- 564 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Destansı Arkadaşlık, Dönüş
Cimşit arkadaşımızın köyü Ardahan’ın en büyük köylerinden biri. Modern bir bina görmek göze hoş geliyor, çatılarının üzerinde çimen bağlamış toprak çatılı evlerin yanında. Köye yaklaşınca göze çarpan iki katlı bina büyük bir okul binası. Okul, büyük köy meydanın hemen yanında. Gönderinde ay yıldızlı bayrağımız hafif esen rüzgârda nazlı nazlı dalgalanıyor. Onun az ilerisinde orta büyüklükte bir minaresi olan cami; geniş şadırvanıyla öğle namazı için müminlerini bekliyor. Önünde yaşlı insanların oturup muhabbete durdukları köy kahvesi de köy meydanının bir kenarında. Kapısı köy meydanına açılıyor.
Sadece kısa yaz süresince, bir-iki ay sırtları ısınan üç-beş yaşlı erkek kahvehanenin önünde oturuyor. Uzun ve dondurucu soğuk kış günlerinin yüzlerinde oluşturduğu bıkkınlık halleri adeta yüzlerinden okunuyordu. Ardahan’ın kışları soğuktur. Evliya Çelebi’nin, Erzurum kışlarını betimlemek için söylediği, “Erzurum’da bir kedi kışın damdan dama atlarken havada donup yere düşer.” Sözü aslında bu topraklar için söylenmeliydi.
Mevsim yaz, temmuz ortaları. Gençler belli ki, işte-güçte. Yol kenarlarında traktörle çayır biçen, biçilen otları devşiren kadın-erkekler gördük. Zaman, çalışma zamanı, yazlar kısa. Tıpkı bizim köylerimizde ki gibi az zamanda çok iş başarmak zorunlu. Kış için kilerde un, samanlıkta ot yoksa eğer ağustos böceği örneği kış ortasını bulmadan dilenci durumuna düşmek kaçınılmaz. Cimşit’in evi az ileride, köyün kenarındaki evlerden biri. Öğreniyoruz. Kemalettin arabasını o yöne doğru sürüyor.
İri cüsseli, Ardahan köylülerine benzemeyen ince, ortadan biraz uzun boylu, esmer yüzlü, şapkalı bir adam bize doğru geliyordu. İnci gibi beyaz dişleri ve dost bakışlarıyla bu yıllarca yüzünü görmediğimiz Cimşit’ti. Sadece aydınlık yüzü ve kara gözlerini yıllar öncesi gibiydi. On-on bir yaşlarında kaybolmuş, yıllar sonra bulunup ortaya çıkan bir kardeşin yeniden bulunmasında yaşanan mutluk örneği bir güzellik yaşadık. Yedi adet çocukluk arkadaşı yeniden buluşmuştuk.
Kenan ellerinde yıllar sonra sevgili Yusuf’unu diğer çocuklarıyla bir arada yeniden bağrına basan Hazreti Yakup’un çevresinde oluşan mutluluk halesinden daha hoştu bizim oluşturduğumuz sevinç halesi. Hz. Yakup’un evlatlarının sevinci bir buruk sevinçti. Kıssa içinde kıskançlık ve benzeri nice hoş ve hoş olmayan duygular yaşanmıştı. Bizim arkadaşlığımız günah nedir tatmamış çocuk duyguları saflığında duru ve içtenlikliydi.
Uçsuz ve tanımsız hoş duygularla sarıldık arkadaşımıza. O, dürüstlüğün, temiz kalpliliğin bir sembolüydü. Riyakâr olmayan daha nice güzel hasletleriyle kalbimizi yıllar önce fethetmişti.
Pırıl pırıl parlayan dost gözlerini anımsadım. Gözler yalan söylemez denir ya. İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de odur… Cimşit ’in dost bakışlı gözleri hepimizi mutlu etti…
Bizleri abartısız anımsadığını söyledi. Sınıflarda ve okul bahçesindeki ortak anılarımızdan kısa kısa hikâyecikler anlattı. Şakalar başladı. İstanbul’da bir liseden henüz emekli olan Sebahattin’e taktığı Ruto adının anlamını sorduk. Ruto lakabı Sebahattin’e adeta yapışmıştır. Uygun ortamlarda arkadaşımızın takma adını söylemeyen yoktur! “Merhaba Ruto, nereye gidiyorsun Ruto?..”
