- 681 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
F O L K L O R C U N U N B İ R G Ü N Ü (Komedi)
F O L K L O R C U N U N B İ R G Ü N Ü
O Y U N
2 P E R D E
K O M E D İ
Y a z a n : H A K A N Y O Z C U
1 9 8 7 - E R Z U R U M
Düzenleme: 12.11.2010 yeniden düzenlenmiştir.
Bu oyun ilk defa 1987 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi 2. Türkoloji Gecesi’nde oynanmıştır.
1992- 1993 Öğretim Yılında KKTC Milli Eğitim Bakanlığı “2. Okullararası Tiyatro Şöleni”nde Özgürlük Ortaokulu bu oyunla Ortaokullararası birincilik ödülü almıştır.
12.11.2010 Tarihinde yeniden düzenlenmiştir.
ŞAHISLAR:
1. Hüseyin VELED : 22 yaşlarında Kıbrıslı bir öğrenci Folklorcu.
2. Muhtar : 45-50 yaşlarında
3. Öğretmen : 30 Yaşında
4. Kahveci Rüstem : 45-50 yaşlarında
5. Köy İmamı : 30 yaşlarında
6. Emine : 30 yaşlarında. Evde kalmış kız.
7. Leyla Kadın : 45 yaşlarında. Muhtarın karısı.
8. İffet Hanım : 20 yaşlarında. Köyün Ebesi.
9. Fatma Kız : 20 yaşlarında. Emine’nin arkadaşı.
10. Ayşe Kız : 20 yaşlarında . Emine’nin arkadaşı.
11. Esat : 15 yaşlarında. Köyün delisi. Saf biri.
Bu oyunu oynamak isteyen yönetmenlerin, kurum ve kuruluşların, tiyatro gruplarının, okulların ve/veya tüm tiyatro emekçilerinin nezaketen oyun yazarından izin almaları rica olunur: [email protected]
BİRİNCİ PERDE
(Olay, Erzurum’un Ümidim Köyü’nde geçer. Hüseyin Veled, Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü son sınıfında okuyan bir Kıbrıslı Türk öğrencidir. Mezun olabilmek için bitirme tezi yapacaktır. Araştırmacıdır. Köylere gidip, şiir, fıkra, mani gibi folklor ürünleri derlemektedir. Babasının tavsiyesi üzerine Ümidim Köyü’ne gider. Çünkü bu köyün muhtarı 1974 Barış Harekatı’na katılmıştır. Burada Hüseyin Veled’in babasıyla birlikte mücadele etmiştir. Dolayısıyla babasıyla çok yakın dostturlar. Fakat yıllardır görüşmemişlerdir.
Hüseyin Veled’in babası, oğlundan, Köyün muhtarına gitmesini ve ondan yardım alabileceğini söyler. Bunun üzerine Hüseyin Veled Ümidim Köyü’ne gider. Muhtardan kendisine bitirme tezi için yardım etmesini ister. Olaylar, oyunda yanlış anlaşılmalar üzerine kurulur.)
Sahne 1
Kahveci – Deli Esat
(Bir köy kahvehanesi. Soğuk bir kış günü. Dışarıda kar yağar. Efektlerle rüzgâr sesleri verilir. Kahvenin içi normal bir kahvedir. Sağda solda masalar, etrafında sandalyeler vardır. Küçük küçük iskemleler de düşünülebilir. Sol köşede özel hazırlanmış, bakımlı, temiz bir masa vardır. Üzerinde nargile bulunur. Bu, muhtarın özel masasıdır. Başka kimse kullanmaz. Biraz önde, yan kısımda çay ocağı vardır. Ocağın üzerinde kahvehanelerde bulunan büyük, özel, su ısıtılmaya yarayan kazan vardır. Üzerinde demlikler ve çaydanlıklar vardır. Yanlarda çay bardakları, fincanlar, su bardakları, tepsiler vardır. Duvara asılmış bir kaç tane de cezve vardır. Bunların hemen üstünde dikkati çeken bir levha vardır: “Lütfen veresiye istemeyiniz. Veresiyemiz öldü” yazılıdır. Yine yanında peşin satan, veresiye satan resmi vardır. Her şeyin eski ve bakımsız olmasına dikkat edilir. Yine duvarlarda özel eşyalar bulunabilir. Sol tarafta Arapça yazılı “Bismillahirrahmanirrahim”, “Allah”, “Muhammet” gibi levhalar bulunabilir. Sağ tarafta bir Atatürk portresi ve yanında Türk bayrakları olmalıdır. Uygun bir yere duvar saati, sağlıkla ilgili afişler, tarımla ilgili afişler olmalıdır. Yine duvarda duyurular ilanlar bulunabilir. Bir tarafa “Sigara İçilmez” yazısı konabilir. Sağ taraftan sadece bir giriş kapısı vardır. Müşteriler buradan girip çıkacaktır.)
KAHVECİ RÜSTEM : (Müzik eşliğinde sağ taraftan girer. Üşümüştür. Ellerini ağzına götürüp üfler. Birbirine sürterek ısınır. Şapkası ve sırtında kar vardır. Şapkayı eline alır. Eliyle vurarak temizler. Sabahtır. Kahveneyi açar. Ocağın altını yakar. Yavaş yavaş hareket eder. Sol tarafta bulunan odun sobasını yakar. İçeriyi toplar. Masaları, sandalyeleri düzeltir. Süpürgeyi alıp içeri süpürür. Masanın çekmecesinden eski yırtık bir defter çıkarır. Bu, alacaklıların adı bulunduğu defterdir. Masanın birine oturur. Alacakları hesaplamaya başlar. Toplama yapar. Parmaklarını arada bir sayar. Kendi kendine söylenir. ) Beş, aaalltııı, yeddiiiii, dooookkuzzzz, onbiiiir. Evvvveettt! Ehmet Aga’nın tam tamına onbir çay borci olmiştir. Ehmet Aga saglam biridir. Borcunu öder. Borcuna sadıktır. Bundan bir gorkum yoktir. Yarın o bür gün parayı getirir. En geç, heyvenlerinden bir gaç tenesini satınca ödemesini yapar. Bundan sonrakine bakalııımm. ( Sayfayı çevirir.) Hesen Agaaa! Üç, beş, yeddi, seggiz, dogguz, on, oniggi, on beş, onyeddi, onseggiz, yigirmi, yigirmibir... Ooooovv! Ule Hesen Aga ne yaptın böle? Biraz fezle olmuştur. Neme lazım. Bir gulagını çekak. Bu kadarı da fazladir. Mubarek günde elli dene çay içisen. Borcunu da ödemirsen. Agalıga gelince da kimseye toz gondirmirsen. (Sayfayı çevirir.) Aha bizim örgetmeeen. Keşkem hepsi de bunun gibi olsa. Temiz ve dürüst çocuktir. Parasını almasam dahi zorla veriyir. “İş başga dostluk başga” deyir. Şuna bak. Tertemiz sayfa. Cızık dahim yok. ( Sayfayı çevirir.) İşde geldik mıkdaraaaa! ( Seyirciye döner) Ule mikdar! Vallah sen benim ocagıma incir dikecaksan. Ule bu gaçıncı? Çayı içirsen içirsen parasını heç ödemirsen. Çayı haspiratör gibi içine çekisen. Günde elli, yüz çay içisen. İçtigin gibi yanındakilere de ısmarlırsen. Ama para nedir vermiirsen. Çayı içisen içisen bir türlü ödemirsen. Olmaz babam. Vallah olmaz. Böööle heç olmaz. Bene de yazık degil midir? Biz de ekmek parası gazanmıyak mı? Benim buradan başga bir gelirim mi var zındık? Her agzını açmanda “Ben burada hökkümetin güccük parmagıyam” deyirsen. “Ben agayam” deyirsen. Emme heç de borcunu ödemirsen. Agalık vermeyle olur. Bunu bilmiiir misen? Gusura bakma mikdar. Emmeee, heç borcuna sadık degilsan. Aha buraya “Veresiye istemeyiniz” diye boş yere levha asmadık. Gören de borcunu ödesin diye astık bu levhayı. Emme gören yok ki... ( Deftere döner) Dur bakalım. Bir hesaplayalım toplam gaç çay olmiştiir? Abooovv. 25 çay öbür aydan galmış. 15 çay heç ödenmemiş. Bu aya bakalım. ( Yine parmak hesabı yaparak toplama işlemine başvurur.) 0n, onbeş, yigirmi, otuz, gırkbeş, elli, elliseggiz, ellidogguz... onbeş, yigirmibeş daha, gırk çay eder. Ellidokkuz daha, toplam yüzdogguz çay. (Feryat edercesine) Anaaaa! Valla ocagıma incir diktin mıkdar. Vay başıma geleen. Uleee! Şimdi, bu gaddar çay parasını ben nasıl alabilirem? Olmaz mıkdar. Bene de yazıktır. Ben de insanam. Ben de çoluk cocuk geçindirirem. Vallahi olmaz. Böyle heç olmaz. Mıkdar dedigin borcuna sadık olmalı. Hep beleş, hep beleş, nereye gadar beleş. Yaz tahtaya al bahara. Bahar da heç gelmez ki... ( Kalkar. Ocağa bakar. Konuşmaya devam eder. Defteri masaya geri koyar.) İşte gafan bozulacak. Mukdar falan demeyecen bir daha çay falan vermeyeceeen... Görecek gününü. (Kafasını bir sağa bir sola sallar) cık cık cık, Allah Allah, tövbe Ya Resulallah! (Tekrar süpürgeyi alır. İçeriyi süpürmeye başlar.) Neyse içeriyi temizleyeyim. Müşteriler neredeyse gelmeye başlarlar. Bugün de hava gerçekten çok sovuk. Karlar eyicene çıldırdı. Bana mısın demiyor. ( İşe devam eder. Tam arkasını kapıya verdiği zaman elinde, zil takılmış def olan Deli Esat girer. Defi direksiyon gibi kullanır.)
DELİ ESAT: ( Ağzıyla uçak sesi çıkarır. Rüstem’in arkası dönüktür. Esat koşarak girer. Kalçasıyla Rüstem’e vurur. Sahnenin öbür tarafına geçer. Rüstem yere düşer.) Vuuuvvv Vuuuvvv! Vuuuuuuuv! Gaçın. Gaçın. Yaglı boya. Değmesin. Gaçın. Uçagımın tekeri patladi. Uçagımın tekeri patladı. Uçagımın tekeri patladi. ( Rüstemi düşürdükten sonra sahnenin öbür tarafına geçer. Ağzı ile fren yapar. Ayaklarını frenmiş gibi öne uzatır. Birden durur.) Fffff.
RÜSTEM: (Yerdedir) Ahhh! Of! Amann! Ne oldi? Ne çarpti bene böyle? Kamyon mi geçti?
DELİ ESAT: Rüstem Emmi (Yanına gelir. Rüstem hala yerdedir. Esat eğilir) Rüstem Emmi. Uçagımın tekerini kim patlatti?
RÜSTEM: Ah deli oğlan sen miydin? (Kalkmaya çalışır. Kalkarken Deli Esat elindeki tefle kafasına vurur. Rüstem tekrar düşer.) Ahh! Off!
DELİ ESAT: Deli senin babandir.
RÜSTEM: Ulen başlarım deli çanagına. Ne vurirsen ikide bir. (Kalkmaya çalışır. Esat yine vurur. Rüstem tekrar düşer.)
DELİ ESAT: Rüstem Emmi benim uçagımın tekerine ne olmiştir?
RÜSTEM: (Yattığı yerden sinirli.) Ne uçagı ulen? Başlaram şimdi uçagına da sana da...
DELİ ESAT: Valla Rüstem emmi biri benim uçagımın tekerine inne sokup patlatmıştir. Sen uçagımın tekerini görmüş müsen?
RÜSTEM (Kalkmaya çalışır.) Ahh çekil şu başımdan be adam. Bir de seninle uğraşamam. (Esat elindeki tefle Rüstem’in kafasına bir daha vurur. Rüstem bir kez daha düşer.) Ahh. Be adam ne vururisen iki de bir. Şimdi ayagımın altına alıp ezerim seni. Vallah.
DELİ ESAT: Rüstem Emmi sene böööle ne olmiştir? Yerleri böööle çok mi sevirsen. Heç kalkmiirsen.
RÜSTEM: La havle vela. Çekil dedim be adam. (Esatı iter. Esat geri geri düşer.)
DELİ ESAT: (Kızar) Rüstem emmi! Yoksa uçagımın tekerini sen mi patlattın?
RÜSTEM: Çocugum. Ne uçagı? Ne tekeri? Ne deyirsen sen? Deli misan akıllı mısan? De get şu başımdan.
DELİ ESAT (Tekrar yanına gelir. Kızgın) Uçagımın tekeri patlamıştir. Onu sen mi patlattın?
RÜSTEM (Ayağa kalkar) Hani len uçak? Nerede?
DELİ ESAT (Aynı tonda. Ellerini açar. Kanat gibi yapar.) Ahacık. Bu ganatları. (Ayaklarını öne atar) Bu frenleri. (Elindeki tefi gösterir.) Aha bu da dümenidir. (Tefteki zilleri gösterir.) Hem düdügü de vardır. Uçagımın tekeri patlamiştir.
RÜSTEM: (Sakin) Bak çocugim. Senin uçak yoktir.
DELİ ESAT: Vardir.
RÜSTEM: Yokdir.
DELİ ESAT: Vardir.
RÜSTEM: Çocigim. Yokdir. Olmayan bir şey de uçmaz.
DELİ ESAT: Gaybolmişdir.
RÜSTEM: Ule. Olmayan bir şey gaybolir mi?
DELİ ESAT: İiiyle mi?
RÜSTEM: İyle tabii.
RÜSTEM: Hadi geç bakayım şöyle otir. Akilli akilli dur. Sene beleşe bi de çay verem. İç tamam mi?
DELİ ESAT: Tamam. (Sevinçle masaya oturur.)Hıh hı hhııı hhı... Rüstem Emmi
RÜSTEM: (Ocağa gider. Çay koyar. Esata verir. ) Ne var?
DELİ ESAT: Benim uçagimin tekerini kim patlatti?
RÜSTEM: İnnallahamassabirin? Çocugum senin uçak yokdiiiir?
DELİ ESAT: iyle mi?
RÜSTEM: İyle.
DELİ ESAT: Pekii olmayan teker nasıl patladi?
RÜSTEM : Allah Allah!
ESAT: Rüstem Emmi...
RÜSTEM: Ne var?
ESAT: Benim uça...
RÜSTEM: Başlarım şimdi senin uçagına. Hırpo. Yanına gelirsem gösterirem sana uçagın tekerini kimin patlattıgini.
DELİ ESAT: (Gülerek) Ya Rüstem Emmi sen delisan? Olmayan uçagın tekeri patlar mi?
RÜSTEM: (Sinirle) Patlar!
DELİ ESAT: İyle miii? Hiii. Sen deli misan?
RÜSTEM: İyle. Deliyam. Var mı bir diyecagın? Hadi iç çayını. (Ocağa döner.)
ESAT: (Çayını içer. Türkü söylemeye başlar. Keyfi yerine gelir.)
Ah Rüstem Emmi beni eversene
Vah Rüstem emmi beni eversene
Yalnızlık canıma tak etti
Ah Rüstem Emmi beni eversene...
