- 1443 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MÜSLÜMAN BİR ÜLKEDE KADIN OLMAK
MÜSLÜMAN BİR ÜLKEDE KADIN OLMAK
Dünyanın her yerinde, özellikle de Müslüman dünyasında kadın olmak zordur. Kadınların en doğal haklarını kullanmada yaşadıkları sorunlar, Müslüman toplumlarda giderek daha çok dillendirilmektedir. Böyle olması da doğaldır. Toplumun yarısını oluşturan kadınlar mutsuz ve huzursuz ise bunun konuşulması kadar normal ne olabilir ki? Bir bütünün koca bir diğer yarısından söz ediyoruz. Sözünü ettiğimiz bu kesim, toplumun tamamını inşa eden, onu şekillendiren dinamik bir kesimdir. Çocuklarımızın, o yarımı oluşturan kadınlarımızın tezgâhından, tornasından geçtiğini düşündüğümüzde, sıkıntının bizi ürkütecek boyuta ulaştığı anlaşılacaktır.
Din adamları soruna çözüm getirmekten uzaktır. Onlar, yorumlarında müstakil davranamıyor, birbirlerinin görüşlerini adeta kopya ederek görüş bildiriyorlar. Böyle davranmalarının önemli bir nedeni, günaha gireceklerinden dolayı endişe duymaları, bir diğer nedeni de sabit fikirlerle beslenmiş ve her türlü hoşgörüden uzak olan tarikat ve cemaatlerin baskısından kendilerini kurtulamamaları gösterilebilir. Ayrıca bu durum; kısır bir döngü yaratarak ayet ve hadislerin daha çağdaş bir bakışla yorumlanmaları önünde engel teşkil etmektedir.
Kamu görevlisi olarak görev yaptığım ilçelerin bir kaçında çeşitli dini konuları paylaştığım müftülerin cemaatlerine mensup insanlara söylemedikleri şeyleri benimle paylaşmalarını hayretle izlemiştim. Onlara, takdir ve hayranlığımı da ifade ederek: “Sayın Müftüm, bu söylediklerinize harfiyen iştirak ediyorum, ama bunları cemaatiniz ile neden paylaşmıyorsunuz; onların da bunları bilmeye hakları yok mu?” diye sormuştum. Aldığım cevap ise çok daha şaşırtıcıydı. Öncelikle, toplumun bunları dinlemeye ve sindirmeye henüz hazır olmadığını söylüyorlardı. Bir diğer mazeretleri ise, tarikatların zaten kendilerini din dışı ilan edip durduklarını; böyle iddialı açıklamaları yapmaları halinde kamuoyunu kendilerini karşı kışkırtabileceklerini; bunda da başarı sağlayabilecekleri konusundaki endişeleriydi.
Bilgi Çağını yaşadığımız günümüz dünyasında bireylerin dini bilgilere ulaştıkları tek yol, artık yalnız din adamlarını dinlemekten geçmemektedir. Gelişen teknolojiye paralel olarak ulaşılabilen bilgi kaynakları bireylere daha bağımsız düşünme ve karar verebilme yetisini kazandırmıştır. Biz de bu imkândan yararlanarak, dini mevzuları açıklama ve uygulama konusunda önyargıdan kurtulmayı başaramamış din adamlarından bağımsız hareket ederek “Müslüman bir ülkede kadın olmak” kavramının ne ifade ettiği konusunda bir çalışma yapmayı deneyeceğiz.
Söze, güncel olan “Kadına Şiddet” konusuyla başlamak işimizi kolaylaştıracaktır. Kadına şiddet ve baskı uygulanırken Kuran’ın referans olarak gösterilmesi affedilir gibi değil. Bu nümayişin müsebbipleri, özellikle Nisa Suresi’nin 34’üncü ayetini bu çağdışı görüşlerine dayanak olarak göstermektedirler. Onları dinleyince; kadına yönelen şiddete adeta Kuran’ın cevaz verdiğini sanırsınız. İşte buyurunuz, onları dinleyelim: "...bildiğini okumalarından endişelendiğiniz kadınları ikaz edin, onlarla aynı yatağı paylaşmayın ve dövün. Ancak eğer size itaat ediyorlarsa, onlara karşı bir şey yapmayın” şeklindeki ayet yorumunu anlamak mümkün değildir. Kendilerine dini otorite yakıştırmasını hak gören kimi densizler, adı geçen ayeti yorumlarken daha da ileri giderek, dayağın şeklini tarif etme cüretini bile gösterebilmişlerdir. Onlara göre: Erkeğine itaat etmeyen, onun sözünü dinlemekten imtina eden kadın önce ikaz edilmeli; cezanın ikinci aşaması ise yatakların ayrılması olmalıdır. Ama yatakların ayrılmasıyla da bir sonuç elde edilemiyorsa, o zaman dövülür. Fakat burada biraz sözüm ona insafa gelerek dayağın şiddetli olmaması gerektiğini lütfedip söylüyorlar. Anlayacağınız; kolunun, kafasının kırılmasına gerek olmadığını, yüzünün gözünün morartılmasının yeterli olacağını söylüyorlar. Eeee! ne diyelim, buna da şükür… Sağ olsunlar… Gerçekten de insaf ve izan sahipleriymiş bu ünlü İslam bilginleri. Maazallah! “Öldürebilirsiniz” de diyebilirlerdi.
