- 805 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Destansı Arkadaşlık
Arkadaşlık, bizleri, insanları birbirine bağlayan arı bir ilişkiler yumağı. Aşk gibi, sevda gibi güzel, tanımsız hoş bir bağ. Araya çıkar, yalan, riya, ikiyüzlülük benzeri hoş olmayan davranış biçimlerinden nem kapan olgular bütünlüğü: Arkadaşlık. Erkekler arasında özellikle köy sohbetlerinin değişmez konusudur asker arkadaşlığı. Bir yakınım anlatır köyde ziyaretine gittiğimde:
“Diyarbakır’da askerdik. Ellili yıllar. Amerikalılar havaalanı inşa ediyorlar. Beş yakın arkadaştık. Birisi köylüm, üçü aynı ilçenin farklı köylerindendik. Onların dördü de sigara içerdi. Ben ağzıma bile koymadım. Onlara bu zıkkımı içmeyin derdim! Gülüp geçerlerdi! Üçü öldü, birisi hasta. Ben doksana yaklaşıyorum. Sapa sağlamım. Diyarbakır’da öyle büyük karpuz gördüm ki, ortadan ikiye bölüp bir eşeğin sırtına yüklediler. Hayvan zorlukla yürüyordu.” Bu ve benzeri asker anılarını köylerde çok dinledim. Hele asker arkadaşlığı insanlarımız arasında özgün bir bağ oluşturur. Unutulmaz, yıllar geçse de…
Benim öyküm asker arkadaşlığı ile ilgili değil. İlkokulu aynı sınıflarda okumuş köy çocuklarının öyküsü. Yurdumuzun uzak bir yöresinde doğup büyüdüğüm topraklarda başlıyor. Kendi köyüm ve yakın çevresinde. Altmışlı yıllarda ilkokul dördüncü sınıf yıllarımızla ilgili daha çok. Başlıyoruz öykünün içine girmeye. Köyümüz, o yıllarda haritada SSCB harfleri ile tanımlanan ülkenin hemen yakınlarında Doğu Karadeniz Bölgesinin en uç yerlerinde bir köy. Çevresinde bulunan yüksek dağların müsaade ettiği, ortalama bin üç yüz metre yükseklikteki düzlüklerde kurulu. Tipik bir dağ köyü. Çevresinde geniş iğne yapraklı orman denizleri var. Çayır ve meralar diğer yeşillikleri oluşturuyor. Köy içinde ilkbaharlarda çiçek açtığında beyazlara bürünen meyve bahçeleri ve ara ara görülen yayvan yapraklı ağaçlar doğamızdaki yeşilliği tamamlıyor. Her mevsimde yağmur alan bölgemiz ülkemizin bin bir bitki çeşitlerini barındırıyor. Bakir doğa henüz kirlenmemiş. Uzaklarda, şimdilerde Gürcistan olan kuzey komşu ülke sınırlarından doğu yönüne kadar Cin Dağları uzanıyor. Doğu ve güney yönünde yaylacılık yaptığımız Sahara Dağı. Ne diyeyim sadece batı yönümüz dağlardan mahrum! Ve dağlar bizlerin yaşamımızın olmazsa olmazları. Mayıs başlarından ta haziran sonlarına kadar koyun-kuzu, kız-kızan bizleri bağrına basıyor.
Köy okulumuz; bu yaz iyice inceledim. Tamı tamına 1930 yılında açılmış. Öykümdeki arkadaşlarımla yakinen ilişkilerimiz ilkokul yıllarımıza altmışlı yıllarda başladı. Sınıfımızda kız ve erkek sayısı eşit. Otuzun üzerinde aynı köyün çocuklarıyız. Okulumuz köyün tam ortasına kurulu. Çok geniş bir bahçemiz var. Oyunlarımızı özgürce oynardık.
