- 861 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
0069 - BİR BÜYÜK SIR SÖYLEYECEĞİM SANA - VARLIĞINLA YAŞIYORUM
BİR BÜYÜK SIR SÖYLEYECEĞİM SANA
"Bir büyük sır söyleyeceğim sana Zaman sensin
Kadındır zaman sevilmek özlemi duyar
Aşıklar eteğinde otursun ister
Bozulacak bir entaridir zaman
Perçemdir sonsuz
Taranmış..."
Louis ARAGON
VARLIĞINLA YAŞIYORUM
Dantel gibi örülür şiirler. Bir yere ilmek atılarak başlanır, desenlenerek devam edilir ve bir yerde bitirilir. İlmek gizlenir. Hangi taraftan başlandığı, hangi taraftan bitirildiği ilk bakışta belli olmayabilir. İlk ilmeğin veya düğümün hangisi olduğunu anlamak her zaman kolay değildir. Nasıl örüldüğünü anlamak için son ilmeğin bulunması ve açılması gerekir. O açılınca diğerleri kolayca açılmaya, şiir örüldüğü gibi sökülmeye başlar. Artık nasıl örüldüğünü anlamak çok basittir.
Bu şiirdeki ilk ilmek zamandır. Zamandan bahsederek başlamış şiire… Ben de o ilmeği açarak başlayacağım sökmeye…
Zaman, kadın gibidir. Fark edilmek, sevilmek, okşanmak, ve her şeyden önce hak ettiği değerin kendisine verilmesini ister.
En değerli sermayemiz, sonsuzluk içinde bize bahşedilen bir zaman dilimidir. Ömür dediğimiz süre, çağlara bölünmüştür ve sınırlıdır. Çok kıymetli olan zamanın sıradan birileriyle harcanması hiç de akıllıca değildir. Vaktin, ancak en az onun kadar değerli ve önemli olan kişi veya kişilerle geçirilmesi tercih edilir.
Zaman, elde avuçta durmaz. Sürekli hareket halindedir ve artma ihtimali yoktur. Her an eksilmekte, azalmakta, ecelse aynı tempoda yaklaşmaktadır.
Bizlere bahşedilen en değerli sermayemiz olan ömrün, dünya meşgalesi içinde kendimizi dahi unutmuş haldeyken nasıl tükenmekte olduğunun farkına bile varmayız. Hayat, yakınımızdan hafif bir rüzgâr gibi sezdirmeden, sessizce geçer gider. Maziye dönüp baktığımızda o güzelim çağlarımızın tüm yaşanmamışlıklarıyla ne kadar geride kaldığını fark eder, derin pişmanlık ve kederle bize teğet geçip giden çağlarımızın ardından bakar kalırız. Hayat iyi veya kötü, bir şekilde devam etmektedir ve özlem duyduğumuz zaman dilimleri artık ulaşamayacağımız, geriye dönüp de değerlendiremeyeceğimiz kadar uzakta kalmıştır.
Zamandan tutup çekmeye başladım bile. Şiir artık kolayca sökülüyor!
”Zaman sensin!” diyor şair. “Zaman, seni yaşama zamanı... Seninle yaşama zamanı... Zaman sensin! Zamanı güzelleştiren, değerli hale getiren…”
Âşıklar, zamandan bir şey beklerler. Sevgi gibi bir şey… Bir kadınla yaşamak isterler zamanı… Eteklerine oturmak, ellerini tutmak ve gözlerine sevgiyle bakmak…
“Seni tanımadan önce herkes gibi ben de yaşıyordum ama sıradan ve monoton, kalitesiz bir yaşamdı benimkisi… İçinde sevgi, sevinç, huzur ve mutluluk gibi eşsiz güzelliklerden eser yoktu. Hayatı çiğnemeden yutuyordum. Hiç tadını almadan… Günlük koşuşturma içinde ne kadar susamış olursam olayım, bir bardak suyu kafama diker gibi içiveriyordum zamanı. En nefis içeceklerin bile tadını almadan... Hiçbir şeyin lezzetinin farkına varmadan sadece ihtiyaç gideriyordum.