(Türküyü keser. Değiştirir)
Deli gız deli gelem mi?
Dam duvarı delem mi?
Sen moruk anan goynunda
Ben sovuktan ölem mi?
(Seyirciye fısıltıyla konuşur) Ben Mıkdar’ın gızını seviyem. Mıkdar’ın deli gızını istiyem. Emine’yi istiyem. (Aniden kalkar. Sahnenin bir ucundan öbür ucuna bağırarak koşmaya başlar.) Ben Emine’yi istiyem. Emine’yi seviyem. Mıkdar’ın gızı Emine’yi alacam. O benim olacak. Onu ben seviyem.
(Emine türküsünü söylemeye başlar)
Bir Kız Gördüm Bedende
Sallanı Da Gidende
Aklım Başımdan Gidi
Her O Kızı Görende
Oy Oy Oy Oy Emine
Çekme beni yemine
Ben Seni Çok Seviyem lo
İmanıma Dinime
Bir Kız Gördüm Yağ Alıy
Bahça Veri Bağ Alıy
Her O Kızı Görende
Yaralarım Sağalı
Oy Oy Oy Oy Emine
Çekme beni yemine
Ben Seni Çok Seviyem lo
İmanıma Dinime
RÜSTEM (Esat’ın yanına gelerek onu susturmaya çalışır. Yakalar. Eliyle ağzını kapatıp susturmaya çalışır. Esat susmaz. Rüstem kapatmaya çalıştıkça Esat ağzını Rüstem’in elinden kaçırıp türküye devam eder. Aralarında adeta bir kavga başlar.) Sus ule sus. Canına mı susadin? Ule mıkdar duyarsa, seni de beni de gebertir vallah. Benim ocagıma incir mi dikecaksan? Sus
ESAT: Ben Emine’yi istiyem.
RÜSTEM: (Esat’ı zorla masaya oturtur) İstemirsen.
DELİ ESAT: (Ayaga kalkar) İstiyem.
RÜSTEM: (Oturtur.) İsdemirsen.
DELİ ESAT: (Ayağa kalkar) Sen benim gönlümün kahyası mısan? İstirem.
RÜSTEM: (Oturtur. Bu sefer omuzlarından kalkmasın diye iyice bastırır. Kalkamaz) İsdemirseeen!
DELİ ESAT: (Oturduğu yerden elleriyle ayaklarıyla çılgınca hareket eder.) Nerden bilirsen? İstirem işte. Hem de isdirem. İsdireeeeeem.
RÜSTEM: Bene bak. İstemirsen. Yoksa sene çay vermirem. İstirsen çay yokdir. İstemirsen çay vardir? Ne dirsen?
DELİ ESAT: (Durur gülerek) İstemirem.
RÜSTEM: Ha şöyle. Otir hele. Çayını getirem. ( Ocağa girer. Çay getirir. Tekrar sorar) İsdir misen?
DELİ ESAT: Yok isdemirem.
RÜSTEM: Efferin. Al iç bakalım çayını. (Ocağa gider. )
ESAT: (Çayını içer. Rüstem ocağa giderken seyirciye gizlice) Gene de isdirem...
Sahne 2
İçerdekiler- Köy İmamı
İMAM: ( Sağ kapıdan içeri girer. Elinde tespih vardır. Sürekli tespih çekmektedir. Çok konuşan biridir.) Selamün aleyküm muhteremler. Sabah şerifleriniz hayrola. Dükkanınız betliii, bereketli ola. Aşınız azalmasıııın, artsın; kazanınız dökülmesiiiin, taşsın; işiniz daim düzgün, yolunda olsun; her şey gönlünüzce olsun...
RÜSTEM: Vay İmam Efendi. Hoş gelmişsen, sefalar getirmişsen. Çay içisen.
İMAM: Hastaya kar sorulur mu muhterem? O mübarek ellerinle, tavşankanından getir de içelim. İçimizi gönlümüzü ısıtalım. Gönlünü hoş tutanı, Hak Teâlâ da hoş tutar. İçi sıcak olanın, gönlü de sıcak olur. Gönlü sıcak olan, insanı sever. İnsanı seven hayatı sever. Hayatı seven de Allah’ı sever. Çünküüü, her şey O’ndan gelmiştir ve sonunda yine hep O’na gider.
RÜSTEM: Ağzınızdan bal dökülür İmam Efendi. Böyle süslü cümleleri nereden bulisen? Ne güzel konişisen.
İMAM: Teşekkür ederim. O sizin güzelliğiniz muhterem. İlimden irfandan şaşmamak gerek. (Esat’a döner) Sen nasılsın bakalım Esat Kardeşim.
DELİ ESAT : (Seslenmez)
İMAM: İyi misin sevgili kardeşim?
ESAT: (Seslenmez)
İMAM: Neden konuşmuyorsun?
DELİ ESAT: Günaha girmek istemiyem.
İMAM: Neden?
DELİ ESAT: Sana üçkâğıtçı imam diyiler.
RÜSTEM: Halt etmişsen sen.
D ESAT: Senin için, essah imam degil deyiler…
RÜSTEM: Çüüüş. Şu mübarek adama saygılı olisenn.
İMAM: Derler. Derler, muhterem. Desinler. Hakkımda çok konuşurlar. Yıllar önce bir köye imam olarak verilmiştim. İnsanlık hali bu ya! Rükuya eğildiğimde arkadan gaz yapmışım. O kadar utandım ki o köyden naklimi aldırıp kaçtım. Yıllar sonra köye yolum düştü. Unutmuşlardır dedim. Köye girerken çoban bir çocuk gördüm. Beni bildin mi dedim? Yok, bilmirem dedi. Kaç yaşındasın diye sordum. Valla bilmirem. Ama imam osurduğundan iki ay sonra doğmuşum, demez mi. Köye dahi girmeden geri döndüm.
RÜSTEM: Aman İmam Efendi. Ne gadar açık sözlüsün. Başgası olsa anlatmaz dahi bunları.
İMAM: Efendim, açık olmak dinimizde var. Yalan söylemek en büyük günahlardandır. Allah’ın bildiğini kulundan saklamak niye? (Esat’a döner) Peki Esat sen dua biliyor musun?
DELİ ESAT. Hee bilirem. Üç kulufallah’ı bir de Elham’ı
İMAM: (Gülerek) Afferim sana. O da büyük bir meziyet.
RÜSTEM: İmam Efendi aklıma takılmışken bir soru da ben sorayım.
İMAM: Buyur muhterem.
RÜSTEM: Hocam, oruç zamanı karşımıza bir ahu dilber çıksa, canımız çekse, bu halde dilber-i ahu mu makbuldür; yoksa oruc-u ramazan mı?
İMAM: Muhterem, bu soru maksadını aşan bir soru. Gerçek bir müminsen cevap, oruc-u ramazandır. Amma inkar-ı münkir isen verilecek cevap: Fırsatı boş yere kaçırma, sür sefasını dilberin, çünkü kazası vardır orucun, amma velakin, olmaz kazası dilberin.
RÜSTEM: Aman imam Efendi ne güzel buyurmuşsuz. Ne güzel demişsiz. Dimek olirr ki diğer şıkka göre insan, eline geçen fırsatı tepmeye.
İMAM: Zinhar öyle. Fırsat vardır bir gelir, bir daha ele geçmeye... Ama önce insan doğruluktan şaşmaya.
Bir gün akl-ı evvelin biri geldi akıl danıştı. Dedi “İmam efendi, ben kocamı aldatmak isterim caiz midir” dedim değildir. Dedi mutlak isterim. Dedim, kiminle. Dedi, köyün muhtarı ile. Dedim, cezası 6 aydır. Dedi, Bekçi olursa, dedim, cezası 12 aydır. Dedi, ya öğretmen olursa. Dedim, Öğretmen ile olursa bu ikiye katlanır. Ve hatta müebbede kadar gider. Dedi, imam olursa ne olur? Dedim, seni gidi seni, cennete gitmeye göz mü diktin? Meğer kadın cennetlik imiş. İşte muhterem insanın fırsatları değerlendirmesi caizdir. Ne me lazım, tepmemek gerekir.
ESAT: Deliler. Üçkağıtçılar. (İmama) Ne biçim imamsın sen? Hep yalan söylisen.
İMAM: (Yavaş) Günah evladım günah. Öyle deme.
RÜSTEM: Ayıp edisen vallah. Gül gibi hocamıza ne diye böyle deyisen? Çok ayıp. Bak çay vermirem.
DELİ ESAT: (Küser) İstemirem. İçmirem çayını. (Ellerini göğüslerinde kavuştururp küser. Yüzünü büzer. Hiç konuşmaz)
İMAM: Aldırma muhterem. Bunlar Allah katında çok değerlidirler. Saf, temiz, zararsız mahlukatdırlar. Bu tür mahdumlar ibret alına diye yaradılmıştır. İnsanlar bunları göre ki kendi hallerine şükrede...
RÜSTEM: Haklısın İmam Efendi. Ne bilem, ben cahil bir adamım. Bilemirem gayrı.
İMAM: Bilen sadece Allah’tır. O, her şeyi bilir. Her şeyi görür. Bize de O’na kulluk yapmak görevi düşer.
Sahne 3.
Öncekiler – Hüseyin Veled
HÜSEYİN VELED: (Boynunda fotoğraf makinası, sırtında çanta, elinde bir teyp veya kamera, kağıt, kalem, dosyalar vardır. Önce Esat’ı görür. Ona yaklaşır) Selamünaleyküüüüm.
DELİ ESAT: (Seslenmez)
RÜSTEM ve İMAM: (Aleykümselam.)
HÜSEYİN VELED: (Esat’a) Selamünaleyküm.
DELİ ESAT : (Seslenmez. Tuhaf tuhaf bakar. Küskünlüğü hala gitmemiştir.)
HÜSEYİN VELED: (Şaşkın. Bir kendine bakar, bir Esat’a. Üzerine bakar. Kılık kıyafetini düzeltir.) Selamünaleyküm dedik.
DELİ ESAT: (Birden bire bağırarak koşmaya başlar. İçerde dönüp dolaşır.) Selam verdi. Bene selam verdi. Bene selam verdi...
RÜSTEM: Ne olir? Neydirsen Esat?
DELİ ESAT: Bene selam verdi. Bene selam verdi.
RÜSTEM: Eee ne var bunda? Otur hele otur. Beygir gibi koşup durma öyle. Selam verdi diye bööle goşmak mı gerek. (Hüseyin Veled’e) Hoş gelmişsiz begim. Buyur hele şöyle otur. (oturur.)
İMAM: Selam, Allah selamıdır. Anlamı, benden sana zarar gelmez demektir. İnsanlar mutlaka birbirlerine selam verirler. Böylece karşıdakinde güven duygusu uyanır. Güvende ol. Benden korkma demektir. (Gelen kişiye) Aleykümselam muhterem. Köyümüze hoş gelmişsiniz. Hayırdır bu saatte, bu soğukta böyle kuş uçmaz, kervan geçmez bu köyde ne işiniz var?
HÜSEYİN VELED: Hoş bulduk be gardaş.
RÜSTEM: Bizim çocugun kusuruna bakmayasın. Allah’ın adamıdır. Garibanın tekidir. Buraların gülüdür. Neşesidir. Annayacagın bizim akıllı takımındandır. Hergün bööle celir, otirir, çayını içiirr, bazen de türkü söyliiirr.
HÜSEYİN VELED: (Anlar) Ya vah vah!
RÜSTEM: Çay içisen?
HÜSEYİN VELED: Kahve yook?
RÜSTEM: Çayı yeni demlemişem. Sıcacıkdır. İçin ısınır. Bu sovukta çay gider.
HÜSEYİN VELED: Haklısın. Dışarı çok soğuk. Tipi var. Çay içeyim. İçim ısınır.
İMAM: Hayırdır muhterem. Yeni tayin mi aldınız?
HÜSEYİN VELED: Efendim?
İMAM: Köye gelen yeni memurlardan mısın? Öğretmen gibi, bekçi gibi, sağlıkçı gibi...
HÜSEYİN VELED: Yok değil. Ben öğrenciyim. Üniversitede okuyorum.
İMAM: Çok hoş. Çok ala. Okumak dinimizin emri. Bilirsiniz ilk ayet-i kerime “Oku” dur. Allah okuyanları çok sever. Ne varsa ilimde, fende var. Okumak gerek. Okuyunuz efendim, okuyunuz. Ne bileyim olur a yeni imam falansınız diye hani...
HÜSEYİN VELED: Yok yok. Buraya muhtarı görmeye geldim.
RÜSTEM: (Çayı getirmeye gider) Hayırdır neydecaksan muhtarı? Hökümet adamı mısan?
HÜSEYİN VELED: Yok yok. Dedim ya okuyorum. Öğrenciyim.
RÜSTEM: Buaralarda havalar çok kötüdür. Soğuklar aniden bastırır. Kış, burada gelirem demez. Geldim der. Akşam bakarsın her taraf yemyeşil, havalar gayet güzel. Sabah kalkarsın bir bakarsın her yer bembeyaz. Tabiat ana bembeyaz gelinligini geyivermiş. O yeşillikler yerini kara bırakmış. Her ne hikmetse, hep de gece yağar bu meret.
İMAM: Allah’ın işine karışılmaz muhterem.
RÜSTEM: (Ocaktan çayı doldurup getirir. Hüseyin’e verir.) Eee anlat bakalım gardaş. Nesin, ne değilsin. Kimsin necisin? İn misen, cin misen? Nerden celiiir nereye cidirsen?
HÜSEYİN VELED: Be ağabi. Ben Kıbrıslıyım. Erzurum’da Üniversitede okuyorum. Oradan geliyorum. Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencisiyim. Son sınıftayım.
RÜSTEM: Gırpıs da neçi?
HÜSEYİN VELED: Kıbrıs. KKTC. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Yavru Vatan. Annadımın?
RÜSTEM: Gardaş, Gırpsı nire, Erzurum nire?
İMAM: Kısmet muhterem. İnsanın kısmetinde ne varsa odur. Her şey, insan daha doğmadan amel defterine yazılmıştır. Bu muhterem kardeşimin nasibi de buralardan verilmiş. Olacak ve olanın önüne geçilmez. Her şey takdir-i İlahi.
RÜSTEM: Vay ciğerim, Bu karda kışta nasıl gelebildin? Atın araban var mıydı? Neyinen geldin? Neydeyceğdin burada?
HÜSEYİN VELED: Taksi tuttuydum. Geliyordum. Fakat kar yolları kapatmış. Geçit vermez. Taksi kara saplandı. Yolda kaldık. Arabacığı bir türlü çıkaramadık. Şoförle az daha donacağıdık.. Oradan geçen iki köylü eşeklerle bizi kurtardılar. Şoför de oradan dönüp geri gitti. Beni de buraya getirdiler.
RÜSTEM: Yaa demek iyle? Desenize Allah yardım etmiş size.
HÜSEYİN VELED: Öyle.
İMAM: O, düşen herkese yardım eder. O, affedicir. O, kurtarıcıdr. Şükretmek gerek.
HÜSEYİN VELED: Şükür be ağabey. Vallahi Allah yardım etti da gurtulduk. Yoksa gideceğidik öbür tarafa.
