- 672 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
497 – HASRET AĞACI
Onur BİLGE
“Hasretle Beklenen Sevgili,
Bugün akşamüstü yine Kaleiçi’ne gittim. Her zamanki gibi parkta ve ara sokaklarda dolaştım. Anılarımızı tekrar tekrar yaşamaya çalıştım. Başka türlü kendimi avutamıyorum. Ruhum huzur bulmuyor.
İnsan sevdiğinin başkasını tercih edişine nasıl katlanabilir! Onu nasıl başkasıyla paylaşabilir! Onunla bir arada görmeye nasıl dayanabilir! Fakat seni o kadar özledim ki o melunla birlikte bile gelseniz de razıyım. O soysuz benim hayatta en nefret ettiğim kişidir ama yine de seni o kadar çok görmek istiyorum ki kol kola olsanız da katlanabilirim gibi geliyor.
Bu düşünceler içindeyken Kaptan Mustafa’ya rastladım. Beni gördüğüne sevindi. Ben de memnun oldum. Gerçi hatıralarımızla, hayallerimle hoştum ama benim de bir arkadaşa ihtiyacım vardı. İnsan Allah’a muhtaçtır. Ancak insana da ihtiyaç duyar. Zaten onunla dertleşmeyi çoktandır arzu ediyordum. Kaç kere niyetine girdim, sonra da vazgeçtim.
Beni evine çay içmeye davet etti. Nazlanmadan icabet ettim. Bir yerde oturup çay içecek param bile yoktu. Tam da çay zamanıydı. Evinin batıya bakan oturma odasının penceresinden harika bir deniz manzarası seyredilebiliyor. Oradaki sedire oturduk, biraz yan dönerek güneşin yaldızlamakta olduğu deniz yüzeyinde dalgaların kıpırdanışlarını bile görebiliyordum. Karşıda Toroslar, tüm ihtişamıyla dengilmiş, güneşleniyordu. Dalgalar falezlerin yanaklarına öpücükler koyup duruyor, uzaklarda kumsal, kollarını açabildiği kadar açmış, denizi kucaklamaya çalışıyordu. Kıyı boyunda binalar ayakta dimdik durarak gözlerini kırpmadan denizde ve karada olanı biteni seyrediyorlardı.
“Her şey topraktan çıkıp toprağa dönüyor. Yaratılış yokluktan yokluğa… Birlikten çokluğa, çokluktan birliğe…” dedi, söz arasında bilge ihtiyar. İlk cümleyi anladım, orası öyleydi de ikincisinden pek bir şey anlamadım ama tamamını anlamış gibi yaptım. Söyleyecek söz bulamadım, anlamadığımı anlamaması için başımla tasdikledim. “Birlikten çokluğa, çokluktan birliğe…” Bu sözü unutmamak için içimden defalarca tekrar etmeyi de ihmal etmedim. Yanımda kâğıt kalem olsaydı, çaktırmadan not edecektim. Daha sonra üzerinde düşünecek, çözmeye çalışacaktım. Kaptan boş laf etmezdi. Yazmadığım halde o kadar tekrarlamışım ki unutmamışım, buraya aynen yazabildim. Akabinde uzun bir konu açıldı, cemiyetin bozulmuşluğu hakkında… Dedi ki:
“İnsan, yok sayılandan var oluşa, var oluştan yok sayılışa doğru gitmekte… Nerden geldiğimize baktığımızda, önümüz necis bir su, ardımız işlevini bitirmiş pis bir kalıntı… Kalıntı da necis bir kalıp ki boy abdesti aldırılmakta, temiz kabul edilen toprağa verilmeden önce… İki pis arasında dünyanın kirine bulaşmadan tertemiz kalabilene ne mutlu!”
“Göz görmezse gönül katlanır ya… Hakkında hiçbir şey bilmediğim kişi benim için tertemizdir. Onun için hayatını fazla kurcalamak istemem. Yeryüzü çamur deryası… Ne kadar tedbir alırsak alalım, üzerimize çamur sıçramasını engelleyemeyiz, dünyanın kirinin bulaşmasından kurtulamayız.” dedim.
“Mümkün mü? Ne kadar paçalarımızı kıvırsak, sakınsak nafile! Kimse kirlenmediğini iddia edemez! İyi ki tövbe var!” dedi.
“İyi ki tövbe var ama bazı alışkanlıklardan kurtulamıyor insan kolayca. O alışkanlıklar da olmasa akıl hastanesini boylamak işten bile değil!”
“Ne gibi?”
“İçki gibi…”
“Neden içtiğine bak! Sebep olarak göstermeye kalktığın sorunu ortadan kaldırmaya çalış. O zaman o da kalkar otomatikman. Yahut da sığınacak bahanen kalmaz. Keyfi içiyor olursun. Alışkanlık değil, tercihtir o! Alışkanlık da başka bir bahane…”
Tam burada senden bahsetme arzusu geldi. Önüne geçilmez bir istek… İçime sığmıyordun. Uzun zaman sakladım, büyüttüm, canavar haline geldin zira. Belki de alkol alışıma mazeret olarak gösterecek başka şey bulamadığım içindi. Doğrudan doğruya:
“Ben bir kıza âşık oldum. O da biriyle evlendi gitti.” falan diye söze başlamayı uygun görmedim. Aşka nasıl baktığını anlamak istedim önce. Ona göre bir şekilde yavaş yavaş açılmak istiyordum.
