- 891 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BURSA GEZİMİZ-2016
Geleneksel İTÜ-Mak. Fak-1962/63 Girişliler olarak bu sene de Bursa’da toplandık. Geçen seneki Kapadokya Gezimizde bu tarihi ilimizde toplanmayı kararlaştırmış ve organizasyon işlerini de Abdullah Parlar ile Sacit Sezgin arkadaşlarımıza vermiştik. Aradan geçen süre içinde arkadaşlarımızın araştırmaları ve bizlerle olan iletişimleri ile onaylar verildi, gerekli ödemeler yapıldı ve gezimiz 25 Mayıs 2016 günü sabahı başladı.
Program gereği ülkemizin çeşitli yörelerinde oturan sınıf arkadaşlarımız ile o günün akşamı, Çekirge’deki Gönlüferah Otel’de buluşacaktık. Arkadaşlarımız genelde eşleri ile birlikte İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir, İzmit ve Mersin’den geleceklerdi. Birçok arkadaşımız toplantı yerine kendi olanak ve istekleri giderken İstanbul’dan 16 kişilik bir grup da bir minibüsle gidip –dönmeyi uygun bulduk. Boyabatlı Kaptanımız, Avrupa Yakasında oturan arkadaşlarımızı Cevahir AVM’den, Anadolu yakasında oturanları da Kadıköy Evlendirme Binası durağından alarak Sahil yolundan hareketle biraz torpilli olarak Zafer Başaran ile Eşini evlerinin önünden, beni de Kartal Vapur iskelesinden alarak arabalı vapura binmek üzere Eskihisar’a doğru hareket ettik. Kısa bir beklemeden sonra vapura bindik ve çaylarımızı yudumlarken yapımı bitmek üzere olan ve İzmit-Yalova yolunu kısaltan Osmangazi Köprüsü’nün tüm muhteşemliğini izlemek için üst güverte önünde oturmaya başladık.
Resim-1 Arabalı vapurun üst güvertesi önünde oturarak çaylarımızı yudumlarken tamamlanmak üzere olan Osmangazi Köprü’nün muhteşem görüntüsünü izledik. Ülkemizin sanayileşmesi ve kalkınması için ömürlerini vakfetmiş olan biz emekli mühendislerin gurur kaynaklarından birisiydi Foto: Zafer Başaran
Resim-2 Kocaeli-Yalova geçişini kısaltacak olan Osmangazi Köprüsü’nün görünüşü gerçekten çok muhteşemdi. Ülkemize ve halkımıza hayırlı uğurlu olmasını diliyoruz.
Vapurumuz iskeleye yanaştıktan sonra Yalova’ya doğru yol aldık. Yalova’yı geçtikten sonra ilk ziyaret edeceğimiz Tarihi İznik ilçemizi Zafer Başaran arkadaşımız, kendisine has muziplikle bizlere tanıtmaya başladı:
-İznik, adını verdiği İznik Gölü doğu yakasında kurulmuş Bursa’ya bağlı tarihi bir ilçemizdir. Nüfusu son sayıma göre 42.272 kişidir. Kendine özgü iklimi, verimli toprakları ve doğal güzelliği ile tarih öncesi çağlardan beri insanlığın ilgi odaklarından birisi olmuştur. M.Ö.316 yılında Büyük İskender’in askerlerince kurulan şehir, zamanla Bizans İmparatorluğu, Haçlı Latin Devleti, Büyük Selçuklu İmparatorluğu ve nihayet Osmanlı İmparatorluğu yönetimlerinde kalmıştır. Bu süreçlerde çeşitli kültürlerce yapılan şehir surları, kiliseler, camiler, hanlar, hamamlar ve türbeler günümüze kadar ulaşmışlardır. Bilhassa Osmanlı’nın buradaki çinicilik sanatı rakipsizdir ve çok tanınmıştır. Bu ilçemizi önemli kılan bir husus da Hıristiyanlık için çok önemli olan Birinci İznik Konseyinin M.S. 325 yılı yaz başlarında burada toplanmasıdır. Bu toplantıda; Hz. İsa Peygamber’den sonra yazılan ve birbirleri ile çelişkili olan İnciller ayıklanarak 4 adette indirilmiş ve 20 maddelik metnin bu konsülden sonra “Nikea/İznik Kanunları” olarak benimsenmiştir. Bu konsüle katılan ve Hz. İsa’nın bir insan olduğunu, Yüce Tanrı’nın oğlu olamayacağını savunan İskenderiyeli bir papaz ise konsülden kovulmuş ve konsül günümüzde bile tartışılan bu fikrini benimsemiştir diyerek Zafer sözünü tamamladı.
Biz Müslümanlar ise, Hz. İsa’nın peygamber olduğuna inanır, ancak Allah’ın oğlu olduğunu; Yüce Yaratıcının vasıf ve özellikleri anlayışımızdan dolayı bu görüşü kabul edemeyiz. Günümüzde; inançlarımıza paralellik gösteren Aramice yazılı bir İncil’in Türk Silahlı Kuvvetleri elinde olduğunu duyan bazı yabancı güçler, ordumuza Ergenekon ve Balyoz adı altında çeşitli tuzaklar kurmuş, birçok soruşturma ve hapisler sonunda ordumuzun Kozmik Odasına dahi girilerek bu İncil yerli maşaları tarafından ele geçirilmeye çalışılmıştır. Ancak sağduyusu ve öngörüşü yüksek komutanlarımız, yabancı üst akıllıların bu çabalarını da boşa çıkartmasını bilmişlerdir.