İMAM: Kısmet muhterem. Vakti dolmayan hiç kimse gitmez. Her şeyin bir vakti bir sırası vardır. Ölüm de sırayladır. Kimse kimsenin gadasını almaz.
RÜSTEM: İşte gardaş. Burada hayat böyledir. Bu karda kışta da yola çıkılmaz ki... Buralarda tanıdıgın biri mi vardı?
İMAM: Muhterem, dedi ya, muhtarı görmeye gelmiş.
RÜSTEM: İyle mii? Valla ben duymamışam.(Hüseyin Veled’e) Neydeceğidin mıkdarı?
HÜSEYİN VELED: Bu köyün muhtarı 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı’na katılmış Savaşta babamla berabermiş. Babam onlara yol göstermiş. Yardım etmiş. Beni buraya gönderdi. Çok iyi bir insandır. Git, muhtar sana yardım eder dedi.
İMAM: Evet. Muhterem iyi bi zattır.
RÜSTEM: (Kendi kendine) Bir de çay paralarını ödese...
İMAM: (Rüstem’e) Buyur muhterem...
RÜSTEM: Bir şey demedim İmam efendi. Neydacakmış muhtarı dedim kendi kendime.
HÜSEYİN VELED: Bu sene okulu bitiriyorum. Bunun için Bitirme Tezi hazırlayacağım. Ben Derleyiciyim. Derleme yapacağım. Folklor araştırmaları için geldim.
RÜSTEM: (Kendi kendine) Dünürcü mü? Ne dünürcüsü? (Sesli) O da neçi gardaş?
HÜSEYİN VELED: Derleyiciyim. Yani Folklorcu
RÜSTEM: Folklör?
HÜSEYİN VELED: Folklör değil beyamca, Folklor.
RÜSTEM: O da neçi?
HÜSEYİN VELED: Folklor, Halkbilimi demektir.
RÜSTEM: Ne dimektir? Ne dimektir?
HÜSEYİN VELED: Halkın bilimi demektir. Yani senin bilimin, benim bilimim, hepimizin bilimi demektir.
RÜSTEM: Vallah gardaş, ben ilimden bilimden anlamirem. Ne işe yarir? Sen onu söyle.
HÜSEYİN VELED: Vallahi Ustam, ne bileyim. Aslında biliyorum da sana nasıl anlatayım onu bilmiyorum.
İMAM: Bilim ile uğraşmak iyidir muhterem. Peygamber efendimiz ne buyurmuştur? Bilim Çin’de de olsa gidin ondan faydalanın. Sizi tebrik ediyorum. Hangi bilimle uğraşıyordunuz?
HÜSEYİN VELED: Bakın şimdi: Ben, sizin yaşadığınız hayatın bir parçasını veya her parçasından bazı örnekler toplayıp, şehirdeki hocalarıma sunacağım. Mesela, sizler bana şiirlerinizi, türkülerinizi, manilerinizi, örf, adet ve geleneklerinizi söyleyeceksiniz. Ben de onları not alıp hocalarıma vereceğim. Onlar da bu ürünleri değerlendirip yayınlayacaklar. Böylece sizi herkes tanımış olacak. Kültürümüze sahip çıkıp, onu korumuş olacağız. Bu çalışma ile ben de okuldan mezun olacağım.
İMAM: Muhterem iyi, güzel de, böyle şeylerle uğraşmak ecnebi işi değil mi?
HÜSEYİN VELED: Ne alakası var efendim? Dediğinizin tam tersi. Biz, kendi kültürümüze sahip çıkıyoruz. Kendi öz değerlerimizi bulup ortaya çıkarıyoruz. Ve bunu da gelecek nesillere aktarıp, kültürümüzün yaşamasını sağlıyoruz.
İMAM: Muhterem, bir canı ancak Allah verir ve o canı da ancak Allah alır. Hurafelerle uğraşma. Bilimle uğraş.
HÜSEYİN VELED: Bu da ilim. Bir toplumun önce kendi öz değerlerini bilmesi, tanıması gerekiyor. Biz neyiz? Neredeyiz? Nereden geldik? Nereye gidiyoruz? İnsanlık amacımız ne?
İMAM: Küfüre düşme muhterem. Bizim tek amacımız vardır: O da Allah’a kulluk görevini yerine getirmektir.
HÜSEYİN VELED: Doğru hocam. Bak ne güzel dediniz. Ama bunu yaparken de ilimin ışığından yoksun kalmamalıyız. Kendimizi hurafelerle değil, gerçek bilimle aydınlatmalıyız. Allah sevgisine de ancak gerçek bilimle ulaşabiliriz. Bilimden zerre kadar uzak kalmamalıyız. Dinimiz de böyle emrediyor. Bakın, az önce siz de öyle söylediniz. Ne dediniz? İlim Çin’de bile olsa gidip ondan faydalanınız.
İMAM: Haşa. Sümme haşa. Onu ben değil, Peygamber Efendimiz buyurmuşlar.
HÜSEYİN VELED: Evet. Doğrusu da bu zaten.
RÜSTEM: Valla gardaş eyi deyirsiniz de ne bilem, ben cahil bir adamam. Döndün dolaştın beni hangi gazzıga bağladın bilemirem.
DELİ ESAT: Gazzıga gazzıga.
RÜSTEM: (Kızar. Tokat gösterir. ) Sen sus ule. (Esat susar) (Sahnenin önüne gelerek)
Tencerede bişen otdir
Yiyemem garnim tokdir
Bu söylediğin sözlere
Heç bir diyacağım yokdir.
HÜSEYİN VELED: (Aniden yazmaya başlar. Teybi açar. Deli de bir şey var diye arkasından koşar. Onun yaptıklarını yapmaya çalışır. Veled, teybi Rüstem’in ağzına yaklaştırır.) Çok güzel, çok güzel. Bir daha söyle şunu. Bir daha söyle.
RÜSTEM: Neyi söyleyem gardaş?
HÜSEYİN VELED: Şimdi söylediklerini bir daha söyle.
RÜSTEM: Şimdi söylediklerimi bir daha nasıl söyleyem?
HÜSEYİN VELED: (Teybi çeker) Söyleyemez misin?
RÜSTEM: Söyleyemem. Bir celdi, bir cetti...
HÜSEYİN VELED: Tüh gitti o güzelim mahsul.
DELİ ESAT: (Hüseyin’i taklit eder.) Tüh, gitti
RÜSTEM : (Vurur) Sen sus len. Geç otir yerine. (Esat oturur.) (Hüseyin’e) Ne mahsulünden bahsedirsen gardaş? Yaza daha çok var. Ekinler çıkmadı ki mahsul alına. Garlar eriyecak da, yaz gelecak da mahsul alına...
HÜSEYİN VELED: Bu mahsul, senin bildiğin, anladığın mahsulden değil. Anlatsam da anlayacağın yok.
İMAM: Anlamaz muhterem. Köylü kısmı ne bilsin şiiri, maniyi. Onun derdi ekmekle. Yağmurla. Tarla ile gübre ile. Gurban olduğum yağmuru verirse, o sene keyifleri yerinde olur. İşte o zaman gel, türkünün alasını dinle. Bozlak mı den, oynak mı den. Nasıl istersen iste.
RÜSTEM: Haa tamam tamam. Bildim. Yıllardır bu köye geldiğinden beri, bizim örgetmen de o senin dedigin mahsullerden bahsedir durur.
İMAM: (Gizli) Muhterem, karıştırma şimdi öğretmeni. Sana onu soran mı var? Allasen...
HÜSEYİN VELED: Tamam şimdi oldu. İşte o mahsüllerden söz ediyorum.
RÜSTEM: Tamam da bizim örgetmen yıllardır ne ekiiir, ne de biçir? Deli gibi ondan bundan şarkı, türkü topliiir. Bilmir ki asıl mahsul ekip biçmekle alınır. Sözle mahsul alındıgı ne görülmitir; ne de işitilmiştir.
İMAM: Ha babana rahmet muhterem. Ne güzel de anlattın olayı.
HÜSEYİN VELED: (Yumuşak bir dil ile) Neyse be gardaş. Senin mahsul sana, benim mahsul bana. Tuvalatiniz nerededir? Çok sıkıştım. Hele şu tuvaletin yolunu gösterin de ihtiyacımı gidereyim.
RÜSTEM: Ayak yoluni mi sorisen baba?
HÜSEYİN VELED: Evet.
İMAM: Hela demek istiyor muhterem.
RÜSTEM: Oliiir. Gösteriirem. (Kapıyı gösterir. Dışarıyı tarif eder.) Aham beyle cit. İyle az degil. Epey cit. Köyün dışına gadar çık. Gözle görülmeyen her yer ayak yolidir. ( Bu arada Esat, öne doğru eğilmiş. Elleri apış arasında tuvaletine sıkışmış vaziyette gülerek sahnenin önüne gelir.)
HÜSEYİN VELED: Ne yani tuvalet yok mu?
RÜSTEM: Var begim. Olmaz olur mu? Gözden ırak her yer tuvalettir. De get tarlaların içine. Kimsecikler görmez. Gerçi bu sovuk havada biraz üşüyecaksan amma, hep dinç kalırsan. Unutma burada gözden ırak her yer tuvalettir.
HÜSEYİN VELED: İyi çıkayım bari. (Çıkar)
Sahne 4
Deli Esat – Kahveci Rüstem – Sonra Muhtar
DELİ ESAT: (Gülerek Hüseyin’in arkasından onu taklit eder. Eliyle ön kısmını tutarak ) Piiişşşşş, Piişşş, Piiiişşşşşşş...
RÜSTEM: (Görür. Kızar. Aniden koşar) Ne yapırsen len? Terbiyesiz. Neydirsen öyle? Ayıp degil midir? Misafire böyle mi davranılır?
ESAT: Pişe mi gitti.
RÜSTEM : (Kızgın) Yok, çişe gitti. Utanmaz çocuk. Nerden öğrenirsen beyle edepsiz şeyleri? Otur bakalım şuraya. (Esat’ı tutar, masaya otutturur.)
İMAM: Çok ayıp şey bunlar muhterem. Çocuklarımızı güzel terbiye ile büyütmemiz gerekiyor. Terbiye olmazsa ahlak da olmaz. Ahlak olmazsa, toplumun genel yapısı bozulur. Genel yapı bozuk olursa, huzursuzluk başlar. Huzursuzluk başlarsa kavga çıkar. Kavga çıkarsa anarşi hortlar.
RÜSTEM: Ya İmam efendi bütün bu saydıklarının sebebi nedir?
İMAM: Ne olacak? Televizyon. Sinema. Tiyatro gibi gâvur icadları. Bunlar, ülkemize geldi geleli toplumda ar namus kalmadı. Ahlak yapımız bozuldu. Bak şu sabinin haline. Niye bu hale geldi? Çünkü televizyon seyrediyor. Gâvur icadıyla beyni yıkanıyor. Bir de buna ilim diyorlar.
RÜSTEM: Ne bileyim İmam Efendi. Ama televizyonda güzel pirogramlar da oliir. Dünyadan habarleri öğreniyik. Melmekette ne var ne yok hepisini duyuyiik.
İMAM: Eeeh. İyi yanları da vardır muhakkak muhterem. Hepten de kötü demedik zaten.
DELİ ESAT: Kötü sensin. Milleti kandırısen.
RÜSTEM: Sus ule, böyle böyük adama lat atma. Günaha girececennn.
İMAM: Bırak Rüstem Efendi o daha sabi. Ne dediğini bilmiyor.
RÜSTEM: O ancak türkü söylemesini billiir. Hadi len bir türkü söyle de keyfimizi bulak.
DELİ RÜSTEM: (Nazlanır) Yok söylemirem.
RÜSTEM: Hadi len. Söyle.
DELİ ESAT: Yok. Söylemirem.
RÜSTEM: Bak söylersen sene beleşe çay verirem. Ne dirsen? Söyliirsen?
DELİ ESAT: (Sevinçle) He. Söylirem.( Biraz durur) Çayımı isterem haaaa.
RÜSTEM: (Çay getirmeye gider.) Tamam. Tamam. Aha çayını getirirem.
DELİ ESAT:
Deli gız deli gız gelem mi?
Dam duvarı delem mi?
Sen moruk anan goynunda
Ben sovuktan ölem mi?
( Tam o anda muhtar içeri girer)
MUHTAR: (Sırtında kar vardır. Şapkasını eline alır. Karları silkeler.) Selamünaleyküm. Bu ne kadar kar böyle yahu? Bunca zaman böyle kar görülmedi. Dizlerimize kadar gömülüyoruz valla.
RÜSTEM: Aleykümselam.
İMAM: Aleykümselam Muhtar.
ESAT: (Seslenmez. Küs vaziyeti)
MUHTAR: Ne o Esat? Bakirem keyfin yerinde. Sesin daha dışarılarda duyuliir. Beni görünce neden susisen öyle? Küs müyük? (Masaya oturur) Ooo nargilem de haziiir. ( İçmeye başlar) Sağolasın Rüstem Aga. Her bir şeyi düşünisen.
RÜSTEM: Hoş gelmişsen Muhtar.
MUHTAR: Hoş bulduk Rüstem Aga. Nasılsan eyisen?
RÜSTEM: Valla muhtar şükürler olsun. Aha bu deliyinan uğraşıır dururik.
MUHTAR: Sen nasılsın İmam Efendi?
İMAM: Hamdolsun yaradana muhterem. İyiyiz şükür.
MUHTAR: Allah iyiliginizi versin.
İMAM: Cümlemize muhterem.
MUHTAR: Len Esat! Gene bagır bagır türkü çıgırırdin. Hadi söylesene.
ESAT: (Konuşmaz. Omuz silker)
MUHTAR: (Güler) Bu da beni sevmedi gettii namıssız.
RÜSTEM: Haa muhtar ben da az evvel Esat’ı sene yollayacaktım. Eyi da geldin.
MUHTAR: Niye ki? Gene çay mı satamadın? Sen de satamadıgın çayları hep bana içirisen.
RÜSTEM: Yok iyle degil. Şeherden biri gemiştir. Seni sorir.
MUHTAR (İrkilir.) Şeherden biri mi gelmişdir? Beni mi sorir? Kim ki? Ne isdiiir? Hökkümet adamı olmasın?
RÜSTEM: Yok be mıkdar. Gençten biri. Gırpıslı imiş.
MUHTAR: Gırpıslı mı? Ule kimdir ki? Neydacakmış beni? Ule benim Gırpıslılarınan ne işim ola ki?
İMAM: Asker arkadaşınızın oğlu imiş muhterem.
RÜSTEM: Hee. iyle dedi.
MUHTAR: Esker argadaşimin ogli mi? Ule kim ki? Bunca zaman geçti aradan. Gırpısta Barış Harekatında ben de varıdım. Birçok arkadaşım olduydu. Emme ne bileyim kimdir? Eee neydacakmış? Sormadiz mi?
İMAM: Sormaz olur muyuz muhterem?
MUHTAR: Pekii? Ne dedi?
RÜSTEM: (Eğilir gizlice) Herhal sene dünürcü gelacakmış.
MUHTAR: (Şaşkın yavaşça ) Nee? Dünürcü mü gelmiş? Bene mi?
RÜSTEM: Neblem Mıkdar? Bene iyle dedi. “Ben dünürcüyüm” dedi “mıktarı görmek isdirem” dedi. Bir da “Bez” yapacakmış. Emme ne bezi orasını annamamışam.
