- 1237 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
KAÇ KEZ ÖLDÜM
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
KAÇ KEZ ÖLDÜM
Birkaç gündür adını koyamadığı bir huzursuzluk, mutsuzluk ve sebebi belirsiz iç çekişlerle dolanıp duruyordu. ‘’neden böyleyim?’’ sorusunu soruyor, kendi kendine sorduğu sorulara ve cevapsız kalışına sinir oluyordu!
Tahir aslında neşeli, şen şakrak, sohbeti çekilir bir adamdı. Kırklı yaşlarda saçlarında seyrekte olsa akları olan, yakışıklı, boyu posu yerinde bir tiyatrocu. Mesleği gereği ikna kabiliyeti oldukça iyiydi. Hangi meclise girse sohbetiyle dikkatleri üstüne çeker söylemleriyle, özellikle de kadınların ilgi odağı olurdu.
Çapkınlığı, yakın çevresi tarafından bilinir, ne zaman yanında bir kadın görseler, yine birini bulmuş diye içlerinden geçirirlerdi. Duygusal biri değildi. Ama öyle süslü cümleler kurardı ki, hiçbir bayan kayıtsız kalamazdı söylemlerine.
Hayatından gelip geçen kadınlarla birkaç romana konu olacak hikâyesi olduğu muhakkaktı.
‘’Neden içim bu kadar sıkılıyor?’’ diye anlam veremezdi. Günün sonunda tiyatro çıkışı birkaç kadeh içip rahatlamak isterdi, köşedeki bara uğramış, birkaç kadeh içerek herşeyi unutmak istemişti. Çünkü ne yaparsa yapsın içinden atamıyordu bu sebepsiz sıkıntıyı! Bu sıkıntı adeta tadını tuzunu kaçırmıştı. Birkaç gündür asık suratla dolanır olmuştu. Alkol bile rahatlatmamış, erkenden evin yolunu tutmuştu. Eve varınca bir şeyler okumayı istemiş, bir süre sonra ne okuduğunu bile anlamamıştı. Boş, boş sayfaya bakar olmuştu. En iyisi yatıp uyumak düşüncesiyle, üzerini değiştirdi ve yatağa uzandı. Bir müddet sonra derin bir uykuya dalmıştı.
Uykunun bir yerinde kendisini bir rüyanın içinde buldu. Gördüğü rüyada, bir mekânda, perdeden belli belirsiz bir ışık sızıyordu. ‘’Ben neredeyim? Burası neresidir?” Diye içinden kendisine soruyor, cevabını ise, kendine veremiyordu. Bir gariplik vardı. Burası bir tiyatro salonu olmalıydı. Salondaki koltuklardan birine oturdu. Koca salonda kendisinden başka kimse de yoktu. Etrafına bakındı ve ‘’Burası bir tiyatro salonu.’’ Dedi. Daha şaşkınlığını henüz üstünden atamadan, perde yavaş yavaş açıldı ve sahne ışıkları yandı.
Tahir’in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Ne olduğunu anlamadan, sahnede genç bir kız, elinde tiyatro metniyle duruyordu. Kim bu? Diye düşünürken, birden kızı nereden tanıdığını hatırladı.
Birkaç ay öncesinde tiyatro sevdalısı bu genç kızı, ortak arkadaşları Tahir’le tanıştırılmıştı. Yaşam dolu, cıvıl, cıvıl olan bu kız. Tiyatro sevdalısından başkası değildi.
Kız çok önceleri küçük skeçlerde denenmiş, ezberi, mimikleri, rol kabiliyetiyle başarılı bulunmuş ve Tahir’in de oynadığı bir oyunda kendisine rol verilmişti. Oldukça başarılı ve azimli olan bu kız, yirmi beş yaşlarında sarışın, mavi gözlü, orta boylu bir kızdı Ve Tahir bu kızdan çok hoşlanmıştı.
Kız, sahneye çıktığında rolünü hakkıyla yapıyor, oyunculuğuyla göz dolduruyordu. Oyun bitip, perde kapanınca normal hayatına dönerek bambaşka biri oluyordu. Nerden gelmiş, nerede yaşar? Ne yer, ne içer? Bütün bunları ne Tahir sormuştu, ne de kız söylemişti. Uzun bir zaman sonra kız Tahir’e aşık olmuştu. Bunu bakışlarıyla, hareketleriyle hissettiriyordu Tahir’e.