Dördüncü sınıfta okuyoruz. Hangi arkadaşlarım öykümün içinde? Yoklama alalım. Kemalettin, kısa adı Kemo. Kemo sınıfımızın en güçlü, kuvvetlilerimizden biri. Özellikle matematiği iyi. Her zaman güler yüzlü. Sınıfın kızak yarışı birincisi. Şimdi emekli öğretmen. İnegöl’de oturuyor. Köye kısa sürelerle geliyor yazları. İnegöl’de, daireden başka şehre yakın kır evi var bir bahçe içinde. Arıcılık yapıyor. Bahçesinde her çeşit meyve ağacı büyütmüş. Bizleri kır evinde ağırlamadan bırakmıyor İnegöl’e akraba ziyaretlerine gittiğimizde.
Yücel, İstanbul’da oturuyor. Köyde de güzel bir ev yaptı. Sınıfımızın en hızlı koşanı. Bizim ev köye hayli uzak, yeşil çayırların ortasında kurulu. Özellikle soğuk kış günlerinde arkadaşlarımda kalırdım ilkokul yıllarında. Onlar da bize gelip kalırlardı güneşli günlerde. Yücel benim can arkadaşlarından biri. En çok karşılıklı birbirimizin evlerinde kaldığımız arkadaş. Maliyeden emekli.
Sefer, sınıfın en zeki ve sesi güzel olanımız. “Söğüdün yaprağı bağ arasında” türküsünü çok güzel söylerdi. Ezgisi hala hafızamda saklı. İyi de bir güreşçi. Çoğumuzu kısa sürede tuşluyor. Tıpkı Kemo gibi. Lise öğretmenliğinden emekli. Son olarak Derince CHP ilçe başkanlığı yaptı. Derince komşum şimdilerde.
Sebahattin, namı diğer, Ruto, ya da Sebo. İstanbul’da ikamet ediyor. Lise öğretmeni. Daha geçen yıl emekli oldu. Çok sevecen ve şakacı, espritüel bir arkadaş. Zentin karası gözlerinin içi pırıl pırıl sürekli. Işıl ışıl…
Ve Esvettin, namı diğer Eso. Eso da İstanbul’dan işçi emeklisi. Çok şakacı. Yücel’e takılıyor, malı/yeci diye. Bana anlatıyor:
“İbö, yani malı yiyen demek, malı/yeci…” Nihayet ben, kısa adım İbo. Özel günlerde sınıfın şiir okuyucusu. Birbirlerini tutku düzeyinde seven arkadaş gurubu. Aynı çeşmenin suyunu içtik. Okul kır gezilerinde birlikte oyunlar oynadık. İlk sınıflarda birdirbir, daha sonra kız taklası (güvercin taklası) diye adlandırdığımız kasa-minder hareketlerini anımsatan oyunlar oynardık sıklıkla. Düğünlerde halaylar çektik, horonlar oynadık…
Yaz tatillerinde köye baba evlerimize dönüp bir araya gelince; ilkokul çocukları gibi oyuna dalıp zamanın nasıl geçtiğini fark edemediğimiz can arkadaşlar bunlar. Genelde siyasi görüşlerimiz de birbirinin yakın. Okulumuzda, sevgili öğretmenlerimizden öğrendiğimiz, Atatürk sever, laik düşünceli, cumhuriyetle barışık yurtsever insanlar.
Daha geçen yaz buluştuk; iç göç nedeniyle çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızdaki coşkusunu kaybetmiş köyümüzde. Temmuz ortaları. Güneşli bir Cuma günü. Artık köyde ekin ekilmiyor. Dövenle harman yapma, patos devri seksenlerde bitti. Her taraf yemyeşil. Tarlaları çimenler bürümüş, çayırlaşmışlar. Ancak evlerin yakınlarında fasulye, biraz mısır ekilen küçücük bahçeler var. Köy bakkalının önünde bir araya geldik. Cumaya gideceğiz. Zaman var. İlkokul yakın. Yaz-kış kapalı artık. Köyde sürekli oturan çok az aile kaldı. Üç- beş yavrumuz da taşımalı sistemle ilçedeki okullarda okuyor. Hemen okula doğru bir kısa tur atıyoruz. Okulumuzu görüp, ilkokul yıllarımızı anımsamak istiyoruz. İlkokulu bitirdiğimiz yıl okulun bahçesine diktiğimiz söğüt ağacı büyümüş, iyice serpilmiş. O yıllar çok gerilerde kaldı. Fakat birçok anı hafızalarımızın derinliklerinde saklı hala. Yücel söze başlıyor:
“Beyler, dördüncü sınıfta okurken köyümüze Ardahan’ın Panik köyünden bir arkadaş gelmişti. Dördüncü sınıfta bizlerle okudu… Cimşit’i hatırlayan var mı aranızda? Geçen yaz Ardahan’a gittim. Aniden aklıma Cimşit, Panik Köyü geldi. Uzatmayayım. Kardeşim Ali Osman’la birlikteyiz. Ali’ye sür dedim arabayı. Panik Köyü’ne gideceğiz. Cimşit’i soracağım, dedim.”
