- 774 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ANACIĞIM!
Uzun zaman oldu anacığıma mektup yazmayalı. Ne hayırsız evlatmışım anneler günü haftasına girdiğimde daha iyi anladım. Hayatın koşuşturmacısında ancak fırsatını yakalamışken elime kâğıt kalemi alıp anacığıma duygularımı beyaz yaprağın üzerine gözyaşlarımı dökerek hasretimi gidermeye çalışsam belki o kocaman ana yüreği ile beni affeder, diye düşünmekteyim. Affetmek de ne kelime? Bir ana olarak hiçbir zaman kaşının eyrildiği, yüksündüğü görülmemiştir. Ben zaman kollamaya çalışırken O ise o denli yokluğun perişanlığın içerisinde zamansızlığa meydan okuyarak, bana ninniler söyleyerek hayal dünyamın oluşmasına katkıda bulunmuş, ağlamalarımı dindirmek için memelerinin arasında ısıttığı süt şişesini ağzıma tıkamış, uykusuz gecelerin adeta bekçisi konumunda çıngıraklı tahta beşiğimi sabahlara dek sallamış idi.
Nerede o zamanlar şimdiki gibi imkânlar! İmkânsızlıklar diz boyu idi ama hayat yine de güzeldi. Zorluklarla didişerek ayakta kalmaya çalışmak hayatın bir cilvesiydi adeta. Fitilli lambaların pır pır eden ışığında ders çalışmak, yaşlılardan mübadil öyküler dinlemek, saygı ve sevgi çerçevesinde komşuluk ilişkileriyle günü tamamlamaya çalışmak ne güzel ve ne anlamlıydı. Şimdi düşündükçe nostalji olarak belleklerde tazeliğini korumaya devam ediyor.
Anacığım, seninle ilgili yazacak iken nerelere dalıp gittim yine. Hani sen beni bu halimle de çok severdin, biliyorum. Bana kızmaz, hoş görürdün bütün yaramazlıklarımı. Onun için müsterihim ya. Sanırım senin parçan olduğum için kıyamazdın bana. İnsan, kolunu bacağını yok sayabilir mi? Hatta bir parmağının eksik olmasına bile gönlü razı olur mu? İşte öyle güçlü bir duygu olmalı ki insan yavrusunu hiç yok sayabilir mi? Her şeye rağmen yani sevgilerin güçlülüğüne inat senden fiziksel olarak kopalı tam yirmi bir yıl olmuş. Dile kolay! Senden dört yıl sonra doğan kızım şimdi on sekizine girdi. Sağ olsaydın ne kadar çok severdin torununu. Zaten çocuklar senin dünyan idi. Soracak olursan O şimdi doktor olmak için gece gündüz çalışmakta...
Anne! Her anne diye iç çektiğimde içim burkuluyor, özleminle yanıp kavruluyorum ama yakarışlarımın nihayetsiz kalacağını bile bile seni anmadan geçemiyorum yine de. Sen bir umuttun, aşktın, güçtün, sabırdın, dirençtin, ilaçtın, felsefeydin, çiçeklerin en güzel kokanıydın. İnan senin yerini kimseler dolduramadı, hâlâ bomboş. Her kokladığım çiçekte, dokunduğum yaprakta, dinlendiğim çimenlerde, gökyüzünün özgür maviliğinde hep seni hayalimde canlandırdım. Şimdilerde çiçek armağan etme sevdası almış başını gidiyor ya ben ise senin o meşhur : Çiçekler dalında güzeldir, sakın koparmayın,” veciz sözlerine istinaden hiçbir çiçeğe kıyıp da hayatlarını zehir etmiyorum, sevgili anacığım.
Anne! Senden sonra çok şeyler değişti ama hayat yaşanılası olmaktan çıktı maalesef. En küçük şeylerden mutlu ederdin bizi. Komşularımızla birlikte yaptığınız dut pekmezi kazan dibini yaladığımızda keyfimize diyecek yoktu. Paparaya tahta kaşık salladığımızda kendimizden geçerdik. Beş numara lambanın altında Nazike Dudu’ dan Tahir ile Zühre’ yi az mı dinlemiştik. Ferhat ile Şirin’ i, Mecnun ile Leyla’ yı. Bu insanların aşk’ ları belleğime kazınarak aşk duygusu kutsiyetlik kazanıp öyle inanmıştım ki oysa benim aşklarım hep hüsranla bitti anacım. Uğruna yandıklarım benim için yanmadılar. Hayat yaşanılası olmaktan çıktı demiştim sebebini ne sen sor ne de ben söyleyeyim. Sanırım pek yakında seni ziyaret etmeye geldiğimde bir bir anlatacağım hepsini de. Şimdi anlatırsam dedi kodu yapmış gibi olacağım. Oysa sen dedikoduyu hiç sevmezdin. Hep içine atardın yine de karşındaki kişinin kusurunu yüzüne vurmazdın. Zaten bunun için yok mu, daha otuzuna bile varmadan derin çizgiler yüzünü parsellemişler.