Resim-3 İznik’te çeşitli kültürlerden kalan birçok tarihi eserler vardı. Tüm yöremizde olduğu gibi burada da tarihi eserlerin bakımsız oluşları dikkat çekiciydi. Foto: Turgay Günay
Dini konuları aydın din adamlarımıza havale ederek biz konumuza dönelim. İznik’e giderken gölünün kuzeyinden, çıkarken de güneyinden yolumuza devam ettik. Bir tarafımızda berrak ve büyükçe bir göl, diğer tarafımızda da orman halindeki zeytin bahçeleri uzayıp gidiyordu. İznik’ten çıktıktan bir müddet sonra bir zeytin bahçesin içinde göle nazır lokantamıza geldik. Öğle yemeğimizi yedikten ve göl kenarında biraz gezindikten sonra
Resim-4 İznik gezimizde gölün de üç kıyısını dolaşarak Bursa’ya doğru yolumuza devam ettik.
Bursa’ya doğru yolumuza devam ettik. Bursa’ya yaklaşıp ufukta bulutlarla kaplı Uludağ’ı görünce endişelenmeye başladık. Zira oraya da çıkıp eteğindeki Bursa’yı zirvesinde de karları izleyecektik. Şehir yapılamasının dağın zirvesine doğru tırmanış şekli memnuniyet vericiydi. Şehre girdiğimizde trafik yoğunluğu İstanbul’u hatırlatıyordu. Nihayet dar ve dolambaçlı yolları kat ederek Çekirge ’deki Gönlü ferah Otelimize ulaştık. Adımıza ayrılmış odaların elektronik anahtarlarını kimliklerimizi bırakarak aldık ve odalarımıza yerleştik. Odamız özel banyolu, gardolaplı, içi çeşitli içeceklerle dolu buzdolaplı, masası ve koltuklarıyla ile tam teşekküllüydü. Yalnız yatağımın üstüne konmuş otelin adını taşıyan içinde kestane şeker olan kapalı bir kutu dikkatimi çekti. Açmadan masa üstündeki diğer içecek paketlerinin yanına bıraktım ve yatağımda uzanarak dinlenmeye başladım.
Akşam yemeği zamanı yaklaşınca otelin lokantasına indim. Birçok arkadaşlarımız gelmiş bizlere ayrılan kısımda masalarına oturmaya başlarken görüşmeler, özlem gidermeler ve şakalaşmalar da bir hengâme içinde devam etmeye başladı. Arkadaşlar ile sohbet ederken İbrahim Civelek bana eniştem olduğunu söyledi. Yanındaki eşi Hemşerim Yurdagül Hanıma:
-Memnun oldum, Artvin’in neresindensiniz?
-Hopa’dan.
-Hopalı sınıf arkadaş ve meslektaşlarımız Zeki Sevinç ve Haşmet Mostar’ı tanır mısınız?
-Evet, tanırım. Haşmet Bey birkaç sene önce vefat etti.
-Duymuştum, Allah rahmet etsin, iyi bir arkadaştı, şeklinde bir konuşmamız oldu. Yıllar sonra Sedat Okan’dan başka ikici bir sınıf arkadaşımın da eniştemiz olduğunu öğreniyordum.
Yemeğin yarılarına doğru organizatörlerden Abdullah Parlar eline mikrofonu alarak bizlere bir hoş geldiniz konuşması yaptı. Organize işlerini anlatırken de; ”Şenay-Kıvanç Eryavuz Çifti ile Faruk Altınok Çiftinin tüm yükümlülerini yerine getirdikleri halde ani rahatsızlık nedeniyle aramıza katılamadıklarını” hatırlattı. Bizler de geçmiş olsun dileklerimizle başka toplantılarımızda sağlıklarına kavuşmuş halde kendilerini aramızda görmekten mutlu olacağımızı belirtmek isteriz. Abdullah organizasyon konusunda bilgi vermeye devam ederken:
-Bu seneki toplantımızda yaklaşık 60 kişilik bir grup oluşturduk. Yaklaşık diyorum çünkü aramızda meslektaş adayımız Sacit’in kızı gibi bazı misafirlerimiz de vardır. Kendilerine aramıza hoş geldiniz diyorum. Sacit arkadaşımız Bursa’daki tüm işleri organize etti ve benimle uyumlu bir çalışma örneği gösterdiği için kendisine huzurunuzda ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Diye konuşmasına devam ederken bir konuşma yapması için de, bu toplantıları yıllar önce başlatmış olanlardan ebedi Başkanımız Dr.Nusret Parıldar arkadaşımızı mikrofona davet etti. Başkan Nusret konuşmasına bu seneki toplantımızı organize eden Abdullah ve Sacit arkadaşlarımız ile eşlerine teşekkür ettikten sonra özetle:
-Mezuniyetimizin 25.yılından sonra bu toplantılarımızı geleneksel hale getirerek her sene ülkemizin bir yöresinde eşlerimizle birlikte toplanıyor ve birlikte özlem giderirken güzel ve faydalı günler de geçiriyoruz. Üzüntümüz aramızdan ebediyen ayrılan arkadaşlarımızı yanımızda göremeyişimizdir. Kendilerine Allah’tan rahmetler diliyorum. Sevincimiz ise son senelerde; Sengül Özelgin, Filiz Kınak ve Uğur Yaman sınıf arkadaşlarımız ile Emin Yeşilkaya İbrahim Civelek ve Temel Coşkun arkadaşlarımızı sayın eşleri ile birlikte aramızda görmemizdir. Hepinizi saygılarımla selamlıyor, daha sonraki ve bilhassa az bir zaman kalan mezuniyetimizin 50.yılındaki toplantımızda da noksansız bir şekilde bir araya gelmemizi diliyor, saygılarımı sunuyorum, diyerek alkışlarımız arasında konuşmasını tamamladı.
