CUMHURİYET KADINLARI
CUMHURİYET KADINLARI
Sevgili okurlar, 1935 Yılında Atatürk’ün isteğiyle 18 kadın parlamentoya girdi. Cumhuriyet tarihinin en fazla kadın milletvekilinin yer aldığı parlamentoda kadıların oranı % 4.56’ ydı. Şimdi ise bu oran, kadınların siyasete ilgisine rağmen sadece % 2.36. Seçme seçilme hakkı, Türk Medeni Kanun’un kabulü gibi uygulamalar, kadınların toplumsal yaşama katılmasını sağlarken, “erkek egemen” toplumun yazılı olmayan yasaları, hâlâ kadın-erkek eşitliği önünde en büyük engel olarak duruyor.
Özellikle 1950’lerden bu yana dünyada yaşanan baş döndürücü değişikler kadınların statüsünü etkiledi. Kadınlar iş gücüne tüm dünyada artan bir oranda katılmaya başladılar. Türkiye’de 1955 yılında çalışan kadın nüfusunun % 77’si işgücüne sahipken, 2010 Mart verilerine göre bu oran sadece % 26’ya düşmüştür. Bu gün Türkiye’de kadınlar her meslekte kendilerini gösteriyor ama erkeklerle eşit biçimde çalışma hayatına atılan hanımların “Karar Mekanizma”larına gelmekte büyük engellerle karşılaştıkları gözleniyor. Bunun için yasal bir engel olmamasına rağmen, geleneksel yapıların etkisiyle, kadınlarımızın çoğunun “Yönetici” statüsüne gelemedikleri bir gerçektir.
Beş Yıllık Kalkınma Planları ve yıllık programlar, 1960 yılından 2010 yılına kadar “kadın” konusunu başlı başına politika üretecek bir sosyal sektör olarak ele almadı. 1950’li yıllarla kadar kadının eğitimine özel bir önem verildi. 1927–50 Arası özellikle dokuma sanayisin de önemli sayıda kadın üretici konumuna geçti. 1950–71 Yılları ise kadın hakları açısından bir adım bile atılmayan yıllar oldu. Bu dönemde kadın milletvekili sayısı hızla düştü, ilkokul eğitimi anayasal zorunluluk olmasına rağmen, tam olarak uygulanmadı. Ortaokul, Lise ve Üniversiteye gidebilen kız öğrenci sayısı çok sınırlı kaldı. 1973 Yılına kadar 3022 yargıçtan sadece 149’u, 10670 avukattan sadece 1562’si, 266 noterden sadece 30’u ve sadece 114 öğretim üyesi, 1566 doktor kadındı.
1960’lı ve 1970’li Yıllar da kadın hakları değil, ideolojiler vardı. 1980’li Yılların özgürlükleri kısıtlayan ortamında kadınların yasalarda ve uygulamalarda, kadıların haklarını alabilmek için, örgütlenmelerine, harekete geçmelerine tanık olduk. Bu bağlamda “Özgürlüklerin Kısıtlanması”na da bir tepki doğdu. 1980’li Yıllarla birlikte kadın konusu Türkiye’nin gündemine önemle girdi. Kadınların toplumsal katılımı yönünden yeri ve yeni rol tanımları yapıldı. Kadınlar kendilerine yeni kimlikler kazandı. Çalışan kadınlar, yürüyüşler düzenleyerek, çocukları için kreş, doğum izinlerinin arttırılmasını istiyor, iş yerlerindeki “cinsel taciz”e karşı çıkıyorlardı. Aile içi şiddete karşı, “Dayağa Hayır” yürüyüşleri yapılıyor, Medeni Kanun’un değişmesi için yüz binlerce imza toplanıyordu.
Sevgili Çengelköy, kadınların “Kaymakam” veya “Vali” olmak istediği, benim de mezunu olduğum, Siyasal Bilgiler Fakültesi İdari Bilimler Anabilim Dalından ilk kız öğrencinin mezun olduğu yıllarda gündeme geldi. Aslında bu durumu yasaklayan bir yasa yoktu, bu yüzden biz erkek öğrenciler de onların “Protesto Yürüyüşleri”ne katılarak, kız arkadaşlarımızı destekliyorduk. İçişleri Bakanlığı o döneme kadar “Devletin İdari Kadroların” da çalışmak için başvuran kadınları yerleşik geleneklere ve 1940’lar da alınmış yasal olmayan geleneksel yaptırımlar uygulaması 1991 yılına kadar sürdü. 1991’de sürpriz bir gelişme yaşandı. Dönemin Başbakanı, kaymakam veya vali atamaları sırasında bir adım attı ve “Muğla Vali”liğine bir kadın atadı. Lale Aytaman ilk kadın valimiz oldu. 1989’a kadar Türkiye’de kadın Belediye Başkanı yoktu. Filiz Dinçmen, ilk kadın “Büyükelçi” olarak, 1985 yılın da atandı.
Efendim, Türkiye’de bazı kadınlar ilklere imza atmışlardır. Ulu önder Atatürk, her zaman kadınların toplumun birinci sınıf vatandaşları olduğuna inanmıştı. Kurtuluş savaşı yılların da Halide Edip Adıvar ile hep bu çerçevede işbirliği yapmıştı. Zaman geçmiş ve Atatürk’ün uzaktan öte bakan gözleri, ufuklardan öteyi görmüştü. Nitekim bir Kadın Başbakan Türkiye’yi yönetmiş, bazı kadınlarımız Bakan olmuş ve özel sektörde de birçok kadın kendisini kanıtlayarak, üst düzey yönetici olmuşlardı. Üniversitelerimiz de, sayıları Avrupa ülkelerini aratmayacak kadar çok olan “Öğretim Üyesi” kadınlara sahip olmuştuk
Özetleyecek olursak, ne yazık ki kadın politikacılar bu güne kadar, hem cinslerinin sorunlarına “Çözüm Üretme” iradesini gösteremediler. Kadınlar da erkek egemen yapı içinde, kolektif kimliğe bürünüp, “Erkek Gibi” politika yapmakla eleştirildiler. Bu gün Medeni Kanun’un kadın-erkek ayrımcılığı yapılan maddelerinin değiştirilmesi bekleniyor.
Sevgili Çengelköy, geleneksel alt yapımızın çok yavaş ilerlediği, kadınların büyük çoğunluğunun ailede, toplumda ve ekonomide erkek egemen kurumlara koşullanmış olduğu, pek çok geleneksel, hukuksal ve ayrımcılıkla karşılaştığı gelişmekte olan genç bir ülke olan Türkiye’miz de 2010’lu yıllarda kadınlarımızın özellikle siyaset, sanat alanında ki ve iş dünyasında ki (Kamu ve Özel Sektör) atılımları çok umut vericidir. Kadın haklarının ve Türkiye’de kadınlarımızın yerinin, yaşadığımız yıllarla ilgili konum ve statülerini gelecek yazılarımızda sizlere sunacağız. Yeter ki çok büyük birikimlerle, umutlarla ve büyük bir hızla gelen yeni neslin kızları, erkeksi değil… Kadınsı olarak tuttuğunu koparıp, istedikleri yere odaklanarak, deyim yerindeyse “Tırnakları İle Kazıyarak” gelsinler, gelebilsinler. Ben şiddetle inanıyorum ki, onlar bunu başarabilecek yürekte ve güçtedirler.
Saygılarımla…
Tunacan