- 792 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
EŞİĞİN ARKASINDAKİ UMUT
İnsan doğası gereği doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Bu bize yüce Rabbimizin bir takdiridir. Yüce yaratanın Sünnetullahıdır. İnsan hangi ırktan, dinden, mezhepten ve cinsten olursa olsun mutlu yaşamayı hak eder. Mutluluk insanın kapısına gelip durmaz. Sizin onu elde etmek için onun kapısının önünde beklemeniz gerekir.
İnsanoğlu bu dünyaya başıboş gönderilmemiştir. Bu dünyaya gönderilmemizin ilahi bir gayesi vardır. Bu bütün canlılar için de geçerlidir. İnsanoğlu için takdir edilen bu hayatı Rabbinin rızasına uygun olarak yaşamaktır. Yani Allah’a kul olmaktır. Kula kul olmaktan kurtulmaktır. Yüce yaratıcıya teslim olmak ve İslâm dini üzere yaşamaktır.
İnsan doğası gereği aile olmayı hak eden bir varlıktır. Bu varlığın en kıymetli elamanları anne, baba, evlatlar ve eşlerimizdir. İnsan bu dünyaya gelirken cinsiyetini seçme özgürlüğüne sahip değildir. Yine anne ve babasını seçme özgürlüğünden de yoksundur. Bu takdiri ilahidir. Bütün bu olgular Sünnetullah içinde devam eder gider kıyamete dek…
“Biz insana, anne-babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. Önce bana, sonra da anne-babana şükret diye tavsiyede bulunduk. Dönüş ancak banadır.” (Lokman Sûresi,14.)
“İkisine de merhametle tevazu kanatlarını indir. Ve şöyle de: "Ey Rabbim! Onların beni küçükten terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et." (İsrâ Sûresi,24)
“Biz o insana anne-babasına güzel davranmayı tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına ulaşıp kırk yaşına girdiği zaman: ‘Ey Rabbim, beni öyle yönlendir ki, bana ve anneme-babama verdiğin nimetine şükredeyim ve hoşnut olacağın iyi bir iş yapayım. Soyumdan gelenleri de benim için iyi kimseler eyle. Çünkü ben, gerçekten tevbe ile sana yüz tuttum ve ben gerçek Müslümanlardanım.’ Der. ” (Ahkaf Suresi,15.)
“Rabbin sadece Kendisine ibadet etmenize ve anne-babanıza, Allah’ın sizi görmekte olduğu bilinci içinde mümkün olan en iyi şekilde davranmanıza hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi yaşlanmış olarak yanınızda bulunuyorsa sakın varlıklarından veya onlara hizmetten bıkkınlıkla kendilerine ‘Öf!’ diyecek ölçüde bile kötü söz söyleme! Onları azarlama ve daima onlara karşı tatlı dilli ve gönül alıcı ol!” (İsra Suresi,23.)
“Ana-babasına asi olan Cennete giremez.” (Hadisi Şerif-Nesai)
“Ana-babasına hizmet edenin ömrü bereketli ve uzun olur.” (Hadisi Şerif)
“Ana-babasını dine uygun hizmetleriyle razı eden, Allah’ü Teâlâyı razı etmiş olur, onları gazaplandıran, Allah’ü Teâlâyı gazaplandırmış olur.” (Hadisi Şerif)
“Ana-babası, yanında ihtiyarladığı halde, (rızalarını alamayıp) Cenneti kazanamayanın burnu sürtsün.” (Hadisi Şerif, Tirmîzi)
“Ana-babasına iyilik edenin ömrü uzun, rızkı bereketli olur.” (Hadisi Şerif, İmam Ahmed)
Yukarıda zikrettiğimiz ayet ve hadisler; anne-baba hakkını gözler önüne sermektedir. Hakiki bir evlat anne babasını üzmez. Onlara gerçek bir evlat olabilmek için onları yaşlılık dönemlerinde yüzüstü bırakmaz. Biz, onları yanlarımızdan ayırmamalıyız. Onlar bizden memnun olarak gerçek hayata gitmeliler. Bizlere hayır dua ederek ahiret yolculuğuna çıkmalılar…
İnsanların dünya hayatında korktukları iki olgu vardır. Birisi yaşlanmak diğeri ise ölümdür. Biri hissettirmeden ensenizden yapışır, diğeri ise aniden gelir. Hz. Muhammed (sav) ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin kıymetinin bilinmesini, ölüm gelmeden önce ise hayatın kıymetinin bilinmesini bizlere nasihat etmiştir. Gençlikte yaptığımız amelleri ihtiyarlıkta yapamayız. Ölünce de bu dünya ile irtibatımız kesildiği için hayatta yaptıklarımızla yetinmek zorunda kalırız. Sadakayı cariye bırakmışsak arkamızdan bir nebze sevap devam edecektir.