MUHTAR: Nereye citti bu genç?
RÜSTEM: Ayak yoluna citti. Şincik gelir. Her hal senin gıza dünürcü geldi. Senin deli gızı isteyecek.
MUHTAR: (Sevinçle) Deme Rüstem Aga. Bu hayırlı heberdir. Bunca zaman sonra bizim gıza da gısmet çıktı dimek. Muştu isteyeydin ya Rüstem Aga. Çok heyirli bir heber bu. Valla bütün çay borçlarını bir galemde silerdim.
RÜSTEM: Gene sil Mıkdar.
MUHTAR: Dur yav. Sen de sevincimize incir dikme şincik. Sonra ödeşirik. Borcumuz borç. Gaç göç mü var? Dimek bizim gızı everirik ha? Hem de Gırpısa gelin verirek. Valla bizim gız durdi durdi, durnayi gözinden vurdi. (Esat’ı çağırır) Len Deli oglan nerdesan? (Görür) Ha burada mısan? Cel buraya.
DELİ ESAT: (Küs) Gelmirem.
MUHTAR: Oglim cel.
DELİ RÜSTEM: Gelmirem.
MUHTAR: Oglim gelisen?
DELİ ESAT: Gelmirem.
MUHTAR: Bak döverim gel.
DELİ ESAT: Yok gelmirem.
MUHTAR: Len niye gelmisen? Deyyus!
DELİ ESAT: Bene ne. Sensen deyyus. (Bağırarak) Gelmiiiireeeeemmmm!
MUHTAR: (Kızar, tokat gösterir.) Sus ulen! Cazgır gibi ne bağıırisen?
DELİ ESAT: Sensen cazgır.
MUHTAR: (Tokat vurur) De get len gavat!
DELİ ESAT: (Ağlayarak) Nu vurisen le! Sensen gavat. (Ağlaması gittikçe artar) Eeeeeeee!
MUHTAR: (Vurduğuna pişman) Oglum sus aglama. Rezil edecaksan beni.
DELİ ESAT: Eeeeeeeeeeee...
MUHTAR: Oglum sus dedim sene. Aglama . Bak şeker verirem sene.
DELİ ESAT: Eeeeeeeeeee...
MUHTAR: Para verirem...
DELİ ESAT: Eeeeeee...
MUHTAR: (Tokatı gösterir. Kızarak ) Sus len! (Esat tokatı görünce susar.) Hah şöyle. Yola gel. Namıssız. Hade şurdan get bizim eve, benim avrada heber ver. Gıza dünürcü gelecakmış de. Hazırlık yapsınlar. Dünürcü oglan, bez istirmiş de. Evde bez falan hazırlasınlar. Ne gaddar bez varsa toplasınlar. Hette gomşulardan da bez alsınlar. Neme lazım belki yetmez. Tamam mı?
DELİ ESAT: (Başıyla tamam işareti yapar. Sonra yok işareti yapar. Döner) Getmirem. Getmirem işte.
MUHTAR: Oglum niye gitmisen?
DELİ ESAT: Emine’yi evereceen.
MUHTAR: Oglum heyirli iştir bu. Eyi iştir.
DELİ ESAT: (Bağırarak) Hani bene vereceğidin.
MUHTAR ( Kızar) Len, de get deli oglan. Sıçtırtma şimdi bubayın çanagına.
DELİ ESAT: (Kızmıştır. Delirir) Bene ne. Bene neee.. Emine’yi ben istiyem. Onu ben alacagam.
MUHTAR: Ulen şimdi başlaram senden de, Eminenden de... Deyyus. (Esat kaçar. Muhtar kapıya kadar kovalar. Yakaladığında bir de arkasından vurur. Tekme falan sallar. Esat çıkar)
ESAT: (Dışarıdan) Emine’m elden gidiiirr. Emine’m elden giddiir. Oy oy oy Emine, çekme beni yemine...
Sahne 4
MUHTAR- İMAM- RÜSTEM HÜSEYİN VELED
MUHTAR: Yahu bu çocuk, bu gaddar bezi neydacakmış?
RÜSTEM: Neblem mıktar Şarkı, türkülere de çok meraklı. Onları toplayıp bir şey edecakmış.
MUHTAR: Neydacakmış?
RÜSTEM: Neblem mıkdar?
İMAM: Ya muhterem, bu çocuk üniversitede okuyor. Araştırma yapıyor. Hocalarına verecek. Öyle dedi ya.
MUHTAR: Neyse imam efendi. Sonra anlarık. İş muhim. Şu bizim gızı verdik mi ötesine bakma.
İMAM: İlahı taktir muhterem. Allah’ın dediği olur.
MUHTAR: İyle iyle...
RÜSTEM: Haa bir de folklör ekibi kuracakmış.
MUHTAR: Folklör ekibi mi guracak? Allah Allah biraz gaçık mıdır?
RÜSTEM: Biraz degil, tam gaçıktır.
MUHTAR: Ule bu hepten deli mi? Yok arkadaş ben deliye gız vermem. Deliye varacagına evde galsın daha eyi. Ben bakarım gızıma.
İMAM: Kısmet muhterem kısmet. Her şey olacağına varır. Olacaktan öte yol yok. (Tam bu esnada Hüseyin Veled içeri girer.)
HÜSEYİN VELED: Selamünaleyküm.
MUHTAR: Aleykümselam.
RÜSTEM: İşte mukdar, sene söz eddigim genç budir. (Hüseyin’e) Begim, işte mıkdarımız budur. Ne diyecaksan gayri gendine de. Buyur...
HÜSEYİN VELED: (Muhtara yaklaşır. Elini uzatır) Merhaba Amca. Nasılsınız? İyi misiniz?
MUHTAR: Allah’a şükür eyiyik. Sen da eyisen?
HÜSEYİN VELED: Teşekkür ederim. İyiyim.
MUHTAR: Allah eyilikler versin.
HÜSEYİN VELED: Size de .
İMAM: Cümlemize muhterem, cümlemize...
MUHTAR: Eee! Söyle bakayım genç. Kimsin? Neyin nesisin? İn misan, cin misan? Beni neye ariiisen? Ben bir hayra yoramadım.
HÜSEYİN VELED: Hayırdır amca hayırdır. Ben Kıbrıs’tan geliyorum. Bekir Veled’in oğluyum.
MUHTAR: Bekir Veled, Bekir Veled isim yabancı değil, ama tam da çıkaramamışam.
HÜSEYİN VELED: Barış Harekâtında babamla beraber Rumlara karşı mücadele etmişsiniz. Babam sizlere rehberlik yapmış. Hep sizin yanınızdaymış Kıbrıslı Veled dersen o bilir dedi. İşte ben Onun oğluyum.
MUHTAR: (Sevinçle) Vayyyy! Bildim Bildim. Bizim Veled’in Veled’i. Ule Veled hele hoş gelmişsen, sefalar getirmişsen. Şöyle otirisen. (Hüseyin oturur) (eski günleri yaşar) Hey gidi günler hey. Sene 1974. Aylardan Temmuz. Sıcak yaz günü. Mübarek Gırbıs da cehennem ateşi gibi yakıyor. Buram buram terler akıyor bizden. Yol bilmiyik, yer bilmiyik. Baban çok yardım ettiydi bize. Yol gösterdiydi. Mihmandarlık yaptıydı. Gırpıslılar çok temiz insanlar. Misafirperverler. Ellerindeki yiyecek içecekleri hep bizimle paylaştılar. Suyumuzu, ayranımızı verdiler.
HÜSEYİN VELED: Öyledir. Akdeniz’in sıcaklığını taşırlar. Yardımseverdirler. Misafirperverdirler. Suç oranı azdır. Kimse kimsenin hakkında kötü söz söylemez.
MUHTAR: Ha babana rahmet. Aynen iyle. Babanla Beşparmak Dağlarında az mı bulunduk? Düşmana garşı beraber, omuz omuza savaştık. Çok yardımını gördük babayın, çoook. Yaman adamdı vesselam. Eyi adamdı. Çok güzel anlaşırdık onunla. Bir keresinde gavurun biri arkadan bubana nişan almıştı. Gözümün önünde vuracaktı. Bereket gördük de erken enseledik namıssızı. İmanına yandığımın var mı öyle insanı arkadan vurmak? Bu dünyada ölürken de, öldürürken de mert olacaksan. Namert gitmeyecaksan öbür tarafa. Emme nerde elin gavurunda o mertlik? Neysa bırakak şimdi bunları. Neeydiiir şimdi bizim goca Veled?
HÜSEYİN VELED: İyidir. Size çok selamı var.
MUHTAR: Aleykümselam. Getiren gönderen sağ olsun. Baban o zamanlardan söyliirdi “Senin gızı, benim doğacak ilk oğlana alırım” diye. Hey gidi günler hey...
HÜSEYİN VELED: Sizin bana yardım edeceğinizi söyledi.
MUHTAR: Elbette. Başım gözüm üstüne. O iş golay. Hele bi eve gedek. Bi şekerli gahvemizi iç. Bak acı demiyom ha.. Anla garii. O iş golay. Meraklanma. Önce bi tanışak. Yüz yüze gelek. Görüşek. Anlaşabilirsek gerisi golay. Önemli olan sizin, he demeniz.
HÜSEYİN VELED: Fotoğraf makinamı ve taybimi de yanıma aldım
MUHTAR: Ne zahmet ettin. Ne lüzumu vardı. Bu Gırpıslılar da çok ince oluyor canım.
HÜSEYİN VELED: Aaa olur mu? Onlar olmadan yola çıkamam. Onlar benim elim, ayağım, her şeyim. Topladığım mahsulleri kayıt yapamam onlar olmazsa. Evdekilerin anlatacakları, hikâyeler, türküler, maniler, masallar, şiirler uzun olabilir. Zamandan kazanabilmek için, onları teybe kaydediyorum. Veya kamera ile filme alıyorum.
MUHTAR: Hee. Az önce Gahveci de dediydi. Emme biraz odin gafalidir. Tam anlayamamış. Cahal işte. Gusura bakma.
HÜSEYİN VELED: Rica ederim.
MUHTAR: Folklör de guracakmışsan. Meraklanma ben sana yardım iderim. Bizim örgetmen de iyle şeyleri çok sever. Aydın biridir. Kültürlü, okumuş. Her bir şeyi bilir.
İMAM: (Kendi kendine) Mübalağa etme muhterem.
MUHTAR: Nasıl bir folklör guracaksan? Kimleri alacaksan?
HÜSEYİN VELED: Yok Bey amca. Folklör değil. Onun doğru söylenişi Folklor.
MUHTAR: Folklör.
HÜSEYİN VELED: Folklor.
MUHTAR: Folklör:
HÜSEYİN VELED: - lor amca –lor. Sonu lör değil, lor olacak.
MUHTAR: -lör
HÜSEYİN VELED: lor, ( Üzerine basa basa) Foolklooor.
MUHTAR: löööööör
HÜSEYİN VELED: loooooor
MUHTAR: ( Kızgın) Canım iyle dört patlarlı motor gibi ne patlayıp duriseen? Makina gibi lor lor lor. Her neyse. Ben aslını bilmirem. Şimdi bizim eve gidek Öbür meseleyi da gonuşak. Burada olmaz.
HÜSEYİN VELED: O mesele kolay. Kadınlarla, kızları karşıma alıp konuşturacağım. Mümkün olursa tek tek görüşeceğim. Hepsinin fikirlerini alacağım. Ne biliyorlarsa kayıt yapacağım.
MUHTAR: (Kendi kendine) Herhal biizim gızın huyunu suyunu örgenacak. (Yüksek) Eyidir, eyidir. Begenacaksan. Heç merak etme. Çok eyi anlaşırsız. Bi danedir benim gız.
HÜSEYİN VELED: İnşallah bir zorluk çıkarmaz.
MUHTAR: Yok canım. Haddine mi düşmüş. Ne zorlugu çıkaracak? Ben ne dersem o olur. Beni dedigimden dışarı çıkmaz. Yeter ki sen he de bu işe.
HÜSEYİN VELED: Sağ ol amca. Dedim gitti. (Öğretmen girer.)
Sahne 5
Evvelkiler – Öğretmen
ÖĞRETMEN: (Takım elbiseli, kravatlı) Merhabalar Beyler. (Öğretmen içeri girince İmam huzursuz olur. Oradan gitme telaşına düşer. Huzursuzluğunu seyiirciye hissettirmelidir)
MUHTAR: Merhaba Örgetmen Beg. Gel bakalım şeyle. Hoş gelmişsen.
ÖĞRETMEN: Hoş bulduk.
MUHTAR: Örgetmen beg, bak bu deliganlı Gırpıs’tan geliir.
ÖĞRETMEN: Öyle mi? Hoş geldiniz? Hayırdır? Buralarda böyle?
HÜSEYİN VELED: Hoş bulduk hocam. Sağ olun. Ben üniversite öğrencisiyim. Edebiyat Fakültesi son sınıftayım. Bitirme Tezi hazırlıyorum da. Derleme için geldim.
ÖĞRETMEN: Ooo çok güzel üstadım. Hayırlı olur inşallah.
MUHTAR: Örgetmen Beg. Bu işlerden sen anlarsın. Bu delikanlıya yardımcı olalım.
ÖĞRETMEN: Ne demek, derhal.
MUHTAR: Bizim delikanlı, şarkı, türkü topliirmiş. Bene dünürcü geldi.
HÜSEYİN VELED: Dünürcü değil Beyamca. Derleyici. Ona dünürcü demezler, derleyici derler. Ben derleyiciyim. Dünürcü değil. Şiirleri, türküleri, şarkıları manileri, ninnileri topluyorum. Bunlarla bitirme tezi yapacağım. Senin anlayacağın onları kitap haline getireceğim.
MUHTAR: Nee? Sen dünürcü gelmemiş misan?
HÜSEYİN VELED: Anlamadım.
MUHTAR: Dünürcü...
HÜSEYİN VELED: Hayır, Dünürcü değil, derleyici.
MUHTAR: Bez...
HÜSEYİN VELED: Bez değil, tez. Bitirme tezi.
MUHTAR: (Her şeyi anlamıştır) Vay başıma gelen. Poki yedik. (Kahveciye döner) Yedim ulan seni. Neydecik şimdi? Deliyi de eve gönderdik.
RÜSTEM: Vallah ne bilirem mıkdar. Bir pislik çıkmasın da.
MUHTAR: Bir pislik çıkarsa valla seni öldürürem bilmiş ol. Neysa. Şimdi çaktırma. Düzeltirik.
RÜSTEM: Örgetmenin üzerine bırakak. Nasılsa ikisinin de mayaları aynı.
ÖĞRETMEN: Hayırdır muhtar, meseleniz nedir? Kendi aranızda ne konuşuyorsunuz öyle?
MUHTAR: Yok bir şey örgetmen. Aha imam da burada. Bu gence yardım edek dedik.
ÖĞRETMEN: (Alaylı) Tabii tabii, İmam Efendimiz çok aydın biridir. Bu konularda ilim irfan sahibidir. Değil mi hocam?
İMAM: Estağfurullah muhterem. Öğrendiklerimizi, bildiklerimizi paylaşıyoruz vatandaşlarımızla. Teveccüh ediyorsunuz.