Kadınlar için: “Onlar anadır, kutsaldır, cennet onların ayağı altındadır, hakları ödenmez” gibi birkaç parlak ve süslü söz söylemek, kadının içinde bulunduğu zor ve kötü koşulları kamufle etmeye yetmemektedir. Unutmayalım ki, anasına sözde saygıda kusur etmeyen bir maganda, evine gidip karısını dövebilme hakkını kendinde görebilmektedir. Çevremizde sıkça rastladığımız bu türden olaylar, bize göstermektedir ki, bir kadın: çocuğu için kutsal bir varlık olan ana iken; aynı kadın, kocası tarafından dövülebilmekte, itilip kakılabilmekte, hizmet ettirilmekte, alınıp satılabilecek bir mal gibi muamele görebilmektedir. Bu nedenle, “anaya baktığımız pencereden kadını ifade edemeyiz. Yani, yalnızca “ana” kavramının kutsanması üzerinden gidilerek yapılan hamasi edebiyat, asla kadının sorunlarına çare olamaz.
Kadına şiddetin geleneklere dayandığını bana kimse söylemesin. Lakin bu yanlış ve çağdışı gelenekler, dinin yanlış yorumlarıyla beslenerek büyümüş ve yüz yılları aşarak günümüze kadar gelebilmiştir. Bu gün bile kapılarını Müslüman insanlara her gün beş kez açan on binlerce camide bu yönde tavsiye ve teklinler dillendirilmektedir mütemadiyen.
Dini konularda kendilerini vazgeçilmez otorite olarak gören kimi çevreler, İslâm Dininin, kadın hakları üzerinde titizlikle durduğunu ve kadını, hiçbir nizam ve sistemin veremediği müstesna bir makama sahip kıldığını söylemektedirler. Bu görüşlerini kimi zaman, sarih olup olmadıkları bilinmeyen bazı hadislerle, kimi zamanlarda da kendilerince yorumlamaya çalıştıkları bazı ayetlerle desteklemektedirler. İşte bunlardan bir kaçı:
"Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır."
"Kadınların haklarını yerine getirme hususunda Allah’tan korkunuz! Zira siz onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız."
"Sizin en hayırlınız, eşine ve çocuklarına en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım."
"Müminlerin iman bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır."
"Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allah’tan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır. Kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır."
"Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fena söz söylemeyin!"
"Kadınlarınızla iyi geçinin; eğer onlardan hoşlanmadı iseniz bile! Olabilir ki bir şey, sizin hoşunuza gitmez de, Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur."
"Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz!"
Sarih oldukları hususunda ciddi tereddüt duyulan bu hadislerden çıkan sonuç: kadınların Arap Toplumunda oldukça zayıf bir konuma sahip olmalarının tespitidir. Bu doğru ve isabetli teşhisini müteakiben harekete geçen İslam Dini, yanlış giden bazı şeyleri düzeltme adına tavsiye ve telkinlerde bulunmaktadır. Fakat bu olumlu adımlara rağmen kadının erkekle eşit yaratıldığı; erkeğin sahip olduğu bütün haklardan hiçbir kısıtlamaya maruz bırakılmaksızın yararlandırılması gerektiği görüşü yeterince işlenmemiş ve egemen kılınamamıştır. Yani, kadının erkek gibi sosyal hayatın, ekonomik faaliyetlerin içinde yer alacağına dair en küçük bir işaret bulunmamaktadır. Bilakis, kadınların korunması, eziyet edilmemesi, acınması gereken yaratıklar olduğu yönünde bir görüş ön plana çıkmıştır.
Dövülmemeleri, kendilerine karşı iyi davranılması, iyi yedirilip içirilmeleri gibi muameleler, kadınlarımıza sunulan bir lütufmuş gibi takdim edilmektedir. Bu yanıltıcı ifadeler, kadının sosyal ve ekonomik hayattan tecrit edilmesinin engellenmesi bir yana, aksine kolaylaştırmaktadır. Kaleme alınan pek çok İslami metinde: “Kadının en büyük vazifesi, yuvasında analık yapmaktır; saadeti yuvasındadır. Temizlik onun ziynetidir, süsüdür. Eğlencesi, çocuklarıdır” türünden ifadelere rastlamaktayız. Bu anlamdaki fikirlerin İslam Öncesi Arap Toplumunun yerleşik örf ve adetlerine dayandığını, oradan da Peygamberimizin iradesi ve onayı dışında İslam Dinine geçtiğini anlamaktayız.