Daha sonra söz alan arkadaşlarımız da benzer dileklerde bulundular. Ben de yemeğimi atıştırıp yanımdaki arkadaşlar ile sohbet ederken bir taraftan da kapıyı gözlüyordum. Zira Bursa’da ikamet edip de toplantımıza çeşitli nedenlerle katılamamış 1963 girişli arkadaşlarımız da vardı. Yazışmalardan bazı arkadaşların da o günlerde Bodrum’da buluşacağını biliyordum. Bodrum Toplantısına katılacağını bildiğim ve Kırıkkale Silah-Tüfek Fabrikasında birlikte çalıştığım Mehmet Bursa arkadaşımızla telefonla görüşmüş ve olumlu cevap almıştım. Yemeğin sonlarına doğru Mehmet elinde büyük bir Bursa Katoloğu ile kapıda görüldü. Kendisini sevinçle karşıladım ve arkadaşlar ile tanıştırdım. Hepimiz mutlu olduk. Yemeğini bitirmemiş arkadaşların masasında yemeğini yerken sohbet ettik, özlem giderdik. Geç saatlerde Bursa Katalogunu bizlere hediye ederek başka toplantılarda da görüşmek dileği ile kendisiyle vedalaştık.
Ertesi günü oteldeki kahvaltımızdan sonra gezimizi planlayan Kongre Organizasyon Turizm A.Ş.firmasının otobüsüne binerek 2.Muradiye Külliyesi’ne doğru yol almaya başladık. Genç rehberimiz yol boyunca çeşitli tarihi binalar hakkında bilgiler veriyor ve şehri tanıtıyordu. Bursa’da ilk ziyaret edeceğimiz bu külliyede Ulu Cami ve Osmanlı Hanedanına ait muhtelif kişilerin türbeleri vardı. Önce türbeleri gezmeye başladık. Aslına uygun olarak restore edilmişlerdi.
Resim-5 2. Muradiye Külliyesi’nde önce türbeleri gezdik. Görüldüğü gibi türbe duvarları Bursa İşi olarak bir sıra taş üç sıra tuğla ile örülmüş ve günümüze kadar sağlam olarak kalabilmişlerdir. Foto: Turgay Günay
Ancak 2.Murat Türbesinin türkuaz renkli iç çinilerinin kayıp olanların yerine yenileri yapıştırılmış ise de orijinallerinin rengi elde edilememişti. Türbe ve mezarları ziyaret ettikten sonra Ulu Cami’nin giriş merdivenlerinde toplanmaya başladık. Rehberimiz özetle:
- Bursa Ulu Cami; Yıldırım Beyazıt tarafından 1395-1399 yılları arasında babası 2.Mahmut adına yaptırılmış 20 kubbeli yörenin en büyük tarihi eseridir. Beyazıt 20 adet cami yaptırma sözünü yerine getirmek için planlar yaparken Damadı Emir Sultan’ın önerisi ile bu tek ve 20 kubbeli büyük bir cami yaptırmakla sözünü yerine getirmiştir. Tarihi binaların dış duvarlarının üç sıra tuğla ve bir sıra yontma taş ile örüldüğünü görüyorsunuz. Buna inşaatta “Bursa İşi” denmektedir.
Resim-6 Ulu Cami girişinde toplandık ve rehberimizi can kulakla dinlemeye başladık. Ancak 6 Köşeli Yıldızımız hakkındaki sözleri beni çileden çıkardı, unutamayacağı bir şekilde itiraz ettim. Foto; Turgay Günay
Rehberimiz sözlerine devamla:
-Karşı duvara da bir Yahudi Yıldızı işlenmiştir. Hz. Süleyman Mührü adı da verilen bu yıldız, dini bir simgedir. Buraya işlenmesi de diğer dinlere gösterilen hoş görüden ileri gelir. Diye sözlerine devam etmek isterken benim sabrım iyice taştı:
-Arkadaşım o yıldız, kadim bir Türk Damgasıdır. Atalarımız Türkistan’dan Avrupa’nın ortalarına kadar cami, kilise, mezar baş taşı ve çeşme gibi önemli yapıtlarına bu damgalarını vurmuşlardır. Bunu öğrenin ve yabancıların ağzı ile konuşmayın diye ikaz ederek yanına yaklaştım. Bu arada yanımıza tanımadığım genç bir hanım da geldi. Rehber bana “Bu hanım sanat tarihçisidir, bizden iyi bilir, bir de kendisini dinleyelim, dedi. Ben de memnuniyetle sanat tarihçisini dinlemeye başladık;
-Konusunu ettiğiniz o büyük coğrafyadaki 6 köşeli yıldızlı tarihi binalar, tespit edilmiş ve bir katalog halinde yayınlanmıştır. Bu simgenin de Ayyıldız’ımız gibi bir Türk Damgası olduğu ve çok sonraları Yahudilerce benimsendiği fikri daha yaygındır diye konuşurken ben de sanat tarihçisini göstererek “Buyurun” dedim. Bu arada arkadaşlar camiye girmeye başlamışlardı. Rehberimiz hiç söz etmeden cami içine doğru buyurdu! Daha sonra genç hanım bana:
-Siz kimsiniz, bunları nereden biliyorsunuz ki? Diye sorunca:
-Gördüğünüz bu gruptanım. Bizler İTÜ ‘den mezun yüksek mühendisleriz, her sene bir yöremizde buluşan sınıf arkadaşlarıyız. Ayrıca şu anda 3 kız sınıf arkadaşlarımız da aramızdalar. Nereden bildiğime gelince; memleketim Artvin yöresinde bazı tarihi kilise ve camiler de aynı yıldızlar vardır. Gürcistan’ın araştırmacıları bu kiliseleri sahiplenip o yıldızı da “Kral Davit Kalkanı” diye tanımlarken yöremin tarihçileri, aydınları ve yazarları da; yörede binlerce sene yaşamış ve Selçuklular gelinceye kadar Hıristiyanlığı benimsemiş olan Kıpçak Türkeri’nin eserleri olduğunu savunmaktadırlar. Altı köşeli yıldız hakkındaki bilgim oradan gelmektedir, diyerek kendilerine çalışmalarında başarılar dileyerek teşekkür ettim.