Tahir ise, bu duruma kayıtsız kalmamış, birlikte hoşça vakit geçiririz düşüncesiyle, kızın hislerini göz ardı ederek sadece tensel bir birlik düşünmüştü. Tıpkı diğer ilişkilerinde olduğu gibi!
Derken, aynı evi paylaşmaya karar vererek, birlikte yaşamaya başladılar. İlk zamanlar herşey güzel gider, tiyatro da birlikte rol alıyor, sahne sonrasında ise, ya arkadaşlarına katılıyorlar ya da eve giderek hoşça vakit geçirirlerdi.
Birkaç ay sonrası bir sabah, Tahir uyandığında kızı göremez yatakta. Kalkıp salona geçtiğinde, kızı, elinde bir A4 kağıdıyla düşünceli bir şekilde oturduğunu gördü. Bir boşluğa bakıyormuşçasına elindeki şeye bakıp durduğunu ve hiç hareket etmemesi Tahir’in garibine gitmişti. Yanına yaklaştığında elindekinin doğum kontrol test raporu olduğunu anladı. Tahir’in de rengi değişmişti. Kızın hamile kalmış olması Tahir’in isteyeceği en son şeydi. O kim çocuk sahibi olmak kim? Hem bu birlikteilği bir süre sonra biteceğini bile bile girmiştir bu ilişkiye!
Aralarında bu konu ile ilgili kavgaya dönüşecek bir tartışmaya girdiler. Sonunda kız gözyaşları içinde boynunu büktü ve sessizliğe büründü!
Tahir ceketini alarak bir hışımla evden çıkmıştı. O gün bir süre sahilde dolaştı. Tiyatroya dahi gitmedi. Birkaç saat sonrası her zaman gittiği bara giderek alkol almaya başladı. Masasına yıllar önce birliktelik yaşadığı bir kadın gelmiş ve oturmak istediğini uygunsa eşlik edeceğini söyleyerek, Tahir’in oturduğu masaya oturdu. Birlikte içerek sohbete dalmışlardı.
Vakit gece yarısına geçmek üzereyken Bardan içeri giren genç kız Tahir ile kadını oldukça samimi bir şekilde içerken gördü. Gözlerine inanamazcasına Tahir’le kadının samimi muhabbetine uzun bir süre baktı.
Kadın arada kahkalar atıp Tahir’e sarılarak öpüyordu. ‘’Ne konuşuyorlar acaba? Kim bu kadın? Diye düşünürken Tahir ile göz göze geldi. Ve eliyle gözyaşını silerek bardan hemen ayrıldı. Tahir o gece eve gelmemişti.
Ertesi gün tiyatroda buluşurlar. Tahir ‘’nasıl olur? Bu mümkün olamaz. O yaşamıyor ki’’ diye mırıldanır.
Kız Tahir’i ikna edemeyeceğini anlayınca, mecbur kalır ve kabul eder ve Tahir’in gözlerine bakarak elindeki kağıdı okumaya başlar.