Oysa gerçek İslami anlayış ile Arap Toplumunda hüküm süren kültürden etkilenmiş olan İslami anlayış oldukça farklıdır. Evrensel değerler içeren gerçek İslami düşüncede çağdaş sayılabilecek pek çok ifadeye rastlamaktayız. Örneğin: Evvela yaratılış bakımından kadınla erkek birbirine eşittir. Kuran-ı Kerim’de şöyle buyrulur: "Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık! Sizi sırf birbirinizle tanışmanız için büyük cemiyetlere ve küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileride olanınızdır."
Peygamber Efendimiz de, "Kadın erkek bütün insanlar tarak dişleri gibi birbirlerine müsavidirler." "Kadın erkek bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir kimsenin diğer bir kimse üzerine takvadan başka hiçbir üstünlüğü yoktur" buyurmaktadırlar. Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde; kadınlarla erkeklere “insanlar” diye seslenilmekte, eşit yaratıldıkları üstüne basa basa dillendirilmekte; makbul olanların tespitinde ise insanların günahlardan kaçınıp iyi ve faydalı eylemler yapması anlamına gelen “takva”nın esas alınacağı belirtilmektedir. Fakat ne yazık ki bu çağdaş ifadeler, İslam Dünyasında yeterince ilgi uyandırmamış, daha çok Arap geleneklerine dayanan uygulamalar ön plana geçerek uygulama alanı bulmuştur. Örneğin; cariyelik denen bir saçmalık var ki, onu hiçbir yere koyamıyorum. Savaş sırasında düşman tarafından esir edilen kız ve kadınlar ganimet sayılır ve "cariye" olarak alınırdı. Azat edilmedikleri müddetçe de, ticari bir eşya gibi alınıp satılırdı. Cariyenin sahibi olan "efendi" onu şahsi hizmetlerinde ve ev işlerinde istihdam edebildiği gibi, isterse, ayrıca bir nikâh kıymaya ihtiyaç duymadan istifade edebilirdi. Bazı çevreler, bu sakat uygulamanın, İslam öncesi dönemden İslam’a bırakılmış kötü miras olduğuna bakmaksızın; İslam’ın bunu onaylayıp devam ettirdiğine delalet olsun diye Kuran’daki Nisa Suresini şöyle yorumlamaktadırlar: “…..beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz cariyeler ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.”
Bu akıldan nasibini almamış zavallılar, daha da ileri giderek İslamiyet’in cariye ile seks yapmayı mübah saydığını Mearic Suresinin 29- 30- 31’inci ayetlerini delil göstererek ifade etmektedirler. Şimdi ileri sürülen bu görüşleri salim bir kafayla yorumlarsak: insanı ticari bir mal gibi gören bir anlayışın İslam gibi yüce bir dinin emri olamayacağını kolaylıkla söyleyebiliriz. Böyle bir şeyi sonsuz ilim sahibi Allah onaylayabilir mi? Böyle bir düşüncenin doğru olduğunu kabul etmemiz halinde İslam Dininin, zinayı meşrulaştırdığı sonucuna varırız ki bu, Yüce Allaha ve onun Peygamberine iftira ve hakaret anlamına gelecektir.
Arap Yarımadası üzerinde yaşayan barbar Bedevi kabilelerinin İslamiyet öncesi ve İslam dininin gelişi dönemlerindeki durumuna bakıldığında; İslâmiyet’in, yayılmaya çalıştığı daha ilk döneminde emrivaki bir durumla karşılaştığı rahatlıkla görülecektir. İfade ettiğim emrivakide neler var… neler…
Mensup olmakla gurur duyduğumuz Türk Dünyasında dilden dile dolaşan “İki kadın kocası, şeytanların hocası; bir karı bir koca, helva yer her gece” veciz sözüyle uygulama bulan tek evlilik anlayışına rağmen Arap Yarımadasında neredeyse varlıklı her Arap erkeği, iki ile altı arasında değişen sayıda kadınla evli olmakla birlikte bir o kadar da cariyeye sahipti. Evli olduğu kadınların tamamı kendisinden genç, büyük kısmı da kızı yaşındaki kadınlardan oluşmaktaydı. Bununla bitse pekâlâ diyeceğiz. Gel gelelim bu kadınların her birisinden beşer, altışar da çocuk vardı.
Bu karışık ve ciddi sorun karşısında İslamiyet ne diyebilirdi ki? “Herkes yalnızca bir karısını nikâhında bırakacak, diğerlerini boşayacak; cariyeler salıverilerek özgürleştirilecek” demiş olsaydı, sonuç ne olurdu acaba? Her halde felaket olurdu. Boşanarak kapı dışarı edilecek kadınlar ne yapacaktı? Tamamının okuması yazması yok, mesleği yok, malı mülkü yoktu. Daha önemlisi, varlıklı ve zengin kesimin oluşturduğu bu haremlere mensup kadınlara ait çocuklar ne olacaktı?
