- 895 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Üç Adet Kâğıt Çaldı Hayallerimi
Elini cebine attı. Bir şeyler aradığı belliydi. Yan cepler, iç cepler, gömlek cepleri derken yüzü asıldı babamın. Belli ki, bana her gün verdiği yirmi beş kuruşu arıyordu ve bulamamıştı. Oysa tedbirli gelirdi akşamdan eve; cebinde mutlaka yirmi beş kuruş olurdu. Gülümseyerek yüzüme baktı…
-Bugün şansın yok Turgay. Yarın elli kuruş veririm. Olur değil mi?
-Ama sen her gün cebine mutlaka yirmi beş kuruş kordun.
Hafiften güldü. Zaten kahkahayla hiç gülmezdi. Onun sevinçlerini, hüzünlerini yüz çizgilerinden anlardık aile olarak. Cebinden çıkardığı madeni parayı avucuma koydu. Sevinç ifademi görünce yeniden gülümsedi.
-Bakmayacak mısın?
Avucumu açıp baktığımda elli kuruşu gördüm. Şaşkındım. İtiraz ettiğim için elli kuruş verdiğini düşündüm. Geri uzattım parayı.
-Yok; bu elli kuruş… Ya bana yarın ver ya da bugün alıp yarın almayayım.
İlk kez kahkahayla güldüğünü gördüm o an.
-Artık harçlığın elli kuruş oğlum! Büyüdün, kocaman oldun. Sekiz yaşındasın.
Bunu der demez, işe geç kaldığını söyleyip gitti.
Günlerden 7 Eylül idi. Dün gece doğum günüm kutlanmıştı. Belli ki, sekiz yaşımdan gün alınca, harçlığımı elli kuruşa çıkarmıştı babam. Avucumdaki parayı saat cebime koydum. O zamanlar, pantolonların yan cepleri haricinde iki arka cep ve bir de kemerin altında minicik bir saat cebi olurdu. Bu ufacık cebe korduk paralarımızı. Düşme, kaybolma ihtimali hiç yoktu.
Saat cebimdeki toplam parayı biliyordum. Zaten sık sık çıkarır sayardım gizlice. Biriktirdiğimi babama ya da anneme söylemiyordum. Amacım onlara sürpriz bir hediye almak, verdikleri paranın boşa gitmediğini kanıtlamaktı. Aslında beynimdeki düşüncem, “Hayırlı evlat” olabilmekti.
Terzihaneye gitmek üzere evden çıktım. Saat cebimde dün, bir tane kâğıt beş liralık ve yanında dört yüz elli kuruş da madeni para vardı. Bugün aldığımı da eklersem beş liraya tamamlanmış olacaktı bozuk paralarım. Hemen az yukarıdaki bakkal Hasan Amca’ya yöneldim. Madeni paraları uzattım ve bir tane beş liralık kâğıt para istedim. Canına minnetti zaten Hasan Amca’nın. Ona bolca bozuk para lazımdı.
Bakkaldan çıktığımda, cebimde artık iki tane kâğıt beş liralık vardı. Mutluydum, gururluydum. Yüreğim kıpır kıpırdı sevinçten. Bu parayı kırk günde biriktirmiştim; ama artık harçlığım elli kuruştu ve yirmi günde on lira daha biriktirip babama, anneme düşündüğüm hediyeyi alabilirdim. Derin bir “Oh!” çektim tüm yüreğimle.
Okullar henüz açılmamıştı. Yaz kış demez, amcamın terzihanesine giderdim. Babamların amacı terziliği öğrenmem değildi. Yerim belli olsun istiyorlardı. Yöneldim dükkâna doğru. Fazla uzak değildi zaten. Yoldan babamın abone olduğu gazeteyi de alıp terzihaneye ulaştım. Her zamanki gibi açık mavi tahta sandalyeye oturdum ve gazetenin spor sayfasından başlamak üzere tamamını öğleye kadar okudum.
Genelde amcamla birlikte yerdik öğle yemeklerini. Yine öyle oldu.
Terzihanenin iplik, ibrişim, astar, kemer astarı, tela gibi ihtiyaçlarını alma görevi benimdi. Amcam bir tuhafiyeciye hesap açmıştı. O adam da beni tanır, hemen elimdeki listeyi alır, malzemeleri hazırlardı.
Amcam elime listeyi verince anlamıştım malzeme almaya gideceğimi. Hemen yola düştüm.
