- 835 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
0017 - GÖK - SONSUZLUĞA YOLCULUK
GÖK
"küpünde dinlenen şarap; yaz göğü
fazla bir şey istemiyoruz, yaşamaktan başka
anlamak istiyoruz, ters dönmüş böceği
dinlemek istiyoruz, taştaki yosunun türküsünü.
geceyle mühürlenmiş mektuplardır, yaşlılar
eski ölülerden haber veren, eski şeylerden
bakarlar, açık bırakılmış kapınızdan
bir at yapmak için ne gerekiyorsa, örneğin
kişneme, yele, sağrı, nal - binicisi bilinmez -
öyle bakarlar, fazla bir şey istemeden..."
Salih BOLAT
SONSUZLUĞA YOLCULUK
Şarap yapım esnasında mayalanır, köpürür. Sonra dinlenmeye bırakılır. İnsan da gençlik yıllarında hayatın akışına göre hareketlidir. Yaşlılığı, küpünde dinlenen şaraba benzer. Delişmenlik, yerini durgunluğa bırakır.
Gözesinden fışkırarak çıkan, çağıl çağıl çağlayarak akan deli ırmak, aka aka yatak yapar, ilerde ovaya yayılarak sakinleşir, sesi kısılır.
Bir zamanlar bulutlanan, gürleyerek şimşekler çakan, öfkeyle kaşlarını çatarak şakır şakır yağan hali kalmamıştır. Ne kar serper ne dolu yağdırır. Artık ortalığı ala fıcırık boz duman edecek gücü de buna niyeti de yoktur.
Çok fazla bir beklentisi kalmamıştır dünyadan. Sadece sağlığını muhafaza etmeye çalışarak yaşamak… Sükûnet ve huzur… O kadar… Bir de ölümü anlamaya çalışmak…
Bir böceğin ölümü, ters dönmüş vaziyette, hareketsiz duruşundan anlaşılır ki ölümü anlamak için ona bakmak yeter. İbret için seyredilirse, canlılığı kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu tüm detaylarıyla anlatır.
Herkes, her şey kendi türküsünü söyler. Taşları sevgiyle saran, sükût içinde duran ıslak yüzlü nemli gözlü yosunların da kendilerine özgü türküleri vardır. Ancak hisse kapmak için yaklaşılır, ruh kulağıyla dinlenirse işitilebilir. İlgiyle kulak verilirse yüreklerinin seslerine, hayat hikâyeleri öğrenilebilir. Nasıl yaratıldıklarını, nereden gelip, neler yaşadıklarını, nereye doğru gitmekte olduklarını hal diliyle anlatırlar.
Yaşlılar da öyledirler. Unlarını elemişler, eleklerini duvara asmışlardır. Evlerinin bir köşesine çekilmiş, gemlerini gevip batmaktadırlar. Öyle lök gibi oturup kalışları, sessiz, sakin halleriyle taşlardaki suskun yosunlara benzerler.
Ömürlerinin sonundadırlar. Akşam yazılmaya başlanmış, gece bitirilip imzalanmış, katlanmış, zarflanarak üstlerine gidecekleri adresler yazılıp, pullanmış durumda postaya verilmeyi bekleyen, mektuplar gibidirler.
Gece gibi ıssız, dingin ve sessizdirler.
Kapatılarak yapıştırılan zarflardaki mektuplar gibi... Ağızları mühürlüdür. Kimse bilmez içlerinde ne sırlar gizlediklerini… Oysa o mektuplarda baştan sona hayatlar vardır. Tüm yaşanmışlıkları ve yaşanamamışlıklarıyla… Acısıyla tatlısıyla, kederiyle neşesiyle art arda olaylar… Beklentiler, hayal kırıklıkları… Umutlar, muratlar… Gerçekler, hayaller, rüyalar…
İnsanlar, yaratılış sırrıyla başlayan, kaderlerine göre yazılan, ölüm sırrıyla hitama eren mektuplar gibidirler. Allah’tan gelen, açılıp okunan, tekrar zarflarına konarak iade edilen mektuplar gibi...
Eski arkadaşlarından bahsederler ki belki artık onların ancak üçü beşi kalmış, çoğu göçüp gitmiştir. Belki de hiç kalmamış, tamamı ahirete intikal etmiştir.
