- 1012 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Olimpiyat Ruhu
Bu yazıyı yazmama, 06.12.2016 tarihinde oynanan Dinamo Kiev- Beşiktaş maçı, bu maçta yaşanan spor ahlakına hiç yakışmayan olaylar neden oldu. Üzüldüğüm, yadırgadığım olaylar. Üzüntü nedenini anlatmadan önce spor konusunda bazı gerçekçi durumları irdelemek isterim.
Günümüzde, ülkemizin artık her yöresinde, köyünde, kentinde önemi iyice anlaşılan bir olgu oldu spor. Bilinçli- bilinçsiz, yaşlı genç yurttaşlar olarak ucundan kenarından bir spor etkinliğini içinde bulunuyoruz kendimizi. Güzel sanatlar ruhumuzu besleyip huzur bulmamızda ne kadar etkense, spor yapmanın da beden sağlığımız için bir o kadar önemli. Koşmak, yüzmek, takım sporlarının içinde olarak etkin olmak, ter atmak, sonunda da duş almak insanı annesinden yeni doğmuşçasına sağlıklı ve mutlu yapar. Onun için, “ İyi bir boks seyircisi olacağına kötü bir boksör ol. Ringe çık, dayak ye!” derler.
Yer karasında yaşayan çeşitli uluslar, bölgesinin iklim, yer şekilleri… gibi çeşitli etkenlerin etkisiyle farklı spor etkinliklerinde bulunmuşlar. Uzakdoğu ülkeleri yakın temas sporları, denize yakın ülke insanları yüzme… gibi spor türlerinde öne çıkmışlar geçen yüzyıllar içinde. Atalarımız, Anayurt Orta Asya’da geçmiş çağlar içinde geniş Asya bozkırlarında at sürmüşler, cirit atmışlar ve de güreş tutmuşlar. Güreş bizim ata sporumuz.
Yurdumuzun dört bucağında, özellikle kırsal kesimde pehlivanlarımız er meydanlarında güreş tutmakta hala. Haziran sıcağında Edirne Kırkpınar’da güreşler yapıldığı gibi kış ortasında kar üzerinde güreş tutulan bölgelerimiz de var. Çocukluğum dağlarımızın doruklarının bulutlarla sürekli buluştuğu; ekim sonlarından, mart sonlarına kadar karlar altında kalan köyümde geçti. Kar üzerinde bizler bile güreş tuttuk ilkokul yıllarımızda. Kar üzerinde pehlivanların yaptığı karakucak güreşleri geleneği günümüzde bile tekrarlanmakta. İlk gençlik yıllarımda davul-zurna eşliğinde yayla düzlüklerinde ben de güreş tuttum. Nice güreşler izledim köy ve kasabalarda...
Köylerimizde iç göçün yaşanmadığı yıllarda yoksulluk vardı. Bunun yanında insani değerler, güzel hasletlerimizde bir yozlaşma yaşanmamıştı henüz. Komşuluk, yardımlaşma, imece usulü çalışma benzeri değerler capcanlı yaşanıyordu. Paraya-pula bakılmaksızın feodal üretim biçimleriyle insanlarımız yaşayıp gidiyordu. Köy düğünlerinde, özelde köyümüzde de karakucak güreşleri yapılırdı. Güreşi orta yaşlı saygın kişiler idare eder, en ufak bir taşkınlığa göz yummazlardı. Rakibinin sırtını yere yapıştıran güreşi kazanır. Galip gelen öncelikle rakibinin ayağa kalkmasına yardım eder. İki güreşçi arkadaşça, dostça sarılır ayrılırlardı. Ha yenen şımarıklık ederse, izleyenler durumu protesto eder, hakemler ortamı hemen sakinleştirirdi. Yenen-yenilen sakince alanı yeni güreşçilere bırakırdı. Köylerimiz ıssızdı, yolsuz ve susuzdu. Elektriğin esamisi okunmazdı lakin spor adına da güzelliklerin yaşandığı yerlerdi…
Dünya ölçeğinde; halkları kaynaştırmak, barışı yüceltmek adına her dört yılda bir olimpiyatlar yapılmaktadır. Olimpiyatlar antik Yunan spor karşılaştırmalarından günümüze kadar süregelmiştir. Olimpiyatlarda slogan: “Daha Hızlı, Daha Yüksek, daha Güçlü” dür.
