- 611 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
0074 – EFELER GİBİ
KISACA
Hayatımda okuduğum en anlamsız, en saçma sözcüklerle yapılan birkaç dizelik sayıklamaya nezaketen anlam yükleme gayretiyle emek sarf ederek yaptığım bu açıklamayı, şiir müsveddesinin ismi de önem taşımayan saygısız sahibi değersiz bularak yorum hanesinden kaldırdığı için ben de şiir diye asarak kakalamaya çalıştığı deli saçmasına değer vermiyor, buraya taşımaya gerek görmüyorum.
***
EFELER GİBİ
Sabaha karşı, mahmur gözlerini isteksiz isteksiz açar, yavaş yavaş seslenmeye başlar cadde. Önce hafiften tıkırdar, sonra hızlanır da hızlanır! Giderek her zamanki halini alır.
En erkenci müdavimi, elinde süpürgesi ve küreğiyle gelir, kocaman plastik bir çöp bidonuyla tangır tungur yaptığı giriş taksiminden sonra geri çekilir. Bir süre sessizlik hüküm sürer...
Çok geçmeden, çeşitli kepenk sesleri ve kapı gıcırtılarıyla başlar aynı terane… Kalın ve ince sesler iştirak eder, şarkıya. Birer ikişer derken, ne kadar solist ve assolist varsa dolar sahneye… Koro halinde icra etmeye başlarlar.
Önceleri ara nağmesi kabilinden gelen vasıta sesleri… Sıklaşır da sıklaşır zamanla ve son derece coşkulu, vızır vızır bir hal alır.
Tenor, bariton, bas… Derken soprano, mezzo soprano, alto eklenir. Azalması görülmüş şey değil! Artması beklenir. Arada neşeli çocuk sesleri… Okul ziliyle aralanan cıvıltı, ders sonları yenilenir.
Dışarısı kırış kıyamet, yine bu sabah! Besmelelerle başlayan ekmek kavgası… Küskün esnafın isteksiz telaşı… Bıkkınlık veren alışılagelmiş işler manzumesi… Dükkânların içleri, dışları… “Bir an önce bitse de biraz oturup dinlensek!” dercesine gayretle sürdürülen kapı önü hazırlığı… İçerden dışarıya mallar, dışardan içeriye beklentiler… Vitrin önleri… Bir içeri bir dışarı nazlı müşteriler…
Gelenler geçenler… Gidenler gelenler… Gidip de gelmeyenler… “Dön artık!” denmeyenler, denemeyenler…
Panjurlar inik, kahverengi perdeler çekik, aradaki çift camlar gürültüyü kısmen önlemekte… Güneşlikler oldukları yerde hareketsiz, gerili vaziyette beklemekte… Tüller kıpırtısız, mekân ıssız… Ölü evinden farksız!
Penceresiz bıraktım kendimi. Bilerek, isteyerek. Öyle gerektiğine inandığım için mahkûm ettim kendimi kendime. Odada bir başıma… Işıksız, yaslı ve yalnız…
Geçsin günler her zamanki gibi pencerenin önünden. Pencerenin önünden geçsin bildiği gibi hayat… Ben burada otururum böyle… Burada böyle kalırım, tüm gelenlere gidenlere, gidenlere gelmeyenlere inat!
Perdeler! Olduğunuz yerde öylece kalın! Panjurlar! Işığı bırakmayın!.. Ev değil, matemhane!..
Ey, dizüstü sürünesice dizüstü!.. Dizimin üstündeki saltanatına ara ver! Gözümün elası, başımın belası! Vefalı arkadaş… Güvenilir sırdaş… Hem yaren, cana can veren… Hem nemrut müzevir!.. Kapat pencereni, indir camını, söndür ışığını sen de git yavaş yavaş…
Kalk! Kalk git kucağımdan! Yanımdan yamacımdan uzaklaş! Başka yere otur! Beni bana bırak bu aralar… Sus! Sakın soru falan sorayım deme! Yeteri kadar soru işareti yığılmış durumda beynime zaten! Kime yöneltsem cevapsız, kime yönelsem benden dertli... Her biri birer Çin kâsesi… Tek tuşa dokunmamla uğul uğul uğuldamaya başlıyorlar. Mübarekler Kâse-i Fağfur… Yüreciğim fanus… Sen bari sus!
