- 1206 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
Kalp Hafızamızdaki İnsanlar
Sonra insanlar gördüm aziz oğlan, ellerinde boşluğa bakan pencereler, perdeleri inmiş kapkaranlık ruhlarının ardındaki odalarda çocukluklarıyla hiç sobelenmeden saklambaç oynayan ve yapay kalplerinin kaçak yollarında yürüyerek ömrün veda turnesine çıkmış bir sanatçı gibi, bahtının karasındaki ateşe benzer, başka adamların buz kesmiş ellerinden alkışlar yontup duran, bir yanı hep kaldırım taşlarına benzeyen insanlar ki bu insanların toplamı benim yalnızlığımı oluşturan mezarlıklardır aziz oğlan, ne olur mezarlıkları ölümle ilişkilendirme, onlar benim yaşam mabedim, yaşayan o kadar çok mezar gördüm ki, hepsi dimdik yürüyorlardı geçmişimin sokaklarında boy boy bir ihtilal bayrağını taşırcasına. Sanki hepsi birer marifet abidesiydi, baktıkları tüm aynalar onların dev bir kölesi ve kalplerini gizledikleri koca bir mahzendi, egolarından geçen ne kadar bencillik varsa fısıldıyorlardı aynaların kulağına..
Bir sineğin kopmuş kanadını taşımaya çalışan karınca sürüsünde gördüğüm o müthiş isteği insanlarda da gördüm aziz oğlan, yemin ederim ki gördüm!! Birbirlerini öldürürken aynı heyecan, aynı yardımlaşma ve aynı arzuyu tutuşturup duruyorlardı genlerindeki cehennemlerinde, şuurları; tabiatı dengede tutan o merhamet ahenginden yoksun, ağızlarındaki o koca kuyudan çıkan izdihamlar, depremler ve kaosa benzer yaralar saçıp duruyorlardı etrafa. İşte o zaman anladım ki bir çınar neden devirir bin yıllık gövdesini, neden denizler yarılır bir asanın kırık gölgesinde ve neden firavun Tanrı rolüne soyundurur ruhunu. Bedenindeki haritayı çizen elin, kaderini de çizebileceği bilinci, kafatası içindeki o boşluğu, neden doldurmaya yetmemişti, neden bu kadar çok neden varken, dedem; cenneti değil de Allah’ı, Cehennemi değil de Rahman ve Rahimi anlatmıştı ilk önce çocukluk denen kalp hafızama…
Sonra insanlar gördüm aziz oğlan, bir kısmı durmadan gidiyordu, içindeki yollar tükendikçe başkasının içindeki dağları delik deşik edip adına da aşk diyerek zalimce devam ediyorlardı yaşam denen çöllerini adımlamaya, bunlar Leyla tanımaz, mecnun bilmez âşıklar aziz oğlan, tıpkı tanrı tanımaz firavunun çocukları gibi. Dillerindeki o derin çatlaklardan dökülen yalan denen iffetsiz kelimeler topluluğu süslenmiş bir gelin gibi duvaklar içinde sunulurken, kalplerinde iyi niyet camlarından heykeller biriktiren insanların yarınki sabahlarına ve o insanlar her güneş doğuşunda, artık inanç denen kıyametten kopup duracaklardı çünkü sabahlar ihanet kuyularıydı artık. Belki de çift ağızlı bir pusatın açtığı derin yaralar kumbarası ve içinde kendi öz çocukluklarının biriktirdiği o masumca kelebek kanadını andıran o şeffaf duygular, annelerin gözlerinde çağlayarak akan derelerin köpük köpük olmuş şefkat yaşları ve yar denen cennet penceresi önünde açan o nadide çiçeğin saçlarındaki okyanus kokusuyla dolup taşmıştı, dolup taşmıştı insan denen kuyunun taş duvarları, yunusça inlemeler tablolarıyla…