Resim-7 Yıldırım Beyazıt’ın babası 2.Murat adına yaptırdığı Bursa Ulu Camii. Niğbolu Savaşını kazanırsam 20 cami yaptıracağım sözünü damadı Emir Sultan’ın önerisi ile 20 kubbeli büyük bir cami yaptırmakla yerine getirmiştir. İlk imamı Mevlit Kasidesinin yazarı Süleyman Çelebidir.
Mevlut Kasidesi yazarı Süleyman Çelebi’nin ilk imamlığını yaptığı Ulu Cami’nin içine girilince yapılış tarihine göre genişliği, estetik iç görünüşü ve ruhani havası ile insana huzur veriyordu. Duvardaki sülüs yazılarının çokluğu ve birer sanat eseri oldukları dikkat çekiciydi. Ahşap minberindeki oyma sanatı, atalarımızın zarif ve hassas ruh hallerinin ahşaptaki yansımasıydı. Rehberimiz; yazılar ve minber hakkında bilgiler verirken minberin sol tarafına Güneşimiz ve çevresinde dönen gezegenleri, sağ tarafında ise Galaksimizin işlendiğini belirterek ilim adamlarımızca bunların boyutlarının günümüz bilgisi ile örtüştüğünü de ifada ediyordu.
Resim-8 Cami içindeki, yazılar, süslemeler ve minberdeki sanat hepimiz ilgini çekmiş, rehberimizi bir öğrenci gibi dinliyorduk. Bilhassa minbere işlenen gezegenler ile galaksimizin ölçülerinin günümüz bilgisi ile örtüşmesi hayli ilgi çekiciydi. Foto: Turgay Günay
Yaklaşık 7 asır önce bilinen bu bilgilerin Sümerler ’den alındığını tahmin etsek bile 40 asır önce Sümerler bu bilgileri kimlerden edindiğini bilemiyor ve bunun uzaydan gelen üstün zekâlı dostlarımızın yardımlarından sadece birisi olduğunu sanıyoruz.
Resim-9 Bursa Ulu Cami minberinin sol tarafına işlenen Güneş ve gezegenler. Gezegenlerin boyut ve Güneşe uzaklıkları günümüz bilgileriyle örtüşmesi çok ilginçtir.
-
Resim-10 Güneş ve gezegenlerinin konumu Sümerlerin bu kabartma resimlerinde de görülmektedir. Güneş, kutsal bir simge olan 6 köşeli yıldızın içine yerleştirilerek çevresindeki gezegenleri sıralamışlardır. Bu durumu araştırmacılar; 1-Dünya,2-Ay,3-Pluton,4-Merkür 5-Mars, 6-Nibru,7-Jupiter,8-Saturun,9-Uranus,10-Neptun,11-Venüs,12-Güneş diye açıklamışlardır. Resmin diğer bir özelliği de “ 6 Köşeli Yıldız’ın” öz be öz bir Türk Damgası olduğunu kanıtlamasıdır.
Bu ilginç konuda bazı ek bilgileri sizlerle paylaştıktan sonra konumuza dönelim. 2. Muradiye Külliyesi gezimizi tamamlayınca öğle yemeği için Tarihi İskender Restoran’ın yolunu tuttuk. İsmini kebabının mucidinden alan bu lokantada da bizlere ayrılan kısımda yerlerimizi aldık ve nefis yemekleriyle açlığımızı giderdik. Daha sonra alışveriş için Koza Han’a gitmeye başladık. Koza Han’da genelde ipekli giysiler pazarlanıyordu. Alışverişi seven arkadaşlarımız çeşitli mağazaları gezerken bir kısmımız da orta yerindeki çay bahçelerinin birinde oturmak istedik. Arkadaşlar ile birlikte oturmak için birkaç masayı birleştirmek isteyince garsonlar izin vermediler, bizler de orasını terk ederek az ilerideki başka bir çay bahçesinde istediğimiz gibi oturmaya başladık. Alışverişe giden veya dönen arkadaşlarımızın da uğrak yeri oldu. Çaylarımızı içerken dinlendik ve alışverişimizi yaptık. Kaybeden ise duruma ayak uyduramayan çay bahçesiydi. Bizlerin ikinci kazancı da içilenlerin tüm ücretinin Sacit tarafından ödenmesi olmuştu! Kendisine tekrar teşekkür ediyoruz. Programda Yeşil Cami ve Yeşil Türbe gezimiz olmasına rağmen genel istek üzerine vaz geçildi ve akşam yemeğimizi Anadolu Et Restoran’da yiyeceğimiz hatırlatılıp otelimize döndük.