Erkekler, nedense bir türlü unutamazlar, askerlik yıllarını… O zamanlara dair kısa uzun hikâyeler anlatırlar, tekrar tekrar… Sünnet düğünlerinden başlarlar, sevdalarına kadar anlatırlar da anlatırlar…
Kadınlar da öyledirler. Döner döner, eşleriyle nasıl tanıştıklarını dillendirirler. O, hayatlarının en önemli, en duygusal ve en muhteşem anılarından biridir. Sonra nasıl verildiklerini, anlı şanlı söz kesmelerini, nişanlarını, nikâhlarını, kınalarını, düğünlerini anlatırlar. Kaçanlar nasıl kaçtıklarını, imkânsızlıklar içinde neler yaşadıklarını, sonra ana babalarıyla nasıl barıştıklarını… Bir de çocuklarının doğumlarından söz ederler… Sanki her bahsedişlerinde tekrar tekrar hissetmek isterlermiş gibi o ıstırap içinde kıvrandıran, çıldırtan sancıları…
Kaset başa sarmıştır artık. Hep eskilerden söz ederler. Dönüp dönüp başa giderler. Yakın geçmiş hızla silinmekte ve geri gelmemekte, hayatın başı ise aksine sanki projektörlerle aydınlanmaktadır.
Genellikle nostalji yaparlar. Atlardan, arabalardan söz ederler. Eski köy yaşantılarından… Ölümden bahsederler. Kabirden, tabuttan, saldan… Son nefesten… Tabut yaparlar. Ölüm için ne gerekiyorsa vardır. Sal, hep ortadadır, tahta at hazırdır, beklemede... Fakat binicisi bilinmez. Sıra kimde? Çukuruna kaçmış, perde inmiş sönük gözleriyle öylece bakarlar. Sadece imanla gitmektir en önemli dilekleri. Kur’an’la inançla yaşamaya çalışmışlardır. İmanlarını ölünceye kadar muhafaza etmek ve son nefeslerinde şeytana çaldırmamak, Kelime-i Şehadet ile çenelerini kapatabilmek için dua ederler.
Ölüme hazırlanırlar. Ölen için ne gerekiyorsa tedarik ederler. Kazanlar, taslar kalaylatılır. Peştamal, havlu, silecek, sepecek, sabun, lif, tarak, pamuk… Kokuları tütüleri...Buhurları tütsüleri... Kefenlerine kadar akla gelen her şey helal paracıklarla alınıp, sandıklarda saklanır.
Ölümden bahsedilir, bir at kişnercesine! Yola revan edilir, yelesi dalgalandırıla dalgalandırıla… Sanki sağrısı kamçılanarak hızlandırılır! Nal sesleri duyulur durur… Ölüm, dörtnala gelen yağız bir bir ata benzer ama binicisi bilinmez. Herkes öylece bekler, o anı. Hele yaşlılar… Öylece bakarlar… Dünyadan bir şey beklemeden… Gelecekten fazla bir şey istemeden…
Hep bu saatlerde, akşama doğru bir sonsuzluk duygusuna kapılırlar. Ölüm ürpertisi gibi bir şeydir, hissettikleri. Oysa güzel şeyler de vardır dünyada. Hayat devan etmektedir. Çevrede güzel şeyler de olup bitmektedir. Dallar çiçeklenmekte, bebekler doğup büyümektedir. Hayvanlar da vardır, kendi hallerinde ömür süren. Onların hiç de umurlarında değildir ölüm. Yaşlılar kadar derinden hissedemez diğerleri ölümü. Oysa uyku… Oysa ölüm… Ne kadar da yakınlarındadır onların! Kimler alıp başlarını gitmiştir, kimler! Kimler veda etmiştir sessizce bu dünyaya! Oğullar, kızlar… Kaç ölü yüzü görmüştür onlar! Belleklerinden silinmez, son görüntüleri. Ölüm… Belleklerinden silinmeyen sonsuzluk…
Gökyüzü… Sonsuz boşluk… Ölüm… Hepimiz esiriz bu dünyada. Tutuklu… Yaşamaya mahkûm… Dünya, hapishane… Gece, günün bitimi… Yani gençliğin… Yani o süratle akıp giden, hızla tükenen hayatın… Gözleri hayata kapama gibi bir şey, yaşlılık. Yani batması güneşin… Yani gece… Yaşlılıkta dünyadan ölüme bakış… Yani parmaklıklar ardından… Ölüm, demire ve geceye bölünmüş.
