İnsan doğar, oynar ve büyür...
Akşam ezanını duyduğumda çocukluğum gelir aklıma... Sabahtan akşama, akşam ezanına kadar devam eden bir çocukluk...
Akşam ezanı okunduğunda, o sesin hüzünlü yankısı kulaklarımda çınlardı. O ses öyle etkilerdi ki beni elimde ne varsa bırakır, hangi muziplik peşindeysem yarıda keserdim. Tıpkı sabahtan akşama gürültü yapan, ama akşam olduğunda bir anda duraksayan kurmalı oyuncak gibi. Ama bazen işime gelmediği için duymamazlıktan gelirdim ezanı. Bazen de gerçekten duymazdım o sesi. Ve sonra duymamanın imkansız olduğu "annemin" sesi yankılanırdı mahallenin tüm köşelerinde: "....... çabuk eve!"
Akşam ezanı bana ilkokulumu da anımsatır: Öğrenci zili çaldığında derse girmemek "biraz daha" teneffüs yapmak isteyen öğrenciler gibiydim mahallede... Ve öğretmen zili çaldığında öğretmenden sonra derse giren, girerken "tatlı bir korku yaşayan" mahçup... Annenim sesiydi bizim mahallenin öğretmen zili. Geç kaldığımda eve girmeye çekinen o körpe de bendim!
İnsanlar doğar, oynar ve büyür. Doğduğum günü hatırlamıyorum elbette. Ama çocukluğumda kendimi kaybedişimi hatırlıyorum. Ve büyür dedim ya insan. Kimisi büyüyemez, gözlerinin içine baktığınızda anlarsınız bunu. Duyguları, konuşmaları, hareketleri ve samimiyeti ele verir onu. Kimi insanlar da büyümek ister. Büyük olmak daha büyük olmak ister. Masumiyetin ışığından rahatsız olup, gölge arayan acınası bir hal içindedirler. Ah hiç bir insanın çocukluğu yok olmaz. Kaybolur yalnızca. Kimi arar o çocukluğu, kimi itiraf edemez kendine. Kimi yok olduğunu düşünür. Kimi de düşünemez belki... Ama herkes hayatın tek "masum" evresini taa şuracıkta arzular!
Şimdi, Burada!
Kapının önünde, pencerenin dibinde oturmuş kitabımı okuyorum. Akşam ezanı okundu... Ve sonra yatsı ezanı... Burası neresi? Biz hangi mahalledeyiz? Çocuklar hala oyun oynuyor. Evlerin balkon ışıkları açık, "anneler" sohbet ediyor. 10-13 yaşlarında bir çocuk evin beşinci katında, kendinden yaşça küçük olduğunu düşündüğüm diğer çocuğa sesleniyor: "Hadi maç yapmıyor muyuz? Yusuf’larda gelecek!"
Yerimden kalkıp "Bu saatte maç mı olur? Akşam ezanı okunalı kaç saat oldu hadi girin evinize!" diyesim geldi. Ama öylece gözümü kırpmadan onları izledim ve "bu nasıl olabilir!" diye sitemde bulundum kendi kendime, geçmişe!
"Tamam kim-kim yapacağız maçı?" dedi aşağıdan seslenen. "Erkeklere karşı kızlar" dedi beşinci kattaki delikanlı... Ve "kızlar" lafzını kendine nasiplenen 9-10 yaşlarında çelimsiz bir kız çocuğu "biz de oynayacak mıyız?" dedi.
Ne yani başka "kız" çocukları da mı vardı?
"Evet siz de oynayabilirsiniz" dedi takımı kurmaya çalışan beşinci kattaki çocuk... Birden mahalle kalabalıklaştı. Sokak lambalarının zor aydınlattığı mahalleyi çocukların neşeli tavırları aydınlattı.
Gürültü, patırtı... Koştukça, bağırdıkça daha da enerji dolan yürekler. Başım şişti. Kitabı bir kenara attım. Ve başımın böyle rengarenk şölen ile şişmesinin tadını çıkardım.
"Hadi saklambaç oynayalım."
Hala oynanıyor muydu bu oyun? Sordum saklanmaya çalışan çocuğun birine: "Siz hala bu oyunu oynuyor musunuz?" Anlamsızca yüzüme baktı. Hiçbir şey demedi. Kızmadı da. Tek derdi saklanacak bir yer bulmaktı.
Yatsı namazından cemaat çıkmaya durduğunda etraf sakinleşti. Şunu anladım ki bu mahallenin öğrenci zili yatsı namazının bitişiydi. Öğretmen zili ise tüm mahalleli içindi: Anne, baba ve çocuk için...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.