Akşam yemeği saati yaklaşınca otelin önünde toplanmaya başladık. Vasıtamız gelince de yerlerimizi alarak lokantanın yolunu tuttuk. Vasıtanız lokanta önünde durdu ve bizler bahçesi yolundan lokantaya doğru ilerlerken uzun boylu, şık giyimli birisi arkadaşları kucaklayıp neşeli bir şekilde sohbet ediyordu. Lokanta patronu bu kadar kişiyi ağırlamaktan çok mutlu herhâlde diye düşünürken yaklaşınca yüzüne baktım. Bizleri sevinç içinde karşılayan sınıf arkadaşımız Mustafa Taşdelen değil mi? Doğal olarak ben de çok sevindim. Tanıyamayacağını sandığım bazı arkadaşları kendisiyle tanıştırdım ve bazı arkadaşlar ile birlikte yemeğe davet etmemize rağmen biraz sonra Bodrum’a hareket edeceğinden vedalaşmak zorunda kaldık. Kısıtlı zamanına rağmen bizleri hatırlayan Mustafa arkadaşımıza da tekrar teşekkür ederiz. Bu lokantada da bol etli leziz yemekler vardı. Arkadaşlar arası sohbet devam ederken bir dahaki sene nerede toplanacağımız konusunda kulis çalışmaları da hızlanmaya başlandı. Yıllar önce Doğu Karadeniz gezisi için bir çalışma yapmış olmama rağmen zamanın fazlalığı ve yorucu olması ve zamanın uygunsuzluğu nedenleriyle kabul görmemişti. Ancak Rizeli Metin Gültekin arkadaşımızın son birkaç senedir bu geziyi organize etme gayretlerini ben de destekliyordum. Hatta bir sohbetimizde ;”Arkadaşlara Hopa merkezli birer günlük Rize, Batum ve Artvin ziyaretlerini önerelim. Ancak gezi, yörenin iklimi gereği Haziran sonu veya Temmuz başı olmalıdır. Bu tarihte de yazlıklara ve sağa sola gidildiği için uygun olmuyor” diye aramızda fikir alışverişi yapıyorduk. Diğer bir alternatif de Kıbrıs gezisiydi. Yarın akşamki Gala Gecemizde bu durumlar karara bağlanacaktı. Sabah kahvaltısından sonra Uludağ’a çıkacağımız hatırlatıldıktan sonra geç vakitlerde otelimize döndük.
Gezimizin üçüncü gününde kahvaltıdan sonra hareket saati yaklaşınca otel önünde toplanmaya başlandık. Hava biraz bulutlu, Uludağ’ın yarısını da sis kaplamıştı. Dağa çıksak mı, çıkmasak mı diye arkadaşlar ile dertleşirken vasıtamız çıka geldi. Şapkamı akşam vasıtada unutmuştum, başka vasıta gelince benim şapkam da başka yerlerde geziniyor olmalıydı. Şemsiye de almamıştım, yağmurda ne yaparım diye arkadaşlarla dertleşirken Emin Yeşilkaya arkadaşımız:
-Az bekle sana yedek şapkamı getireyim dedi. Otelin önüne park ettiği arabasından getirdiği şapka ile ben de şapkalı oldum. Artık yağmur damlaları, başımın kelini; şap, şap diye dövemeyecekti. Memnun oldum, kendisine çok teşekkür ettim.
Saatinde hareket eden vasıtamız Uludağ yolunda ilerlerken rehberimiz de yol boyunca Bursa’yı tanıtmaya devam ediyordu. Uludağ’a doğru çıkmış, şehir aşağıda görülmeye başlandığı bir sırada vasıtamız durdu, rehberimiz:
-Aşağı inin, size küçük bir çınarı göstermek istiyorum, dedi. Biraz isteksizce indik, peşinden giderken “Sanki biz hiç çınar görmedik” sözleri duyulmaya başlandı. İçinde çay bahçeleri olan ağaçlı geniş bir alana gelince yıllar önce Bursa’daki akrabalarımın beni buraya getirdiklerini hatırladım. Küçük çınar dediği de Bursa’nın 6 asırlık anıt ağaçlardan olan meşhur Ulu Çınarmış!
Resim-11 İşte iki Ulu Çınar. Birisi Bursa’nın Tarihi Ulu Çınarı, diğeri “Kıbrıs Gezimiz-2017” ‘yi organize edecek olan mesleğimizdeki çınar, Metin Çitçi. Daha önceki organizasyonu hala belleklerdedir. Aynı başarıyı göstereceğine inancımız tamdır. Kendisine başarılar diliyoruz. Foto: Turgay Günay
Burada ayaküstü hem çınarı hem de şehri izleyip resimler çekildikten sonra yolumuza devam ettik. Kıvrıla kıvrıla zirveye doğru tırmanırken sisten görüş mesafemiz 5-6 metreye kadar düşmüştü. Rehberimiz ceylan üretme alanlarını göstermesine rağmen sisten ceylanları da göremedik. Uludağ’a vardığımız zaman kayak alanları ile konak yerlerini de turlamamıza rağmen bir şey göremedik. Gençliğimizde pek popüler olan “Uludağ’dayım, Uludağ’da” adlı şiirin yazan Ozan, herhalde başı dumanlı Uludağ’ı hiç görmemişti. Daha sonra öğle yemeğimizi yiyeceğimiz Palabıyık Restoran’a doğru yöneldik. O sıralarda Abdullah’ın sesi duyuldu:
-Arkadaşlar, buradaki yemeğimiz Barbekü şeklindedir, haberiniz ola! Dedi. Bu soğuk ve sisli havada dışarıda mangalda nasıl et kızartıp karnımızı doyururuz diye endişelenmeye başladık. Her kafadan bir ses yükselmeye başladı:
-Kapalı yeri de vardır, herhâlde.
-Biz buraya hastalanmaya mı geldik?
-Kendin pişir, kendin ye, yersen.
-Ocak başı şeklinde mi?
-Şaka mı, gerçek mi?