Bu sebeple; İslamiyet, kati bir şekilde olayın üstüne gidemedi. Esasen İslam dini, tek evliliğe dayalı sistemi onaylamaktadır. Aile saadetini yok ettiği gibi kadına verilmiş en büyük ceza anlamına gelen çok evliliğe, hele hele cariyelik denilen kölelik sistemine ise asla onay verilmemektedir. Ancak ifade edildiği gibi her türlü kötülüğün kol gezdiği bir toplumda ortaya çıkan bu yüce din, Peygamberimiz tarafından yayılmaya, kitlelere benimsetilmeye çalışılırken kırıp dökmemesi de gerekiyordu. Kesin ve sert bir emir, telafisi imkânsız sorunlara neden olacaktı. Bu sebeple, kesin ve kati bir yasaklama yerine daha yumuşak ve kademeli bir geçiş sistemi benimsenmiştir. Yoksa aklını kullanma ehliyetine sahip olmayan bu malum çevrelerin ileri sürdüğü gibi bütün bu yanlışların onaylanması söz konusu değildir. Koşulların zorunlu kıldığı bir yöntem izlenmiş, böylece de yanlış uygulamaların zamana yayılarak, yeni sorunlara yol açmadan yumuşak bir geçişle tasfiye edilmesi benimsenmiştir.
Günümüzde bilimde, sanayide olduğu gibi ileri demokratik yönetimler inşa etmeyi başarabilmiş toplumlara asla anlatamayacağımız bu geri ve yanlış anlayışın, İslam Dininin esasında olmadığını kesin bir ifade ile anlatmamız gerekir. Çeşitli mazeretler bularak yanlışları savunmaya çalışmamızın hiçbir anlamı yoktur. İnsanoğlunun bilgi çağını yakaladığı bir asırda kadına biçilen esaret anlayışını, bırakın gayrı Müslimlere tebliğ etmeyi, toplumumuzdaki aydınlanmadan birazcık olsun etkilenmiş Müslüman insanımıza dahi anlatmak kabil değildir. Bugün, Müslüman bir toplumda yaşayan mütedeyyin insanlar, kendilerine anlatılanları tabu olarak görüp doğruluğunu tartışmadan kabul etmede sıkıntı çıkarmamaktadır. Ancak farklı din ve inançların yaşandığı toplumlarda çelişkiler daha rahat ifade edilmekte ve tartışılmaktadır. Özellikle bilim ve teknikte mesafe almış toplumlarda kadınların da bu gelişmelere paralel olarak erkeğe eşit statüye kavuşması, yanlış dini yorumları etkisiz kılmakta ve İslam dinine yönelik eleştirel hücumları davet etmektedir.
İslam’ın kitabı Kuranı Kerimin birçok ayetinin peygamber ailesi için, bazı ayetlerinin de belli kavim ve milletlere indirildiği, bazılarının ise yalnızca belli dönemlerde hüküm süren aksaklıkları düzeltmek, sıkıntıları rahatlatmak için indirildikleri anlayışı, bütün din âlimlerince kabul görmektedir. Böyle olunca, kadın için düzenleme getiren bazı ayetlerin yalnız o dönemde fiilen var olan Arap toplumunun düzenini sağlamaya yönelik olduğu; zaten çok evliliğe, cariye tutmaya boğazına kadar batmış bir toplumdaki sakıncaları en aza indirmeye yönelik olduğunu kabul etmek gerekir. Kadına o anlamda kısıtlama getiren ayetlerin rehabilite olmuş bir topluma, özellikle de günümüz toplumlarına uygulamak üzere gönderilmediği muhakkaktır.
Haremlik selamlık uygulamasının esasen Peygamber ailesi için getirildiği din adamlarınca da ifade edilmektedir. Peygamberimizi ziyaret bahanesiyle gelen kimi kötü niyetlilerin saygıdeğer eşlerine musallat olmaları, onları görmek için türlü türlü hilelere başvurmalarını gören Peygamberimizin üzülmesi üzerine bu anlama gelen ayetlerin indirildiği ve yalnızca bu özel duruma ait oldukları kabul gören bir görüştür. Ancak bu özel durum, daha sonra İslam dünyasında yanlış değerlendirilerek genel bir uygulama haline dönüştürülmüştür.