Anneciğim, bunca kalabalığın içinde kendimi yalnız hissettiğimde hep sana sığınırım. Nasıl mı diyeceksin. Dolabların altına zulaladığım siyah beyaz fotoğraf albümünü çıkarıp seninle ilgili fotoğraflara baktıkça maziye dalar, çocukluğuma geri dönerim. Şimdi hep çocuk kalsaydım da senin kanatlarının altından hiç çıkmasaydım diye ah edesim geliyor.
Şimdi bu mektubu yazarken tam karşımda iki siyah beyaz fotoğrafın duruyor. Mevsimlerden ilkbahar. Arka fonda tahtadan enli çıtalarla duvar örülmüş bahçenin sınırındaki dutun sürgünleri yaprağa düşmüşler. Yere serdiğin kilimin üzerine ayakkabılarını çıkarıp durmuşsun. Hemen sol tarafında askılı pantolonumla ben durmaktayım. Sağ yanında bacağı sargılı vaziyette ablam oturmakta. İkimizin de ayakkabıları, kilimin yanındalar. Ben gülümsüyorum, elimdeki çiçekle. Halbuki sen çiçekler dalında güzelleşir demiştin ya beni yine de hoş karşılamışsın, kopardığım çiçeklerden dolayı... Ne de olsa fotoğraf çekiniyoruz diye öfkelenmemişsindir. Zaten hiç öfkelendiğini görmemiştim ki. Senin bitmeyen bir kaynağın vardı o da : Sevgi. Beni kardeşlerimi hep sevgiyle büyüttün. Yoktuk, yoksulduk ama sevgiden yana çok zengindik. Sen bize sadece sevgini vererek hayatta kalmayı öğretmiştin. Ben de senin yolunu izledim. Çocuklarıma sevgiyle yön vermeye, hayata tutunmalarına özen gösterdim. Onlara kendi düşüncelerimi, hayatımı formatlamadım, herkesi kendi dünyalarında serbest bıraktım. Onun için hepsi de evrensel oldular. Fotoğraf demiştim ya seni anlatmayı yarım bıraktım yine. Ne güzel poz vermişsin, düğünlerde giydiğin elbisen üzerinde. Beyaz tokalı siyah kemerin belinde. Saçların taralı, yarısı omuzundan geride, diğer yarısı göğsünün üzerinde kemere doğru uzanmış. Bakışlarındaki hüzün hep gözlerinin derinliklerinde bir şeyler gizliyor gibi. Yoksa saklı gizli fotoğraf çektirmenin korkusu mu yatıyor diye işkillenmekteyim doğrusu. Fotoğraflara baktıkça anlıyorum ki resim çektirmek sanki bayrama hazırlanmak gibi insanın içini kıpır kıpır etmekte. Anneciğim resimlerinde bir tebessüm etseydin ne olurdu sanki. Seni mahzun bakışlara gark eden manevi baskıyı düşündükçe kahroluyorum adeta. Oysa sen gülmelerin en güzellerine layık bir kadın idin. Sen Güneştin, sen Ay’ dın. Karanlık, salaş barakamızı ısıtan ateş kaynağıydın. Sen anaların ana’sıydın!..
Anacığım, yattığın yer o kadar doğal ki. Etrafında gökdelenler yok. Bu yüzden rahat uyu. Ahdım var er ya da geç hakkın rahmetine kavuştuğumda senin yanında olmayı çok istiyorum. Niksar Kalesi’ nin eteklerinde Maduru Deresi’nin şırıltılarına eşlik eden kuşların serenatlarıyla oluşan senfonide sanki cennetteymişsin gibime geliyor. Her ne kadar aramızda kilometreler olsa da sana o kadar yakınım ki dünya bir tarafa sen bir tarafa…
Anacığım, anneler günü diye beni kandırmaya çalışıyorlar ama ben öyle kolay kolay kül yutmam. Benim için bir gün değil 365 gün anneler günü. Seni bütün kalbi duygularımla saygıyla anıyor, huzurlu bir mekânda olduğun düşüncesiyle seni her zaman sevdiğimi ve seveceğimi bilmeni istiyorum...
YORUMLAR
Ah Ayhan Abi...Ne denir şimdi bu mektup üzerine. Zaten biri anne dedi mi benim gözlerim doluyor. Hele ki rahmetli olmuş bir anneye yazılan satırlar. Öyle içten hissettim ki yaşadığın özlemi. Acıyı ancak sen bilirsin tabi, yaşamayan ancak tahmin yürütür...rabbim bütün ölmüş annelere rahmet eylesin. Annen seni görüyorsa eminim seninle gurur duyuyordur. Çünkü sen benim tanıdığım en mert insanlardan birisin abi. Çocuklarına nasıl düşkün olduğunu da çok iyi biliyorum. Hele ki Aysu kıza...
Canı gönülden selamlar ve sevgiler güzel abim.
Ayhan Sarıkaya
selam ve saygılar.