Bir Gün Bir Gün Bir Çocuk
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kesmiyordu, tek katlı evlerin tepesinden toprak yola atlamak, beni kesmiyordu. İki katlı evlerin tepesinden bir kum tepeciğine atlamak da beni kesmiyordu; daha yüksekten atlamalıydım, daha yüksekten… Ben uçmalıydım. Sahilde gördüğüm abi, belki de abla, nasıl uçuyordu öyle; denizin üstünde nasıl da süzülüyordu, bir kuş gibi. Onun kocaman renkli bir poşeti vardı, benim de renkli, büyük bir poşetim olsa ben de uçabilirdim. Yüksek bir yer bulmalıydım ve bir de renkli poşet… Komşu bahçede bir ceviz ağacının tepesindeydim, bir dala oturmuş elimdeki Ayselleri iştahla yiyordum. Aysel dediysem, kiraz yani; Aysel ablanın dudakları rengindeki kirazları… Gözlerim bir an bizim eve yöneldi. İşte, bulmuştum, mahallenin en yüksek binası buydu, tam üç katlı, mahalledeki çoğu bina gibi çatısız üstelik. Tek eksiğim renkli bir poşet; renkli, büyükçe bir poşet.
Ertesi sabah büyük bir heyecanla uyandım. Büyük poşeti nerede bulacağımı da biliyordum, renksizdi ama… Annemin tüm ısrarına rağmen, büyümeyi, güçlenmeyi ve hızlı koşmayı sağlayan o beyaz sıvıyı içmedim o sabah. Çünkü tepkiliydim; hızlı koşturan ayakkabılarım bana büyük bir kazık atmıştı geçen hafta, üstelik hızlı koşturan çorbayla işbirliği içinde… O çingene, beni yakalayıp, koskocaman eliyle o tokadı sadece suratıma değil, inançlarıma da indirmişti. Öylece sokağa çıktım. Serkan, her zamanki gibi çoktan dışarıya çıkmıştı bile; onların evin önündeki “tuzak çukur projemiz” üstünde çalışıyordu: oyuncak çekiçlerle kazdığımız çukurun üstünü bir gazete ya da kartonla örtecektik, içine birileri düşecek ve biz o kişileri yakalayacaktık. Sonra? Sonrasını bilmiyorduk, yakalayacaktık işte. Yanına gittim, çömeldim, elimdeki çekiçle projemize katkıda bulunmaya başladım ki; Serkan elindeki çekici bıraktı; “cam kırmaca” oynamak istiyordu. Ona geçen hafta Çingene’nin ahırının camlarını kırarken yakalandığımı, bana tokat atıp, kuş lastiğimi de aldığını anlattım. Onun da kuş lastiği yokmuş zaten, geçen gün “gökyüzüne taş atmaca” oynarken bir abi gelmiş, boş tarladaki bir kurbağayı göstererek “bomba atan kurbağa” demiş, “kuş lastiğini ver bana ben onu öldürürüm, sen hemen kaç” demiş. Kurbağaların bomba atamayacağını akşam ablası Ona gülerek anlatmış. Etrafıma bakındım her yan kupkuruydu, toz, toprak; “Ev Duvarlarına Çamur Yapıştırmaca” da oynayamazdık. Hem benim şu büyük poşeti almam gerekiyordu bir an önce. Serkan’a döndüm:
“Musa’yı çağıralım mı?”
Musaların evin önüne gittik yüksek sesle ismini söyledik. Annesinden izin alır almaz yanımıza gelmişti. Ona bahçelerindeki büyük naylonu gösterdim:
“Şu poşeti bana verir misin?”
