- 607 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Melahat’ın Dramı
Mahkeme salonunda telaşlı ve heyecanlı bir bekleyiş sürüyordu. Hâkim en son olarak davacının savlarını dinleyip kararını açıklayacaktı. Davalı olan erkek kardeş ablasıyla barışmış, ondan özür dileyip, fikrince kendisini affettirmişti. Eğer davacı ablası, kardeşiyle barıştığını söylerse kendisine ceza gelmeyeceğini ya da çok hafif bir cezayla kurtulacağını ümit ediyordu.
Mahkemeye akseden dava konusu neydi? Olay nasıl oluşmuştu? Davacı ve davalıların durumunu aydınlatırsak olayın nasıl bu safhaya geldiğini daha iyi anlamış oluruz. Davacı Melahat beş çocuklu bir çiftçi ailesinin en büyük kızıydı. Kendisinden küçük üç kız kardeşi birde davacı olduğu erkek kardeşi vardır. Melahat her köy çocuğu gibi büyüdü. Okul yaşı gelince köyündeki ilkokula başladı. Beş yıllık ilkokulu ancak yedi yılda zorla bitirebildi. Kardeşleri kadar açıkgöz değildi.
Kardeşleri zeki, atılgan olmalarına karşı Melahat olayları iyi yorumlayamayan orta düzeyden daha düşük bir zekâya sahipti. Aklı evvel, çok konuşkan, kardeşleriyle bir iş yaparken sık sık mızıkçılık yapar annesinin bet dualarına muhatap olurdu. Çalışmaktan hoşlanmaz, annesinden sürekli tekdir yerdi. Erken yaşlarda, kişiliği daha tam oturmadan on yedisinde köyünden hayli uzak bir köye gelin gitti.
Evlendiği genç de zekâ düzeyi olarak Melahat’tan pek farklı değildi. Altı çocuklu bir ailenin dört erkek çocuğundan en büyüğüydü. İki yatan üç olur örneği Melahat kısa süre içinde hamile kaldı. Evlenmelerinin üzerinden daha bir yıl bile geçmeden bir kız çocuğu doğurdu. Huylu huyundan vaz geçmez örneği taze gelin Melahat’ın iş yapmaya isteksiz hali, tembelliği el evinde de devam etti.
Köy yaşamında çocuklu de olsa gelinin tarlada, bağda bahçede çalışması gerekir. Köy adetleri kadına pozitif ayrımcılık yapmaz. Uzun yaz günlerinde tarlada çapa yaptıktan sonra eve gelince kadınların, özellikle gelinlerin evde yemektir, bulaşıktır benzeri işlerle de ilgilenmesi zorunludur. Bu koşullara fazla dayanamayan Melahat’ın kaynanası ile arası bozulmaya başlaması fazla zaman almadı.Gelininin asık suratı, işlerden sıkılması benzeri nedenlerle kaynana gelin arasında sıcak bir ilişki hiç kurulamadı.
Sözü uzatmaya ne hacet. Zaten görücü usulüyle evlenmişti. Eşler arasında da aile birliğini sürekli kılacak bir sevgi bağı oluşmadı. Evlenmelerinin üzerinden daha iki yıl geçmeden Melahat’a yol verildi. Şiddetli geçimsizlik nedeniyle evlilik bozuldu. Melahat baba evine geri döndü. Çocuğu ailesi kabul etmedi. Çocuk babasının yanında kaldı.
Köylerde boşanan kadınlara iyi gözle bakılmaz. Hele ailede mutluluk yoksa koca evini terk edip baba evine dönen evlat dışlanır. Normal davranışları bile hoş karşılanmaz. Bu koşullar altında Melahat baba evinde iki yıldan fazla dul bir kadın olarak yaşadı. Sık sık huysuzlukları tuttu. Annesiyle hemen hemen her gün ağız dalaşına girdi. Bol bol bet dualara muhatap oldu.
Melahat’tan iki yaş küçük olan kız kardeşi yaptığı her işin üstesinden gelen akıllı uslu bir kızdı. Okulu başarı ile bitirmişti. Ne yazık ki, aile kız çocuklarının okumasına taraf değildi. Yoksa zeki kız kardeş rahatlıkla okuyup en azından bir köy ebesi olabilirdi. Aslı adındaki bu kızın henüz evlenme yaşı gelmeden talipleri çıktı. Her geçen gün yeni yeni evlilik teklifleri aldı. Nihayet mahallesinden bir gençle davullu zurnalı bir düğünle evleniverdi.
Melahat’ın erkek kardeşi Bahaeddin ailenin üçüncü ve tek erkek çocuğuydu. İlkokuldan sonra ortaöğrenimini tamamladı. Yükseköğrenime ilgi duymadı. Askerlik görevini bitirince köyde kaldı. Bir traktör alıp kısa süre çiftçilik yaptı. Bir türlü babasıyla keçileri barışmadı. Sürekli baba oğul arasında yapılacak işler için uygun bir orta yol bulunamadı.