HÜSEYİN VELED: (İmama) Hocam hangi üniversiteden mezunsunuz?
İMAM: Anlamadım muhterem.
ÖĞRETMEN: Genç arkadaş hangi okulu bitirdiniz diyor.
İMAM: Haa anladım muhterem sağol.
HÜSEYİN VELED: Atatürk Üniversitesi mi?
İMAM: Yok muhterem
HÜSEYİN VELED: İstanbul?
İMAM: Yok muhterem.
HÜSEYİN VELED: Ankara?
İMAM: Yok. Adana.
HÜSEYİN VELED: Çukurova Üniversitesi? Çok güzel
İMAM: Yok muhterem.
HÜSEYİN VELED: Başka Üniversite var mı?
İMAM: İmam Hatip.
HÜSEYİN VELED: Lise mezunu musunuz?
İMAM: Hayır muhterem. Lise birinci sınıftan terk. Ama İlmimi orada geliştirdim. Eee ben de müsade isteyeyim artık muhterem.
MUHTAR: Hayrola İmam Efendi. Nereye gidirsen? Ne güzel konişiiirdik.
İMAM: (Saate bakar) Vakittir muhterem. Cemaatin gelmesi yakın.
ÖĞRETMEN: Bilirsin muhtar, karanlık aydınlığı sevmez. Güneş doğduğunda karanlık kaybolur. Artık imamlarımızın da üniversite mezunu olması gerekiyor. Bu işi ehli, aydın, okumuş kişilerin yapması gerekiyor. (Alaylı) tabii hocamıza sözümüz yok. O, yıllardır kendini yetiştirmiş. Tecrübe sahibi olmuş. Bu işi iyi yapıyor. Bizim sözümüz kendini aydın gösteren, okumamış, ilim yapmamış, mektep medrese görmemiş babadan dededen duyma sözlerle hareket eden, cahil kişilere.
İMAM: (Kendi kendine) Tövbe tövbe. (Yüksek) Neyse Muhtar Efendi bana müsade. Hepinize hayırlı günler dilerim. (Çıkar)
MUHTAR: Güle güle İmam Efendi.
HÜSEYİN VELED: Ya merak ettim. İmam üniversiteye hiç gitmediği gibi liseyi de bitirmemiş. Peki devlet nasıl imamlık görevi vermiş?
MUHTAR: Yok. İmam efendi, devlet görevlisi degildir. Köyümüzde imam yokti. Kendisi yıllar önce bu köye geldiğinde Ramazanda teravihleri gıldırdı. Baktık ilim irfan sahibi. Hoşumuza gitti. Güzel vaazlar veriirdi. Eee malum burası kar kış köyü. Karlar yağınca yeddi sekkiz ay dünya ile irtibatımız kesiliir. İmam da vermiirler. Biz de köy heyeti olarak karar aldık. İmamın masraflarını köylüden topladıgımız paralardan karşılıriik. Buğdayını, ekmegini, yogurdunu, peynirini, sütünü de verirrik. O da sagolsun bize imamlık yapıır. Ee ne de olsa o da lazımdir. Öyle degil mi?
ÖĞRETMEN: (Hüseyin Veled’e) Ama her nedense köylü onun ağzına bakıyor. O, ne derse o yapılıyor. Bizim sözümüz havada kalıyor onun söylediklerinin yanında. Neyse bu konulara girmeyelim. Azizim size nasıl yardımcı olabiliriz?
HÜSEYİN VELED: Hocam, dedim ya. Ben folklorcuyum. Buraya derleme yapmak için geldim. Köylü kadınlarla görüşeceğim.
ÖĞRETMEN: (Sevinçle yanına oturur) Azizim çok ciddi bir mesele bu. Bu işi Türkiye’de yapan çok az insan var. Millet olarak kültürümüze, kültür değerlerimize sahip çıkmamız gerekir. İlerdeki nesillere çok iyi bir kültür mirası bırakmamız gerekir. Kültür, öyle bir kaç yıl içinde meydana gelecek bir olgu değil. Yüzyıllar içinde oluşuyor. Bir düşünün, binlerce yıldır bu ülkede yaşayan Türkler kültürlerini meydana getirmiş. Bir kültür oluşturmuş. Bu kültür ürünleri sayesinde geçmişimizden haberdar oluyoruz. Atalarımız nasıl yaşamışlar, neler düşünmüşler, neler yapmışlar bilgimiz oluyor. Kültürü kuvvetli olan milletler, çağdaş dünyada çok güçlü oluyor. Medeni ülkeler arasında en önde yer alıyor. Bu nedenle kültürel değerlerimiz korunmalı, onlara sahip çıkılmalıdır. Sizi, bu anlamda tebrik ediyorum. Gerçekten kutsal bir iş yapıyorsunuz.
HÜSEYİN VELED: Sağ olun hocam. Bana güç verdiniz. Moral verdiniz. Ne kadar güzel konuşuyorsunuz.
ÖĞRETMEN: Ben de çok meraklıyım bu işlere. Durmadan okuyorum. Amatörce elimden geldiği kadar derlemeler yapıyorum. Ben bir köy öğretmeniyim. Gittiğim köylerde birçok ürün topladım. Onları biriktirip koruma altına aldım. Size de kopyalarını verebilirim.
HÜSEYİN VELED: Teşekkür ederim hocam. Çok iyisiniz.
ÖĞRETMEN: Bir şey değil. Benim için de büyük bir zevk. En azından elimde saklı duracağına sizlerin elinde değerlenmiş olur.
HÜSEYİN VELED: Evet. Bunlar daha sonra kitaplaşacak ve sonraki nesillere de miras kalacak. İlerde dileyen bir gencimiz bu kaynaklara başvurarak bizim yaşayışımız hakkında bilgiler elde edecek.
ÖĞRETMEN: Yalnız üstat, burası biraz tutucudur. Özellikle kadınlar ve kızlar, yabancı erkeklerle görüşmek, konuşmak istemezler. Görüşseler de yüzlerini kapatırlar. Yüzüne bakmazlar. Başları hep aşağıdadır. Bakın, ben yıllardır bu köydeyim. Hala benden de çekiniyorlar. Dinlemek istemiyorlar. Size elimden geldiği kadar yardımcı olurum. Buralarda köşede bucakta saklı bir çok halk hikayeleri , şiirler, maniler var. Bunları toplamakla topluma çok faydalı olacaksınız. Dediğim gibi halk biraz cahil. Çekiniyorlar. Utanıyorlar Ve hatta korkuyorlar. Oysa burada özellikle yaşlı kadınlar birer hazine. Çok şey biliyorlar. Analarından, babalarından, dedelerinden, ninelerinden öğrenmişler. Kulaktan kulağa akıp gitmiş. Kâğıda, yazıya dökülmemiş. Sözlü olarak devam etmiş. Hala da ediyor. Bir derleyici de buralara kadar gelemiyor. Ne de olsa kar kış. Yol yok. Kalacak yer yok. O güzelim mahsuller unutularak ölüp gidiyor.
HÜSEYİN VELED: Muhtar, bana yardım edeceğine söz verdi. Kadınlarla kızlarla görüştürecek beni.
MUHTAR: (İsteksiz) Valla ne yapacagımızı pek de bilmirem. Amma bir kere söz verdik işte. Elimden geleni yapacagam.
ÖĞRETMEN: Bak muhtar efendi. Bunda anlamayacak, bir şey yok. Arkadaşın folklor dediği, senin bildiğin sadece düğünlerde oynanan halk oyunlarından ibaret değil. Folklor denilen şey, hepsini içine alır. Kısaca söyleyecek olursak, giydiğiniz elbiseleri, yaptığınız yemekleri el işlerinizi, sanat ürünlerinizi, oyunlarınızı, gelenek ve göreneklerinizi, adetlerinizi, yaşayış biçimlerinizi, türkülerinizi, şarkılarınızı, manilerinizi, hikayelerinizi, düğünlerinizi ne bileyim doğumunuzdan, ölümünüze kadar yaptığınız bütün işleri inceler. Onların ne olduğunu halka bildirir. Böylece bizim gelenek ve göreneklerimiz de devamlı yaşamış olur. Nesilden nesile aktarılır gider. Bizden sonraki çocuklarımıza, onların çocuklarına miras kalır. Şimdi senin torun, senin hakkında bilgi edinse, nasıl yaşadığını, ne yaptığını bilse kötü mü olur? Şimdi anladın mı folklorun ne olduğunu?
MUHTAR: Anlırem örgetmen anlirem. Şimdi çok eyi anlırem. Eski adetlerimiz gaybolir gidirdi. Önceden ne güzel adetlerimiz, geleneklerimiz, göreneklerimiz vardı.
ÖĞRETMEN: Tabi ya muhtar. Hatırlıyor musun? Yıllar önce ilk geldiğim zamanlar ne güzel düğünleriniz oluyordu. Davuluyla, zurnasıyla, geliniyle, damadıyla bambaşkaydı o düğünler. Bir de bu günü düşün muhtar.
MUHTAR: Doğru söylisen örgetmen. O zamanlar, dügünlerin tadı bir başgaydı. Gelini oglan evine at üzerinde götürürdük. Damat, meydanda herkesin önünde tıraş olurdu. Çocuklara bahşişler verirdi. Biz, çocukken bu bahşişleri kapmak için hazırda beklerdik. Bütün köylüler düğünün heyecanını yaşardı. Bir düğün, günler, haftalar sürerdi. Hele de yemek vakti geldi mi dügünlerin tadına doyum olmazdı. Önceden dügünler yemekli olurdu. Yere sofralar serilirdi. Herkes bu sofraya otururdu. Bet, bereket artardı. Bütün gün zurnalar, davullar susmazdı. Silahlar sıkılırdı. Koyunlar kesilirdi. Kebaplar yenir, içkiler içilirdi. Halaylar çekilirdi. Ya şimdi? Bunların hepsi mazide galdı. Bir caz midir, cuz midir neblem gağnı gıcırtısına benzeyen bir şey getiriiler. Adına da horkesta deyiler. Gençler deli gibim tepinip duriiler. Sonra da dügün bitti deyip dagılırler. O güzelim adetler kaybolip giidir. Gelini eve sokmadan kapıda durdururlardı. Gayınbabadan söz alınırdı. Goyun, geçi verirdi. Altın akça takardı. Dilleri datlı olsun diye şerbet içirirlerdi. Damat şerbeti getirene bahşiş verirdi. Baklavalar yenirdi. Ahh ah nerde şimdi o adetler?
ÖĞRETMEN: Sadece düğün adetleri mi kayboldu muhtar? Ramazan adetleri, bayram adetleri, ölüm adetleri, hatta çok övündüğümüz misafirperverlik adetlerimiz bile değişmeye başladı. İşte bu genç arkadaş, bütün bu adetleri toplayacak. Onları kitaplaştıracak. Ve herkes okuyup tekrar öğrenecek. Geleneklerimiz göreneklerimiz de yaşayacak.
MUHTAR: Eyi edir örgetmen, eyi ediir. Neblem, bene iyle demediler. Keşke bütün gençler, beyle güzel işlerle uğraşsalar. Geleneklerimiz göreneklerimiz yaşar da ileriki çocuklarımıza da bir şeyler kalır. Onlar da adetlerini kaybetmezler. Geleneklerini sürdürürler.
HÜSEYİN VELED: Sürdürecekler amca, sürdürecekler. Merak etme sen.
MUHTAR: İnşallah Oğul inşallah. De hade eve gidak. Bizimkiler de beyle şeyleri çok eyi bilirler. Onları gonuşdururuk. Hadi örgetmen sen de gel.
ÖĞRETMEN: Peki muhtar. Geliyorum.
MUHTAR: (Kapıya yönelir) (Bağırarak) Rüsteeem Agaaa. Biz Gidiriik. Bütün çayları bene yaz. (Çıkarlar)
RÜSTEM: (Onlar çıkmadan) Olir mıkdar. (Çıkınca muhtarı taklit ederek) Rüsteem Aggaa, biz cidirik, çayları bene yaz. Tüh sene. Gene başladı yazdırmaga. Ule zaten hesabın gabardı. Deftere sıgmaz oldi. Habire yazdırirsen. Yaz babam yaz. Yaz babam yaz. Yaz yaz. Bi de çıkarıp parasını virsene. Yaz tahtaya al bahara. Ne bu? Bene de yazikdır yav? Tövbe tövbe. (Defteri çıkarır) Neyse hadi bunu da yazak. Ama bu son. Bir daha yazdırırsa ben gösterirem ona. Yaz tahtaya al bahara. Yaz tahtaya al bahara. Ne gelmez bu baharmış beyle. Allah Allah. (Müzik başlar. Perde kapanır)
BİRİNCİ PERDENİN SONU
İKİNCİ PERDE
Dekor:
Muhtarın evi. Oturma odası. Solda bir masa. Masanın üzerinde vazo. İçinde kırmızı renkte çiçekler. Odaya kırmızı renkler hakimdir. Karşıda sedir biçiminde kanape bulunmaktadır. Kanepenin örtüsü bordo renkte düşünülmelidir. Küçük küçük üç tane köşe yastığı sedirin üstündedir. Sedirin üzerinde renkli örtüler vardır. Orta kısımda arkası görünen bir pencere, yanlarda birer kapı. Sol kapının sağında büyükçe bir duvar halısı, sol tarafta duvarda asılı bir sepet (sele) Pencereye yakın bir yerde duvara asılı bir bez torba içinde kutsal kitap (Kur’an-ı Kerim) Pencerenin yanında küçük bir duvar halısı. Sağ köşede bir soba, uygun yerlere konmuş sandalyeler, yine sağ tarafta küçük bir sedir, ortada yer halısı, çeşitli özel köy eşyaları yerleşitirlebilir. Perde müzikle açılır. Neşeli bir türkü konabilir. Sahne boştur.)
Sahne 1
Esat- Leyla Kadın
LEYLA KADIN: (Kapı çalar. Şiddeti gittikçe artar. Leyla Kadın sol akpıdan sahneye girer) Geldim geldim. Ne bu ya? Cimdir bu gelen? Nedir bu gürültü? (Kapıyı açar. Gelen esattır. İçeri Girer) Ne var Esat. Ne isdiirsen? Gırdın gapıyı Allah’ama.
DELİ ESAT: (İçeriyi süzer. Eğilip eğilip bakar. Gözü Emine’yi arar.)
LEYLA KADIN: Ne oldi diirem? Ne isdirrsen? İşim vardır. Ugraşamam seninle. Akşama yemek hazırlirem.
D. ESAT: Emine yok midir?
LEYLA KADIN: Yokdir. Su getirmeye gitmiştir. Neydacaksan Emine’yi?
D. ESAT: Heeç. Ben bir şey yapmayacagam.
LEYLA KADIN: Ee o halde ne diye sorisen?
D ESAT: Beni, muhtar emi göndermiştir. Git Emine’ye söyle demiştir? Emine evde yok midir?
LEYLA KADIN: Yok dedim ya sene. Ne söyleyecakmışsan.
D ESAT: Yok. Oni Emine’ye söylerem.
LEYLA KADIN: Ben anasıyam.
D ESAT: Olsun. Muhtar Emi Ona söyle dedi.
LEYLA KADIN: Hadi Esat hadi Uğraşamam seninle. Bak işim vardır. Yemek yapırem. Ocaktadır. Yanacak şimdi.
