onun kendi oğlum olduğunu bile hayal ettim bir ara.
Komutanın yanına vardığımızda yanımızdaki çocuklara bakıp yanlarından uzaklaşmamızı istedi. Yüzü gerildi ve öfkelendi. Bizi hiç dinlemeden biz uzaklaşır uzaklaşmaz çocukların kafalarına sıkıp oracıkta öldürdü. Elinden tuttuğum çocuğun yakaran gözlerle bana bakması ardından kopardığı çığlık… Beyni diğer taraftan fışkırıp yere düşen çocuğun ardından tüm insanlık ölmüştü. O anda komutanın delirdiğini düşündüm. Yanımda duran askerlere baktım.Er26’nın bir ara silahını çok sıkı kavradığını fark ettim. Diğerleri başlarını çocuklardan diğer tarafa çevirmişlerdi. Çok küçük mimikler dışında orada insana dair hiçbir kıpırtı yoktu. Gidip komutana bir yumruk atacaktım ki silahını bana çevirdi. Olduğum yerde kalmamı söyledi. Bana ve Er78’ e türlü küfürler ederek burada bulunma sebebimizi ne çabuk unuttuğumuzu bağıra çağıra sordu.
Unuttuğumuz şeyleri hatırlamaya başlamam için böyle bir tokat yemem gerekiyormuş. Biz ve düşman askerlerinin de aslında amacımız aynı idi. Her ikimizde bu ülke topraklarından daha çok pay kapmaya çalışıyorduk. Burada yaşayan halk ise hiç kimsenin umurunda değildi. Aslında bizim yapacağımız işi onlar yaptığı için onlara teşekkür bile edebilirdik. Ben aptalın tekiydim. Öldürmem gereken iki çocukla boşuna zaman harcamıştım ve takım arkadaşlarımı bekletmiştim. Komutanımızın öfkesi oldukça yerinde ve gerekli idi. Gece yine Er78 ile aynı hendeği kazıp siper almıştık. İkimizde yaşanan olaydan sonra hiç konuşmadık. Cebimdeki mektubu elime alıp son kez okudum. Sevgilimden elime geçen son güzel şey bu idi. O günden sonra sürekli yer değiştiriyorduk ve eminim ki o ve ailem hayatta olup olmadığımı dahi bilmiyorlardı. Mektubu elimde gören Er78 benden ona okumamı rica etti. Ona uzattığımda okuma yazma bilmediğini söyledi. Bana o mektubu okumam için yalvarınca yüksek sesle okumaya başladım;
Sevgilim, Bitanem ;
Senden aldığım son mektubu benim elime geçmeden üç ay önce yazdığını gördüm. Bu sayede bir hesap yaptım ve şu an sana yazdığım mektubumu kışın yazdığıma göre bahar aylarında eline geçmiş olacak. Bu sebeple baharın müjdecisi sana ben olacağımı düşündükçe sevimli bir heyecan sarıyor ruhumu.
Uzun zamandır sesini duyamıyorum ve bu kalbimi susuz bırakıyor. Senin sesin kalbime can veren kan kadar gerçek ve değerliydi. Sesinle her seferinde yeniden hayata dönüyor ve türlü umutlarla seni kaldığım yerden beklemeye devam ediyordum. Şimdi ise sadece çok uzun sürede elime geçen mektuplarınla avunuyorum. Onları yazarken ellerinin değmiş olması bile benim için öyle anlamlı ki. Defalarca okuyup su gibi içiyorum her birini. Ellerinin kokusunu alabilmek için onlarca kez kokluyorum.
Sana çok güzel şeyler yazmak isterdim. Ancak bilmelisin ki döndüğünde buralar bıraktığın gibi olmayacak sevgilim. Savaş yüzünden yiyecek bulmakta zorlanıyoruz. Çok gece aç uyumaya çalışırken senin yosun gözlerinin hayali beni umutlandırıyor. Bütün genç erkekler askere alındığı için hayat çok daha zor oldu. Yaşlı erkekler teker teker hastalık ve açlık yüzünden ölüyorlar. Salgın hastalık ise zaten önce çocukları sonra hepimizi tehdit ediyor. Senin ve diğerlerinin o Tanrı’nın cezası yerde ne aradığınızı hala anlamış değilim. Her gün televizyona çıkıp açıklama yapan politikacıların anlattıklarında mantıklı tek bir cümle, haklı tek bir yön bulamıyorum. İnsan öldürmenin kahramanlıkla ilgisini hala anlamış değilim. Başka birinin ülkesinde ne yapıyorsunuz?