Kırıkhan o yıllarda, bana çok büyük görünse de, ufacık bir yerdi. Her zamanki gibi önce yolumun üzerindeki Melek sinemasına uğrayıp afişlere baktım. Sonra da Sular Şafak sinemasına… Pazar günleri beş film birden korlardı ve ben her Pazar sinemaya giderdim. Filmlerde kararsız kalmıştım; çünkü iki sinemada da gazetenin övdüğü filmler vardı. “Hele şu malzemeyi alayım” diye geçirdim içimden ve az ötedeki malzemeciye gidip iplik makarasını aldım, cebime koydum.
İçimdeki bir ses yeniden Sular Şafak sinemasındaki afişlere bakmamı istedi. Yürüdüm sinemaya doğru. Bu kez sinemanın hemen önünde bir kalabalık gördüm. Kalabalığa girmeden önce “Ne olur ne olmaz” deyip saat cebimdeki paraları çıkardım, iki beşliği iç içe koyup yerleştirdim dikkatlice.
Kalabalığın arasına girdiğimde; ortada tahta bir sandalye, sandalyenin arkasında bir adam ve sandalyenin oturacak yerinde üç tane iskambil kâğıdını gördüm. Adam tatlı bir dille bağırıyordu:
-Bul karayı al parayı!
Kara ne idi? Nasıl bulunacaktı? Para nasıl alınacaktı?
Bunları düşünürken yanımdaki daha genç bir adam bana sordu.
-Sen biliyor musun nasıl oynanacağını?
-Hayır abi… Nasıl oynanıyor?
-Bak! Üç tane joker var burada. İkisi kırmızı biri kara. Ters çevrildiğinde kara rengi bulursan, koyduğun para kadar para alırsın.
-Zor ama bu!
-Kolay… Ben biliyorum hilesini. Bak şimdi! Kâğıtlardan birinin köşesini hafif büküyor bu adam. O kara renk. Bastık mı o bükülü kâğıda alırız parayı.
Birden cebinden beş lira çıkardı ve o köşesi bükülmüş iskambil kâğıdının üzerine koydu.
-Ben bu çocuğun yerine para koyuyorum. Kara bu kâğıtta! Kazanırsam anası benim yavrusu bu çocuğun!
Sandalyenin başındaki adam çevirdi kâğıtları teker teker; kazanmıştım. Yanımdaki abi beş lirasını almış, kazanç olanı da bana vermişti.
-Hadi bas bunu da bir beşlik daha kazan!
Düşündüm. Bir beş lirayı yirmi günde biriktirmiştim; ama şimdi bir dakikada kazanmıştım. Bir beşlik daha alırsam; babama, anneme hediye alabilirdim.
Bu arada kulağıma fısıldadı yanımdaki abi. “Bak kıvrılmış kâğıdı görüyor musun? Her şey belli! Haydi, bas beşliği, al bir beşlik daha!”
Kıvrılmış kâğıda koyuverdim parayı. Açıldı teker teker; ama kırmızı çıktı benim kâğıt. Bir anda kazandığımı kaybetmiştim. Yanımdaki abi bana kızdı.
-Ben sana kıvrılmış diye diğer baştakini gösterdim sen diğerine bastın. Ben gördüm; saat cebinde paran var. Hadi şimdi dediğime bas da bul karayı al parayı.
Çıkardım cebimden bir beşlik ve abinin gösterdiği kâğıda koydum. Köşesi hafif kıvrılmıştı.
Yine kırmızı… Cebimdekinin yarısı gitmişti. Yanımdaki abi daha da kızdı.
-Dediğimi yapmıyorsun be çocuk. Şimdi benim işaret ettiğim kâğıda koy.
Robot gibiydim. Yirmi günlük biriktirdiğimi almaktan başka bir şey düşünmüyordum. Kâr falan umurumda değildi artık. Sandalyenin ardındaki adam, kâğıtları bir o yana bir bu yana sallayıp diziyordu. Bağırıyordu; “Bul karayı al parayı!”
Bu kadar basitti. Kıvrılmış kâğıdı gördüm ve son beşliği de bastım. Kapattım gözlerimi…
Yeniden gözlerimi açtığımda, tam kırk günlük hayallerim bir tahta sandalyeye ve üç tane jokere gömülmüştü.
Polislerin koşarak geldiklerini gördüm. “Üçkâğıtçılar! Şerefsizler! Durun, kaçmayın!” diye bağırıyorlardı. Yanımdaki abiyle kartları açan hızla kaçtılar.
Onlar kaçmış, benim hayallerimi de kaçırmışlardı. Yani bir çocuğun hayallerini…
“Her şerde bir hayır var” derler ya… Ben bir daha kumar oynamadım. Kazancım bu idi ve aslında kaybederken kazandığımı yıllar sonra anladım.
Üç Adet Kâğıt Çaldı Hayallerimi Yazısına Yorum Yap
"Üç Adet Kâğıt Çaldı Hayallerimi" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.