- 650 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YAŞADIKLARINDAN NELER ÖĞRENDİN?
Kuşku yok ki, her gün yeni bir şeyler öğreniyoruz. Her gün doğumunda, yeni bir yaşam başlıyor bizim için; geleceğimiz için yeni bir deneyim!..Bütün okuduklarımız, yazdıklarımız, düşündüklerimiz, yaptıklarımız içimizdeki birikimi çoğaltıyor:
Katlanmayı öğreniyoruz!..
Baş kaldırmayı öğreniyoruz!..
Sevgiyi öğreniyoruz!..
Ömür dediğimiz sınırlı bir yaşam içinde bunları yeterince öğrenebilsek, kendi payımıza, insan olmanın onurunu kurtarmış olmaz mıyız?
Sözlerimizi Ataol Behramoğlu’nun güzel şiirinden bir dörtlükle sürdürelim:
yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe,
bütün evrene karışırcasına
çünkü ömür dediğimiz şey hayata
sunulmuş bir armağandır
ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Bu dizeler, şairin Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var adlı şiirinden. Demek ki, öğrenmek için bazı şeyleri yaşamak, onlardan da kimi dersler çıkarmak gerekiyormuş.
Düşünelim: yapabiliyor muyuz? Hiç sanmıyorum! Hangimiz oturup geçmişimizi, yaşadığımız olumlu ya da olumsuz deneyimleri, bulunduğumuz anı nesnellikle sorguluyoruz? Kimi özel koşullarda, bulunduğumuz farklı ortamlarda, bu konu ansızın aklımıza gelmiyor değil!.. Özellikle cenazelerde, mezarlık ve hastane ziyaretlerinde...O zaman, yani hastalık ve ölüm gerçeği karşımıza çıktığında her birimiz yaşamı anlamaya birer düşünür ağır başlılığıyla onu yorumlamaya başlıyoruz.
Buda’nın söylencelerle zenginleşen yaşam öyküsü belki bir çoğumuz için güzel bir örnek olabilir: Genç Siddharta, ne denli özenle yaşamın gerçeklerinden uzak tutulmaya çalışmışsa da, içine kapatıldığı yüksek duvarlı saraydan ilk çıkışında, hiç bilmediği yoksullukla karşılaşmış. Yetiştiği varsıl ve hiç bir olanaktan yoksun kalmamış bir yaşam içinde, büyük bir şaşkınlığa uğramış. Daha sonraki çıkışlarında hastalık ve ölümü görmüş. Bu kez iç dünyası tümüyle alt üst olmuş. Son kez çıplak, ancak buna karşı mutlu bir insanla karşılaştığında, Buda olma yolunda ilk adımını atmış.
İnsan, hayatın kendisine sunulmuş en büyük armağan olduğunu, ona değer vermesi gerekirken, bunu yeterince başaramadığını,ancak ömrünün sonbaharında öğreniyor.
Behramoğlu’nun armağan sözcüğü, bana Dr. Spencer Johnson’un aynı adlı kitabını anımsattı. İngilizcede ’present’ sözcüğü ’armağan’ anlamına gelmektedir. Bu sözcükten yola çıkarak anı yaşamanın bize verilmiş büyük armağan olduğunu anlatmaya çalışıyor Johnson, Armağan adlı kitabında.
Altını çizdiğim kimi tümceleri paylaşmak istiyorum:
Armağan geçmiş değil, gelecek değil. Armağan içinde bulunduğumuz zaman, armağan şimdi!
Anı yaşamak, şu anda olan şeyler üzerinde yoğunlaşmaktır. Bu, her gün size sunulan armağanların değerini bilmek anlamına gelir.
İnsan anı yaşadığında kendini daha mutlu ve başarılı hissediyormuş.
Eğer tamamen anı yaşarsan ve acı çekersen, tükendiğini hissedersen, güzel şeyler aramaya başlar ve bu güzelliklerin sayısını artırmaya çalışırsın.
Kendini mutsuz ya da başarısız hissettiğin anda geçmişten ders almanın ya da gelecek için plan yapmanın zamanı demektir.
Eğer anı yaşamazsan, neler olup bittiğinin farkında olmazsın. Geçmişten dersler almazsan, gelecek için plan yapmazsan, sürüklenip gidersin.
Başarı, olabileceğin gibi biri olmaktır. Hedeflerine doğru ilerleme kaydetmektir.
Kitabın özü yukarıdaki satırlarda...
Gözlerimi kapıyorum: Nerede kaldı çocukluğum? İlk gençlik, evlilik, iş kaygıları, çocuklar...Tümü bir ömür aslında; ancak içinde binlerce, milyonlarca anı barındırıyor. Kim bilir ne kadar değerliydi her biri? Geçmişin boşluğunda birer düş şimdi...Geçen sürecin değerini kim bilebilir, son soluğunu vermeye yakın olan birinin dışında? O an geldiğinde de, pişmanlıkların, hayıflanmaların hiç bir anlamı kalmıyor.
Johnson’un deyişiyle armağan içinde bulunduğumuz zaman, armağan şimdi!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.