Şeklinde şakalaşmalar, sataşmalar devam ederken lokantanın önünde durduk. Sisten lokanta binası bile doğru dürüst seçilmiyordu. Arkadaşları takip ederek geniş kapalı bir yere girdik. Salon girişinde yuvarlak, bakır davlumbazla donanımlı büyük bir ocak dikkati çekiyordu. Barbekü burası olmalı diye düşünerek yerlerimize oturduk. Masamız donatılırken tabak içinde bolca çiğ et de servis edilince garsondan eti kendimizin pişireceğini öğrendim. Tabağı aldığım gibi barbeküye gittim. Kubbeleri yan yana dizerek Ulu Cami’nin meydana getirildiği gibi burada da onlarca ızgarayı sırasıyla dizerek bir “Ulu Barbekü” yapmışlardı. Bazı arkadaşlar kızarmakta olan etlerini maşa ile çevirirken bazıları ızgaraya yerleştiriyor, bazıları da tabak ellerinde gelmeye başlıyorlardı. Közde ısınan sabit ızgara ve kapalı mekânımız olduktan sonra etleri kızartmak artık çocuk oyuncağıydı. Üstelik etleri kızartırken de iyice ısınıyor ve bu arada köydeki çocukluk günlerimi anımsıyordum. Etleri kızartıp masama oturduğumda lokantanın içinde duman veya bir kokunun olmayışını dikkatimi çekmişti. Davlumbaz çok iyi dizayn edilmişti. Yemeğin sonunda servis edilen semaver çaylarımızı da içtikten sonra vasıtamıza bindik ve sisli ve hafif çiseleyen ortamda Bursa’ya doğru inmeye başladık.
Resim-12 Uludağ’daki Palabıyık Restoran’da arkada görülen bakır davlumbazlı “Ulu Barbekü” de etlerimizi kendimiz pişirip iyice ısındıktan sonra öğle yemeğimizi semaver çay ile sonlandırdık. Bu yemek belleğimizde uzun süre yer edebilir özellikteydi. Foto: Turgay Günay
Program gereği Cumalı Kızık Köyünü de uğrayacaktık. Bazı arkadaşlar bu havada gereksiz olduğunu söylemelerine karşı gitmek isteyenlerin çoğunluğu ağır bastı. Bazı arkadaşlarımız şehirde uygun bir yerde indikten sonra bizler Cumalı Kızık’a doğru devam ettik. Yolumuza devam ederken rehberimiz özetle:
-Cumalıkızık; evleri ve sokakları ile otantikliğini korumuş Osmanlı’dan günümüze ulaşabilmiş tipik bir dağ köyüdür. Evleri restore edilerek pansiyon hizmetleri için turizme açılmaktadır. Henüz istenen seviyeye gelmemiş olmasına rağmen Bursa’ya yakınlığı, manzarası ve bitki örtüsü ile günden güne yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmektedir. Diye bilgi verirken vasıtamız köye ulaşmıştı. Sis biraz hafiflemiş ancak yağmur dozunu artırmıştı. Şemsiyesini açan arkadaşlar rehberin peşinden Arnavut kaldırımı döşeli dar ve yokuş bir yoldan yukarlara doğru yürümeye başladılar.
Resim-13 Cumalıkızık Köyüne geldiğimiz zaman yağmur şiddetini artırmıştı. Şemsiyesini açan arkadaşlar Arnavut Kaldırımlı yokuş yukarı rehberimizi takip ederken ben de çay içecek bir sığınacak yer arıyordum. Foto: Turgay Günay
Bir grup biz ekâbirler peşlerinden giderken benim gözlerim de, yolun sağında solunda dizili evlerin dükkâna çevrilmiş alt katlarında bir çay içilecek yer arıyordu. Sonunda benzer bir yer gördüm ve içeriye girdim. Hulusi Kınsız da geldi. Birlikte çaylarımızı içtik ve arkadaşların dönüşlerinde onlara katılarak vasıtamıza bindik. Sergilerden dut, kiraz satın alındıktan sonra otelimize döndük.
Gezimizin son gecesinde otelimizde “Gala Yemeğimiz ” vardı. Akşam yemeğinde kendimize güzel bir ziyafet çekecek, birlikte eğlenecek ve gelecek senenin buluşma yerini ve organizatörünü de belirleyecektik. Yemek saati yaklaşınca herkes sık giyinmiş olarak otel lobisine inmeye başladılar. Bilhassa Hanımların şıklığı dikkat çekiciydi. Bu sefer otelin şehir manzaralı ve bizlere özel diğer bir yemek salonunda toplanmaya başladık. Metin Gültekin’i eşi ile otururken görünce yanlarına gittim ve Metin’ine:
-Metin ’cim bugün kendimin ve arkadaşlarımızın durumunu görünce Karadeniz Gezimiz fikrinden vaz geçtim. Ağır doğa koşullarına artık ayak uyduramıyoruz, dedim. Metin de eliyle oturmamı işaret ederken:
-Hele otur da, durumu sonra konuşuruz, dedi.
Yemek ve içki servisi başladı. Metin ile birer duble rakı siparişini verdik. Yemeğimizi yerken, rakımızı yudumlarken Abdullah tekrar sunuculuğa başladı. Bazı arkadaşlar koro halinde, daha sonra da solo halinde şarkılar, türküler söylemeye başladılar.
Resim-14 Emekli olduktan sonra koro çalışmalarına katılan arkadaşlarımız, Gala Gecemizde de şarkıları ile bizlere hoş vakitler geçirttiler. Kendilerine teşekkür ediyoruz. Foto: Turgay Günay
Gecenin bir sürprizi de arkadaşımız Ahmet Hatipoğlu’nun doğum gününün bu geceye denk gelmesiydi. Arkadaşımız pastasını keserken bizler de alkışlarımızla nice mutlu ve başarılı yıllar diledik.
