ŞİİR NEDİR,NE DEĞİLDİR? 2 (ŞİİRDE ANLAM)
Şimdi de şiire yüklenen anlamlara bir bakalım ki, “Şiir nedir?” sorusu biraz daha somutlaşsın.Şiire gönül verenler de bir parça Türk şiirinin bu yorumlarından hisse kapıp “her keramata sihr demesün!”.
Tanzimat aydını şiiri açıkça tarif etmiyor.R.M.Ekrem hariç.Recaizade için şiir “gözyaşı”dır.Şiirin baştan ayağı “duygu” oluşunun altı çizilir.Nitekim Ekrem’in şiirinde de “gözyaşı,hüzün” hep vardır.
Hâmit için “müthiş hakikatlerin baskısı altında hiçbir şey söyleyememek.”Bilmekten kaynaklanan asil bir susuş.Ya da “anlatamamak”.
Hâşim; “söz ile musıki arasında,musıkiye daha yakın olan,resullerin sözü gibi anlamlı ve müzikal”dir şiir.
Âkif’te “aczin giryesidir”.Çaresizliğin ifadesi.Yani anlatamamak.Ama o,bu tanımı şiir için yapar,nazım için değil.Nazım ile şiiri ısrarla ayıranlardandır.Mütevazi bir edayla kendisini şairliğe bile lâyık bulmaz.İyi bir “nâzım” olmanın gayretinde olduğunu söyler.
Yahya Kemal için “halis”tir şiir.Kolayca anlaşılan,derin kültürü ifade edebilme kudretine sahip bir şiir.Şiirde yüksek seciye arar,ama bunu halkın diliyle başarmaktan yanadır.Bu da zaten her babayiğidin harcı değil.
Orhan Veli için,sokaktaki insanın en sıradan duyguları dahi şiirdir.Gerçi,bu yorumuna kendisi de inanmaz.Çünkü şiiri “anlatamamak” olarak yorumlar.
Tanpınar’da,adını kendisinin de koyamadığı “edadır,tavırdır” şiir.Anlam derinliğinin müzikal bir sesle dile gelişi.
Necip Fâzıl’da şiir, “nakış ve kütük” teki sağlamlık ve uyum mükemmelliği.
O halde,Türk şiirinin büyüklerine göre şiirin öncelikli işlevi “fikir değil,his”.Misyon değil;eda,ruh.Nazım değil,şiir.
Şiir için ciddi ciddi kafa yoran Necip Fâzıl’da misyon asla sırıtmaz;estetiğin önüne geçmez.Fikir ustalıkla sezdirilir.Söyleyişteki mükemmellik fikri çığırtkan yapmadan etkili kılar.O halde şiirde fikir de olabilir;ama estetik içine sindirilirse.Bu denge hem şiiri korur,hem şairi.
Şiir üzerine konuşanlar,konuyu şu nokta üzerinde düğümler:Nazım mı,şiir mi?Duygu mu,fikir mi? Birey mi,toplum mu?Öğretici mi,hissettirici mi?
Duygu,coşku,hayal,birey gibi kavramlar “şiir” hanesinde;fikir,akıl,toplum gibi kavramlar nazım hanesinde kamplaştırılır.
O halde nazım nedir?
Eskiler, “mevzun (vezinli) ve mukaffa (kafiyeli) söz olarak algılamış nazmı.Kendi iç disiplininde gerek şartları olan,ön kabullenimleri olan ve tabii olarak hudutları konulan bir yaklaşım bu.Bu bakımdan bütün bir divan şiiri de nazım. Fakat divan şiirini nazım kavramının sığlığından çekip kurtaran,ona (bugün bile Yahya Kemal diliyle söylersek) “halis bir şiir” dedirten,beşer aklının hudutlarını zorlayan zengin anlam ve çağrışım dünyası.Bu şiir öyle bir dünya ki,ona dokunabilmek için “şeara”nın önünde diz kırmak zaruri.Şapka çıkartılacak hayranlık ülkesi.Bu kültürü nazım ile tanımlamak olsa olsa safdillik olur.
Şiir içinse vezinli ve kafiyeli oluş bir ön şart değildir.Problem sahasında görülmez.Şiir,sınırlayan psikolojiden huylanır.Lakin savrukluktan da hazzetmez.Aranan nedir o halde?Bu konunun adı tam olarak konulamamış.Sözün ifade kudreti deyiniz,çağrışım zenginliği deyiniz,imgenin hayal ve bilgi deryası deyiniz.Adını ne koyarsanız koyunuz,ilk şart “anlamlı” olacak.Yeter mi?Asla!Türkçenin ses rengini keşfederek sözün “tınısını,müziğini” fark etmek.Anlam derinliği ile müzikalitenin uyumunu yakalamak şiir.İnsanı cezbedecek söyleyiş güzelliğini yakalamak.O halde üslûp, şairaneliği tamamlayan olarak karşımıza çıkıyor.
Üslûp bir bakıma şairliğin amelelik kısmını oluşturur.Bu da iki aşamayla gerçekleşir.1.Sözün tınısını duymak;kelimenin müzik değerini keşfedecek,hissedecek müzik kulağına sahip olmak.2.Tınısı olmayan sözleri ayrımlayabilmek.Lüzumsuz ekleri ve kelimeleri çıkarmak,değiştirmek ya da daha etkileyici olanını eklemek.Yani önce hissetmek,sonra işçilik yapmak.Ama bu öyle bir işçilik ki,kuyumcu titizliği ister.