Şimdi, hayatımın azalarak iyice değerlendiği bu son zamanlarında suyun bile bir ısısı, bir tadı olduğunu fark ettim ve yavaş yavaş, hissede hissede yudumlar oldum. Diğer içeceklerin de ne kadar lezzetli olduklarını yeni keşfettim.
Varlığınla güzelleşen ve değer kazanan hayatımı, acıkınca ayaküstü bir şeyler atıştırır gibi değil de denize nazır bir restoranda, çiçeklerle süslenen, leziz yemeklerle donatılan, mumlarla ışıklandırılan mükellef bir sofrada canlı müzik eşliğinde en sevgiliyle sohbet ederek yenen bir akşam yemeği yercesine huzur içinde zevkle yaşamayı öğrendim.
Beni bana bırakma! Eskisi gibi yalnız kalarak kendimi adımlamaya mecbur olmayayım. Gel, birlikte yudumlayalım, zamanı! Zamanı, farkına vara vara yaşayalım ve her anını değerlendirelim, birlikte. Yakınlığımdan usanıp, birkaç saniyeliğine bile başını çevirip pencereden dışarıya bakmana bile tahammülüm yok!”
Bir şarkı geldi hatırıma:
’Gözlerini gözlerimden ayırma hiç, ne olur!
Ellerini ellerimden alma sakın ne olur!’
Zarf gibidir zamam. Açılır, içindekinin okunması için. Haliyle bozulur. Dokunulmazlığı gider. Yaşanır ve mazi olur, günlük sayfaları gibi anılar taşır üzerinde. Sayfa sayfa çevrilir. Sonsuzluğa akar, muntazaman... Sürekli alna düşen perçemi düzeltip durmak yahut onu biteviye taramak gibi… Soluk soluğa yaşanmalı aşk, nefeslerle buğulanan aynalara vururcasınavurmalı nefesler yüzlere…
“Henüz yaşanmamış olan zaman, el değmemiş bir bütün… Gel, birlikte parçalayıp paylaşalım! Bir kâkülü usanmadan zevkle tarar gibi… Nefeslerle buğulanan ve tekrar eski halini alan aynalar gibi olsun, bakışan yüzlerimiz.
Zaman, seninle yaşanan zamandır. Seni uyandığımda yanımda görmek kadar güzel bir olay yok! Hayali bile anlatılmaz mutluluk veriyor bana.
Ben mi zamanı öldürüyorum, zaman mı beni? Aslında sen öldürüyorsun beni! Sen kesiyorsun boynumu ansızın! Giyotin bıçağı gibi geçiyor bir lahzada boynumdan sen yanımdayken zaman! Yaşanmadan geçip giden hayatım gibi... Seni beklerken geçmek bilmeyen zamanlar işkence! Hem de nasıl bir işkence!..
Arzudan farfklı bir yerde bugün aşkım. İlahi bir aşk gibi… Tenden uzak… Bambaşka… Her zamankinden farklı… İsteklerden arınmış, beklentilerden uzak…
Vakit sensizse, renksiz ve desensiz… Bekleyişin sıkıntısını bana sor! Bana sor yalnızlığın acısını! Seni beklerken akmaz oluyor zaman. Bir ölünün toplardamarlarında donup kalan mavi kan gibi duruyor, donuyor, kahredici bir hal alıyor! Öyle bir işkence ki! Tutkunun işkencesinden daha beter bir azap! Çin işkencesi!..
Öyle değerli ki aşkımız, büyük bir itinayla korunmalı! Değil kötü bir söz, bir bakış bile o şiirin bozulması için kâfidir. Bir baş çevirfme... Başka yana dönme... O büyü asla bozulmamalı! Aşkımız hep bu şekilde devam etmeli!
Beraberken bile gözlerini gözlerimden birkaç saniyeliğine olsun ayırınca, onları bir daha hiç göremeyecekmişim gibi geliyor bana. Sanki bakışların bitecekmiş gibi… Bakışlarındaki sıcaklık… Sevgi, aşk… Sanki sihir bozulacak… Bozulacak da yavanlaşıverecekmiş gibi aramızdaki muhteşem olay… Artık bir anlam ifade etmez hale geliverecekmiş gibi gözlerin… Ayrılıktan daha beter böyle bir düşünce! Hele hele aklından başka birinin geçmesi ihtimali mahvediyor beni! Böyle bir şeye bir anlığına bile tahammül edemem! Bir süreliğine bile benden yüz çevirmene katlanamam! Kalbinden başka bir şey geçirmeni hazmedemem!