Musa’nın malı kıymetliydi. Karşılığında gazoz kapaklarımın hepsini vereceğimi söyledim. İnatçıydı. Misketlerimi de teklif ettim. Olmaz. Gazoz kapaklarımı, misketlerimi ve 5 de para istiyordu. Bende para yoktu. Annemden isteyemezdim; istesem de vermezdi. Babam işteydi, dedem başka bir memlekette, babaannemden yeni para istemiştim, tekrar istemeye utanıyordum. Ama o parayı nasıl kazanacağımı biliyordum: demir toplayarak…
Musa bizimle gelmedi; annesi evin önünden uzaklaşırsa Onu döveceğini söylemiş. Üstelik işten döner dönmez babası da dövermiş… Musa geçenlerde Latif’le demir toplamaya çıkmış, aklına parlak bir fikir gelmişti; hurdacı, bizim eski top sahamıza kondurduğu hurdalığını kahvehanede çay içmek için terk ettiğinde, gizlice içeri girecekler, alabildikleri kadar demir alacaklardı. Nerden bilsinler, hurdacının, kahvehanenin içeriyi göstermeyen aynalı camından kendilerini izlediğini. Çakal hurdacı demirleri aşırırlarken hiç müdahale etmemiş, yarım saat sonra, hurdalarını çaldıkları hurdacıya çaldıkları hurdaları kakalamaya çalışan iki çocuğu önce tokatlamış, sonra kulaklarından tutup evlerine kadar götürmüştü. Serkan’la elimize birer küçük poşet aldık, çivi, demir, tel gibi para edecek ne varsa toplamaya başladık. İnşaat bakımından şanslıydık; adım başı inşaattı. Bazı inşaatlarda kimse yoktu üstelik, boş inşaatlara daldık. 2 saat içinde elimizdeki poşetlerin yarısı çiviyle dolmuştu, üstelik bobin teli bile bulmuştuk; bobin iyi para ediyordu. Yukarı mahallede efsane bir inşaat vardı, oraya gitmeliydik. Geçen gün Harun söylemişti:
“Yukarı gidin oğlum, ev koskocaman, ne ararsan var, biz 3 paralık hurda topladık oradan.”
Biz 5 paralık toplamalıydık. Yukarıya doğru yol aldık. Karşıdan görülen şu devasa ev olmalıydı dedikleri. Onu görmüştük ve koşmaya başladık, umuda doğru koşuyorduk. Önüne geldik, kafamı kaldırdım:
“Ne büyük!”
Sessizdi, kimse görünmüyordu. İçeri girdik, yerdeki bobin tellerini, çivileri, alüminyumları hızla toplamaya başladık. Elimizdeki poşetler dolmuştu bile. Devasa inşaatta bulduğumuz başka poşetleri doldurmaya başladık ki arkamızdan bir ses:
“Kolay gelsin ustalar, siz yeni işçiler misiniz?”
“Evet” dedik aynı anda. “Biz burada çalışıyoruz.”
“Gelin bakalım, yaşınız kaç sizin?”
Yaşım kaçtı benim. Ne bileyim ben. Serkan:
“5”
Şaşkın şaşkın Serkan’a baktım. Boylarımızı karşılaştırdım:
“O 5 yaşındaysa, ben 7 ya da 8 olduğumu düşünüyorum. Çünkü Ondan daha uzunum.”
Adam gülerek:
“İyi, iyi, hadi bakalım, gelin size yeni iş vereyim.”
Bizi bir üst kata götürdü. Tüm çivileri toplayabileceğimizi söyledi. Sevinçliydim. 5 değil 10 para bile kazanabilirdim. Kısa sürede elimizdeki poşetleri çivilerle doldurmuştuk. Aşağıya indik. Adam inşaatın önünde sigara içiyordu. Bizi görünce:
“Ooo ustalar topladınız mı hepsini?”
Aynı anda elimizdeki toplam 4 poşeti göstererek:
“Topladık abi!”
“Bırakın onları şu kenara, hepsini, hepsini.”
Elimizdekileri söylediği yere bıraktık. Bir cevap bekler gibi bakıyorduk adama. Adam:
“Tamam, ha siktirin gidin şimdi!”
Anlamamıştık. Adam elini kaldırdı, üstümüze geldi ve böğürdü:
“Siktirin lan, siktirin gidin!”
Kaçmaya başladık. Umut arkada kalmıştı ve ona bakmaya korkuyorduk. Nefes nefese durduğumuzda bizim evin kömürlüğündeydik; gizlenmek için iyi bir yerdi. Biraz soluklandıktan sonra, keşke her gün pazar kurulsaydı diye iç geçirdik, her gün su satıp para kazanabilirdik o zaman. Mahalleye 200 metre kadar uzaklıktaki stadın oradaki gölde su boldu ne de olsa; doldur doldur sat. Biraz sessizlikten sonra Serkan:
“Napcan Musaların poşetini?”