Hepimiz canlı olmamız hasebiyle yaşlılığı tadarız. Buna asla karşı gelemeyiz ömrümüz olduğu sürece. Bazen ecelimiz erken gelebilir, o zaman belki yaşlanma olayı yaşamayabiliriz. İhtiyarlık insanların endişeyle baktığı bir dönem olarak karşımıza çıkar. Hep ihtiyarlığı suçlarız ama bundan da kaçış bulamayız.
Her ihtiyar insan, mutlu yaşamayı hak eder. Yaşlanmak bir kabahat değil bir nimettir bilenlere. İnsan yaşlılık döneminde ömrünün kalan sayılı günlerini huzur içinde geçirmek ister. Mutlu olmak ister. Mutlu ayrılmak ister dünyasından ve sevdiklerinden. Sözün özü; gözü arkada kalmadan dünyayı terk edebilmek en büyük mutluluktur.
Mutlu olmak insanın en doğal hakkıdır. Ancak biz insanlar; azıcık mutluluk hakkını yaşlanan anne ve babamızdan esirgeriz. Başkalarına gösterdiğimiz hürmeti nedense anne babamızdan esirgeriz. Evlatlık görevimizi tam olarak yerine getirmeyiz. Onlar güçlerinden uzaklaştıkça güç ve iktidar evlatlara geçince anne baba unutulur, bir kenara atılır. Oysa onlar; biz ağlayınca ağlarlardı, biz üzülünce üzülürlerdi, biz sevinince de sevinirlerdi…
Anne-babamız, gece yarısı kalkıp bizlerin kaç kere tuvalet ihtiyacı gidermiştir? Üşümesin diye kaç kez üzerimizi örtmüşlerdir? Hastalanınca onlar bizlerden daha çok hastalığı hissederler. Bizleri el bebek, gül bebek büyüttüler. Bizim için ne kadar fedakârlık varsa yaptılar. Oysa biz onlar yaşlanınca onlardan bir yudum sevgiyi esirgedik ve onları hor gördük. Yalnızlık kuyusu olan kör kuyuya attık…
Modern zamanlarda insanların dünyalıkları daha da arttı. Karı, koca çalışmaya başladı. Karı, koca çalışsa da yine geçim sakıntısı ve problemler bitmek nedir bilmedi. Devlet çalışan eşleri; anne babanın yaşlılık sıkıntısından kurtarmak ya da anne babasını sokağa bırakanlardan kurtarmak için huzurevleri yapıtı. Bu güzel hasletler devletin sosyal politikası olarak görüldü. Bu da güzel bir şey inkâr etmemek lazım. Eskiden biz bu evleri Daru’l aceze olarak isimlendirirdik. Yani aciz veya düşkünlerin kaldığı yerdi burası. Şimdi Huzurevi diyoruz. Tabi ki beklenen huzur varsa…
Huzurevleri gerçekten de yaşlılara bekledikleri huzuru verebiliyor mu? İnsanın aile ortamından bir anda kopup huzurevine yerleşmesi gözleri arkada kalmadan gitmesini sağlayabiliyor mu? Evlatlar, anne ve babalarının orada mutlu olduklarına inanıyorlar mı? Huzurevi huzur dağıtan bir yuva mı? Ardı arkası gelmeyen soruları sıralayabiliriz. Yaşlı anne ve babaların çocukları, torunları, kedisi, köpeği, inekleri, tavukları, bahçesi, camisi ve sevdikleri onların dünyada mutluluk kaynağı olduğu nesnelerdir. Bunlardan bir anda ayrılıp beton yığınlarının arasında yalnızlığa mahkûm edilmek onlara asla huzur ve mutluluk getirmez. Onlar torunlarıyla oynamak istiyor. Akan çeşmelerden bir yudum su içmek istiyor, mezarlıklara gidip dua etmek istiyor. Camilerin bir köşesinde huzur bulmak istiyor. Bütün bunlarla mutlu olmak onların en doğal hakkıdır…
