- 694 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
6Suskunluklarımız benlik direncimizi aştı 6.
Bu şehir sana yabancı artık, rüzgârı, yosunlarının kokusu, yabancı artık sana…
Gittin…
Duru yaz akşamlarının sarsıntısız düşüncelerle gözlerime bakarak ağlamaklı sesinle üşüme titrekliği oluşmuş sesinde o ürkeklikle gece yine uzun, gece yine sensiz sonlanacak, gece yine içimde hasret biriktirecek, gecede yine sesim kıyılacak karanlığa diyeceksin…
Birlikte olduğumuz tüm zamanların içinde ne kadar mutlu olabilmiştik?
Bu mutluluk kırıntıları için hiç birbirimize teşekkür edebildik mi?
Aynı mutlulukların tekrarını hayatımıza ne kadarını dahil edebildik, ne kadar saygılı kalabildik yaşama ve birbirimizden beklentisiz yaşamı devam ettirebilmek için neleri feda etmedik yaşamımızda?
Tüm kozlarımızı beraber yaşam için kullanırken, bu günlere dahil olmuş sıkıntıların bedeli nerede ve nasıl ödenecekti?
Silkinip tüm girdileri bana dahil etmen, ne kadar adil ve olumluydu benim için hep birlikte geleceğimizi hazırlamak için verdiğimiz uğraş bu günlere dahil olmuş yaşamımıza ne kadar etkili olmuştu…
bu içsel sürtüşmelerle yaşamın olabildiğince zorlaşmışken, sevginin ruhuna nasıl etken olunabilirdi? Ve dayanma gücümün yaşamıma etkinliği nasıl doğallaşacaktı?
Bu günlerde yalnızlık çığlıklarımla feryat etmenin üstüne çıkmışsa, acılanmalarımın etkenliğine nerede ve ne zaman dur diyebilecektim bu sarkacın devinim ne zaman yavaşlayacaktı?
Sevmek, bedel ödemenin altında kalmışsa saygınlığı nereye kadar devam edecekti?
Tüm yasaklar, biraz fazlası korkular, yollara serilmiş yıllar ardında bir çok gedik, yabancılaşmış düşüncelerle kendine yabancı kendine yabancı bir benlik, kaybetme korkuları ile sığınılmış bir sevgi sarsıntıları, bağışlanmaz ve üstesinden gelinmez şartların getirdiği yıkıkla kendine yabancı olmaya çalışan bir ben, en kötüsü özlem ve onun getirdiği korkularla gidip dönmeyecek korkusu, ve yalnızlığı içinde barındıran sığınılmış duygularla benliğimin günden güne tükenişe adım atma şartlarının çoğalmaları ile nefes alma zorluklarım…
Hepsi içe sığınmış çaresizliklerimle kendime saygın bir yaşamın içinde tutunabilme çabalarım…
Artık içim üşüyor…
Bu güçlü sorunlar bedensel dayanırlığımı sarsıyor. Yarınların önemi sanki gün gün hafifliyor ve ağlamakla düşünmem arasındaki köprü gün güne zayıflıyor, hatta sallanıyor artık…
Bu şehir sana yabancı artık derken de günden güne ben bu şehre yabancılaşıyorum.
Artık kendime dar geliyorum, bu şehirde de ben darlık yaşıyorum artık, sonu belirsiz yolların hayallerini kurmak da sanırım pek de mantıklı değildi ama kaçmak ve de koşmak istiyorum artık kendimden ve de senden sevgili…
Yollarım rüzgâr, yollarım zift yapışmış koyu karanlık, bir ışık uzaklarda, san ki kollarını açmış sarmalamış düşlerimi, koyu bir hasret bulamacıyla, yollarım sen kokusu, yollarım asil duruşu ve ben yalnızlık korkusunu omuzlamış, hiç yoktan sevinçlerle adımlarım çarpışmış...