Söylemedim, hiç bi şey söylemedim. Ona parası olsa napacağını sordum. Murat abiden büyülü sporcu kıyatlarını alacakmış. O kıyatları yüz farklı hoca okumuş; onlara sahip olan kötü rüyalar görmüyormuş. Rüyasında kendisini sürekli bir devin kovaladığını, dev tam kendisini yakalayacakken uçtuğunu gördüğünü söyleyip duruyordu. Kağıtlar sadece 10 paraydı.
O gün 5 parayı bırakın 1 para bile kazanamadan gece oldu. Caddedeki büfenin boş bira şişelerini büfenin arkasından araklayıp ön tarafında satma denememiz de başarısız olmuştu. Tam ikişer bira şişesini büfeciye uzatmış, karşılığı olan parayı bekliyorduk ki kulaklarımızdaki acıyla çığlık attık, kıçımıza inen tekmelerle de son gaz kaçtık. Ama poşeti Musaların bahçesinden aşırmayı başarmıştık ve onu bizim evin tepesine saklamıştım bile. Plan için her şey hazırdı. Babaannem uyur uyumaz yataktan kalktım, anne-babam yan odada uyuyorlardı, sessizce kapıyı açtım ve merdivenleri çıkmaya başladım. Zirvedeydim işte. Gökyüzüne baktım; yıldızlar ve ay dede pırıl pırıldı. Hafiften rüzgar esiyordu ve uçmak için mükemmel bir geceydi. Yıldızlara göz kırptım onlar da bana kırptılar. Büyük poşeti aldım, açtım. Bir an gökyüzüne tekrar baktım, ay dedeyle göz göze geldik. Dedem öğretmişti; ay dededen ne zaman şeker istesem veriyordu.
“Ay dede bana şeker versene!”
Şeker dedemin elinde oluyordu ve bana veriyordu. Ay dededen şeker istedim. Vermedi. Tekrar istedim. Yok. Tekrar. Şeker nerede? Ay dede ay dede şeker versene! Vermiyordu. Ay dede bana küsmüştü. Yaramazlık yaparsan sana küser demişti dedem. Ağlamaya başladım. Hüngür hüngür ağlıyordum. Ve babaannemin heyecanlı sesi geliyordu ardımdan:
“Oğlum, napıyosun burda?”
“Ay dede bana şeker vermiyor babaanne?”
“Verdi şekeri, aşağıya gönderdi, gel bak.”
Babaannemle birlikte aşağıya indik. Poşet, uçmak, poşete tutunup uçmak fikri ne oldu, bilmiyorum. O gece uyur uyumaz hepsi uçtu gitti sanırım.
YORUMLAR
Geç olsun güç olmasın ah çocukluk aslında ne güzel değil mi.
şimdiki çocuklara üzülüyorum birazda hayal gücleri körelmiş nesiller.
olricx
Çok küfürlü bir dil kullanmışsınız. Normalde böyle yazıları sonuna kadar okumam da, saygı duymam. Yine de okudum.
Bu aptalca şaka bir yana, kafa sakin iken okumak istemiştim. Öyle de oldu ama bu sabah düşündüklerimi burada okuyunca şaşırdım. Kentsel dönüşüm ayağına çocukken anılarımızı geçirdiğimiz sokaklarda dolandim. Maksat ekmek almaktı bayır aşırı büfeden.
Nefes nefese kaldım tabi bayır yukarı çıkarken. Ali Samiyen lan burası deyip top koşturduğumuz yeşil araziye baktım. İçindeki her ağaca dokunmuştuk. Bira şişesi satıp para kazanıyorduk. Demir de cabası. Misketler , aynalı hem de forza!
Her şey yerle bir olmuş su sokaklar..
Şu ağaçlar.
Şu çimenler
Ya sen keşiş dağı, sen anlat Reşat Nuri'yi biraz da.
Olricx öyle böyle değil fiyakalı anlatmış yine.
Bize ulaştı efkarı.
Neye dönüşüyoruz allasen..