“Hayatta güzel şeyler de var. Sevgi gibi, aşk gibi… Aşka inanır mısın Kaptan?” diye sordum. “Çok özel bir soru olacak ama… Beni bağışla! Hiç âşık oldun mu?”
“Hayatın anlamı sevgi, amacı aşktır. Hiç âşık olmayan var mıdır! Her yetişkin bir şekilde âşık olmuştur. Karşı cinse ilgi üç yaşında başlar. Yaratılışın kurallarından bu! Allah öyle istemiş. İçimize o duyguyu koymuş. O’na aşkla varılır. Aşkı bilmeyen O’nu nasıl aşkla sevebilir?”
“Yani sen de sevdin… O zaman belki beni daha kolay anlayabilirsin.”
“Seninki de soru mu birader! Hem de kaç defa!..”
“İnsan hayatı uzun… Aşkın ömrü kısa maalesef… Onun için bir aşk bir ömre boylu boyunca uzanamıyor. İnsan defalarca âşık olabiliyor. Gençlikte normal böyle şeyler ama benim yaşımda…”
“Ne varmış senin yaşında? Haydi benim yaşımda olsan, bir durur düşünürüm de… Senin için geç değil daha!”
“Yaşıma yakın yaşta birisine sevdalanmış olsam, dediğin doğru da gönül bu! Ferman dinlemiyor! Benden çok genç bir kıza âşık oldum, ağabey! Kavuşmak bir tarafa, açılamadım bile! Utandım! İçime gömdüm! Öldüm!..”
“Benim de başıma geldi benzer bir hadise, bir tarihte. Konuşmak için her yolu denedim. Benimle konuşmak istemedi. Benimle konuşmamasına çok kızdığım halde ben de onunla konuşmaktan çekiniyordum, aslında. Aramızda korkunç bire mesafe vardı. Biz koymuştuk o mesafeyi aramıza. Öyle uygun görmüştük. Çünkü ikimiz de evliydik.
Beni en çok kötü sözler mahveder. Sevgimi yok eder. Ondan kötü bir söz duymaktan korkuyordum. Çok korkuyordum aşkıma toz konmasından! Onu her zaman, ölünceye kadar böyle sevmek istiyordum. Eteklerini topluyordum aşkın. Parmak uçlarında yürüsün istiyordum. Ona hiçbir pislik bulaşmasın!”
“Aranızdaki mesafe… Ona takıldım da… İyi tanımıyor muydunuz birbirinizi? Konuşmamak ayrı da… Hakkında bilgin varmıştır yine de değil mi? Yoksa nasıl sevebilir insan?”
“Deşelemek istemiyordum hayatını. Nasıldır, nedir, ne değildir, her ne kadar merak etsem de bilmek istemiyordum. Zannımca kalsın istiyordum. Zannımca olsun. Ona çok mükemmel vasıflar yüklüyordum. Güzellikler giydiriyordum. Süslüyordum püslüyordum, güzelleştiriyordum. Sonra geçip karşısına, hayran hayran seyrediyordum.”
“Aslında var olduğu gibi değil de senin var ettiğin gibi mi olsun istiyordun? Anlayamadım. Neden ki?”
“Evet. Biraz tuhaf ama gerçek… Nasıl olsun istiyorsam, onun öyle olduğuna inandırmaya çalışıyordum kendimi. Sanki o, gökten inmiş bir melekti! Hatasız günahsız… Öylesine saf, öylesine temiz! Sanki teri falan hiç kokmaz. Ondan necis bir şey çıkmaz. Ayakkabısına bile pis bir şey bulaşmaz! Aklından en küçük kötülük geçmez. Hep sakindir, huzur içindedir, huzur verir. Mutludur, mutluluklar saçar. Sihirli bir varlıktır. Göründüğünde tüm yıldızlar ve ay söner, bir o kalıverir. İnsan, eylem biter. Yalnızca duygu kalıverir insan, hem de en güzelinden… En güzel duygu oluverir birden. Yani sevgi… Yani sevda… Yani aşk… Hem de en koyusundan… En karasından… Kara sevda denilen cinsinden…”
“Bir kez yaratılmış Yaratan tarafından, bir kez de sen oluşturmuşsun ruhunda keyfince… Biliyorsun aslında, o ikisi tıpatıp aynı değil. Belki benzer bile değil. Belki de taban tabana zıt!”
“İşte aynen öyle! Aşk, yüceltmek de yüceltmek değil midir aslında! Sonra da geçip karşısına, tapınırcasına reverans yapmak…”
Haklıydı. Benim yaptığım da oydu belki. Belki aynısıydı da ben fark etmiyordum. Çünkü bana haz veriyordu.
Devam edeceğim, bir tanem! Sanki her yazdığımı anında okuyormuşsun gibi kendimi kandırıyor olmam da öyle bir şey işte!
Güzelleşmeye, güzelleştirilmeye devam et sen!
Hasret Ağacı”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 497
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.