D ESAT: Muhtar Emmi demiştir ki bütün bezleri toplasınlar
LEYLA KADIN: Ne bezi? Neydacakmış.
D ESAT: Ben bilmirem. Yetmezse gonu gomşudan bez alacakmışsız.
LEYLA KADIN: Allah Allah neydacakmış bezi ki?
D ESAT: O etmeycak. Gelen çocuk var, şeherden, o isdiyir.
LEYLA KADIN: Gelen çocuk mi? Kim ki?
D ESAT: Ne bilem dünürcüymüş.
LEYLA KADIN: Dünürcü mü? Kime?
D ESAT: Sene.
LEYLA KADIN: Höst. Ben evliyem. Muhdarın garısıyam. Valla muhdar vurur seni.
D ESAT: He heh he! Seni neydacak moruk gari? Senin gızını istiyirmiş.
LEYLA KADIN: Emineyi mi?
D ESAT: Başka biri mi vardir?
LEYLA KADIN: Yokdir. Abooooo. Essah mı diyon len Esat?
D ESAT: (Üzgün) Esseh diyom . Emme istemiyom.
LEYLA KADIN: Niye ki? Bu çok heyırli bir haberdir.
D ESAT: (Kızgın) Hani Emine’yi bene verecektiiz. O, Benim olacakdi?
LEYLA KADIN: Emme Esat o şakacıkdandı. Bak bu essah. Hem o senin böyügün. Davul bile dengi dengine çalar deller.
D ESAT: (Sinirli) Bene ne? Bene ne? Ben Emine’yi isdirem. Ben Emine’yi sevirem.
LEYLA KADIN: Bak Esat, bunu, yani Emineyi gelene verak. Bir gız daha dogirisem onu da sene verek ha? Ne dirsen?
D ESAT: Ben deli miyam? O çocuk dogup böyüyene kadar, ben yaşli adam olurum. Belki de ölürüm.
LEYLA KADIN: Hadi şimdi sen git. Muhtara, her şey tamammış de. Bütün hazırlıgı yapacaklarmış de.
D ESAT: Vermeyecaksan o adama Emine’yi degil mi? Onu ben seviyem.
LEYLA KADIN: Hadi Esat sus. Duymasınlar. Dedikodu olur sonra. Hadi sen kahveye geri git. Muhtara de. Sonra İffet Ebeye git. Ona da heber ver. Evinde ne gadar bez varsa alsın gelsin. Dediklerimi sakın unutma ha! Tamam mı?
ESAT: Tamam. Emme önce ebeye gidirem. Sonra kahveye. (Kapıya yönelir.)
Oy oy oy Emime,
Çekme beni yemine,
Ben seni çok seviyem
İmanıma dinime... (çıkar)
Sahne 2
Leyla Kadın – Emine
LEYLA KADIN: (Önce sevinçli) Allah’ım sene şükürler olsun. Bunca yıl sonra benim gızıma da bir gısmet gönderisen. Hadi heyırlısı. Şu yemeğe bir bakayım. Altını söndürüp gıza bakayım. (Mutfağa geçer. Sahne bir ara boş kalır. Kısa bir süre sonra tekrar sahneye girer) Nerde galdı bu gız? (Etrafa bakar.. pencereden dışarılara bakar.) Yok. Görünmiir. Bi duysa sevinçten galbi durur. (Tekrar pencereden bakar) Haddi gel artık. Bak, gısmetin ayagına geldi. Sakın bu gısmedi de gaçırma.Vallah bunu da gaçırırsa kendini öldürür. Deli Esatı da Ebeye gönderdim. İnşallah haber verir. Dediklerimi unutmaz. (Tekrar pencereden dışarı bakar) Nerde galdı bu gız? Nerde şimdi? Gız kısmısı dışarı çıkar mı heç? Evde durmuyor ki? Yok suya gideceem Yok Fatma’ya gidecceem Yok Ebeye gideceeeem. (Emine elinde su testisi ile sahneye girer)
EMİNE: Off of! (Suratı asıktır) Bıktım usandım su taşımaktan. Ne vardı sanki şeherdeki insanlar gibi bizim de evimize çeşmeden su gelse.
LEYLA KADIN: Nerde galdın gız?
EMİNE: Görmi misen? Sudan gelirem.
LEYLA KADIN: Bir su getirmek bu gadar uzun mu süriir? Bu günlerde de ne çok suya gidisen?
EMİNE: Ben citmeyeyim de kimler citsin? Evde galdım ana. Belki çeşme başında bir gısmetim çıkar diye günde on kez suya gidirem. Beyaz atlı prensim gelip de beni alır gaçar diye beklirem.
Denizde gara balık
Oggalıdır oggalı
Ana beni evlendir
Yeter artık bu bekarlık.
LEYLA KADIN: Develer gatar gatar
Zinciri suya batar
Bu zamanın gızları
Goca diye can atar
EMİNE: Bir ağaca yaslandım
Yağmur yağdı ıslandım
Yaş gırkına varmadan
Vallahi evde galdım
LEYLA KADIN: Al eline kalemi
Yaz başına geleni
Acep nere gömerler
Yar yoluna öleni
EMİNE: Arpam ekili kaldı
Sapı dikili kaldı
Ben sevdim eller aldı
Boynum bükülü kaldı
LEYLA KADIN:Bahçelere gül gerek.
Güllere bülbül gerek.
Senin gibi güzele.
Kul, köle gerek.
EMİNE: Kum birikmiş derede
Vefasız yar nerede
Geçersin belki dedim
Bekledim pencerede
LEYLA KADIN: Baharım döndü kışa
Kurbanım bir bakışa
Mecnun olup derdimi
Söylerim kurda kuşa
EMİNE: Denize dalacağım
Deniz kızı olacağım
Bırak beni anne
Aşkımı kurtaracağım.
LEYLA KADIN: Haber saldım almadın mı
Gelenleri görmedin mi?
Gız senin de talibin çıkdı
Muştu geldi duymadın mı?
EMİNE: (Sevinçle anasının üzerine atılır) Dogru mi deyisen ana? Essahtan talibim mi çıkdı?
LEYLA KADIN: He ya. Hadi gözün aydın.
EMİNE: (Biraz düşünür. Heyecanla) Demek geçenlerde gördüğüm rüya bunun içinmiş.
Ay dogar aşmak isder
Al yanak başmak isder
Şu benim deli gönlüm
Yare gavuşmak isder.
LEYLA KADIN: Hadi hadi sen de sevin. Muradına erisen. Eee boş yere dememişler, vakti gelmeyen gül açılmaz diye. Artık sen de bu bekarlıktan gurtilisen.
EMİNE: Kimmiş? Neymiş? Nereliymiş?
LEYLA KADIN: Ben de bilmirem. Şehirden gelirmiş. Mutlaka eyi biridir. Şehere gelin gidecaksan gız. Artık su taşımayacaksan.
EMİNE: Eyi biri olaydı bari. Bunca sene bekledik. Degeydi bari.
LEYLA KADIN: Deger deger. Mutlaka eyi biridir. Baban öyle her gelene vermez seni. Birazdan geleceklermiş. Hadi sen get, hazırlan. Arkadaşların Ayşe ile Fatma’ya da heber ver. Onlar da gelsin. Evi toplamaya yardım ederler. Şirinlik yerik.
EMİNE: (Sevinçle) Hi hi hi. Şimdi gidirem çagırmaya. (Kapıya koşar. Aniden durup geri döner.) Anaaa. Ya oglan, onlardan birini begenip benden vazgeçerse neydecik?
LEYLA KADIN: Deli gııız, Deli gız. Dellenme. De get hade. Gısmet senin. Oglan seni görmeye gelmiş. Annamır misen? Hade şurdan. Gızdırma beni. ( Emine çıkar.)
Sahne 2
Leyla kadın- Sonra İffet Hanım
LEYLA KADIN: (Yalnız kalır. Etrafı toplamaya başlar. Neşelidir.) Ah ah bu günleri de görmek varmış. Bu yaşdan sonra bizim deli gızı yuvadan uçuririk. Ah Allah’ım ne büyüksün sen! (Kapı vurulur) Kapı vuriliir. Kim ola ki? (Kapıya yönelir) Kimdir o?
İFFET HANIM : (Dışardan) Benim Leyla Hanım. Köy Ebesi İffet. Açar mısınız kapıyı?
LEYLA KADIN: (Kapıyı açar. İffet Hanım içeri girer) Buyur İffet Hanım gızım. Hoş gelmişsiz. Sefalar getirmişsiz. Ne eyi eddin de geldin.
İFFET: ( Üzerinde beyaz bir önlük vardır. Ellerinde dürülmüş, düzgün biçimde çarşaflar vardır.) Hayırdır Leyla Hanım? Gözlerinizin içi gülüyor. Bu mutluluğun sebebi nedir? Bir şey mi oldu?
LEYLA KADIN: Hayırdır Ebe hanım hayırdır.
İFFET: Buyur çarşafları. Valla ben bu işten bir şey anlamadım. Deli Esat geldi, sizin evde ne kadar çarşaf varsa istediğinizi söyledi. Önce, acaba bu, bir oyun mu dedim? Sonra delidir, ne yapsa yeridir dedim. Ama düşündüm, daha bu zamana kadar Esat’ın hiç bir zararını görmedim. Kim ne derse onu da aynen olduğu gibi yapar. Vardır bir hayır deyip geldim.
LEYLA KADIN: Vardır vardır. Hem de ne hayır.
İFFET: Valla doğum desek, sizde doğum yapacak biri yok. Hasta biri var desek, bu kadar hasta olmaz. Ben bir türlü anlam veremedim. Bu kadar bezi ne yapacaksınız?
LEYLA KADIN: Vallah bilmirem İffet Hanım gızım. Bizim Deli gıza dünürcü gelecakmış. Muhtar emmican bütün bezleri toplasınlar demiş. Herhal galabalık gelecekler. Belki de bu gece burada galacaklar. Onun için istemiş olabilir.
İFFET: Yaa? Demek bizim Emine’ye görücü geliyor. Hadi hayırlısı. Vallahi çok sevindim onun adına. Evlenmek, mutlu olmak onun da hakkı. Diğer kızlardan neyi eksik? Fazlası var eksiği yok. İnşallah iyi olur. Sevindim valla. (Dışarıdan Emine ve arkadaşlarının sesleri duyulur. Türkü söylemektedirler.
Sahne 3
Evvelkiler – Emine-Ayşe –Fatma
EMİNE ve ARKADAŞLARI: (Dışarıdan Türkü söylerler)
Erzurum’un Dadaşı
Halayda çeker başı
Kızlar gelin gidiyor
Anası döker yaşı
LEYLA KADIN: Duyusen. Bizim gız ne gadar iştahlı maşallah. Ha bu iştahla bütün evi temizletir, bulaşıkları da yıkatıram ona.
İFFET: Evet. Çok sevinçli. Hadi hayırlısı.
EMİNE: (Türkü ile içeri girerler)
Evlenen çeker zahmet
Sabreden bulur kısmet
Darısı bekârlara
Düğünde var keramet.
İFFET: Kııız bu ne iştah. Ne güzel sesiniz var öyle. Bakıyorum eteklerin zil çalıyor.
EMİNE: Ah İffet! Ben sevinmeyeyim de kim sevinsin? Evlenirem. Bilisen bugün görücü geliir bene. Kırk yıldır hep bu anı beklirem.
İFFET: Kız sen kırk yaşında var mısın?
EMİNE: Yokum. Emme söz gelimi diyirem. Nihayet Allah dualarımı gabul etti. Sesimi duydu. Gidirem buralardan. Evlenirem.
LEYLA KADIN: Hoş geldiniz kızlar.
AYŞE-FATMA: Hoş bulduk Leyla Teyze. (Gülüşürler) Hi hi hi...
LEYLA KADIN: Neydirsiz? Ne yapırsiz? Eyi misiniz?
AYŞE - FATMA: Eyiyig.
LEYLA KADIN: Analarınız ne yapar? Eyidirler?
AYŞE- FATMA: Eyidirler. Selam ederler.
LEYLA KADIN: Aleykümselam. Getiren gönderen sağolsun. Eee hadi ne durursiz? Neredeyse gelirler. Evin içini bir düzene goyalım. (Etrafı toplayıp, temizlemeye başlarlar.) Hadi böyle mi çalışacaksız? Hani az önceki türküler nerededir? Hadi bakıyım. Duyayım o güzel sesinizi. (Türküye başlarlar. Ritmik hareketlerle dans ederler. Erzurum yöresine has Deli Kız oyunudur. Bu oyun karşılıklı soru-cevap şeklinde devam eder. Oyunu oynayanlardan biri deli kız olur. Bunu Emine yapacaktır. Deli Kız çeşitli mimik ve jestlerle söylediği şeyin taklidini yapar. Her söz, şarkı biçiminde hareketli bir ezgiyle iki defa söylenir.)
FATMA: (Bezleri veya çarşafları elinde tepsi gibi tutar. Türküyü söylemeye başlarlar. Fondan müzik eşliğinde verilirse daha ilgi çekici olacaktır. Hep birlikte söyleyip dans ederler. Bu arada işleri de yaparlar. Ön planda Deli kız olmalıdır. Deli Kız bunların arasından oynayarak geçer. Sahnenin önüne arkasına oynayarak gider gelirler. Diğerleri eliyle tempo tutarlar. Deli Kız aralarından dans ederek geçer)
KIZLAR:
Deli kız sinin geliyor
Deli Kız sinin geliyor
DELİ KIZ: Sinide neler geliyor?
Sinide neler geliyor?
KIZLAR: Başına yazma geliyor
Başına yazma geliyor
DELİ KIZ: Hani ya niye gelmedi?
Hani Ya niye gelmedi?
KIZLAR: Geldi de geri döndüler
Geldi de geri döndüler.
DELİ KIZ: Ne kusurumu buldular
Ne kusurumu buldular
KIZLAR : Başına kelloz dediler
Başına kelloz dediler.
DELİ KIZ: (Kelloz taklidi yaparak)
Kurbaniz olim komşular
Hayraniz olim komşular
Hani ya bunin kellozi?
Hani ya bunin kellozi?
KIZLAR: Deli kız sinin geliyor?
Deli kız sinin geliyor?
DELİ KIZ: Sinide neler geliyor?
Sinide neler geliyor?
KIZLAR: Gözüne gözlük geliyor
Gözüne gözlük geliyor.
DELİ KIZ: Hani ya niye gelmedi?
Hani ya niye gelmedi?
KIZLAR: Geldi de geri döndüler.
Geldi de geri döndüler.
DELİ KIZ: Ne kusurumu buldular?
Ne kusurumu buldular?
KIZLAR: Gözüne şaşı dediler.
Gözüne şaşı dediler.
DELİ KIZ: (Şaşı taklidi yaar)
Kurbaniz olim komşular,
Hayraniz olim komşular
Hani ya bunun şaşısi?
Hani ya bunun şaşısi?
KIZLAR: Deli kız sinin geliyor.
Deli kız sinin geliyor.
DELİ KIZ: Sinide neler geliyor?
Sinide neler geliyor?
KIZLAR: Beline kemer geliyor.
Beline kemer geliyor.
DELİ KIZ: Hani ya niye gelmedi?
Hani ya niye gelmedi?