Saçların bizi de süpürdü.
olricx
ölmeden önce yazmak istedediğim(yayınlamak değil sadece yazmak) iki roman planım var, biri bir dönüşümü anlatacak. umarım bu dönüşüm sadece kurgudan ibaret kalır.
sonuna kadar okuduğunuz için teşekkür efendim. uzunluk yönünden bir şikayetiniz de yok anlaşılan, afferin kendime!
öykünün dili ile anlatılan -herhalde hatıra demeliyim- çok uyumluydu. çok güzel bir akıcılığı vardı. Küçükken ben de çivi topladım. bol maceralı bir çocukluk insana ileriki hayatında sanki ayrıcalık kazandırıyor. çok tebrik ederim.
olricx
beğenmenize sevindim.
teşekkürler.
olricx
teşekkür ederim.
-Vaha
Çocukluğuma gittim yazınızla.Bende merdivenleri üst üste koyup gökyüzüne ulaşabileceğimi ve ay dedeyi daha yakından görebileceğimi sanırdım..
Sanırım gökyüzü en çok çocuklar için yaratılmış.
Çok çok güzeldi
Sevgilerimle
olricx
teşekkür ederim.
demir toplama işini biz de yaptık küçükken:). hayal mayal hatırlıyorum öyle. ben abimlere takılırdım genelde. el attıkları şeylerde ben de suç ortağı sayılırdım diyeceğim ama hani bana sorarsan öyle göze batacak haylazlıklarımız da doğru dürüst olmadı. ufak tefek şeyler belki. o da herkesde vardı biraz. abimlerin eli her şeye yatkındı ama bunu güzellikten yana daha çok kullanırlardı. çok üretken ve hünerlilerdi. sanırım eskiler bu konularda daha ustalardı. neydi peki bu konular? örneğin işte dışarda rüzgãrlı bi hava, uçurtma mevsimi kapıya dayanmış. hemen işe koyulurlardı, bir iki saatin içinde bir hurda yığınından bir çocuğun hayalini süsleyebilecek en güzel uçurtmayı en ince ayrıntılarına kadar düşünüp havalandıracak duruma getirirlerdi. her şeyde bu böyleydi. masrafsız, ucuz ama bir çocuğu eğlendirecek nitelikte olurdu hep. kış mı gelmiş, tipî kar mı var dışarda? hiç problem değildi kendi kızaklarını kendileri yapıyorlardı. bi tane yetiyordu zaten herkes sırayla biniyordu, çok sabırsız olanlar da patlamış eski araba lastikleri veya naylon poşetlerin üstünde kayıyorlardı. bir nevî biz de bu şekilde tepeden aşağı uçuyorduk yani:)
sonra kutu konservelerle oynanan bi oyunumuz daha vardı. üst üste, yan yana dizip sonra da taşla belli bi mesafeden vuruyorduk. en çok deviren oyunu kazanıyordu yanlış hatırlamıyorsam. gazoz kapakları, misket oyunları ve bu tür şeyler. bir de hiç unutmadığım abimler topraktan küçük bi kulübe yapıyorlardı. hani fırınlardaki bi taş ocağı benzerinin çok küçük ebatlarda olanını düşünün. içine dört beş tane patates girecek kadar işte:). çalı çırpıyla ateşi yaktıktan sonra içinde közlenirdi o patatesler. tadına doyum olmazdı, parmaklarınızı yerdiniz. ne bilim böyle kendi kısıtlı imkãnlarıyla bile kreativ, tüketiciden ziyade üretkendik çok.
bizim de bi akrabamızın ahırı vardı. şimdi bazılarına bu terim belki kaba gelecek kulağına ama o yer de naparsınız ki o insanların tek geçim kaynağıydı ve hiçte kolay değildi. büyükten küçüğe arı gibi çalışırdı hepsi. biz okul tatillerinde veya bi hafta sonu onlara kalmaya gittiğimizde mesela çok eğlenirdik. bahçedeki tulumbadan su çekmek çok hoşuma giderdi misal. diyelim ki benim de bahçeli bi evim olsaydı bugün; su borularıyla ana vanaya ulaştıktan sonra bir de musluğa bağlanmış birkaç metrelik hortumla ağaçları, çiçekleri sulamaktansa, yağmur suyuyla dolmuş kör bir kuyudan, ya tulumbayla ya da bir kovaya bağlanmış birkaç metrelik sağlam bir iple kovayı kuyuya yan daldırıp, hem ikisinin o çarpışma sesiyle hem de suyun yüzeyinde beliren karanlık gölgemle buluşup o suyu çamurlu yerden çıkarmayı ve bu işlemi üst üste birkaç defa tekrarlamayı daha tercih ederdim. ne büyük keyif alırdım doğrusu.