Resim-15 Gecenin başka bir sürprizi de Ahmet Hatipoğlu arkadaşımızın doğum gününe denk gelmesiydi. Arkadaşımız pastasını keserken bizler de alkışlarımızla kendisine sağlık dolu nice mutlu yıllar diledik. Foto: Turgay Günay
Bazen de önümüzdeki sene toplantımızla ilgili fikirlerimiz soruldu. Metin söz alarak Doğu Karadeniz Gezimiz için arkadaşlar arasında bir eğilim yoklaması yaptı. Katılmak isteyenler ile programa göre karar verecek olanların toplamı, katılmam diyenlere göre daha fazla görülüyordu. Ben de yine kendisini desteklemiştim. Söz alan Hopalı Yurdagül Hanım da Metin’i destekler şeklinde konuştu. Ancak buraya gidilmesi konusunda genel bir isteksizlik seziliyordu. Bana mikrofon uzatıldığında bu duruma üzüldüğümden olmalı:
-Arkadaşlar sizi Artvin’e götürmeyeceğim. Ama ben bir ay sonra yine gideceğim, şeklindeki bir şakacık çıkışı yaptıktan sonra:
-Sevgili Arkadaşlarım! Doğu Karadeniz trenini kaçırdık. O yörenin doğasının güzelliği yanında acımasızlığı da vardır. Sizleri orada perişan duruma düşürmek istemeyiz. Evet, o tren bizler için artık kaçmıştır. Diye fikrimi belittim.
Aynı masayı paylaştığımız sınıfımız kızlarından Sengül Özelgin/Nacar, Uğur Yaman/Çölgeçen ve Filiz Kınak/ Gürbüz yan yana oturmaktaydılar. Benim bu çıkışım üzerine Sengül:
-Fevzi, arkadaşlar o yöreye niçin gitmek istemiyorlar? Diye sorunca:
-Bu tarihlerde o yörenin iklimi serttir, Temmuz sonunda uygun olsa da arkadaşlar o sıralarda yazlıklarında veya başka yerlerde olacakları için oralara gitmeleri uygun olmuyor.
-Orasının doğa koşulları çok zor galiba?
-Aynen o şekilde.
Resim-16 Son senelerde aramıza katılarak gezilerimizi renklendiren sınıf arkadaşlarımız. Sağdan sola doğru F.Sengül Özelgin/Nacar, Uğur Yaman/ Çölgeçen ve Filiz Kınak/Gürbüz. Neşelerinin devamlı olması dileklerimizle kendilerine sağlık ve mutluluklar diliyoruz. Foto: Turgay Günay
Bu arada Metin, diğer masalardaki arkadaşlar ile görüşmeler yaptıktan sonra yerine oturdu ve mikrofonu alarak;
-Sevgili Arkadaşlar! Doğu Karadeniz gezimiz için genel bir isteksizlik ve bir karşı propaganda olduğunu görüyorum. Bu duruma gerçekten üzüldüm. Dolayısı ile bu geziyi organize etmekten vazgeçiyor, sizleri saygılarımla selamlıyorum, diyerek üzgün bir şekilde yerine oturdu
.Daha sonra yapılan açık oylamada Metin Çitçi’nin organizatörlüğü ve Abdullah’ın yardımcılığı ile 2017 yılında Kıbrıs’ta toplanılmasına karar verildi.
Bir ara salonda gezinirken Sinan Paçalıoğlu arkadaşımızın masasından bana seslendiğini duydum, Yanlarına gittiğim de Sinan:
-Fevzi o ne çıkıştı yahu! Bizler o tarafı da görmek istemez miyiz? Orası da ülkemizin bir parçası, ancak zamanımız uyuşmuyor. Seni sevdiğimizden sana kimse cevap vermedi. Âmâ bizi üzdün haberin olsun. diye söyleyince ben de üzülerek masadaki arkadaşlara:
-Sizleri kırdıysam çok özür dilerim. Yarım asırdan fazla arkadaşlığın verdiği samimiyetin bir şakasıydı.
-Ama bu kadar çil çocuğun içinde o şekilde söylenmez ki. Gelip bizlere söyleseydin daha iyi olurdu.
-O halde bilhassa o çil çocuktan da özür dilerim, dedim. Aynı masadaki Savaş Çevik bana dönerek:
-Metin niye o şekilde konuştu, Kim karşı propaganda yapmış ki? Diye sorunca bilemediğimi söyledim. Ancak benden başka karşı propaganda yapanı da görememiştim. Aslında iki Karadenizli gayr-ı ihtiyari/ ellerinde olmadan yörelerinin özelliğini göstermişlerdi. Önce tufan, kasırga ve azgın dalgalar az sonra her yer süt liman! Umarım Metin’in de içindeki fırtınalar sona ermiştir.
Gala Yemeğimiz de eğlenceli ve şakalı bir şekilde gece geç vakitlere kadar devam ettikten sonra odalarımıza döndük. Yarın sabah kahvaltıdan sonra arkadaşlarla vedalaştıktan sonra biz minibüsçü grup, Mudanya-Tirilye’de öğle yemeğimizi yedikten sonra İstanbul’a doğru yolumuza devam edecektik.
Sabah kahvaltısından sonra valizlerimizi alıp lobiye indik. Anahtarları teslim ederken otel ile ilişiğimizi kestik. Otel önünde toplu fotoğraflar çektirdikten sonra arkadaşları ile vedalaşıp uğurlamaya başladık. Minibüsümüz gelince valizlerimizi yerleştirdik ve Mudanya’ya doğru hareket ettik.