Kelimenin psikolojisini keşfetmek…Okuyanda bırakacağı ses ve anlam izlenimini zenginleştirmek de işçilik kısmına ait bir meşguliyet.Şunu unutmamak gerekir:Türkçe dünyanın en matematik ahengine sahip dillerinden biri (belki de tek).Türkçede tesadüf yoktur,her şeyin bir izahı mutlaka vardır.Önce mantık gelir,kural arkadan.Söyleyiş güzelliğini ihmal etmeyen,laf kalabalığına da tahammülü olmayan muazzam bir birikime sahip bir dil.O halde dilin doğal mayasında fonetik estetik varken,hem de şiir iddiasıyla fonetiği katletmek ,Necip Fazıl diliyle “Bülbüle vakvaktan lisan öğrenme” emrinin verilmesi olur.Şair önce duyacak,duyduğunu anlayabilecek.Anlatabilmek için de Türkçenin söyleyiş kudretini keşfedecek.Üslup denilen şiir inceliklerine vakıf olacak.Alt alta yazılan her meramın şiir olamayacağını,yakıştırılıverilen iki kafiyeciğin ifadeye şiir unvanı vermeye yetemeyeceğini bilecek.En önemlisi,şiir dilinin sokak dilinden farkı olması gerektiğini idrak edecek.İnsanın kendisine şair yakıştırması yapması yahut yapılması elbette gururunu onore eder.Fakat bu ancak zayıf kişiliğin basit tatmini olarak kalır.Şiir olgusunun umurunda da olmaz.Ben yaptım oldu,demekle şiir gene üzerine alınmaz.Ama yazıyorsanız ya en iyiyi yazmalısınız ya da bu yolda iyi niyetle ilerlemelisiniz.Yoksa Yahya Kemal’in,Açık Deniz’i yirmi,A.H.Tanpınar’ın Eşik şiirini yirmi beş senede yazmaları onların kabiliyetsizliklerinden miydi ki,bizler günde on onbeş şiir döktürüyoruz.Ya da bu zevat şiirden anlamıyor,kendini mi kandırıyordu?
Bu durumda şiirden beklenilen içinde,toplumu âbâd etmek,ona rehberlik etmek,onu eğitip ham yanlarını törpülemek gibi toplumsal beklentiler yok.Bu beklentiler nazım için abes görülmez.Ama şiir için ağır gelir.Şiir nazenini incitir.Bu anlamda nazım daha dayanıklıdır.Akif bu hakikatin farkında olanlardandır.Kendi ifadesinde, “Şair olamam o belli zaten//Amma bir nâzım olur muyum,bilmem” der.
Şiir,kendi içinde zaten bir “mahşer” olan bireyin dünyasına merdiven dayar.Nazım,aynı merdivenden bireyi dışarı çıkarır.Mahşerinde kalmak ve orayı Yusuf mektebi eylemek ya da dışarı çıkıp topluma yol göstermek bireyin artık kişisel tercihidir.Birini diğerine üstün tutmuyoruz.Sadece bu ikisi ayrı şeylerdir,oyunu kuralına göre oynamak gerekir,diyoruz. Son bir söz,şiirin en dayanamadığı şey “politize” edilmektir
Şiir, bireyin iç çelişkilerinden (yani bireyin kendisiyle olan ilişkisinden),doğayla kurduğu ilişkiden,toplumla olan ilişkisinden ve bu ilişkiler içindeki açmazlarından ilham alır.Hiçbir şiir,arabesk pompalamaz.Hüznün melal ile bağlantısını dengeleyerek kurar.Bu temel sahalarda gezinirken şair,okuyucusunu da gezdirebiliyorsa bu,onun şairlik kudretiyle bağlantılıdır.Bu kudretin kaynağı ise,ses ile söz arasındaki gizli hazineleri görebilme,dahası gösterebilme yetisidir.Bu anlamda şiir eşyanın gerçekliğini saklamak değil,sembolleyerek sadece iz’an yeteneği gelişmişlere sunmak.Eğer herkesin aynı ifadeden aynı şeyi anlaması gerekseydi,insanın algılamasındaki yaratıcılık,çeşitlilik görmezden gelinmiş olurdu,İşte,insan gerçeğini saklama asıl o zaman meydana çıkardı.O halde şiirin mayası öznelliğe dayanıyor.Hem anlatan,hem anlayan cephesinden.
“Şeara” tam da burada devreye giriyor:Bilmek kavramının hududunu,eşyadan insana,dıştan içe,somuttan soyuta genişletecek bir irfanı da kapsar şiir. Yani şiir,âlimliği de ârifliği de talep eder.Biri olmadan yazılmış şiir daima eksik kalır.
Bizim yazdıklarımızın çoğunun başlığı bile bir sürü imlâ hatasıyla dolu. “Bildiklerinizle amel ederseniz,bilmedikleriniz size öğretilir.” (Hadisi şerif)
Not:Yazının baş kısmı "Şiir Nedir Ne Değildir?1" adlı makalede.
Mustafa TUNÇ-Edebiyat Öğretmeni
YORUMLAR
GÖNÜLLERE DOLASI OĞUL,
AKILLARDA KALASI OĞUL.
ŞİİRE GÖSTERDİĞİN BU TİTİZLİK VE SAYGININ BİR GÜN KARŞILIĞINI MUTLAKA ALACAKSIN. BUNA YÜREKTEN İNANIYORUM.
PAYLAŞIMIN İÇİN BİNLERCE TEŞEKKÜR .
YÜREĞİN DERT GÖRMEYE , SEN HEP GÜLOĞUL.