Sonra insanlar gördüm aziz oğlan, bir ihanetin zembereğinde kurulu atıyordu kalpleri, hep dünlerinden taşıyorlardı yarınlarımıza o zift kokan karanlığı, dillerindeki aşk pelesengi ağızlarında ki protez dişlere benziyordu, öpsen düşecek gibi, uzaklaşsan koca bir yalnızlık bağımlılığı, unutmaya kalksan ta beyninden başlayıp tüm vücuduna yayılan mikrop gibi dolaşıp dururlar damarlarında. Sanki kalplerinde devasa fillerden oluşan ordular koşturup duruyordu. Bazen de o ihanet oltasına yaklaşan balık gibisindir, yemin içindeki kancayı fark edebilecek yetiye sahipsen, ki balıklarda da bu vasfın olabileceği hayali bir gerçektir, o nedenle her defasında oltanın ucunda bulur kendini, bir balık gibi duygu okyanusunun içinde yüzüp duran kalp, bu kalp bizim kalbimiz aziz oğlan, bize bağışlamak için bağışlanmış bu kalbin hep kırıldığı yerden akıyoruz hayatın gerçeğine, hep darmadağın düştüğümüz yerden, daha dik kalkıyoruz ömür denen bahçenin çitlerine tutunarak. Eğer bir acının gücü bizi öldürmeye yetmemişse, hayata bir başka büyütüyor kalbimizi ve sonra hep sevdiklerimizi ilk önce dikeninden başlıyoruz sevmeye..
Sonra insanlar gördüm aziz oğlan, hani çakıl taşının içindeki o garip okyanus uğultusu var ya, işte öyle esrarengiz insanlar. Bu insanların kalplerinde binlerce yel değirmeni dönüp duruyor gibidirler, bir yandan ne kadar zülüm varsa, tıpkı ayetlerin karanlığı öğüttüğü gibi öğütüp dururlar. Gözlerinde çakan şimşek gürültüleri, içimizdeki o sindirtilmiş büyük korkunun yaşam savaşındaki tepetaklak oluş fotoğrafı olduğunu bir mıh gibi çakarlar kalbimizin duvarlarına. Aslında gecenin merhamet kollarına benzer gözlerinin karanlık ışığı, bir dinlence yuvasıdır, göğe çakılmış bir ay gibidirler, etrafında milyarlarca yıldız, her gün ayrı bir desen, her gün ayrı bir manzara, hani bir Kehkeşan seyrine dalarsın ya balkondan yarı uykulu gözlerinle, işte aziz oğlan bu insanların ruhlarında öylece uzanasın gelir, uluorta bir karanlığı, uluorta bir yoksulluğu yararak…
Sonra insanlar gördüm Aziz oğlan, bir kum tanesinin kendi çölünde yalnız kalışı gibiydiler. Öyle uzun uzadıya kelimelerin yolcuğuna çıkarlardı ki, sanki bir cümlenin atmayan nabzını içlerindeki en uzak ülkelerden bulup taşıyacaklardı ruhumuzu satırlarına. Yabancısı olduğumuz bir sanatın ana dilini anlamasak da, içimizdeki yaralarımıza iyi gelecek bir tını peydahlanacaktı mutlaka iç huzurumuza. Bu insanlar davulun uzaktan gelen sesi gibi değillerdi, onlar yaşam davulun tokmağını kalbimize vurup duran ellerin sahibidirler aziz oğlan. Bazıları bir salıncağa atlayıp gitse de göğ dağının ardına bir çoban gibi huzuru beklerler. Bazıları da, bir kuşun kanadındaki hava akımını düzenleyen tüy olsa da, bazıları bir başağın güneşe dönmüş yüzü gibi, kabre dönük yüzleri ile adımlarken hayatın arka sokaklarını, içlerindeki o hassas terazinin bir gözünde mutlaka bize yetecek bir yer olacaktır. Çünkü onlar bize Allah adına sevmeyi ve O’nun adına sevmemeyi yaşattı..
Şimdi daha iyi anlıyorum aziz oğlan, neden bu kadar çok neden varken, dedem; cenneti değil de Allah’ı, Cehennemi değil de, Rahman ve Rahimi anlatmıştı ilk önce çocukluk denen kalp hafızama…
_Abdulkadir Bostan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.