Resim-17 Arkadaşlar ile vedalaşmadan önce otel önünde topluca fotoğraflar çektirdik. Kısa süreli de olsa birlikte hoş vakit geçirmenin yanında faydalı gezilerimiz ve özlem gidermelerimiz de olmuştu. Evet, mutlu ve neşeli olarak ayrılıyorduk. Foto: Zafer Başaran
Grubumuz dışında kendi arabaları ile bizimle Tirilye’ye gelen; Sacit Sezgin, Ahmet Hatipoğlu, Mehmet Tülbentçe ve Şaddan Küçükler arkadaşlarımız ile eşleri de vardı. Abdullah da onların birindeydi. Bu sefer Zafer, konvoyun reisliğini yapıyordu. Mudanya’ya yaklaşırken bazı arkadaşların kimlik meselelerini konuştuklarını duydum. Bende şafak attı. Kimliğimi lobiden almadığımı hatırladım. Yerine baktım, gerçekten yoktu. Ne yapacağımı düşünürken yan ön koltukta oturan Turgay Günay:
-Telaşlanma! Birçok arkadaş senin durumda, kimliklerinizi Mudanya’da alacaksınız, deyince rahatladım. Gerçekten bir çay bahçesin önünde vasıtamızdan inerken kimliklerin dağıtıldığını gördüm ve ben de kimliğime kavuştum. Bu ihtiyaç molası da tamamlandıktan sonra Bandırma yönündeki Tirilye Köyüne doğru gitmeye başladık. Küçük vadi ve tepeleri aşarken zeytin ağaçlarının bolluğu dikkat çekiyordu. Bu arada Zafer gideceğimiz yer hakkında bilgiler vermeye başladı:
-Tirilye, Mudanya’ya bağlı Rumların kurduğu tarihi bir beldemizdir. İsmi Rumcada “Üç Papaz” anlamına gelmekte ve Mudanya’ya uzaklığı 11 km kadardır. Bizans ve Osmanlı’dan kalan tarihi eserleri vardır. Bunların en önemlisi de Makariyos’un mezun olduğu Rum okuludur. Halkın geçim kaynağını zeytincilik ve balıkçılık teşkil eder. Günümüzde burada hiç Rum kalmamış, göç ettikleri Yunanistan’da aynı isimli bir köy kurmuşlar ve bu iki köy kardeşliklerini ilan etmişlerdir. Diye bilgi verirken vasıtamız deniz kıyısında geniş bir alanda durdu. Alanda meyve, zeytin, bal, turşu gibi ürünleri pazarlayan yerler yan yana dizilmiş alıcılarını bekliyorlardı. Öğle yemeğine kadar arkadaşlar alışverişlerini yapmak üzere dağıldılar.
Günlerdir etli yemeklerden gına geldiği için buranın tanınmış balığı ile karnımızı doyuracaktık. Lokantada yerlerimize oturduktan kısa sürede servis yapıldı ve öğle yemeğimizi de tamamlayıp minibüsümüz yanında toplanmaya başlandık. Topluca fotoğraflar çekildikten sonra diğer arkadaşlarımızı da uğurladık ve minibüsümüzle İstanbul’a doğru yöneldik.
Resim-18 Tirilye’de öğle yemeği yiyip alışveriş yaptıktan sonra minibüsümüzün yanında toplanmaya başlandık. Topluca son fotoğraflarımız çekildikten sonra arkadaşları uğurladık ve İstanbul’a doğru yöneldik. Foto: Turgay Günay
16 Kişilik minibüsçü grubumuzla yol alırken sohbetler de devam ediyordu. Bilhassa Zafer ve Abdullah’ın esprili sözleri bizleri neşelendiriyordu. Bir ara lokantadaki balığın ve yanındaki mısır ekmeğinin lezizliği konuşulurken ben de:
-Karadeniz yöresinde mısır ekmeğine ne dendiğini bilen var mı? Bilen çıkmayınca “Çadi” dendiğini söyledikten sonra:
- Mısır, eskiden Karadenizlinin olmazsa olmazıydı, hatta Karadenizli birisinin “Buldur eyla pir kurahluh ettiçi, neradaysa boğday ekmeğu yiyecehtuh daaa!..”(Geçen sene öyle bir kuraklık yaptı ki neredeyse buğday ekmeği yiyecektik.) Dediği söylenir.
-Peki, Karadeniz yöresinde mısır ekmeği nasıl pişirilir? “Pileki” diye bir şey duydunuz mu hiç? Bu soruya da olumlu cevap alamayınca:
-Pileki, seramik gibi özel topraktan altlı ve üstlü olarak iki tepsi şeklinde yapılmış bir pişirme kabıdır. Odun ateşinde ısıtıldıktan sonra birisinin içine mısır ekmeği, buğday ekmeği veya tepsi ile kebap konulur, üzeri diğeriyle kapatılır ve pişirmesi beklenir. Ekmeği ve kebabı da çok lezzetli olur.
Resim-19 İşte bir zamanlar Karadeniz köylüsünün ocağı, pilekisi ve çadisi/mısır ekmeği.
Sohbetler yol boyunca devam etti ve kendimizi arabalı vapurda bulduk. Gelişte olduğu gibi dönüşte de Osmangazi Köprüsünü izleyerek çaylarımızı yudumladık ve diğer toplantılarda da buluşmak umuduyla vedalaşarak bindiğimiz yerlerde vasıtamızdan indik.
Resim-20 Tirilye’den hareket ettikten sonra geldiğimiz güzergâhtan İstanbul’a doğru yol aldık. Arabalı vapurda çaylarımızı yudumlarken Osmangazi Köprüsü’nü tekrar izledik. Foto: Turgay Günay
Bizlere güzel ve hoş vakit geçirmesini sağlayan Abdullah ve Sacit arkalarımıza tekrar teşekkür ederken bir dahaki senenin organizatörleri Metin Çitçi ve Eşine de başarılı çalışmalar diliyoruz.
Sahilköy,14.06.2016
Fevzi Durmuş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.