Nasıl anlatsam, bilmem ki! Kolayca ifade etmek mümkün değil ki hislerimi. Aşkın ötesi duygular bunlar! Arzu falan değil… Ondan çok ötelerde, doruklarda hissedilen duygular…
Sanki sen kalbimde işleyen bir saatsin. Bende, bedenimde, bedenimin her yerinde mütemadiyen atmaktasın… Damar damar yayılmışsın... Bileklerimde, şakaklarımdasın, nabız nabız…
Bugün yine zaman sensin! Zamanın tamamı senin… Seni yaşıyorum dakika dakika… An be an… Seni içiyorum yudum yudum… Her saniyemde aralıksız, kesintisiz sen… Sürekli aklımda, kalbimdesin!
Varlığınla yaşıyorum. Nefesinle nefesleniyorum. Sen nefes almayı bıraksan ben soluksuz kalırım, boğulurum!
Nabzımın her atışında bir adım daha gelirsin bana, ben olursun biraz daha çok…
Ne yaparım ben sensiz kalırsam? Sensiz, nefessiz… Bir an duraksar, can veririm mutlaka! Can veririm ayaklarının altında! Sebebim olursun!
Bir sır vereceğim sana. Büyük bir sır… Fakat duygularımı ifade edebilecek kadar zengin değil sözcük hazinem. Desem desem: “Yoksulum!” derim, yokluğundan bahsederken… Ellerim ellerinden yoksunsa, yoksulum. Bu da senin nazarında pek bir şey ifade etmez, biliyorum. “O kadarcık mı?” diye dudak bükebilirsin. Onun için sana ancak: “Seni seviyorum!” diyebiliyorum. Bu sözü sık sık tekrarlayışımın nedeni bu!
Çok güzel bir sözüm olsaydı keşke! Keşke bu sözden daha güzel bir söz bulabilseydim de onu serpme bir pırlanta kolye gibi boynuna takabilseydim!
Sözlerim yetersiz… Sözcüklerim kifayetsiz… Bu nedenle aşağılama beni. Yüreğim kor ateş… Ağzımdan dökülenler, kalbimdeki ateşe serpilen ve cızırtılar yapan su damlacıkları gibidir ancak, pırlanta taneleri değil. Onları da demesem yüreğim çatlayacak! Söylediklerimle su serpiliyor yanan kalbime. Birazcık ferahlıyorum.
Önemli bir sır vermek istiyorum sana ama zamandan söz etmeyi beceremiyorum. Yani sana benzettiğim zamandan… Seni anlatmayı beceremiyorum ben. Sen zaman gibisin, aşk gibisin, anlatılmaz... Ancak yaşanabilirsin.
Hani birbirlerinden ayrılmak zorunda kalan insanlar vardır ya istasyonlarda… Hani ellerinden bir şey gelmez, çaresizce bakışırlar… Gözlerinden yaşlar boşanır... Sonra tren yavaş yavaş hareket eder de mendiller sallanmaya başlar ya… O mendiller ki gözyaşlarıyla dolmuş, ağırlaşmışlardır. Sonra da kollar çaresizce iki yana düşer ya halsiz… O kollara benzer benim halim…
O sakladığım sırrı söylemek istiyorum sana ama korkuyorum, nasıl tepki vereceğinden!
Hani akşamüstleri pencerelere gidiyorsun ya… Bunalıyor musun? Neler düşünüyorsun da bana söylemiyorsun? Aklından geçenleri o kadar merak ediyorum ki! Davranışlarından anlamlar çıkarmaya çalışıyor, sana soramıyorum. Sensizliğin geçmek bilmeyen zamanından da seninleyken uçup giden zamandan da korkuyorum.
O sırrı şimdi söylemek istiyorum artık. Kapat kapıları! Kimse duymasın!
Aşk… Aşk o kadar güzel ve o kadar zor ki! Ölmek daha kolay, âşık olmaktan!
Onun için sancılı bir hayat yaşamaktayım.
Sancılı bir hayat…
Sevgili!
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0069