***
(Neymiş efendim? Böceğin ters dönmesi neymiş? Böcek ne zaman ters dönermiş? Bazıları bunu ters döndükten sonra (Öldükten sonra)anlayacaklar! :)
Şair gökyüzünü mü anlatıyormuş? Alakasız şeylerden mi bahsediyormuş? Böyle düşünenler de haklılar. Beyinleri ters takılmış olabilir. Anlayış seviyeleri o!
Geç anlayanlar için bir söz vardır. "Oh! nihayet anladı!" demezler de aynı anlama gelen bir şey söylerler: "Oh! Semer ağacı kırıldı!.."
Bazıları, etraflıca anlatılsa da anlamazlar. Onlarda o kabiliyet yoktur. Sadece itiraz, temyiz... Her şeye muhalif... Kendince arif... :)
Biliyorsan yaz da ilim alalım; bilmiyorsan sus da âlim sanalım!)
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0017
YORUMLAR
Yorgun isen, yaprakta çiğ tanesi haz vermiyorsa, havalar değişmişse, dostlar eksilmişse...
Üstad Yahyî Kemâl ne güzel şöylemiş.
Düşünce
..........................................................
Gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını,
Bâkiyse rûh eğer dilemezdim bekasını.
Hulyâsı kalmayınca hayâtın ne zevki var?
Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhûde sonbahar!
Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.
Emeğine sağlık.
Çok saygımla.
ŞİİR ÇALDIM - ÖZÜR DİLERİM
Sayın şair arkadaşlar ben Kocaelili KEMAL AYAYDIN hepinize merhaba..
SİZELERE ÇOK ÖNEMLİ BİR İTİRAFTA BULUNACAĞIM;
Ben 6 ay önce bazı şair arkadaşların şiirlerini kopyalayıp tam 34 tane şiir yazım bu sitede paylaştım.
İki, üç cümle çalıntı yapıyordum bir kaç cümlede kendim ekliyordum. Bir kaç cümlelerde de değişiklik yapıyordum ve burada paylaşıyordum. Hiç kimse şüphelenmiyordu. Hatta bayağı mesajlarda geliyordu.
Bir gün rahmetli Aşık Hüdainin " Makbuldür" adlı şiirini çaldım bir kaç cümlesini değiştirdim Posta Gazetesine yolladım. Ama orada bu şiirin çalıntı olduğunu gazete yayınladılar beni iyice rezil ettiler.
Ailem bana çok fırça çekti ve arkadaşlarım ve çevrem beni dışladı. Bende sizlere bir nevi itiraf ettim ve rahatladım.
BENİ AF EDİN. SİZLERİN HUZURUNDA RAHMETLİ AŞIK HÜDAİ’NİN RUHUNDAN ÖZÜR DİLİYORUM.
İşte Posta Gazetesinin Mesajı
KEMAL AYAYDIN HEPİMİZİ KANDIRDI
24 Kasım 2016 tarihinde Kemal Ayaydın tarafından Kocaeli’den gönderilen
"Makbüldür" adlı şiiri yayınlamıştık. Yaytığımız araştırmalar neticesinde bu
şiirin Aşık Hüdai’nin şiiri olduğunu anladık.
MAKBÜLDÜR
Faydası olmayan bahardan yazdan
Yüce dağ başının kışı makbuldur
Cahilin yaptığı sözden sohbetten
Alimin hayali düşü makbuldur
Lokma yeme muhannetin elinden
Kurtulaman sonra acı dilinden
Namertlerin kaymağından balından
Merdin kuru yavan aşı makbuldur
Hüdai konuşur bir ince dilden
Hal ehli olmayan ne bilir halden
Bilgisiz görgüsüz duygusuz kuldan
Ölülerin mezar taşı makbuldür
Aşık Hüdai
Bu şiiri çaldım yakalandım özür dilerim. Ama şunuda itiraf edeyim bu şiir çalma işini Kelkitli İmdat Türkel’den öğrendim. Bu İmdat Türkel eski şiirileri ve eski türkü hikayelerini kopyalayıp bir kaç cümlesini değiştirdikten sonra burada yayınlıyordu. Ve kimse şüphelenmesin diyede diğer şair arkadaşlara bol bol mesaj atıyordu. Bende ondan öğrendim.
ÖZÜR DİLERİM. BENİ AFEDİN