Bana göre: bugün İslami çevrelerde kabul gören haremlik selamlık uygulaması da çok evliliğin doğal bir yansımasıdır. Çok eşi olan bir erkeğin eşleri karşısında düştüğü aczi gidermenin bir yoludur. Bir kaç genç kadının, kendilerine karşı zayıf kalmış olan kocayı aldatmasının önlenmesi için insanlar tarafından toplum hayatına sokulmuştur. İslam ülkelerinin büyük kısmı günümüzde normalleşmiş, çok evlilik gibi geri kurumları toplum düzenlerinden söküp atabilme başarısını gösterebilmişlerdir. Dolayısıyla tek evlilik üzerine inşa edilmiş bu toplumlarda kadını içeri tıkamanın gereği artık yoktur. Kadının da erkek gibi toplumun her kademesinde yer alması, erkeği gibi yaşaması, onun gibi eğitim hakkından yararlanması, sosyal ve ekonomik hayata faal olarak katılmasının önünde hiçbir engelin kalmamış olması gerekir. Bu uygulama, erkeklerden daha çok kadınları aşağılayarak mağdur etmiştir. Mademki, “çok evlilik” günümüzde ehemmiyetini kaybetmiştir, o halde haremlik selamlık neden devam etsin ki? Ayrıca, kadınlı erkekli olmak suretiyle karma şekilde yaşayan insanlar, birbirinden izole edilen gruplara göre daha sağlıklı bir ilişkiler ağına sahip oluyorlar. Kadınların erkekleri, erkeklerin de kadınları görmemesi her iki kesimi de birbirine karşı tamamen yabancılaştıracaktır. Toplum içinde karşı cinse nasıl davranması gerektiği hakkında hiçbir fikrin oluşmaması; karşıt cinslerin birbirlerine karşı aşırı derecede açlık hissi oluşturacak ve sonuçta da istenmeyen olaylar zemin yaratılmış olacaktır. Şüphesiz ki, her türlü kısıtlama ve tecritten arınmış karma bir toplum yaşamına geçmek; böyle olumsuzlukların panzehiridir.
Konudan sapma endişesi duysam da bir mevzuya daha değinmeden geçmek istemem. Çok evliliğin, erkeğin adil kalabilmesi şartıyla Allah emri olduğunu iddia edenler, dünya nüfusunun yarısının erkek, diğer yarısının da kadın olduğunu; erkeklerin, onların dediği gibi birden fazla kadınla evlenebilmeleri halinde milyonlarca erkeğin bekâr kalmaya mahkûm olacağını; her erkeğin evlenip yuva kurma hakkını elde edebilmesi için yeni gezegenler keşfedip oradan kadın ithal edeceğimizi mi düşünüyorlar? Kâinatın Ulu Yaratıcısı, kullarının bir kısmını için böyle bir muameleyi reva görmeyeceğini anlamak için arif olmak gerekmiyor.
Peki, çok evliliğin uygun karşılanmadığı hususu, tüm din adamlarınca ittifakla kabul edilmiş olsa bile İslam ülkelerindeki kadınların sorunları çözülmüş olur mu? Koca bir “hayır” diyebilirim böyle bir soruya cevap olarak. Kadının İslami çevrelerdeki algısı o kadar kötüdür ki, buna evet demek mümkün değildir. Bir kere kadın, erkeğe ait bir mal olarak görülmektedir. Erkeğin, bir yerine birkaç kadınla evlenebilmesi, kocasının izni olmadan evden dışarı çıkamaması, işe gidip gelememesi, kocasının olmadığı bir ortamda yabancı bir erkekle bırakın konuşmasını aynı ortamda bulunmasına bile izin verilmemesi gibi birçok olumsuzlukları düşündüğümüzde durumun ne denli vahim olduğu kolaylıkla görülecektir. Bu açıklamalardan sonra “evli çiftlerin bir birine karşı sorumlu olmalarından daha doğal ne olabilir ki” diye bir soru akla gelebilir. Haklıdırlar böyle düşünecek olanlar, ama bir farkla; doğal olan, her iki tarafın karşılıklı olarak sorumlu davranması, atacakları adımlarından bir birlerinden izin almaları ya da bilgilendirmeleridir. Fakat nedense, İslami çevrelerde erkeğin böyle bir sorumluluğundan asla bahsedilmez. Sorumluluk her zaman kadının omuzlarına yüklenir. Kadın bu düşünce sisteminin acımasız kuralları karşısında eve hapsedilir, kimseyle konuşamaz, görüşemez, sosyal hayatın dışına itilir; tabi ki, ekonomik hayatın da.
Arap erkeklerinin birden fazla kadınla evlenebildiklerini söyledik. Bu yanlış gelenek, bir dizi yanlış ve çağdışı uygulamaya zemin hazırlamaktadır. Sayıları çoğunlukla beşe, altıya varan genç kadına sahip olan bir adamın, bu kadınları dizginlemeye ihtiyaç duyacağı aşikârdır. Aynı yaştaki erkek ve kadının cinsel gücünün eşit olarak yaratıldığı şüphe götürmez bir gerçektir. Yaşlı bir Arap erkeğinin, yaşı genç olan beş altı kadınına nasıl bir önlem alacağını düşünebiliriz? Bu kadınların istedikleri zaman dışarı çıkabilmeleri özgürlüğüne sahip olmaları halinde kendisini aldatabileceklerinden endişe duyması kadar normal bir şey olabilir mi? O halde, onların dışarı çıkmalarının önüne bir set çekilmesi gerekir, Haremdeki kadınlar ona ait olduğuna göre, bu durumun güvence altına alınması için karşıt cinsle iletişimlerinin olmaması gerekir. Böyle de yapmışlar bu densiz insanlar; dini kural ve kaideleri kendi uçkurlarına hizmet edecek şekilde yorumlamışlardır. Esasen İslam diniyle uzaktan yakından bir ilgisi olmayan bu yorumların günümüz İslam toplumlarında taraftar bulmasını anlamak mümkün değildir.