Canım, cancağızım, sana hep güzel ve umutlu şeyler anlatmak isterdim. Ancak benim tek dert ortağım sensin. Sen benim sevgilim, arkadaşım, yoldaşım, gecem gündüzüm, her şeyimsin. Tüm bedenim ve varlığım seninle dolu. Ellerini düşündükçe onlara bir kez daha yüz sürebilmek ve her bir parmağını tenimde gezdirebilmek için dualar ediyorum. Maviden yeşile gözlerinin her bir tonunda yıkanmak geceler boyu orada mahsur kalmak istiyorum. Canım bu sadece bir ten arzusu olamaz. Sana duyduğum özlem tüm duyguların renklere dönüşmesi gibi. Sana olan aşkımı yalnızlığıma ortak ettiğim duvarlara her gece yeniden ruhumla resmediyorum. Bazen dizlerinde uyuyorum, bazen seninle bir deniz kenarında el ele dolaşıyorum. Bazense sana olan özlemim önüne geçilmez bir nehir gibi tutkularla coşuyor ve sensizliğime defalarca küfrediyorum.
Sevdiğim, eğer bu mektubum eline ulaşırsa lütfen beni aramanın bir yolunu bul. Burada da her şey her gün daha kötüye gidiyor. Sen gelene kadar hayatta kalmak tek yaşama nedenim oldu. Annem ve babam salgında öldüler. Senin annen hala hayatta ve seni çok özlüyor. Sana bir mektup yazdığını söyledi ve umarım eline ulaşmıştır. Yakında telefon idaresinde çalışacak kimse kalmazsa kapatılabilir. Her zorluğa rağmen bir mucize olacak ve ben senin sesini duyacağım. Buna inanarak şimdi çok daha mutlu ve huzurluyum. Lütfen gel… Yaşa ve bana geri gel. Göğüs boşluğumda çarpan ikimizin kalbi. Bunu asla unutma. ‘’Boncuk gözlüm’’ dediğin bu kadın var ya sen varken dayanıyor yaşamaya. Şiir yazmalıyım… Başka yolu yok sensizliğin…
Seni nefes aldığım sürece seveceğim ve bekleyeceğim…
Mektubu henüz bitirmiştim ki Er78 ben mektubu okurken fark ettirmeden ağzına soktuğu tüfeğini ateşledi. Gecenin sessizliği bu şekilde bozulurken çatışma sesleri duyulmaya başladı. Er78 giderken bana bir gece çatışması hediye etmişti. Ben onun kadar yürekli olup bu işi kendi kendime yapamayacaktım. Mektubu sakin hareketlerle katlayıp sol üst cebime, tam kalbimin üstüne koydum. Komutanın siperlerde kalmamızı söylediği emrini hiç umursamadım. Bir süre daha siperde kalıp o çok sevdiğim bocuk gözleri hayal edip gülümsedim. Bütün yaşadıklarımı not aldığım defterime son cümlelerimi yazdığım şu an verdiğim karardan çok eminim ve mutluyum. Tatlı bir rüyada geziyormuşum gibi yüzümdeki tebessümü hiç silmeden bu siperden pervasızca çıkacağım…
Haftalar sonra yaşadıkları yerlere cenazeleri olmadan sadece ölüm haberleri ulaşmış olan askerlerin aileleri savaşın ortasında bir dini bayramın arifesinde idiler. Cenazesiz cenaze merasimlerinin ardından kıtlık, hastalık, çaresizlik içinde bayram hazırlığı yapmaya koyuldular. Öyle çok acı görmüşlerdi ki bir yenisi artık ilk günlerdeki etkiyi göstermiyordu. Önce televizyonlarda duydukları asker ölümlerine zamanla nasıl alışmış iseler şimdi de cenazesiz törenlerini de yadırgamaz olmuşlardı. Hatta öyle ki gözlerinin önünde ölen insanlar için bile üzülemiyorlardı. Yaşayanlar kanıksamakla cezalandırılmışlardı.
Birisi barışı başlatmalı. Tıpkı savaşı başlattığı gibi!
Stefan Zweig
Deniz…
YORUMLAR
Bu yazıya ilişkin akılda kalması gereken en net mesajın erlerin adlarının değil sadece numaralarının olduğudur. Ölenlerin adlarından önce zaiyatın istatistiki verileridir devlet için mühim olan. Bunu çok iyi yakalamış olan yazar, iyi bir yazardır.
İhtiras Rüzgarları adlı filmde emekli albay, kardeşlerinin ölümünden birbirini sorumlu tutarak kavga eden asker olan oğullarını "O bir askerdi ve askerler ölürler" cümlesiyle azarlar. Ki savaşa dair en temel, en acımasız ve en gerçek tespit de sanırım bu.
Rica: Resmi kaldırır mısın? Aylan gibi bu çocuğun da çok fazla teşhir edildiğini hissediyorum.
Den(iz)
chaotica
Believe_TülAySLAN
Gazeteler yoksa nasil satilacak onun gibi bi algi var yapi taslari insanlarinda.