Cimşit, o meşhur muzip haliyle, “Ruto demek, yakışıklı, güzel konuşan, sevilen demek. Sebahattin sen de Ruto’sun ben de…” İşin aslını elbette anlamıştık…
Dışarıdan bakıldığında yıllarca sert rüzgârlara, aylarca yağan karlara, uzun kış günlerinin dondurucu soğuklarının renklerini kül rengine dönüştürdüğü taş duvarlı tek katlı bir eve davet edildik. Böylesi evleri ilk görenlerde, odalarının güzel olmadığı kanısı uyanır ister istemez. Eşikten, hele misafir odasına adım atıldığında ise yanılgı başlar. Bin bir gece masallarında betimlenen konaklara mı giriyorum diye şaşkınlık içinde kalınır. El emeği göz nuru ile dokunmuş yün kilimler, yine dokunma yün yastıklar ilk anda göze çarpar. Kilimlerin desenlerinin örneği yüz yıllar ötesinden Selçukilerden kalmadır belkide. Bir duvarda ceylan avlama serüveninde beyaz atını dörtnala süren yağız bir atlının süslediği duvar halısı odanın güzelliğine ayrı bir antik hava katar. Böylesi odalarda yıllar önce misafir kalmıştım. Şimdilerde koltuklarla süslü otantik özlerini kaybetmemiş, göz alıcı odalarla karşılaşırız.
Böylesi bir odaya doluştuk. Aile geç saat olmasına karşı kahvaltı yapıyordu. Ortada geniş bir masa çevresinde kadın erkek bir aradaydı. Yemeğe davet edildik. Ziyaretimizden haberli oldukları için çayı bolca yapmışlardı. Yenge, umre ziyaretinden yeni dönen Cimşit’in ağabeysi, gelini, oğlu ve torunlarıyla birlikte kahvaltı yaptık aynı masanın çevresinde.
Günümüzde hızla yaşanan geriye dönüş, haremlik-selamlık uygulaması arkadaşımızın evinde yoktu. Bizler farklı illerden olsak bile nihayet aynı bölgenin insanlarıyız. Kadın-erkek yıllar öncesinden beri tarlada-çayırda, bağda, bayırda birlikte çalıştık. Ekip-biçtik. Çapa yaptık. Düğünlerde güldük, cenazelerde birlikte hüzünlendik kadın erkek. Yemeğimizi de bir arada paylaşmamak değil paylaşmak güzeldi. Kendisi ilçede sağlık çalışanı olan evin gelini çay servisi yaptı.
Kahvaltı sonucu dışarı çıktık. Evin önünden başlıyor yemyeşil çimenlik. Cimşitler kalabalık bir aile… Ağabeyleri sanayi kentlerimize batıya gitmişler. Onların evleri, ahırları hep Cimşit’e emanet kalmış. Bu evleri dolaştık. Labirent örneği, evden ahıra, ahırdan başka bir eve geçiliyor. Arkadaşımız tosun beslemiş. Bağlantı kurduğu Rizeli kasaplara yıllarca tosun gönderiş. Çocuklarını lise düzeyinde okutmuş. Bir oğlu köyündeki ilk ve ortaokul öğretmenlerinin servis sürücüsü. Ardahan’da oturup, köyde görev yapan öğretmenleri taşıyor.
Çam sakızı çoban armağanı, Ardahan’da aldığımız birkaç çeşit meyveleri yenge hanıma sunduk. Bizde yıllardan beri süre gelen hoş bir adettir; Şavşatlı birisi Ardahan köylerine gideceği zaman misafir kalacağı dostuna bahçesinden devşirdiği meyvelerden götürür. Mevsimine göre, bu meyveler kiraz olur, kirazlar zamanı. Mevsim sonbaharsa ceviz, ayva olur. Büyüklerimiz anlatmıştı. İsmet İnönü eksiksiz “İkinci Adam” olduğu kırklı yıllarda Artvin’imizi ziyaret eder. Mevsim yaz, aylardan ağustos sonlarıdır. Cumhurbaşkanına kiraz, incir ve üzüm sunarlar, kendi bahçelerinin meyvesi olarak. Aynı ayda yüksek dağ köylerinde kiraz, Çoruh Nehri boylarında üzüm, incir yetişir topraklarımızda. Bizimde aynı geleneği sürdürmek istedik.