illaki görünce mi
ölmüş oldum ben
önce musalla taşına
oradan tabuta
hoppa
yerin dibine
at bir iki kürek toprak üstüme
alışkınım bu sahneye ben
onlarca kez ölmüşlüğüm var benim
hangisini anlatayım bilemedim
sırtımda bir hançer saplı
doktorun fazla yaşamaz
yarası derin sözleri
hala kulağımda dün gibi
unutulmaz ki
sen bir kez bildin
a be şaşkınım
ben onlarca kez öldüm
kaç yıl öncesi
kurşunun duvardan sekerek
ciğerimi parçalaması
kaburga kemiğimin çatırdama sesi
vay anasını
hala kulağımda
geceyi yarmıştı çığlığım
gök kubbe ağlamıştı korkusundan
kimden nerden geldiği belirsiz
adı üstünde
kahpe bir kurşun işte
kahpenin kurşunu
adres sormayan hani
rastgele beni buldu işte
aldılar önce ambulansa
sonra bir morg’a
derken yatırdılar musallaya
ve apar topar
kimsesizler mezarlığına
sevabına birkaç dua serpildi
ölü toprağa
o can suyu dedikleri var ya
fideyi ekince dökülen
bir çukura koyup ta
toprağı örttüklerinde
döküldü üzerime
aktı süzülen topraktan
yarım yamalak içtim can suyunu
ağzımın kenarları çamurlaştı
meğer unutmuşum öldüğümü
kafama dank edince anladım
daha kaç kez
kaç kez öldüm
sen bilme istersen
pekte keyifli değil açıkçası
her birinde yanı başımdaydın üstelik
ya görmedin ya da görmezden geldin
sorduğun acep hangi ölüşüm
hatta birinde sen öldürdün beni
yalvaran gözlerle bakmama rağmen
usta bir katil edasıyla
o zehirli dilinle kaç kez
kaç kez kesti şah damarımı
önce
beyin ölümü dedi doktor
fısıltılı sesleri kulağımda hala
Allah’ın hikmeti
iki gün önce
imzalamıştım organ bağışını
hayranlıkla izledim
kalbimin sökülüşünü
ustalık taktire şayandır
böbrek
ciğer derken
epeyce hafifledi beden yüküm
hoppa bi çırpıda oldum kadavra
bilime katkım olsun benimde
araştırın kalan parçaları lime lime
usta neşter darbeleriyle
ben böyle de kalkarım ayağa
velhasıl biliyorum
izledim bu filmi defalarca
ezberimde yani
silkelerim üstümdeki ölü toprağı
kendime gelmem fazla sürmez
bir duş rimel ruj tarak derken
sahne ışıkları
ve motor
hayat oyununda başrolde yine ben
devam ederim
figüranlıkla işim olmaz
gözü kara bilirler beni
birazda deli
zararsızından yani melankoli
hiç tekrarını çektirmedim
yormadım emektar rol arkadaşlarımı
tek çekimde tanrı ne verdiyse rolüme
yarabbi şükür
oynarım rolümü ben arkadaş
kimisi kapalı gişe
kimisinde merdiven altı
karaborsada yok sattı
derken aklıma geldi ihanetteki ölümüm
hiçbir ölümle karıştırmam zaten
çok sancılı
ve de ızdırap doluydu
içimden boşaltana kadar canım çıktı
sanırım birkaç ay önceydi bu ölüm
hergün bir hissimi yitirdim bu süreçte
keyif
huzur
gülümseme derken
kalbim sonlandırdı her şeyi
adına ötenazi derlermiş
damardan gelen kanın akışını durdurdu
birkaç çırpınma hatırlıyorum
kuş kanadı gibi azaldı acılarım
istersen onlarca ölümümü anlatmayayım
diğer ölümlerimi de bilmeyi ver
baksana uykusuzluktan kan çanağına dönmüş gözlerin
gel bu günde sen bana bir iyilik yap
demleyelim çayı
tavşan kanı gibi koyu
oturalım karşılıklı
bu kez de sen anlat
sahi sormadım
sen kaç kez öldün.....
Kaç kez öldün? Kaç kez öldün? Kaç kez öldün?
Tahir kan revan içinde yataktan fırlar. Su içinde ve nefes nefese kalmıştır. Gördüğü kabusu, sanki gerçeği yaşar gibi hisseder. Soluklarını dengeleyemez, kalbinin yerinden çıkacağını düşünür. Tahir tam anlamıyla ne olduğunu anlamamıştır. Gördüğü kâbus onu yerle bir eder! Yanı başında ki sürahiden bardağına su doldurup yudum, yudum içmeye çalışır. Ne kadar süre geçtiğini bilmeden öylece durur. Kız hamile kalınca doğurmak istemiş Tahir ise kürtaj için diretmiştir. Sonunda, kızcağız bakmış ki Tahir onun sevdiği gibi sevmiyor, aşık değil birde üstüne o kadınla kalınca tamam der. Birlikte arkadaşlarının önerdiği bir doktora giderler. Kızcağızın kürtajı sorunlu geçer. Nedeni anlaşılmayan bir şekilde kanamasını durduramazlar ve kız kan kaybından ölür. Tahir sarsılır. Üzülür kıza. Birkaç gün sonrasında hiçbir şey olmamış gibi devam eder yaşamına.