Bahaeddin babasıyla geçinemeyince traktörü elden çıkardı. Bir minibüs satın alıp köyle ilçe, ilçeyle il merkezi arasında yolcu taşıma işine soyundu. Bu arada köyünden güzel bir kızla evlendi. Köyü, anne babayı terk edip batıda uzak bir ile göç etti. İşi büyüttü. Büyük bir kamyon alıp yük taşımacılığı yaptı. Evde yapılan işlerde ilgili sık sık baba ile ihtilâfa düştü. Yine de babadan hayli maddi yardım almasının bir yolunu bulabildi. Yerleştiği şehirde arsa alıp birkaç katlı ev yaptı. Evin altına küçük bir bakkal açtı. Bu bakkalı eşi çalıştırdı. Kendisi de yük taşımacılığına devam etti.
Günler akıp gide dursun Melahat’ın kısmet açıldı. Aynı ilçenin uzak bir köyüne evlendi. Bu seferki eşi uslu, akıllı fakat çok fakir bir gençti. Bir bacağı sakattı. Aksak aksak yürüyordu. Yeni eşinin bu durumu Melahat’ın hoşuna gitmiyordu. Lakin baba evinde sürekli horlanmaktansa aksak bir adamla yaşamak daha ehvendi. İki kız bir erkek çocuk doğurdu. Kocası bir çay fabrikasında iş buldu. Çok mutlu olmazsa bile günler aksak topal geçiyordu.
Melahat’ın çocukları büyüdü. İlkokuldan sonra da tahsillerine devam ettiler. Yeni eş Hasan, fabrikadan kazandığı parayı evinin geçimine ve çocuklarının okul giderlerine harcayan tutumlu bir baba örneği veriyordu. Aksak olmasının bir yararını gördü. Kısa sürede emekli olup köyüne döndü. Emekli maaşı ve besledikleri birkaç sığırın geliriyle beraber gül gibi geçinip gidiyorlardı.
Ne yazık ki, Melahat’ın emekli eşiyle köyde sürdürdüğü rahat günler çabuk bitti. Hasan umarsız bir hastalığa yakalandı. Altı ay içinde gün gün eridi ve üç çocuğunu öksüz, eşini dul bırakarak dünyasını değiştirdi. Çocuklar daha ortaokul ve lise tahsili yapıyorlardı. Neyse ki Hasan’ın emekli maaşı ailenin kıt kanaat geçinmesine yetiyordu.
Çocuklardan büyük kız liseyi bitirdiğinin yazında bir gençle anlaşıp evden uçuverdi. Melahat ilçede diğer iki çocuğunun başında kalarak onları okuttu. Evlenen kız İstanbul’a yerleşti. Kardeşleri de ablalarının arkasından İstanbul’a gittiler. Küçük bir ev tutarak çok az ücretle çalışmaya başladılar. Kazandıkları para ev kirasına ve normal giderlerini karşılamaktan çok uzaktı.
Babaları ölünce evin düzeni kısa sürede bozulmuştu. Çocuklar annelerini dinlemez olmuşlardı. Onu yanlarında istemiyorlardı. Emekli eşten annelerine intikal eden maaşı hemen hemen kuruşuna kadaralıp harcıyorlardı. Melahat yine baba evine döndü. Anne-baba iyice yaşlanmış köyde oturup yaşlılık günlerini geçiriyorlardı. Son iki kızları da köyden uzak batı kentlerinin birine gidip abla kardeş birlikte yaşıyorlardı. İki kız kardeş örnek bir dayanışma içinde çalışıp birikimlerini bir daireye yatırarak kendi dairelerinde rahat rahat yaşamaya devam ediyorlardı.
Melahat daha bir çekilmez olmuştu. Kış mevsiminde çocuklarının yanına zor bela sığınıyordu. Çocukları annelerini yanlarında istemiyorlardı. Sanki onları doğuran, kıt kanaat geçinerek büyüten anneleri değilmiş! Bu durum zaten aklı kıt olan Melahat’ı daha bir çekilmez yapmıştı. Anne- baba kış mevsiminde diğer çocuklarına sığınıp, yaz mevsiminde köye dönüyorlardı. Melahat’ta yazları doğup büyüdüğü köye baba evine geliyordu.
Aslında bu durum anne-baba için bir şanstı. Dul kızları evin hizmetini yapıp yaşlı insanlarla günlerini rahat rahat gün edebilirlerdi. Fakat işler hiç de öyle yürümedi. Gerek eskiden işe eli gitmeyen hali, gerekse çocuklarının ilgisizliği Melahat’ta yaşama isteği bırakmamıştı. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmuyordu. Gün akşama kadar yaşlı annesiyle evlerinin ayvanında oturup zaman öldürüyordu.