Uzun bir yazımın son cümleleri zannetmiştim, zannetmiştim ama sorun zaten kararsızlıklarımdı…
Ve ona günlerden sonra, yıllar boyu eksiksiz herşeyimsin derken, ben onun günler veya yıllar boyu eksiksiz her şeyimsin derken, ben onun günler veya yıllar sonrasında hiç kimsesi oluyordum…
Hiç kimse olmak, en önemlim dedikçe, çoğalan sevgi yumağı daha sonraları garip bir kıskaçla gözden düşüp, yaşamında yok sayılıyor demektir…
Sonunda bunun sebeplerine ihanet veya vazgeçişler başladı karşılıklı olarak suçlamalar veya eksiklenmeler yaşamı zorlaştırmıştı artık…
Vaat edilmiş yaşamdan pişmanlıklarla vaz geçiş, yılları içine alan kavruluşlara dönüşüyordu karşılıklı olarak…
Sevgiden vaz geçiş, kendini intikam hisleri ile yalnızlaşmaya yöneltmişti…
Yaşam ve anılar birbirini tamlayan var oluş olgusu idi… Ve asla vazgeçilemeyen duygularla acılanmalar hüküm sürüyordu artık bedenlerimizde…
Ardından doğan pişmanlıkla sadece öfkeye dönüşüp yaşamı girdaba sokuyordu…
Her şey kaybetme korkularının içine gizlenerek yitirdiğim tüm umutların parçalandığını hissederek yaşamın parçaları ile yetiniliyordu artık…
Ve ne kadar çok aşklar kaybetmiştim ben. Aslında kaybettiğim aşktı, sevgi veya sevgim değildi…
Yılları anılar olarak hatırladığımda, kaybettiğim aşkın sevgisi ne kadar içimde bir yerlere gizlense de unuttum hiç aklıma düşmüyorsun. Sen bende bittin, yeni bir yaşamım var, yenilenen aşkım var, utluyum, huzurluyum desek de, o gizli sevgi içimizde sanki mıhlanmış gibi bir yerlerde durur ve aniden duyulan bir koku, bir ses, bir yerden gelen haber, bir telefon numarası, eskiden söylenen bir cümle, ben de seni çok sevdim anlamlı bir kelime veya cümle topluluğu ile bir zıpkın gibi saklıdaki yerinden fırlayıp, bedenimizin ve de düşüncelerimizin saklıda kalan yerine ince bir dokunuşla, çok da sessizlikle öyle bir acı ile bedenimizdeki bir yerler kanamaya başlar...
İşte o zaman anlarız saklımızda duran sevgi, an gelince o saklı yerimizi kanatır, çürütür…
Ve ardından çok büyük bir öfke ile onu inkar edişimiz başlarken, dudaklarımız kıpırdamadan “ben seni unutabilmek için ömrümü eskitiyorum” cümlesine benzer sessiz bir düşle bir anda geçmişe küskün, gelecekten umutsuz bir haykırış doluşur içimizdeki o saklı yere doğru hızla…
Ve bir cümle ile bir gün beni anladığında, “sen de benim gibi çok özleyeceksin…”
Hiçbir zaman hayatımıza sevgi adına kattığımız yılları, ne inkar edebildik, ne de yıllara dayanan hasretlerle, ne unutabildik, ne de o yıllara ait özlemleri düşlemekten sakındık ve ne de yıllar sonra da olsa ben de seni çok sevmiştim cümlesini herkesin duyabileceği bir sesle tekrar edebildik…
Hep ve her daim o cümle içimizdeki o sinsi ve gizli yerinde durdu…
Biz onun yerini hiç bilemedik, hiç de öğrenmeye çalışamadık, sadece soranlara, o konu kapanmıştır diye üstü örtülü cümleler söyledik ama birilerine doğruyu demekten de korkmadık.