Ki deniz boyle fotolarin yayinlanmamasini dogru bulmadiginida ifade etmisti. Yanlis hatirlamiyorsam.
Bu neden boyle bilmiyorum.
Sevgimle ikinizede.
Den(iz)
Believe_TülAySLAN
Bazen anlatamiyorum derdimi ondandir duz yazi yazamiyorum.
S3vgimle tatlim.
Den(iz)
Baris ve savas beyinlerimizin duelosu diye dusundum hep. Iki akil ayrimi
Bi taraf baris cigliklari umutlari
Bi taraf savas katillerinin doymak bilmeyen acliklari.
Sevgimle tatlim.
Her zamanki gibi muazzamdi.
-Belıeve- tarafından 12/18/2017 12:26:10 PM zamanında düzenlenmiştir.
Merhaba.."Barış" talebi ne kadar insani....Tıpkı Hakkari Kaval köyünden Sadullah Duman'ın yıllar önce bir gazeteciye dediği gibi:
-Unutma evlat,barış en güzel ülkedir !
"Ah ana ,anacığım ,senden uzaklaşmam gerektiğine nasıl akıl erdirmeli.Benim üzerimde senden başka kimin hakkı var ki ! (cepheye tekrar geri dönecek olan birinin kanser olan annesine . . .)
...
Gencim ben, yirmisindeyim. Ama hayatta bildiğim tek şey umutsuzluk, ölum, korku. Ve bir acı uçurumunun üstüne atılmış sığ, soytarıca bir keyif... İnsanların nasıl birbirine düşman edildiğini, nasıl ses çıkarmadan, bilmeden, ahmakça, uysalca, masumca birbirlerini boğazladıklarını biliyorum. Dünyadaki en keskin zekaların bu işkenceyi büsbütün inceltmek ve uzatmak için silahlarla sözler icat ettiğini görüyorum.
...
Albert ,''bence savaş daha çok salgın hastalık gibi bir şey, '' diyor. '' Kimsenin istediği yoktur, derken bir de bakarsın ,herkes yakalanıvermiş. Biz savaş istemedik. Ötekilerde aynı şeyi söylüyorlar. Ama gene de dünyanın yarısı savaşa katılmış durumda...
...
Arkadaş seni öldürmek istememiştim. Bu çukura bir daha atlarsan böyle bir şey yapmam ;sen de doğru durursan elbette. Ama sen bundan önce benim için bir fikirdin, bir bileşimdin sadece. Beynimin içinde yaşayan ve beni bu karara yönelten bir fikirdin. Ben bu fikri hançerledim. Şimdi ise seninde tıpkı benim gibi bir insan olduğunu görüyorum. El bombalarını, süngünu ve silahlarını düşünmüştüm. Şimdi ise karını, yüzünü ve ortak yanımızı görüyorum. Bağışla beni arkadaş! Bizler hep geç fark ederiz. Sizlerinde tıpkı bizler gibi zavallı yaratıklar olduğunuz, aynı biçimde öldüğümüz ve aynı acıları çektiğimiz bizlere her zaman ve yine yine ne için söylenmez? Bağışla beni arkadaş! Sen benim düşmanım olabilir misin hiç! Şu silahlar ile üniformalari fırlatıp attık mi, sen benim için Albert ve Kant 'dan farksız bir kardeş olabilirdin. Arkadaşım al benim yirmi yıllık ömrümü de kalk haydi! İstersen daha fazlasını da al! Bu ömrü bundan sonra ne yapacağım bende bilmiyorum."
"Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" derken "Erich Maria Remarque" da bunları söylüyordu...savaşta kimin hakları ve yine kimin için müdafa ediliyordu?..hangi toprak, hangi vatan, hangi kara parçasıyla örtülebilirdi ki kanlı cesetlerin üstü?..
Sartre'nin dediği gibi "savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür."
yazın en çarpıcı ve gerçekçi yüzüyle her şeyi gözler önüne sermiş gülüm, bize söyleyecek fazla bir şey bırakmamış...
duyarlı güzel yüreğine sevgilerimi yolluyorum...
Habil ve kabil den beri ölüm ve öldürme var. Lakin Köroğlunun dediği gibi mertlik bozulalı çok oldu da, lakin insanlık daha hızlı bozuluyor. Savaşlar artık kimin için niye yapılıyor, asker savaşta bile neden savaştığını bilmeden robot vari savaşıyor. Sahi hayata geliş nedenimiz ya ezilmek yada ezenlerin askeri mi olmak bu bozulan Dünya'da. Artık tüm ezberlerim bozuldu.
Paylaşım problemi en büyük sorun. Barışı isteyen savaşı çıkartır mı? Kendi canları yanmıyor ki.
Sevgilerimle