Cimşit adını duyunca hepimizin gözleri daha bir parladı. Hatırlamaz mıyız bizim Cimşit’imizi. Yücel devamla;
“Cimşit’i buldum. Sarmaş-dolaş sarıldık. İkimizde ağlamaklı olduk. Hepimizi bir bir hatırlıyor. Köyünde oturuyor. Var mısınız yakında Cimşit’i ziyaret etmeye?” Neden olmasın. Hep bir ağızdan olur çıktı. Cuma vakti iyice yaklaştı camiye doğru yöneldik.
Bizler, yıllar sonra altı arkadaş bir araya gelmişiz. Verilen söz unutulur mu hiç? Aradan birkaç gün geçti. Köyde olmanın doğanın tam merkezinde yaşamanın tadını çıkarıyoruz. Şehirlerin trafik karmaşası, egzoz dumanı yok atmosferimizde. Kuş sesleriyle, dağların yücelerinden güneşin doğuşunu izleyerek yeni güne merhaba diyoruz. Emekliyiz hepimiz. Kısa süreli yağmurlar yağıyor geceleri. Sabahleyin uyandığımızda çimenlerin üzerinde kalan yağmur katrelerinin güneş ışınlarıyla dansını izliyoruz bazı sabahlar. Böylesi bir günün sabahında erkenden bir araba sesi duydum. Evde bir köroğlu bir ayvaz kalmışız. Çocuklar uzaklarda İstanbullarda. Çalışıyorlar…
Köpeğimiz yabancı arabalara çok fena havlıyor. Bir bakıyorum bizim ekip kapımızın önünde. Kemo’nun minivan tipi arabasına doluşmuşlar. Köpeği susturup yanlarına yaklaşıyorum.
“ İbo haydi gidiyoruz Cimşit’i köyüne. Sana sürpriz yapalım diye haber vermedik. Hazırlan…”
“Beyler çay hazırlanıyor. Kahvaltı yapmadım. Birlikte kahvaltı yapıp öyle yola çıkarız.” Diyecek oluyorum. Dinleyen kim. Ruto, bu arada eve dalıyor.
“ Evin çok güzel. Bir bakayım.” Diyor. Kitaplığımı görüyor.
“Senin bu okuma merakına bitiyorum.” Diye takılıyor bana.
“Ardahan’da çorba içeriz. Biz de kahvaltı yapmadık.” Durmak olmaz. Bisküvi alıyorum yanına. Kemo’nun arabasına sıkışıyoruz altı arkadaş. Birbirlerinin evinin kapısını tıpkı ilkokul yıllarındaki gibi destursuz açabilecek kadar içten arkadaşlar. Evimizin hemen yakınından geçen Şavşat-Ardahan yolunda başladı Kürt arkadaşımız Cimşit’i ziyaret etme yolculuğumuz… Sebo’ya, Ruto diye ad takan Cimşit ’ten Ruto’nun ne demek olduğunu da öğreneceğiz elbette…
Öyküm haliyle sürecek…
YORUMLAR
İBRAHİM YILMAZ
sizin de tamamen hümanist duygular taşıyan şiir ve düz yazılarınız birer harika. belirtmeden geçemeyeceğim.
selam,saygı ve sevgimle...