Sen açmadın mı bu dertleri başıma! Onları sen çıkardın karşıma! Kapat pencereni! Camını kapat! Kes sesini! Otur oturduğun yerde! Elime ayağıma dolaşma! Bana bulaşma! Şöyle uzak dur!
Uzak dursun bundan sonra herkes… Ne bir ses istiyorum ne de bir nefes… Nefes almak istiyorum biraz, nefes!..
Bir selam bile almak istemiyorum kimseden! Bir selam bile vermek… İçimden dünyamdan, Ülkemden giden gidene… Dünyam karmakarışık, ruhum alt üst! Artık ışık istemiyorum. Ne ışık ne arkadaşlık…
İçerideki trafik, dışarıdakinden çok daha sıkışık, daha karmaşık! Duymaya alıştık, felaket haberlerini. Alıştık, alışmasına da… Acısı zehirli sarmaşık! Öyle bir sarmaşık ki, gövdeme ağmış, ciğerimi yarmış, boynuma varmış! Sıkar ha sıkar! Boğar ha boğar!..
“Belki bu sabah pırıl pırıl bir güneş doğar!” umuduyla karşıladığım sabahlarda gökleri kaplayan kapkara bulutlar, göklere varan çığlıklar, canhıraş feryatlar!.. Yaslar, ağıtlar…
Sükûnet istiyorum artık! Hiç değilse bir süreliğine dinginlik… Alıp başımı gitmek, bu şehirden uzaklara… Bu kaygan zeminden uzaklaşmak… Kimsenin bilmediği bir adrese sığınmak… Kimse arayıp sormasın beni! Nerde ve nasıl olduğumu kimse bilmesin! Yeter ki artık üzücü haberler gelmesin!
Kaçıp gitmeliyim buralardan! Deniz kenarında küçük bir balıkçı kasabasına veya göl kenarında ıssız bir köye… Yıllardır özlediğim ulu ağaçlar arasında doğal bir ortama…
Gitmek istiyorum buralardan… Bu kenti terk etmek, nicedir… Kendimi terk etmek istiyorum… Kendimden kaçmak, uzaklaşmak… Uzaklaşmak dinmeyen acılardan… Ruhuma sinen, yüreğime yerleşen hüzünle yaşamak…
Yetti artık gidenlerin ardından yaktığım ağıtlar! Hayatımdan birer birer çıkıp gidenlerin arkalarından tas tas su ya da oluk oluk gözyaşı dökmekten usandım!
Neden ben kimseyi terk edemiyorum? Neden cesaretim yok, alıp başımı gitmeye? Son defa bakarak gözlerine, efeler gibi şöyle… Şanla şerefle… Efeler gibi… Sınırlarda can veren neferler gibi…
Bırakmak gitmek de ne demek! Çakılı kalmışım burada böyle üstelik! Ne kadar isyan edersem edeyim, mahkûmu olmuşum, o masum bakışların. Ben bu yolun yolcusuyum. Benim yolum mazluma doğru… Mecburi istikamet!
Sabret, zavallı kalbim, sabret! Ve alış kırıla kırıla yapıştırılmalara… Hayat, bir uçtan bir başa üzüntü, gam, keder… Yeter, heder olduğun, artık yeter! Böyle gelmiş böyle gider…
Beterim bu sabah! Her zamankinden bin kere bin beter!..
Şehirler… Nehirler misalı akarlar… Dolar dolar boşalırlar, andızların altına… Merhabalar, elvedalar…
Alış boşluklarına gönlüm! Gelen gelir, giden gider! Ne kimse köklenir sende, ne kimseden vefa beklenir. Uç uca eklenir vedalar… Dağlar içini dağlar. Yollar, kimleri kimleri yolladı, daha kimleri kimleri yollar!..
Kapanın artık yorgun gözlerim! Ne yaş kaldı içinizde, ne sevinç ne de bir nebzecik fer… Son defa kapanın! Bir daha asla ama asla açılmamacasına… Kimseye bakmamacasına!