Bugün günlerden ne diye ışığı açar be telefonuna bakınca gözleri dolar. Bu gün kızın öldüğü gündür ve aradan bir sene geçmiştir. Birkaç gündür neden içinin sıkıldığını anlar. Okuduğu şiir o kadar etkiler ki sanki kız ölmemiş gerçekten sahnede karşısında bir tirad okuyor gibi.
Yatağından kadar günün ilk ışıklarıyla üstünü değiştirir ve sadece gömülürken bulunduğu, sonrasında aklına bile getirmediği kızın mezarına gider. İçini garip bir hüzün kaplar. Bu his ona çok yabancıdır. Mezarın etrafını dikenler sarmış, toprağı kurumuştur. Kimsenin ziyaret etmediği bellidir. Tahir bunu düşününce yüreğine bir şey saplanır gibi bir acı hisseder. Üzülmeyi, acımayı, kederi tek tek tadar mezarın yanı başında! Kız gözü açık gitmiştir. Tüm hayalleri, geleceği Tahir’in kabul etmesi mümkün olmayan bir sonuçla ölmüştür!
Tahir aradan geçen bir yıl zarfında onlarca kadınla birlikte olmuş, hepsine de türlü bahanelerle güle güle demiştir. Gördüğü bu kâbus Tahir’in ruhunda derin bir iz bırakır. Hiç konuşmadan sessizce bir süre durur kadının mezarı başında. Sonrasında dikenleri temizlemeye başlar. Tüm dikenleri koparır. Elinin kanamasını hissetmez. İleride bulunan musluktan su doldurup toprağa döker. Akşam olmak üzeredir. Ezan sesiyle irkilir. Sabahın ilk ışıklarından bu saate kadar mezarın dibinde oturmuş öylece kalmıştır.
Eve doğru yürürken ağlamaya başlar. Ne kadar haksızlık yaptığını anlar. Geri dönüşü ve özrü de yoktur. Bunun verdiği iç rahatsızlık Tahir’i daha da üzer. Eve girince ilk işi elini yüzünü yıkamak olur. Üstünü değiştirerek yatağa girer. Kâbusun etkisi geçmemiştir. Tahir bundan sonra kadınlarla ilişkisine dikkat edeceğini ve sonu olmayan ilişkilerden uzak duracağını düşünür. Tahir değişmiştir artık.
Bir müddet sonra gözlerini kapatıp uykuya dalarken yeni güne bambaşka bir Tahir olarak uyanacaktır…
YORUMLAR
The Makinist filmi aklıma geldi yazınızı okuyunca. Gerçi filmde erkek karakter trafik kazası sonucunda birini öldürüyor, kaza yerine terk edip. Unutuyordu öldürdüğü kişiyi. bir yıl boyunca uykusuzluk hastalığı çekiyordu baş karakter. bedensel çöküş ve duygusal travmalar sonucunda filmin final sahnesinde baş karakter suçunu hatırlar, itiraf eder ve cezaevine girer.... Siz çoğunluk kızın ağzından anlatmışsınız olayı. Yeterli mi? Bence tek başına yeterli değil. Tahir'in muzdarip olduğu sıkıntıyı yok yok çektiği suçluluk duygusunu daha ayrıntılı anlatılmaya ihtiyacı var gibi hikayenin. ama boşverin bu haliyle de hoşuma gitti. esenlikle-sağlıcakla kalın.
dip not: Tiyatro ile haşır neşirlik var sanırım. Yazınızda yer yer geniş zaman kullanmışsınız ve geçişleriniz çok keskin. sanki bir sahneden öbürüne geçiyor gibi.ilk başta yadırgadım ama sonra yazının akıcılığı görmezden gelmemi sağladı bu ayrıntıları.
yazı ve yazar harici duyuru: artık cici çocuk olmaya karar verdim. içimdeki tanzanya canavarını öldürdüm.
Bir nefeste okunan sürükleyici bir anlatımdı.
Tahir bey gördüğü kabusla yeni bir Tahir olmasa kabusların devamından çekeceği var demektir. gerçekten anlamlı güzel bir yazıydı kutlarım Betül hanım sevgiler