Kadının erkeğine ait bir mal olduğu, erkeğin adil davranabilmesi halinde birden fazla kadınla evlenebileceği söylenmiyor mu? Ancak, “merak etmeyin; nasıl olsa hiç kimse adil olamıyor; o halde çok evliliğe de izin yoktur” şeklinde yorumları çokça duyarız. Yalnız başına bu ifade bile kadına en büyük saygısızlık değil mi? Yüzde yüz adil olabileceğini iddia eden birileri ortaya çıkarsa ne yapacağız? Zaten çok evlilik yapanların tamamı bu savı ileri sürmüyor mu? Ya, üzerine kuma getirilen kadının çektiği ızdıraba ne diyeceğiz?
Eşini kaybetmiş, yetmişli yaşlarda olan iki kumaya sorduğum bir soruya aldığım cevabı hatırlıyorum. Paylaşmanın tam zamanıdır şimdi. Kuması olan yaşlı kadınlardan birisine “İki evlilik nasıl bir duygudur, onu yaşayan birisi olarak fikrinizi çok merak ediyorum. Hiç abartmadan bana söyler misiniz?” diye bir soru sormuştum yıllar önce. Aldığım cevap beni şaşırtmamıştı: “Aman yavrum, yaşanması kadar anlatılması da pek zordur bunu! Allah düşmanımın başına vermesin! Kocanızın diğer eşine gittiği gece sizin için bitmez. Sabah olmayacağını düşünürsünüz. O esnada biricik kocanızın bir başka kadınla birlikte olmasını gönlünüze kabul ettiremezsiniz. Yatağınızda bir o yana bir bu yana döner durursunuz. Sabaha kadar gözünüze uyku girmez. Üzerinizdeki yorgan sizi yakar, yastık kafatasınıza batar. Allah kaderimi böyle yazdı; onun bir bildiği var ki, bana bunu reva gördü dersiniz, fakat gönlünüze yine söz geçiremezsiniz; üzülürsünüz … ağlarsınız … kendinizi yer bitirirsiniz. Bilmem anlatabildim mi yavrum?” demişti yaşlı kadın. Onu, diğer kuma da onayladıktan sonra “O benim kocamdı; sen geldin yuvamı, aşımı zehir ettin; sonunda ne sana, ne de bana kaldı; beğendin mi yaptığını?” diyerek sitem etmişti.
Şimdi soruyorum o İslam dininin yüce emirlerini kendilerine göre yorumlayan fikir ve düşünce fakirlerine. Adil olmak şartıyla İslam’ın çok evliliğe cevaz verdiğini ileri sürüyorlar. Varsayalım ki, erkeğin birisinin gerçekten birden fazla olan eşlerine gerçekten adil davranabilmektedir; peki, bu durum acı çektirilecek eşlerin ızdıraplarını nasıl dindirecek, ona nasıl bir çözüm öneriyorlar? Bir an için kendilerini o biçare kadınların yerlerine koymayı niçin denemiyorlar? Asla tartışma konusu yapılamayacak ilahi adaletin bir kadını, şartlar ne olursa olsun böyle bir ezaya, azaba mahkûm etmeyeceğini hiç mi düşünmüyorlar? Naçiz kulları olarak bizler bile adil bir uygulama olmayacağından emin olduğumuz bu çok evlilik safsatasında, ilahi adaletin yanılabileceğini düşünmek mümkün mü? Cevaplarını merak ediyorum; hala “evet” demeye devam ediyorlar mı?
Bana göre: kadını değersiz kılan kültür, Türk Dünyasına yabancı bir kültürdür. Araplara aittir. İslam dinini kabul etmemizden sonra din üzerinden bize musallat olmuştur. Tarihi kaynaklar İslamiyet’ten önceki göçebelik devrinde, Türk kadınının sosyal statüsünün toplum içinde son derece yüksek olduğunu göstermektedir. Aile yapısının temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında evin baş tacı, erkeğinin can yoldaşı, çocuklarının anası olma ayrıcalığından dolayı, hakanların önünde hürmetle eğildikleri onurlu bir mertebeye yükselmiştir. Türklerde kadın, erkekten kaçan ve haremde yaşayan bir varlık olmamıştır. Kadınlar toplum içinde rahat hareket etmişlerdir. Eski Türklerde kadınlar dini törenlere başkanlık yapmışlardır. İktisadi hayata katılma bakımından kadın tam bir hürriyete sahiptir. Ev içinde üretimden ve üretim fazlasının satılmasından söz sahibidir. Pazar yerine kadın tek başına gidebilmektedir. Ürünün bedelini kendisi belirleyebilmektedir. Evli kadınların kendilerine ait mülkleri vardır. Mal ayrılığı prensibinden dolayı kadın her türlü tasarruf hakkına sahiptir.