Zaman hızla geçiyordu. Cimşit beş vakit namazını artık sürekli kıldığını, tütün ile hiç tanışmadığını anlattı. Yücel, dördüncü sınıfta müfettişe verdiği cevabı gülerek hatırlattı. Köyün dışında suyu çok azalmış küçücük dere boyu ikili- üçlü guruplar olarak tur atıyoruz. Yemek hazırlandığı söylendi. Tıpkı kahvaltıda olduğu gibi ev halkıyla beraber tatlı sohbetler ederek yemek yedik. Her güzelliğin bir sonu var. Arkadaşımızın telefonunu kaydetmeyi unutmadan dönüş yolculuğumuz başladı. Karşılıklı ziyaretlerimizi ailece bundan böyle devam ettireceğimizi ısrarla söylüyoruz.
Bu insanlarla yıllarca birlikte yaşamışız. Köylerimizden özellikle ilçemize yakın Ardahan köyleriyle karşılıklı evlenmeler yaşanmış. Kimse kimsenin dinine, mezhebine, diline karışmamış. Fıkralarla, şakalarla gülüp eğlenmişler. Barış içinde ilişkilerini sürdürmüşler.
Dönüş yolculuğunda Ardahan’da çok kısa mola verdik. Parkta oturduk yine birer çay içtik. Arkadaşlık üzerine konuşmalar yaptık. Esfettin,
“ Yıllarca İstanbul’da çalıştım. Sizler gibi dost diye kabul edeceğim çok az arkadaş edindim. Bana iki kere yalan söyleyen; komşu olsun, iş arkadaşı olsun böyleleriyle ilişkimi hemen sıfırladım. Bundandır elbet, büyük kentlerde arkadaş bulmak çok zor. Onun için sevemedim şehirde yaşamayı. Kışın da köyde kalıyorum…” Esfettin iç sesini bizlerle paylaşırken bizlerin de duygularına tercüman oluyordu…
Gökte kara kara bulutlar artmaya başladı. “Yağmura kalmadan yola çıkalım” dedi kaptan sürücümüz Kemalettin. “Sahara Dağı’nı geçtikten sonra köyümüzü ve köylerimizi gördüğümüz Başyatak’a vardığımız zaman mola vereceğim. Ruto’nun ne demek olduğunu da açıklayacağım. Cimşit’ten öğrendim sözün anlamını.” Ardahan’dan çıkarken yağmur yağmaya başladı. Yağmurda ne yağmur! Sağımızı solumuzu zor görüyoruz. Bizim yaylalarımıza kadar sürdü şiddetli yağış hali. Mola yerine vardığımızda güneş yüzünü göstermeye başladı.
Artvin’den Hopa’ya giderken Cankurtaran adlı geçit geçildiğinde ufka yakın deniz suyunun en mavisine sahip Karadeniz görülür. Hele bir de güneşin batış saatlerine denk geliyorsa bu yolculuk güneş ışınlarının tüm renklerinin mavinin koyu tonlarını sergileyen denizle dansının güzelliği büyüler adeta sizleri. Bizim mola yerimizde de güneşin Karçal Dağlarına yaklaşma anlarındaki hali, farkı bir güzellikteki yeşil orman denizlerimizle dansı tanımsız güzellikler sunar seyredenlere. İlimizde gün batışına yakın zamanların izlendiği böylesi manzaralar hayli fazladır. Bu güzellikleri izlerken köyümüzün altlarından başlayıp Cin Dağı’nın doruklarında son bulan bir doğa olayı, gökkuşağı oluştu.
Kemalettin kısaca anlattı. “Cimşit köyümüzde kaldığı kış, Sebahattin’i sabahın erken bir saatinde don-paça görmüş evinin balkonunda. Ani bir refleksle “ Ruto, eski don-paça elbiselerinle ne yapıyorsun, pantolonunu niçin giymedin?” demiş. Bu sözü elbet mahallenin diğer çocukları da duymuş…
O gün bu gün arkadaşımıza o lakap yapışmıştı. Tıpkı bu arkadaşlığı, dostluğu zedeleyen ve insanların üzerine yapışan yalancılık, riyakârlık ve benzeri olgular gibi… Ne yazık ki, ülkemizde özellikle son yıllarda üsttekiler dün ak dediklerine bu gün rahatça kara diyebiliyorlar. Balık baştan kokar denir. Fakat bizler halk olarak arkadaşlık ve dostluk duygularımızı destansı bir biçimde içselleştirebilirsek, umar ve dilerim ülke yönetimine yalan söylemeyen temsilciler göndeririz. Böylece yalansız bir ülke yaratarak bir arada barış içinde gönençli yaşayacak günlere kavuşuruz. Bu düşüncelerle sabahleyin kahvaltı yapmadan ayrıldığım köy evime döndüm. Gökyüzünü bulutlar sarmıştı. Gece yaklaşıyordu…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.