Sonsuza Akan Sızı Irmağı
İnsan beka âleminden dünyaya sürgün olalı beri hüzün içinde. Dem dem sevinçle aşina olsa da hiç ummadığı bir anda hüzün çökebiliyor yüreğine. Cennet ırmaklarının hayaliyle yaşarken gönlünden akan sızı ırmağına mahkum oluyor. İşte bu hikaye bundan bir katre:
Gel hele, otur şöyle yamacıma.Ahvalini anlat. Bildiğin en kestirme yoldan gel. Hiç çekinmene gerek yok. Öyle kurallı cümleler kurmana da ihtiyaç duymadan doğaçlama anlat anlatmak istediklerini. Devrik cümleler kur. Hayal kurmak bedava ara sıra da hayal kur. Asgari ücretle geçinemediğini, çocukların okul masrafının altından kalkmadığını, bu ay kirayı geciktirdiğin için ev sahibine gözükmemek için çektiğin sıkıntıyı ve benzeri birçok durumu çekinmeden anlat. Anlat ki rahatla. İnan seni üzmemek için kılı kırk yararım. Bıkmadan usanmadan saatlerce dinleyebilirim sıkıntılarını.
Kuvvetle muhtemel,dertlerimiz örtüşüyordur. Ya da yakındır. Zaten bizim ülkemizde tuzu kurular sınıfına dahil değilsen, mirasyedilik yoksa, Miri malına bulamamış namuslu, sade vatandaşsan aynı sıkıntılarla boğuşmaya mahkumsun. Emekli isen dinin emir ve yasaklarını yerine getirmeye çalışıyorsan. Cami ev arasında bir de halk ekmek kuyruğunda geçiyordur nakdi ömrün. Ya da bir mahalle kahvesinde okey masası başında gece geç vakitlere kadar takoz omuzluyorsundur.
Biliyorum, senin de yüreğinden sonsuzluğa akan bir sızı ırmağı geçiyor. Kıyısında, zümrüt yeşili ağaçlıklar yerine gam çalılıkları. O yüzden sinende bir bozkır yalnızlığı. İçinde yeni sönmüş bir makilik yangını. Her yanından dumanlar yükseliyor derununun. Seni ben, beni sen anlarız ancak. Bizi bizden başkasının anlamasını beklemek boşuna olur. “Damdan düşenin hâlini, damdan düşen anlar.” demiş ya atalar, haza doğru bir söz. Nicedir seni bekliyorum dertleşmek için.
Yerler tamtakır olsa da hanemde, Hiç merak etme seni sızı ırmağının kıyısında en mutena yerde ağırlarım. Ateşinde sevgi ve saygının harmanlandığı ocağı yakar, ünsiyet ıtırlı bir çay demlerim. İnce bellinin buğusunda hüznümüz flulaşır o zaman.
Öyle okkalı güzel söz söylemesini bilmesem de güzel bakmaya çalışırım suretine. Suretinde güzellikler okurum. Sükut ekerim çayımın üstüne. Huzur ve sükuna ermen için dualar ederim.
Bir ara vefa ve ahde vefaya dair başlık açarım söz arasında. Günümüzde kadük kalmış bu iki kadim kavramın ne manaya geldiğini mütalaa ederiz istersen.
İstanbul diye bilinen emsalsiz bir şehirde bir semtin adı olan vefanın, aslında insan oğlunun sinesinde bir yerlerde mukim duygu olması gerektiğine dair de söyleşiriz seninle.
Yok dersen şayet kırılmam. Çayları tazelerim, dosta dostluğa; ayrılığa hüzne değgin konuşuruz . Gönlünde sonsuzluğa doğru akan sızı ırmağının acı sularının sana daha çok acı vermesini biraz olsun hafifletebilirsem sevincin kapısını aralarım. O kapıdan esenlik rüzgarı eser saçlarımızı okşar şefkatli bir elin parmakları mesabesinde. Nefes alıp vermemiz güzelleşir. Biraz tebessüm ikram ederim buruk.
Derken çayları üçleriz. Sana çayın tarihçesinden, çayı bulan bilge Çinli Kraldan bahsederim. Zihni derinden söz ederim. Osmanlı’nın Tokat dolaylarında çay yetiştirip Ruslara sattığını anlatırım. Semaverin, Rusların çay geleneğinde muhkem yeri olan bir edevat olmasına karşın bizi de kendine bağladığını sen de biliyorsun; ama uygun görürsen semaver için yazdığım şiirimden bir bölüm okurum.
Hasılı pişman olmazsın, yüreğinden sonsuzluğa akan sızı ırmağını bir an için de olsa unutursun. Ankara, 30.01.2017 İbrahim Kilik
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.