Bu yapının din ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. İslamiyet’ten önce Arap Toplumunda yaşayan ve her türlü kötülüğe kaynak teşkil eden, onu besleyen bir olgudur. Bu anlamda, İslamiyet’in düzeltmek için çok uğraş verdiği yanlış bir uygulamadır.
İslam tarihi boyunca, özellikle de Emeviler döneminde bir hayli sayıda uydurma hadis türetilmiştir. “İslam’ın Karası” diye bilinen bu hadislerin büyük çoğunluğunun sarih olmadığı bilinmektedir. Bu hadislerin pek çoğunda kadınlara iyi davranması gerektiğinden söz edilir, kız çocuklarına gösterilecek ilginin erkek çocuklar gibi olması istenir. İyi yedirilip giydirilmelerinden bahsedilir. Kadınların Allahın emanetleri olduğu söylenir. Bunların tamamının altına şüphesiz ki imzamızı atarız. Ancak burada unutulmaması gereken şey, bu tavsiyelere neden ihtiyaç duyulduğu hususudur. Arap toplumunda bu denli sorunlar yaşandığı için doğal olarak da Peygamber Efendimizin önüne geliyor ve o da ümmetine açıklama yapmak zorunda kalıyordu. O toplumda zaten kız çocukların okutulması, meslek sahibi yapılması, işe gitmesi, çalışması ve hayatını kazanması düşünülemezdi bile. Kadın ve kız çocuklarının eziyet çekmeleri olağan bir durumdu. Kız çocuklarının sosyal ihtiyaçlarından önce onların maruz kaldıkları işkencenin bir an önce sonlandırılması aciliyet kesp ediyordu. Yaşanan çok kötü koşulları düzeltme adına yapılan tavsiyeler ve konuşmalardı Peygamberimizin yaptığı.
Peygamberimiz bütün mesaisini, yoldan tamamen çıkmış, keyfine düşkün, kadını sadece bir eğlence aracı, ya da alınıp satılabilecek bir mal olarak görmeye alışmış bir toplumu adam etmek için harcamak zorunda kalıyordu. Kadını mal olarak gören bir anlayışı değiştirip kadını birkaç basamak birden yükselterek, erkeğe eşit hale getirmek kolay değildi. Bugün, İslam adına önümüze konan pek çok şey, İslamiyet’in önünde bulduğu kötü koşulların değiştirilememesine dayanmaktadır.
Sayısı azımsanamayacak miktarda din adamımız, kadınların neden erkeklerin yarısı miktarında mirastan pay aldığı hususunu izah ederken “Allah onlara aileyi geçindirme yükümlülüğü vermediği için mirastan yarım pay vermektedir. Erkek ailenin geçimini sağlamakla yükümlüdür” demekle aynı zamanda da kadının ekonomik hayatın dışında tutulduğunu dolaylı şekilde ifade etmektedirler. Şüphesiz ki bu anlayış, o dönemin Arap toplumunda eğitilmemiş, sosyalleştirilmemiş, her şeyden bihaber kalmış, eve hapsedilerek çocuk doğurmak, erkeğine hizmet etmek ve erkeğin seks ihtiyacını karşılamak gibi görevler verilen kadınlar için doğru bir tespittir. Ancak, günümüz bilgi toplumunda eğitimin her türünden azami derecede istifade eden, erkeklerle eşit şartlarda yetişen kadını aile geçimin sağlama sorumluluğundan dışlamak mümkün mü? Elbette ki hayır!
Peki, bütün bu açıklamalardan sonra kadınımıza biçilen bu rolün bir sembolünün olması gerekmez mi? Yani kadından, İslami kurallar ismiyle kendisine dayatılan bu geri ve kabul edilemez yaşam tarzını kabul ettiğine dair bir imza atması istenmiyor mu? Olmaz olur mu hiç. Günümüzde bu imzanın adı: Türbandır. Maalesef, kadınımız başına o bez parçasını geçirmekle kendisine layık görülen o pozisyonu kabul ettiğini, üniversitelerde, sokaklarda, parklarda, işte, evde herkese ilan etmektedir. Herkese demektedir ki; “bana Rabbim bunu layık gördü, beni kadın olarak yarattı ve Nur suresinde bana bunu emretti, Ben başımı örterek Rabbimin emrini yerine getiriyorum.”