Ev temizliği yapsa, yine evlerinin yanı başındaki bahçede birazcık fasulye, patates yetiştirse fena mı olurdu! Hayır, Melahat’ı Allah sanki avare avare oturmak, annesiyle her gün ağız dalaşına girişmek için yaratmıştı. Bu koşullar içinde günler geçerken bir gün erkek kardeş köye döndü. Evin darmadağınık, ayvanların çamurlu, bakımsız hali aşırı derecede canını sıktı. Ablasının anne-babasıyla keçilerinin düzgün otlamadığından da haberliydi.
Ablasına, evi bir güzel süpürmesini, ayvanları yıkamasını söyledi. Melahat’tan hemen yanıt geldi:
“Daha temiz ev istiyorsan karını da beraber getirseydin! O, senin istediğin gibi temizlik yapardı…” Bu sözleri duyan Bahaeddin’in cinler başına üşüştü. Zaten ablasını hiç sevmemişti. Aniden tekme tokat ablasına girişti. Bir anda kendini kaybetti. Aralarındaki şamatayı duyan komşular evlerinden dışarı çıktılar. Erkek kardeşin ablasını yumrukladığını gördüler. Olay sona erdi. Kısa sürede Melahat’ın yüzü- gözü şişti, kabardı. Can havliyle komşusuna koştu.
Durum vahimdi. Aşırı darp gören kadın beyin kanaması geçirebilirdi. Ya da kapanan bir gözü kör olabilirdi. Komşularının yardımıyla acilen Melahat hastahaneye yönlendirildi. Hastahanede Melahat başına gelen olayı olduğu gibi anlattı. Durum mahkemeye aksetti. Mahkemede de Bahaeddin’in yaptığı eylem bir bir anlatıldı. Olaya gören komşu kadın da tanık gösterildi.
Mahkeme ileri bir tarihe ertelendi. Komşuda gelişen bu olayı ben de duydum. Durumun ne olduğunu Bahaeddin’e sordum. Cevaben:
“Komşu kadının tanıklığı benim yüklü bir ceza almama neden olacak. Biliyorum hayatımın en büyük yanlışını yaptım! Derler ya; hırs gelir göz kararır, hırs gider yüz kararır. Benim durumum öyle oldu maalesef. Keşke o yenge tanıklık yapmasaydı! Gördüklerini olduğu gibi anlatmasaydı!
Aynı konuyu banka müfettişliği yapan oğlumla konuştuk. Tanıklık yapan kadının birazcık Bahaeddin’den yana konuşsaydı, komşusunun ceza almasına neden olmasaydı daha iyi olmaz mıydı mealinde soru sordum. Oğlum:
“Olur, mu babacığım, komşu yenge gördüğünü anlatmakla en doğrusunu yapmış. Yalan söylemek, doğru ifade vermemek hiç hoş olmazdı.” Diyerek gerçek ne ise onun söylenmesinin en etik bir davranış olduğunu belirtti. Ben de ne şiş yansın ne kebap örneği tanıklık yapmanın uygun olacağını düşünmedim değil. Fakat oğlumun yaklaşımı beni mutlu etti. O’nun gerçeği taviz vermeden savunması bir baba olarak benim göğsümü kabarttı. Acı da olsa her konuda gerçekçi olmak elbette en uygun davranış. Bir an aile içi sorunun dal budak salmadan çözümlenebilir mi diye barışçıl bir yol tutulabilir miydi diye düşünmüştüm. Yoksa kadına şiddete temelde ben de karşıyım.
Başa, son duruşmaya dönelim. Melahat, kardeşine yarım söz vermişti. Son duruşmada kardeşini kollayıcı ifade verecekti. Vücudunun darp görmesine ayvanda düştüğünün neden olduğunu söyleyecekti. Fakat hâkimin karşısına çıkınca olay yeniden gözlerinin önünde canlandı. Bu kez biraz daha abartarak ifade verdi.
Melahat ifadesini verip dışarı çıktığında komşu kadın ve annesi heyecanla nasıl ifade verdiğini sordular. Melahat gayet kendinden emin:
“Olayı olduğu gibi anlattım! Bahaeddin bana vurmasaydı! Cezası neyse çeksin…”
Kararı beklemekten öte yapacak bir şey yoktu. Biraz sonra karar okundu. Bahaeddin’e davranışı hapis cezasıyla sonuçlandı. Melahat da kısa aklıyla kardeşinin o derece hapis cezası alacağını ummamıştı.
Oğlundan yana tavır sergileyen anne durumdan hiç hoşnut olmadı. Daha hükümet konağından çıkmadan kızına gün görmemiş bet dualar etmeye başladı. Kışın çocuklarının yanında güzel günler geçirmeyen Melahat’ı bu kez yaz mevsiminde baba evindeki durumu da daha bir huzursuz geçeceği aşikârdı. Melahat’ın dramı katlanarak devam edecekti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.