Kimleri uğurladım bu zamana kadar! Kaç kere canımdan can koptu, yarlardan kayalar sökülürcesine! Ki ne çok severdim onları! Ölürcesine!.. Öyle bir gidiş gittiler ki bir daha geriye dönmediler!
Onların bıraktıkları boşlukları doldurmaya çalışmıştım. Olmadı, olamazdı, biliyordum. Sadece… Sadece deniyordum. Hasreti de gurbeti de çok iyi biliyordum!
Olsun!.. Uğurlar olsun hepsine! Onlara olanlar bana da olsun! Bana da uğurlar olsun!
Nerden bilebilirdim, nasıl hayal edebilirdim, onca gidenler gibi bir gün böyle tası tarağı toplayıp gitme vaktinin henüz yeşermek üzere olan fidanlara da gelivereceğini? Üstelik hiç yaşamadan el değmemiş duyguları, tatmadan yaşanası mutlulukları…
Yıkılıp kalmak, olduğu yere! Gözleri açık kalarak… Geride bir yangın yeri… Bir ören yeri bırakarak… Sessiz sedasız ve vedasız…
Kimse bilemez ki kader rüzgârının hangi yönlerden geleceğini! Nerelerden ve hangi şiddette eseceğini ve kimleri nereye sürükleyeceğini… Kim bilebilir ki ne zaman devrilip gideceğini!
Ne kadar acınası halimiz! Yapayalnız gelir, yapayalnız yaşarız, var sandıklarımızın arasında ve yolculuk zamanımız gediğinde, yapayalnız çıkarız yola…
Gideriz… Biz yalnız gelmişiz, yalnız gideriz… Kanı çekilmiş titrek ellerimizde yalnız gidiş biletimiz… Ne sıcak bir el, ne de bir valiz…
Belki gece yarısı… Ya da bir seher vakti… Evlerinden çıkıp gidenler ya da çıkarılıp götürülenler gibi…
Niceleri öyle gitmediler mi! Hiç bitmeyecekmiş gibiyken ömürleri, ansızın bir yerlerde bitivermedi mi! Bitivermedi mi bitmek bilmez acıları, ağrıları sızıları!
Yer, doymak bilmez! Yer de yer oğulları kızları! Belki yerde biter yalnızlıkları.
Bazıları ne güzel gider! Ne kadar yalnız ve ne muhteşem! Nice askerler gibi… Şehitler gibi… Şöhretle şanla… Beyazla alla…
Tek kişilik biletleri, meçhul adresleri… Bir de ayak sesleri… Duyulan veya gizlenen…
Sessizce giderler… Canlı veya cansız… Kanlı veya kansız… Bakanlı bakansız… Ardından bakansız…
Bir başına… Mağrur ve suskun… Efeler gibi…
Efeler gibi…
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI – 0074
YORUMLAR
Şu saniye, şu saat, şu gün şu yıl itibariyle ; 8 yıl, 9 dakika, 18 saniyedir üyeymişim bu siteye.
İlk üyeliğimde, kalemi ilk elime aldığımda(kalem mi kaldı ki her şey klavye) korkarak basardım tuşlara "Acaba yazabilir miyim,acaba okunur muyum" diye...
Bir ONUR BİLGE gördüm bir çok yazarın yanında. Okudum. Yorumlar yazmak istedim yazdıklarına.Yorumlarına baktım. Tırstım. Korktum.Diyeceğini pat diye söylüyor lafını esirgemiyor. Kavga etmesini bilirim de ancak sevmem. Bütün ömrüm kavgayla geçti benim. Artık yoruldum.
"Boş ver Bedri " dedim.
"Biliyorsan yada bildiğini sanıyorsan oku yaz.Edebiyat kavga değil sevgidir. Uyma kimseye"
Favorilerime ekledim önce sizi. Sonra vaz geçtim. Sonra tekrar ekledim.
Gülü de bilirim dikeni de. Batmasın dikeni diye vaz geçtim gülden.
Ancak; her şey bu güzel yazınızı okuyuncaya kadardı.
"Her tuşa dokunan her üye olan yazar değildir.Ama şu bir gerçek.Siz iyi bir yazarsınız"
demeden de geçmemem gerektiğine inandım.
Selam ve sevgiyle Sayın ONUR BİLGE...