Dünyevileşme insanların gözlerini kör etti. Bencilleşme ve tuzaklar anne babayı bizlere düşman etti. Daha çok kazanma hırsı, basiretimizi bağladı. İslam’ın hamurundan nasibini almamış gençlik, anne babasını huzurevine göndermekten korkmuyor. Oysa anne baba; son nefeslerini evlatlarının, torunlarının ve sevdiklerinin yanında geçirmek istiyor. Anne baba huzurevlerine gittiklerinde içleri kan ağlıyor fakat ziyaretine gelenlerin yüzlerine gülüyor veya gülmek zorunda kalıyor…
Günümüz insanları, anne babalarını huzurevine huzur bulsunlar diye gönderiyorlar. Onlara bakmak zor geliyor. Kendilerine göre anne baba eşlerin ve ailesinin huzurunu bozdukları için huzur evlerine gönderiliyor. Huzurevlerine ilk gittikleri günden beri evlat, torun ve sevdiklerinin hasreti onları yakmaya başlıyor. Onların kokuları uzaktan geliyor ve onları koklamakla yetiniyorlar…
Huzurevinin eşiğinde nöbet tutmaya başlıyorlar. Oğlum ne zaman gelecek? Kızım ne zaman gelecek? Torunlarım ne zaman gelecek? Acaba torunlarım evlendiler mi? Komşularım nasıl? Kar, yağmur yağıyor mu? Köyüme, mahalleme ne kadar yağmur yağmış? Falanca komşum nasıl? Diye binlerce sorular beyinlerini tırmalar durur fakat bunlara bir cevap bulamadığı için huzursuzdur. Çünkü ziyaretine gelen yoktur. Herkes onu unutmuştur. O unutulmuştur. Bir kenara atılan bir taş gibidir o.
Umut eşiğin arkasında devam eder. “Bu gün oğlum gelmedi ya yarın gelir veya ertesi günü gelir. Torunlarım ve kızlarım belki bir hafta içinde gelirler. Bir ay geçince; bir sene içinde gelirler…” diye düşünür hayal eder durur. Yine düşünmeye devam eder. “Mutlaka gelir, gelecek, inanın bana, ben ölmeden gelecekler” der. Bekler ve durur… Eşiğin arakasındaki umut öyle bir umuttur ki ölünceye kadar devam eder. Bu zaman zarfında derinden derinden ağlar kalpleri. Yüreği üzüntü yuvasına dönmüştür. Karamsarlık bir taraftan kara bulutlar gibi çökmüştür ruhuna. Olsun ama bir yudum umudu kalbinin kösesinde hep saklar. Bir yudum iyimserliği hiç kaybetmeden tutar ruhunun derinliklerinde. Bir yudum sevgi pınarının suyunu hiç kesmez. O iyi niyetlidir. Sevdiklerini bekler, bekler ve bekler…
Eşiğin arkasındaki umut öyle bir umuttur. Beddua edemez, etse kendi etinden bir parça keser. O hep dua eder, hayırsız evlatlarına, torunlarına ve sevdiklerine. Onda bitmeyen bu umut son nefesine kadar devam eder. Yanındakilere o: “Hep gelecekler, bu gün olmazsa yarın, yarın olmazsa, öbür gün, bir hafta sonra, bir hafta sonra olmazsa, bir ay sonra, bir ay sonra olmazsa, bir yıl sonra, bir yıl sonra olmazsa ben ölmeden mutlaka gelirler…” der durur... Ancak ölünce na’şını almaya gelirler ve sahte timsah gözyaşı dökerler. Bazılarının ruh ve bedenleri o kadar kararmıştır ki cenazelerini bile almaya gelmezler. Anne baba kıymetini sağ iken bilmeyen öldükten sonra cenazesini almaya gelmiş ne kâr eder ki… Eşiğin arkasındaki umut nefesin bitmesiyle sona ermiştir.
20.08.2017
Yozgat