biliyorum uzadı mevzu ve benimse daha bitmedi sana anlatacaklarım. oysa elimdeki cihazın aküsü öyle demiyor. bahsettiğim bu bahçede işte bir de yan yana bitişik duran kömürlükler vardı. bir kat yüksekliğindeki bu kömürlüklere zevkle tırmanır ve var gücümüzle yere atlardık sonra. yorulana kadar kaç kere aynı şeyi tekrarlardık hatırlamıyorum bile. anca biri bi tarafını incitecekti ki belki öyle sonlansın bu haylazlık. sonra bi de selvi boylu bi ağaç vardı eskiden. ama çok eski bu. orda birkaç yaş daha da küçüğüm sanki. çocuk aklımla onu çok uzun boylu hayal ediyorum hep. bi de salıncak yapmışlardı mahallenin çocukları bu güzelim ağaca. o salıncakla dört beş katlı bir binanın çatısında mola verip sonra kendimi aşağıya bıraktığımı hayal ediyorum. bu bir düş mü yoksa gerçek mi emin değilim ama içimin çok ürperdiğini ve karnımın karıncalandığını hissediyordum.
ve bunun gibi daha bir sürü şey kuytu köşede tozlanıp, küflendi. çürüdü gitti. seller, sular aldı götürdü hepsini.
şimdi mum gibi ara ki bulasın o günleri.
ne kadar kafa patlattım ya. bari müzik eşliğinde okuyun da bunları boş gitmesin:)
keyifti seni okumak teşekkürler olricx...
Den(iz)
https://www.youtube.com/watch?v=NtXmfMeI7O4
olricx
biz arkadaşın biriyle bir ara bilim adamlığına soyunmuştuk. gazeteden alınan ansiklopedilerden okuyup okuyup, biraz da kendimizden katıp deney yapıp duruyorduk. bir deney sonucu ben kaşlarımı filan yakmıştım. farklı bir deney sonucu arkadaşı da elektrik çarpmıştı. çok mal çocuklardık. ama deneye deneye de öğrendik.
bizim dedemle babannemim tek katlı evlerinin olduğu bahçeli evde iki kuyu vardı, hala da var. bir gün o kuyulardan birine gölden yakaladığım balıkları atmıştım, benimdi onlar artık, hergün yem atacak besleyecektim. bir gün yine balıklarımı beslemeye geldim, bir baktım, benim biraderin elinde olta, balıklarımı yakalamaya uğraşıyor.
teşekkürler.
Gule
O yanan kaşlar geri geldi mi peki onu merak ettim olricx:)
bu arada her yorumun altına bi hikãye bırakıyorsun ya onlar da çok güzel ayrıca...
Bir hayalin varsa, onu başarma gücüne de sahipsin. (Richard Bach)
biz önce çocukluğumuzu
peşisıra hayallerimizi kaybettik
lakin fırsat buldukça çocuklarla sohbet etmeyi çok severim. Büyüyünce ne olacaksın?
öyle saf
Öyle güzeller ki
bir çocuğun gözleriyle dünyaya bakmayı çok isterim
bir hayalden ötesi bu
...
güzel yazınıza bin selam ile.
olricx
teşekkür ederim.
Ay dedenin şeker vermediği iyi olmuş, Allah muhafaza...
hem gülümsetti hem de düşündürdü...
hatırlanacak türden...
olricx
demek ki varmış bir bildiği
teşekkürler.
Çocukken'' ne olacaksın ? ''sorusuyla hayallerin kapısı aralanırdı ya hani .. Ben bu soruya defalarca kez ''ANNE olacağım '' diye yanıt verirdim. Şimdi ölü bir bebeğin annesiyim... Hayal kurmak bence saçmalık... Böyle düşününce büyümüş mü oluyoruz ?
Sevgilerimle...
Gule
yüreğimi sızlattın Ezgi...umarım korktuğum şey değildir:((
Den(iz)
olricx
sevgiler...