- 615 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ASR-I SAADET'TE CAHİLİYE BATAKLIĞI KARŞISINDA HAKK MÜCADELESİ-1
İnsanlık tarihi çok çeşitli merhalelerden geçerek bugüne ulaşmıştır. Kimi zaman büyük yıkımlar, felaketler, savaşlar ,ölümler yaşanmış ve ardından da insanlık yeni doğum sancılarına yeniden filizlenmelere muhatap olmuştur. Bazen ilim ve irfan zirvedeyken bazen de bunun tam tersi bir cihette cehalet altın çağını yaşamıştır. Bazı zamanlar cahil ve basiretsiz hükümdarlar hüküm sürmüş bazen de bilge insanlar zamana mucizevi dokunuşlar yapmışlardır. Bazen de bu zıt kutuplar aynı zamanda yaşamış ve birbirleriyle mücadele halinde olmuşlardır.
Hem insanlık tarihi hem de İslam tarihi açısından baktığımız da ise ilim ve cehaletin ya da başka bir deyişle hak ile batılın mücadelesinin en net ve somut tezahürlerini Asr-ı Saadet’te görüyoruz. Bu çağda birbirine zıt iki kutup iki şahıs yaşıyordu. Şüphesiz ki öncelikle zikre değer ve gönüllerde taht kuran ilmin ve hakkın önderi Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’ dir. Cehalete ve batıla önder olan kişi ise Ebu Cehil yani cahillerin babası olarak bilinen Amr bin Hişam’dır.
Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) peygamber muştusunu aldıktan sonra önce akrabalarını İslam’a davet etmiş. Daha sonra ise bu daveti genele yaymıştır. Ebu Cehil’ in de aralarında bulunduğu o günkü zenginleri ve söz sahibi kimseleri ise bu davete karşı çıkmışlardır. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ile müzakere edip bir takım vaatlerle onu bu yoldan vazgeçirmeye çalışmışlardır. Nitekim bu uğraşlarının sonu hüsran olmuş ve Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) “Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem.” diyerek hevesleri kursaklarda bırakmıştır.
Burada karşı karşıya kaldığımız sorulardan biri şu ‘NEDEN?’ yani Mekke önderlerinin ve Ebu Cehil’ in bu karşı çıkışlarının altında yatan neden ne idi? Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in o zamanki statüsüne baktığımız zaman Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) o zamanın aristokratları arasında değildi. Fakir ve yetimdi, çobanlık yapıyor veya ticaret ile uğraşıyordu. Dolayısıyla varlıklı kişilere nasıl hükümdar olacaktı? Evet işte cahiliye düşüncesi buraya odaklandığı için ilahi hitabı ikinci plana atıyordu. Onlar için en önemlisi menfaatlerinin ve otoritelerinin devamlılığıydı.
Aslında buradaki cehaletten kastın bir nevi basiretsizliğin yanı sıra bir de menfaatperestlik olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Ebu Cehil ve Mekke aristokratları Hz. Peygamber(sallallahu aleyhi vesellem)’in hak üzere gönderildiğini çok iyi biliyorlardı. Örneğin Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ‘in Ebu Cehil’ inde aralarında bulunduğu bir topluluğa tebliğini yaptığı sırada Ebu Cehil; “Ya Muhammed! Eğer bunları, öbür tarafta tebliğ ettiğine dair şahit aramak için yapıyorsan hiç yorulma ben sana şehadet ederim, şimdi beni rahatsız etme.” dedikten sonra Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) buradan ayrılmıştır. Ebu Cehil yanında bulunanlara “Aslında biliyorum ki, O peygamberdir. Fakat Haşimilerle eskiden beri aramızda bir rekabet var. Onlar, hacılara hizmet edip Kabe’nin örtüsüne sahip çıkma işiyle gelenlere Zemzem ikram etme işleri bizde diye övünüp duruyorlar. Bir de peygamber de bizden, derlerse işte ben buna dayanamam.” İşte bu olay da yukarıda belirttiğimiz gibi bu devrin cehaletinin menfaat yörüngeli bir basiret tutulması olduğu şeklindeki tezimizi doğrular niteliktedir. Burada da görüldüğü üzere Ebu Cehil Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in doğru söylediğini bilmekte ancak belli menfaatlerin elinden gideceği endişesiyle ona karşı çıkmaktadır.
Burada kısaca özetlemek gerekirse;
Çağlar bazen ilme beşiklik etmiş, bazen cehaletin esiri olmuş bazen de ilim ve cehalet savaş halinde olmuştur. İslam Tarihi’ nin başlangıç noktası olan Asr-ı Saadet devrine baktığımızda bu savaş hali açıkça görülmektedir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in Hakk bildirisi ve savunusu karşısında cehalet temsilcileri boş durmamış, çeşitli argümanlar öne sürerek O ‘nu (sallallahu aleyhi vesellem) engellemeye yeltenmişlerdir. Temel korku ve endişelerinin ise menfaat kaynaklı olduğunu söylemlerinden rahatlıkla anlayabiliyoruz. Neticede bu amaca hizmet edenlerin hiçbiri sonuç alamamış ve en bahtiyar olanları ise İslam’ı seçip Hakk’ı seçenler olmuştur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.