KIZLAR: Geldi de geri döndüler.
Geldi de geri döndüler.
DELİ KIZ: Ne kusurumu buldular?
Ne kusurumu buldular?
KIZLAR: Beline kambur dediler.
Beline kambur dediler.
DELİ KIZ: (kambur taklidi yapar)
Kurbaniz olim komşular.
Hayraniz olim komşular.
Hani ya bunun kamburi?
Hani ya bunun kamburi?
KIZLAR: Deli kız sinin geliyor.
Deli kız sinin geliyor.
DELİ KIZ: Sinide neler geliyor?
Sinide neler geliyor?
KIZLAR: Koluna bilezik geliyor
Koluna bilezik geliyor.
DELİ KIZ: Hani ya niye gelmedi?
Hani ya niye gelmedi?
KIZLAR: Geldi de geri döndüler.
Geldi de geri döndüler.
DELİ KIZ: Ne kusurumu buldular?
Ne kusurumu buldular?
KIZLAR: Koluna çolak dediler.
Koluna çolak dediler.
DELİ KIZ: (Çolak taklidi yaparak)
Kurbaniz olim komşular.
Hayraniz olim komşular.
Hani ya bunun çolagi?
Hani ya bunun çolagi?
KIZLAR: Deli kız sinin geliyor.
Deli kız sinin geliyor.
DELİ KIZ: Sinide neler geliyor?
Sinide neler geliyor?
KIZLAR: Ayagına pabuç geliyor
Ayagına pabuç geliyor.
DELİ KIZ: Hani ya niye gelmedi?
Hani ya niye gelmedi?
KIZLAR: Geldi de geri döndüler.
Geldi de geri döndüler.
DELİ KIZ: Ne kusurumu buldular?
Ne kusurumu buldular?
KIZLAR: Ayagına topal dediler
Ayagına topal dediler.
DELİ KIZ: (Topla taklidi yaparak)
Kurbaniz olim komşular
Hayraniz olim komşular.
Hani ya bunin topali?
Hani ya bunin topali?
KIZLAR: Deli kız sinin geliyor.
Deli kız sinin geliyor.
DELİ KIZ: Sinide neler geliyor?
Sinide neler geliyor?
(Tam bu esnada kapı çalar. Hızlı hızlı vurulur)
LEYLA KADIN: İşte geldiler. (İçerde büyük bir panik olur. Bağrışmalar, sağa sola koşuşturmalar olur. Herkes bir heyecan içine girer. Kızlara) Hadi siz içeri geçin. Sizi görmesinler. Ayıptır. Sonra muhtar kızar.
EMİNE: Bene ne. Bene ne. Ben citmirem. Yavuklumu görmek isdirem.
LEYLA KADIN: Hadi kız geç içeri. Adetlerimizde kızlar görücüye daha sonra çıkar. Kahve getirir. Nazlı nazlı durur. Babayın yanında ayıp olur şimdi. Hadi sonra cilveleşirsiniz. Geçin içeri. Baban burada seni görürse ikimizi de keser valla.
EMİNE: Ben citmirem. Yavuklumu görmek isdirem.
LEYLA KADIN: Hadi kızlar, götürün şunu içeri. Ne gaddar ayıp. Töremize ters mi düşecaksan? Dünürcülükde genç gızın oglani garşılaması nerede görülmüştür? Hadi içeri. (Kızlar Emine’yi zorla götürmeye çalışır.)
EMİNE: Gitmirem işte. Gitmirem. (Bağıra bağıra götürürler. Çıkarlar)
Sahne 4
Leyla Kadın – Muhtar- Hüseyin Veled- Öğretmen
MUHTAR: (Dışardan hiddetle bağırır) Kapıyı açsanıza len. Nerdesiz? Ne yaparsiz içerde? (Kapıyı vurmaya devam eder) Açsanıze len. Kökünüze kıran mı girmiştir? Geberdiz mi? Ne demeye açmırsiz kapıyı? Açsanıza uuuuleeeen!
LEYLA KADIN: (Sevinçlidir) Celirem. Celirem. Hemen açırem kapıyı. (Kapıyı açar. İçeri girerler. (Leyla Kadın peçesiyle yüzünü kapatır.Başını yere eğer.) Hoş gelmişsiz. Safalar getirmişsiz.
MUHTAR: Niye kapıyı açmiırsiz len? Kapıyı mı gırdıracksız bene?
LEYLA KADIN: Gusura galma Bey. Geciktim.
MUHTAR: Tipiyi görmir misen dışarda? Sovuktan öldürmek midir niyetin bizi, gari?
LEYLA KADIN: Hazırlık yapardık. Ondan geç galdık. Gusura bakmayın.
MUHTAR: (Misafirlere) De hade buyrun. Fakirhanemize hoş gelmişsiz. Şöyle buyurun oturun. Rahatınıza bakın. Evim evinizdir. Yabancılık çekmeyesiz haa..(Hanımına döner. Hüseyin Veled’i gösterir) Hanım, bilir misen bu genç kimdir? Buraya neye gelmiştir?
LEYLA KADIN: (Utangaç) Hee bilirem.
MUHTAR: (Çekinceli. Sessizce) Sus len garı. Nerdan bilecaksan?
LEYLA KADIN: Valla bilirem. Esat dedi.
MUHTAR: (Sessiz. Pot kırmamaya çalışır.) Degil degil. Esat’ın dediginden degil. (Yüksek sesle) Hani şu dügünlerde türkü falan söylerdiz ya
LEYLA KADIN: Hee söylerdik...
MUHTAR: İşte onlardan bu gence da söyleyecaksız.Tamam mı?
LEYLA KADIN: Dügün için daha erken degil midir bey?
MUHTAR: (Gizlice kulağına) Sus len garı.İş bildigin gibi degildir. Çaktırmayasın. Bir çuval inciri pok etme. Sana ne dersem onu yap. Çaktırma. Annisen?
LEYLA KADIN: (Kulağına) Cidip kızı çağıram mı? Adamı o da görsün.
MUHTAR: (Kızgın, telaşlı) Ne gızı len? Sene sus direm. Annamısen? İşbildigin gibi degildir.
LEYLA KADIN: Ebe de buradadır. İsdirsen onı da çagırayım.
MUHTAR: (Sinirli) Len ebene de sana da, başlaram şimdi.. Yahu gadın ebenin ne işi var şimdi? Erkegin içine gadın gısmısı girer mi? (Bu arada binbir cilve naz ile Emine girer)
EMİNE: (Gülerek) Hi hi hiiiii... Hoş gelmişsiz.
HÜSEYİN VELED: Hoş bulduk.
MUHTAR: (Çok kızgın) Len garı! Bunun ne işi bar burada?
LEYLA KADIN: Neblem ben? Kendi geldi.
MUHTAR: Sok len şunu içeri. Sok içeri. Vallah şincik buni burada keserem. Öldürürem bilmiş ol.
LEYLA KADIN: (İşaretle) Gir gız içeri. Kim dedi sene gel diye?
EMİNE: Bene ne.
LEYLA KADIN: Gir içeri gız.
EMİNE: Gitmirem.
LEYLA KADIN: (Yumuşak) Gızım gir içeri. Çok ayıp.
EMİNE: Neye ayıpmış?
LEYLA KADIN: Gızım baban vallah keser şimdi seni.
EMİNE: (Safça) Anaaaaa... Çok yakışıklıymış. Hi hi hii. Çok begendim.
LEYLA KADIN: Sus gız. Duyacaklar.
EMİNE: Bene ne duysunlar.
LEYLA KADIN: Hadi şimdi içeri gir. Seni biraz sonra çagırıram. (Emine kafasını uzatıp iyice Hüseyin’e bakar. Gülerek çıkar)
HÜSEYİN VELED: (Emine ‘nin bakışlarından rahatsız olmuştur. Öğretmene yavaşça) Hocam, hayırdır? Bu kız bana bakıp duruyor.
ÖĞRETMEN: Evet. Benim de dikkatimi çekti.,
HÜSEYİN VELED: (Gizli kendi aralarında) Öyle değil hocam. Kız bana iş atıyor sanki. Bana asılıyor gibi.
ÖĞRETMEN: Eee normaldir. Kolay değil. Evde kaldı. Yıllardır bir isteyeni yok. Böyle yakışıklı erkeği görünce belki olur demiştir kendi kendine. Umutlanmıştır. (Yüksek sesle. Ortamı değiştirmek için) Eee Leyla Hanım Teyze. Sizler nasılsınız bakalım?
LEYLA KADIN: Allah’a şükür eyiyik. İş, güç. Yemek derdi, bulaşık derdi... Siz nasılsiz? Eyisiz?
ÖĞRETMEN: Hamdolsun. Biz de iyiyiz. Gel bakalım. Seninle biraz konuşalım. Bu arkadaş, şehirden, okuldan geliyor. Sana evlilik hakkında bazı soru sormak istiyor
LEYLA KADIN: Eyi sorsun. Allah yazdıysa olur.Kocam bilir. Münasip görürse biz ne diyak?. O ne dirse o olur.
MUHTAR: (Tedirgin) Ihı ıhı. Yani bizim evde son sözü hep ben derim. Onu demek istiyor. Çok demirgıratik bir aileyik de...(Kadına yavaşça) Ne münasip görmesi be kadın. Ne işinden bahsedirsen? Gapat şu şom ağzını. De get öbürlerini de çagır.
LEYLA KADIN: Olir. (Çıkar)
MUHTAR: Valla çok şanslıymışsız. Köyün bütün avratları, gızları bugün buraya toplanmışlar. Hepsini çağırttım. Aha da avrat onları getiriyi. Dilediginizi sorarsız.
Sahne 5
Evvelkiler-Leyla Kadın-Ayşe-Fatma-İffet
MUHTAR: Gelin bakalım hanımlar, gızlar. Oturun şeyle. (Uygun yerlere Otururlar) Ooo Ebe gızım, sen de burdasan? Hele hoş gelmişsan. Hayırdır beyle?
İFFET: Hoş bulduk Muhtar Bey Amca. Benden bez istemişsiniz. Onları getirmiştim.
MUHTAR: (Telaşlı) Yok gızım. Ne bezi? Neydacık o gadar bezi? Uffacık bir yanlış anlaşılma olmişdir. (Konuyu değiştirir.) Ooo Fatma gızım sen de hoş gelmişsen.
FATMA: Hoş bulduk Muhtar Emmi (Elini öper)
MUHTAR: Vay sen sagolasaan. El öpenlerin çok olsun. Nasılsın Eyisen? Baban neydir?
FATMA: Sağol amca. Eyiyek. Babam da tarlaya gitmiştir. Çalışıyir.
MUHTAR: Eyi eyi. Çalışsın. Çalışanları çok severim canım. Bu memleket çalışanlarımızın omuzlarında yükselece ve ilerleyecektir. (Ayşe’ye döner) Oooo Ayşe gızım! Sen de hoş gelmişsen.
AYŞE: (Elini öper) Hoş bulduk Muhtar Emmi.
MUHTAR: Senin baban neydir?
AYŞE: Babam burda yokdir. Birkaç günlügüne şehre gitmiştir.
MUHTAR: Neye ki? Hayırdır?
AYŞE: Vallah bilmirem. Bir işi varmış Onun için getmiştir.
MUHTAR: Eyi eyi gitsin. Heyirli olur inşallah. İşini görsün halletsin. Bene niye demedi ki? Belki yapacagam bir şey olurdi?
AYŞE: Yok muhtar emmi. Senlik bir şey yok. Kendi özel işi.
MUHTAR: Annamışam gızım. Eyi eyi.
İFFET: Muhtar Amca!
MUHTAR: Buyur Ebe Hanim.
İFFET: Eğer bana ihtiyacınız yoksa, ben müsadenizi istiyeyim. Yapacak işlerim var da...,
MUHTAR: (Sevinçle) Tabii Hanım gızım. Müsade senin. Allah razı olsun. Her zaman beklerem. Evde yalnız galmayasan. Bir işin oldugunda bene gel. Bilisen. Ben burda höggümetin güccük parmagıyam. Eee sen de devletin bir memurusan. Birbirimize destek verelim ki köylümüz kalkınsın. Degil mi?
İFFET: Teşekkür ederim Muhtar Amca. Zaten geldiğimden beri yardımınızı ve birçok iyiliğinizi gördüm.
MUHTAR: Estagfurullah gızım. O senin eyiligindendir.
İFFET: Oldu. Hepinize iyi günler diliyorum. Hakkınızda hayırlısı olsun.
MUHTAR: Sagol gızım sagol.
İFFET: Allah’a ısmarladık. (çıkar)
MUHTAR: (Sırtından ağır bir yük kalkmış gibidir.) Güle güle. Güle güle. (Arkasından) Ulen ne hanım gızdır şu ebe. Terbiyeli, saygılı, gün görmüş biri vesselam.
AYŞE- FATMA: Biz de müsade istiyek muhtar emmi.
MUHTAR: Müsade sizin gızlar. Sağ olasınız, var olasınız. Gene beklerek ha...Babalarınıza selam söylemeyi unutmayın... (Emine’ye) Hadi gız Emine. Arkadaşlarını gapıya gadar ugurla. Bilisen bu bizim örf adetlerimizde var. Misafirleri kapıya gadar yolcu ederik. (Emine kalkar. Kızlar önden çıkar. Kızlar çıkmadan Hüseyin’in önünde hafifçe dururlar. Gülerler. Emine adeta kendinden geçmiştir. Tam önünde kızlar, Emine’yi dürterler, çimdik atarlar. Emine güler.)
AYŞE FATMA: (Çıkarken) Allahaısmarladık
EMİNE: Güle güle. Yarın gelin ha. Günün gritiğini yaparık. (Kızlar çıkar. Emine sahnede eski yerini alır.)
Sahne 7
Muhtar-Hüseyin Veled-Öğretmen-Emine-Leyla Kadın
(Hüseyin Veled çantasından gerekli malzemelerini çıkarır. Teyp, kalem, kâğıt gibi nesneleri çıkarır hazırlar.)
MUHTAR: Hadi Hanım ne durursiz? Şu çayları getirin de içak. Biraz içimiz ısınır. Dışarıdaki sovugu bir bilsen, donar galırsın valla.
LEYLA KADIN: Şimdi. (Emine’ye) Hadi gız çayları getir.
EMİNE: (Sessiz) Ben yavukluma bakıyem. Sen getir.
LEYLA KADIN: Başlaram şimdi yavukluna. Gız eceline mi susadın? Baban şimdi köpek gibi gebertir valla. Hadi geç içeri de getir şu çayları.
EMİNE: (İsteksiz) Tamam tamam. Getirirem. (çıkar)
HÜSEYİN VELED: Muhtar amca. İstersen önce senden başlayalım. Bildiğiniz bir fıkra, türkü, mani, bilmece varsa anlatın. Ben de teybe kayıt yapayım.
MUHTAR: Neblem ben ogul. Güccükena rahmetli bubam çok söylerdi bize. Emme şincik unutmuşam. Önce siz bir tane söyleyiverin de biz de hatırlayak.
ÖĞRETMEN: (Atılır.) İsterseniz önce ben size bir tane anlatayım. Aklıma geldi.
MUHTAR: (Memnun) Hah. Agzına sağlık örgetmen. Anlatıver hele.