Çünkü uzaktan gelen bir koku, sürünmeye veya kullanmaya cesaret edemediğimiz bir kuku, bir anda uzaktan aklımıza takılınca bir anda “bende seni çok sevmiştim” dudaklarımızdan kıpırtısız düşlerimizden gizlisinden, fırlar ve son görevlerinden birini yapmış olur…
Sadece bir pişmanlık oluşur, neden bu kadar yolu ben onun için, ona gitmek için yürümüşüm veya zamanımı ona vermişim derim…
İşte o zaman başlar kalp yanığı acılanmalarım…
İçimden bir ses bir cümleyi durduramayasıya tekrar edip duruyordu, “sen de çok bunalacaksın benim gibi bu yaşam sonuna kadar…
Aslında bu cümle, bir bunalmışlığın feryadı gibi çıkıyordu dudaklarımı patlatırcasına, en çok da bezmişçesine…
Belki de bu zamanın en son anlarını hecelemek gibi bir davranış bozukluğu idi…
Bir anda yakarış anı sonrası, asileşmelerim, çoğunda kendime acılanmalarım, içine özlem kamış yol düşlerim ve en önemlisi her yerin, her anın, anılar depresyonuydu belki yaşadığım ama içinde öfkelerim olmasa, nefretim olmasa, tiksinmelerim olmasa, sadece kendime acıyarak, acılanacaktım…
Unuttuğum bir şey vardı, yaşam bir boşluk, nankörlük ve geçmişe saygısızlık içerirdi.
Hangi dalı tuttuk da elimde kalmadı, kırılan kısmı hangi yürek oyunları bozguna dönmedi, kimi kime küstüreceğim veya kime küseceğim, neye kalbime mi ki o da bana küsüp dursun…
Yaşam her daim nefes durmaları riski taşırdı, sadece hak etmediğimiz çukurlarlara düşmekte acılanmalarım…
Tut ki yaşadık, tüm düşündüklerimizi, tut ki mutlu olduk yaşamın bir zamanında, içimiz titrerken tut ki sevgiyi sevmeyi tanıdık, içinde yeminlerle var olmayı tanıdık, haykırdık, güldük, öfkenin damarını kestik, sözleşmelerimizde ömür boyu vaadini verdik, yazdık bir birimize…
Seni sevdiğimi bildiğini söylesen dedik, sen sevgisin benim için ölme dedin, ömrümsün kelimesi ile başladı hep cümlelerin ve senin için ölürüm, yoluna ölürüm demelerinle biterdi cümlelerin, gülerdik, ölümden sonraki aşk için umuttu ya yıldıza kanat takar gibi, sözümüz ömür sonuna kadar geçerli derken, yalnızlık şap diye yapışırken belimize, neden dik kalamadık, neden büyüttüğümüz sevgi altında ezildik, inkârcılık aşılarken bana neden ihanet kelepçesi takıldı bileğime ömür sonrasına uzayacak…
Sen ki sevgilim, karanlıkların yarasalarına özenmiş yaşam sonun özlerken, gözlerin hep neden yere bakar oldu?
Tüm övgülere değerli olan bu sevda uğruna bel ürkmek, pek de hoş olmadı be sevgili…
Ömrümün tamamını sana adamışken, yıllar yılı bu son yıl dediğim vedasız gidişin başlangıcındaki seni kabullenmem mümkün mü sanıyorsun, bu sevgi senin gidişinden önceki sevgiydi sonraları nefrete dönüşen…
Zamanın geleceği karanlık, zamanın geleceği bitimsiz, saygınlığını tüketmiş bir sevginin yok sayılma zamanları belki de, ömür boyu değerini tüketme çabasında olacak…
Ruhsal ve de düşsel anılarla yaşamama dahil olmuş bu sevginin, yıllara sarkan acılanmaları ile hâlâ cevaben de olsa yazılabiliyorsa, onu öldü bile kabul etsem, hâlâ O sevginin tutsaklığı ile, savrulabiliyorsa yüreğimle ruhum, bitimsiz bir sevginin tutsağı olmak da belki bir onur olabilirdi…
Bu yaşamın içine utanmışlıklar hâlâ hafızada çakılı kalmış olsa da, unutulmazlar arasında kalan, bu sevginin saygınlığını bile yaşamak bir ömre değerdi belki değeri kadar olsa da…
Bu gün özlemin dışında öfke içindeki varlığıydı asıl olan sevgi sahibinin…
Unutulmazlar içinde yaşadıkça bu düşler tekrarında da pek de heves olmasının da artık bir anlamı kalmıyordu…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.