Başına türban takan kadınlarımız; “Rabbim bana başını ört dedi, erkeği baştan çıkarma, sen erkeğine aitsin, o izin vermezse dışarıya çıkamaz, alışverişe gidemezsin. Bir yabancı erkekle konuşamaz, iş amacıyla da olsa onunla aynı ortamda bulunamazsın. Tokalaşmak mı? Asla... Senin yerin evindir. Eğlencen çocuklarındır. Eşin çalışır; sen pişirir, hazırlar onlara yedirirsin. Spor yapmak, sinemaya gitmek, şarkı söylemek, bale yapmak, resim yapmayı denemek bir yana, o kelimeleri ağzına alman bile gereksiz ve haramdır diye buyurdu” anlayışının reklamını yapmaktadır, farkında olmadan.
Saygıdeğer kadınlarımız bilmelidir ki, Nur Suresinde emredilen başın örtülmesi değildir. Orada emredilen şey; kadının bir nevi ziyneti sayılan göğüsleridir. Suredeki emir bütünüyle değerlendirildiğinde; göğüslerin örtülmesinin istenmesiyle aslında namus ve ırzın korunması hedeflenmiştir. Surede ifadesini bulan ırzın korunması esas amaç iken, kelimelerin analizine girilerek “efendim, başındaki örtü ile örtsünler dendiğine göre, başın örtülmesi dolaylı olarak emredilmiş” fikrine varmak neredeyse imkânsızdır. Ancak, baş örtmeyi tamamen İslam dışına itme gibi bir niyetimiz de yoktur. Kadınların başlarını örtmeleri, tüm İslam ülkelerinde bin dört yüz yıldan beridir süre gelmektedir. Bu sebeple de İslam’ın geleneklerinden olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak buna uymamak kadınlarımıza asla bir yükümlülük getirmeyecektir. Allahın kadınlarımıza böyle bir emri yoktur.
“Başındaki örtülerle ziynetlerini örtsünler” ifadesinden nasıl oluyor da başın örtülmesi anlamını çıkarıyorlar hayret ediyorum. Kavurucu sıcaklardan bunalan Arap Yarımadasının bütün insanları, sıcaklardan korunmak için başlarının üstüne beyaz bir örtü atıyorlardı. İster erkek olsun, isterse kadın; doğal olarak herkesin başında bir örtü olduğuna göre, “başındaki örtü ile ziynetlerini örtsünler” demekten daha normal ne olabilir? Tereddüde mahal bırakmayacak kadar net ve sarih olan emir; ziynetin yani göğsün örtülmesidir. Merak etmesinler, eğer Allah-u Teâlâ, kadınlardan başlarını örtmelerini isteseydi; öyle muğlâk ifadelerle, dolaylı bir anlatımla, insanları tereddüde sevk eden bir emirle değil, direk ve dosdoğru söylerdi. Derdi ki “ey kadınlar başlarınızı örtünüz.” Biz bütün Müslümanlar olarak iman ediyoruz ki, o yücedir, onun kudreti ve gücü tartışılmaz, kimseden korkmaz, kimseden çekinmez. Söylemek istediklerini de direk ve anlaşılır şekilde söyler.
Onun için bütün kadınlarımızın rahat olmaları gerekir; öyle örtünüp, sarılıp, saklanıp kendilerini cemiyet hayatından, ekonomik faaliyetlerden tecrit etmeleri için yüce dinimizde hiçbir emir yoktur. Bilakis kadınlarımızın da erkeklerle eşit yaratıldıkları hususu; net şekilde ifade bulmuştur. Arap geleneklerinin sonucu olan kadının değersiz ve ikinci sınıf insan olarak görülmesi, dinsel mahiyette olmayıp gelenekseldir. Bunu bertaraf etmek kadınlarımızın en önemli görevidir. Bu yolda onlara başarılar diliyoruz…
YORUMLAR
Gerçekten cok beğendim ama gerçekten basinizi ortunuz diye bir ayet olmamasi cok dikkatimi cekti siz hangi güvenilir kaynaktan buldunuz bu bilgileri merak ettim :)
Ömer Adar
Betül Akis
Arap yarımadasının geleneklerini dini vecibelerle karıştırmasalarmış iyi olacakmış
kadın her yerde benzer sorunları yaşıyor ama müslüman ülke (!) de el üstünde olması gerekirken ayak altında ya da yere yakın bir yerlerde ( kısaca sadece ve sadece kadın sözde baş tacı edilir ki o da estetik kaygısı, edebiyat zengin dursun, aksi duruma inanmıyorum)
tarikatlar gelecek olursak; yere batsınlar, hepsinin kökü dışarıda amacı da islâm değil.
müslümana ALLAH, KUR'AN-I KERİM , PEYGAMBER yeter daha ne demeye sağda solda rehber ararlar hiç anlam veremem.