ÖĞRETMEN: (Ayağa kalkar. Sahnede bir sağa bir sola, sınıfta ders verir gibi gider gelir) Eski zamanda Erzurum’da, bir oğlan, bir kıza aşık olur. Her gün mahalleden defalarca gelip geçer. Öyle ki tüm mahalleli birbirlerine danışır. Başı sevdalı oğlana bir oyun oynamaya karar verirler. Bir gün yine oğlan kızın mahallesinden geçerken arkasından kağıt kuyruk takarlar. Oğlan öyle sevdalı, öyle sevdalı ki salınarak geçer. Bunun farkına bile varmaz. Bir de kuyruğu yakarlar. O sırada, oradan geçen bir adam bunu görür. Oğlana seslenir: “Yanirsen babam yanirsen” der. Oğlan da “He ya, gız seviyek. Daha da mı yanmıyak?” der. (Oradakilerin hepsi anlatılan bu fıkraya gülerler.)
MUHTAR: Bir tane de benim aklıma geldi: “Dadaşın biri arkadaşına sormuş: “Ula Feho, teessüf iderim ne dimek?” Feho: “Neblem gardaş. O da neçi?” Dadaş: “Vallah bilmirem” Feho: “Neye sordun?” Dadaş: “Bugün biri bene eyle dedi.” “ Eee Sen neyittin?” Dadaş: “Heeç Her ihtimale karşı oni öldürdüm.” (Gülüşmeler. Bu arada çaylar gelir. Emine çayları dağıtır. İçerler.
EMİNE: (Hüseyin’e gelince önünde biraz durur. Gözlerinin içine baka baka çayı verir. Hüseyin’e biraz naz, biraz cilve ile seslenir) Buyurun.
HÜSEYİN VELED: (Rahatsızdır. Bunu seyirciye hissettirir.) Teşekkür ederim. (Kendi kendine) Allah Allah!
ÖĞRETMEN: (Hep yanındadır. Atılır. Durumu kurtarmaya çalışır) Eee Hüseyin Bey Siz, artık isterseniz sorularınızı sormaya başlayın. Vakit geç olmadan başka yerlere de uğrarız.
HÜSEYİN VELED: Tamam hocam. Başlayalım (Kadına) Önce sizden başlayalım. (Teybi açar. Ortaya bırakır. (Leyla çekinir. Teybden uzaklaşır.) Korkmayın efendim. Bir şey yapmaz. Sadece konuştuklarınızı kayıt yapar. Adınız-Soyadınız, yaşınız, işiniz?
LEYLA KADIN: Adım Leyla. Muhtarın garısı. Yaşım elli işim belli.
HÜSEYİN VELED: Nedir?
LEYLA KADIN: Ev hanımıyam.
HÜSEYİN VELED: Neler yapıyorsunuz evde?
LEYLA KADIN: Ne yapacaam? Muhtarın kahrını çekiyem.
MUHTAR: Ule ne olmuş bene? Ne gahrım varmış? Aha gül gibi bakıyem size. Bir dediginizi iki etmiyem. Ekmek elden, su gölden yaşıyırsız. Artis gibisiniz valla. Moderin bir hayat yaşadıyom size. Yalan mı?
LEYLA KADIN: Sağolasın muhtar. Ben senden memnunam. Allah Razı olsun.
MUHTAR: (Keyifli) He he he. Hepimizden razı olur inşallah.
HÜSEYİN VELED: Okuma yazma biliyor musunuz?
LEYLA KADIN: Yok bilmirem. Okula heç getmemişem.,
HÜSEYİN VELED: Kaç çocuğunuz var?
LEYLA KADIN: Seggiz dane. Hepsi de evlenip yuvadan uçmuştur. (Emine’yi gösterir. Emine utanır. Süzülür. Yan gözlerle Hüseyin’e bakar. Hüseyin rahatsız olur.) Aha bir bu görpe galmışdır yanımda.
HÜSEYİN VELED: Peki, siz hiç mani biliyor musunuz?
LEYLA KADIN: Yok. Pek de bilmirem.
HÜSEYİN VELED: Biliyor musunuz, bilmiyor musunuz?
LEYLA KADIN: Bilirem de çok az bilirem. Sanki heç bilmirem gibi.
EMİNE: (Atılır. Cilveli) Ben bilirem.
MUHTAR: (Sert) Sen sus gız. Otur yerine.
EMİNE: (Umursamaz) Vallah bilirem
HÜSEYİN VELED: Söyler misiniz?
EMİNE: Tabii söylerem.
Güvercin geldi dama
Pantolu bilmez yama
Canım kurban olsun
Boylu poslu adama
(Son sözleri öyle bir söylemelidir ki, Hüseyin’e senin gini birine demek istediği seyirci tarafından anlaşılmalıdır. Tamamen cilve yapar.)
HÜSEYİN VELED: Teşekkür ederim.
EMİNE: Bir şey degildir. O dediğinizden ben ederim. Bir dane daha söyleyeyim mi?
MUHTAR: (Kendi kendini yemektedir) Yok gızım. Başgalarına da sıra gelsin. Hadi sen otur yerine. (Emine oturur.)
HÜSEYİN VELED: Evet teyze. Yine sizle devam edelim. Şu ana kadar kaç düşük yaptınız?
LEYLA KADIN: (Utanır seslenmez)
MUHTAR: Höööst! O ne biçim soridir len? Sene ne el alemin kac düşüg yaptıgından?
HÜSEYİN VELED: (Elindeki kağıtları gösterir) Efendim, elimdeki anket sorularında öyle yazıyor.
MUHTAR: Bakem. (Alır bakar) Haa. Devam et iyleyse. ( Kağıdı geri verir)
HÜSEYİN VELED: (Sorulara devam eder) Pekii efendim. Hiç banyo gördünüz mü?
LEYLA KADIN: (Anlamamıştır. Biraz düşünür.. Bulmuş gibi sevinçle) Hee. Hem görmüşem, hem yemişem.
HÜSEYİN VELED: Yediniz mi? (Kendi kendine güler) Pekii haftada kaç sefer yıkanıyorsunuz?
LEYLA KADIN: (Utanır. Seslenmez)
MUHTAR: (Sinirle ayağa kalkar.) Ulen utanmaz. Ne biçim soriler sorisen eyle?
HÜSEYİN VELED: Ne var bu soruda muhtar?
MUHTAR: Ne demak ne var? İnsan niye yakınır? Temizlenmek için. İnsan neye temizlenir? Gusul abdest almak için. İnsan ne zaman gusul abdest alır? O işi yaptıkdan sonra. O işi ne zaman yapar? Geceleri yapar.
HÜSEYİN VELED: Ne alakası var efendim?
MUHTAR: Ulen sene ne benim geceleri ne yaptıgımdan? İstersak her gün yıkanırık. İstersak da heç yıkanmayıg. Senden mi sorulacak edepsiz! (Saldırır. Vurmaya başlar. Hırpalar.) Defol şurdan. Yoksa ayagımın altına alır ezerim seni. Namıssız.
HÜSEYİN VELED: Efendim yanlış anladınız.
ÖĞRETMEN: (Araya girer. Hüseyin’i kurtarmaya çalışır) Aman muhtar dur. Kendine gel. O vazifesini yapıyor.
MUHTAR: (Büyük bir gürültü koparmıştır. Öğretmeni de iteklemeye başlar.) Çekil örgetmen. Başlarım şimdi görevine de kendine de, sana da... (Bu arada Deli Esat gürültüyü duyar. Pencereden ara ara bakar. Olayların seyrine göre hareket eder. Bazen muhtar vurdukça o da elleriyle vurma işaretleri yapar. Mimik ve jestlerle seyirciyi güldürür. Bir kaç kez bu sahneyi tekrarlar.)
LEYLA KADIN: Aman Bey ne yapısen? Misafire dayak atılır mi?
EMİNE: Ya baba napısen? Yavuklimi dövisen. Senin yüzünden gene evde galacam. Bu gaçıncıdır beyle? Gelene gızısen. Gideni dövüsen.En ufak bir şeyde onlara sövisen. Artık istemeye gelen de olmiir beni. Bırak yavuklimi. O benim gısmetimdir.
LEYLA KADIN: Aman Bey bırak damadı ayıp oliiii.
MUHTAR: (Çok sinirli. Hanımı ve kızını da hırpalar. Onlara da vurmaya başlar.) Ne damadı len? Ne yavuklusi len? Daha annamadiiz? Bu deyyus gavat, benim namahremime girmiştir. Bilmediğim namıssızlıklar yapııii.
LEYLA KADIN: Ne yani şimdi bizim gıza görücü gelmedi mi?
MUHTAR: Gelmedi. Ulen senin evde galmış gızını kim neyitsin?
HÜSEYİN VELED: Ben görücü değilim. Derleyicim. Niye yanlış anlıyorsunuz.
EMİNE: Bu şimdi beni almayacak mi?
MUHTAR: Almayacak.
EMİNE: (Ağlayarak Hüseyin’e saldırır. Deli Esat pencereden görünür. Vur , vur işaretleri yapar. Oynamaya, göbek atmaya başlar. Elleriyle oh oh işareti yapar.) Hı hı hı. Benim tertemiz duygularımla alay ettin. Genç bir gızla oynamaya utanmı misen? (Vurmaya başlar)
LEYLA KADIN: (Büyük bir öfke ile saldırır. O da vurmaya başlar. Artık büyük bir gürültü kopmuştur. Herkes birbirine girmiştir.) Vayy seni ırz düşmanı namıssız! Ahlaksız, terbiyesiz. Gören de adam zanneder seni. (vurur)
ÖĞRETMEN: yapmayın Hanımlar. Ayıp oluyor. Ortada bir yanlış anlaşılma var. Neden vuruyorsunuz gence? O ne yaptı size?
EMİNE: Daha ne yapacak. Beni lekeledi.
ÖĞRETMEN: Yapmayın allah aşkına. Vurmayın. Ayıptır. Günahtır. Misafire böyle davranılmaz.
HÜSEYİN VELED: ( Bağırır) Durun yapmayın. Analar, bacılar. Ben bir şey yapmadım. Benim bir suçum yok. Ahh! Of! İmdaaattt! Hocam yardım edin bana. Ne oluyor bunlara böyle? (Çareyi dışarı kaçmakta bulur.)
MUHTAR: (Gözü dönmüştür. Öğretmenin üzerine yürür. Bu arada Esat da yine pencereden kafasını içeri uzatıp durur. Olayları keyifle izler. Elleriyle yumruklar yaparak olaya dışarıdan katılır.) Bene bak örgetmen. Bütün bu olanlar senin yüzünden çıkmışdır. Bir mahsuldür tutturmuş gidisen. Başlarım senin mahsulune! Türküne de , şarkına da, manine de...Al sana mahsul. (Vurmaya başlar. Öğretmen de dışarı kaçar. Muhtar kadınlara döner. Emine sahnenin öbür tarafına geçer. Anasının göğüslerine yaslanmış ağlamaktadır. Anası onu kucaklamış teselli etmektedir. Ayaktadırlar.) Susun len! Nedir bu sizin elinizden çekdiğim? ( O sırada tekrar içeri Hüseyin Veled girer.)
HÜSEYİN VELED: (Korku ile) Eşyalarımı unuttum. Onları alıp gidiyorum. (Eşyalarını alır)
EMİNE-LEYLA KADIN: ( Aynı anda) Ahhh! Ahhh! (Yine üzerlerine yürüyüüp vurmaya başlarlar. Muhtar da vurmaya başlar.)
MUHTAR: Ulen sen daha buralar da mısan? Gavat.
HÜSEYİN VELED: Şimdi gidiyorum. Şimdi gidiyorum. (Süratle çıkar.)
EMİNE: (Ağlayarak yine sahnenin öbür tarafına geçer.) Hüh hü hü.
LEYLA KADIN: (Kucaklar. Sarılır) Ağlama benim minicik görpem. Ağlama benim talihsizim. Gadersizim. Ben sene başga goca bulurum. Bir gızı bin gişi isder bir gişi alır.
EMİNE: Emme beni heç isteyen yok.
MUHTAR: Susun len! Susun! Goca deye deye neler geldi başımıza. Yeter artık. Beni rezil rüsva ettiniz elaleme. (İçeri deli Esat girer.)
DELİ ESAT: (Elindeki defe vura vura, oynaya oynaya içeri girer.)
Deli gız Deli gız bana galdın
Deli gız Deli gız bana galdın.
MUHTAR: Ne isdirsen len?
D ESAT: Deli gızı istiyem.
MUHTAR: Emine’yi mi isdirsen?
DELİ ESAT: Hee. Emine’yi isdirem. Onu seviyem.
MUHTAR: Peki, bir goca olarak Ona bakabilecak mısan?
D ESAT: Heee.
MUHTAR: Oni besleyabilecak mısan?
D ESAT: Heee.
MUHTAR: Eyi gününde oldugu gibi kötü gününde de yanında olacak mısan?
D ESAT: Heee.
MUHTAR: (Biraz düşünür) Verdim gitti.
EMİNE: (Ağlamaya başlar) Anaaaaa! Babam beni deliye veriii
LEYLA KADIN: Ağlama gızım. Baban her şeyin eyisini bilir. O ne yaparsa senin için yapar. Senin eyiligin için yapar.
EMİNE: Anaaaa
DELİ ESAT: Deli gız deli gız benim oldun.
Deli gız deli gız benim oldun.
EMİNE: (Anasının kucağına yaslanmış ağlamaya devam eder.) Anaaa
LEYLA KADIN: Ağlama gızım ağlama. Gaderin böyleymiş.
DELİ ESAT: (Oynamayı bırakır. Emine’ye yaklaşır. Emine anasının kucağında ağlamaya devam eder. Esat bir Emine’nin yanına gider., bir seyircinin tarafına gider. Emine’ye döner. Eğilir bakar. Biraz sessizlik. Emine de ağlamayı kesmiştir. Esat yine Emine’ye bakar. Emine de ona bakar. Sessizlik. Esat Seyirciye döner)
Yok. İstemiyem. Emineyi artık istemiyem.
(Sahneden dışarı çıkar. Müzik çalmaya başlar. Emine ile anası diğer köşede muhtar donmuş vaziyette kalır.)
Sahne 8
Öncekiler – İmam
İMAM : (Cesaretle) Eee Muhterem, uygun görürseniz kızınıza ben talibim. Şu yaşıma kadar hiç evlenmedim. Hiç kimseye yan gözle bakmadım. Doğruluktan ve dürüstlükten bir an bile ayrılmadım. Kendi halimde, kimseye zararı olmayan bir ademim. Kızınızı mutlu edebileceğime inanıyorum. Eğer izin verirseniz Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle onu sizden istiyorum…
İMAM (Duraklar. Bir kıza, bir imama bakar. Düşündükten sonra) Ben de verdim gitti. (Elini uzatır) Öp babanın elini. (İmam sevinçle muhtarın elini öper. Emine de sevinçle yanına gelir. Babasının elini öper.
Müzik çalmaya başlar. Leyla Kadın ile muhtar donmuş vaziyette kalır. Yönetmen tarafından istenirse bu bölümde bir düğün veya kına gecesi yapılabilir.)
PERDE KAPANIR
SON
Not: Bu oyun, Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları Yayınları arasında "Tiyatro Oyunları 2" adlı Kitapta yayınlanmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.