Olimpiyatlarda illaki birinci gelip altın madalya almak değildir amaç. Olimpiyatlara iştirak etmektir birincil hedef. Ulusları birbirine yaklaştırmak ve de farklı kıtalardan gelen, dil, din, ırk farkı gözetmeksizin insanların dostça yarışacaklarını göstermek gibi insanı bir işlevi vardır bu büyük organizasyonun. Ve dünyada barış içinde yaşamaya özlemini dile getirmek ve pekiştirmek nihai hedefidir bütün spor etkinliklerinin.
Spordan anlayan ve spora saygı duyanlar; spor karşılaşmalarında, örneğin en uzun koşu maratonda birinci geleni alkışladıkları gibi sonuncu geleni de alkışlarlar. Fiziksel ve tinsel iyi hazırlanmış, sporun insanları yaklaştıran, arkadaşlık duygularını geliştirdiğini içselleştiren sporcular karşılaşmaları kazandıkları zaman sevinirler doğallıkla, ölçüyü kaçırmadan. Kaybettiklerinde aşırı üzülüp, saç-baş yolmazlar.
Bireysel ve takım sporlarında; müsabakalara iyi bir biçimde hazırlanan, oyunu, oyun kurallarına göre iyi oynayan kazanır. Kazanılan başarılar sonunda aşırı taşkınlıklar yapıp rakibi küçümsemek sporun ruhuna aykırıdır. Kaybeden de açık yüreklilikle galibini kutlaması kaybetme nedenlerini irdelemesi önemlidir. Nihayet yapılan işin oyun olduğu bilincinde olmak önemli…
Özellikle amatör sporlarda uyulması gereken bu altın değerindeki ilkeler, olimpiyat ruhuna uyulması, dostluk, dünya barışı adına çok önemli ve gerekli. Günümüzde özellikle profesyonel spor olgusu bir sanayi haline geldi. Sanayide amaç artı değer üretmek, bu değerden kazanç sağlamak. Ayrıca uluslar gerek amatör, gerek profesyonel spor müsabakalarını kalkınmışlık göstergesi olarak kullanıyorlar. Uluslararası arenada söz sahibi olmak adına kumarı kurallarına göre oynayıp, başarı için gerekli bilimsel yöntemlerle işlerini gereği gibi yapıyorlar. Bütçelerinden spora ayırdıkları paraları yerli yerinde kullanıyorlar. Alt yapıya gerekli önemi verip kısa süreli başarılar için değil geleceğe, yurttaşlarının bedensel gelişmelerine gerekli katkıyı sağlıyorlar.
Biz ne yapıyoruz bu alanda? Daha çok belediyelerimiz kapalı futbol sahası açıp, bu işten para kazananların değirmenine su taşıyor. İthal sporcu bulup, onlara ad verip sahaya, yarışa sürüyoruz! Spor artık uluslararasında bir büyüklük gösteri. Kıran kırana bir savaş adeta. Yine de çağı yakalamış, bilgi toplumları sporun esas amacına, olimpiyat ruhuna uygun davranıyorlar.
Ülkemizde ise üzülerek belirteyim; her geçen yıl artarak spor ruhuna aykırı uygulamalar devam ediyor. Bu konuda olumsuz örnekler o kadar çok ki, hangisini sayayım. Bir şampiyonanın son futbol maçları oynanıyor. İsviçre ile dışarda ulusal takım maçı 2-0 kaybetti. Rövanşta rakibimizi farklı yenmemiz gerekiyor şampiyonaya katılmak için. Maçı aldık fakat gerekli farkı yakalayamadık. Hocamız sağ olsun! Sanki 2.Viyana bozgununun rövanşına çıkarcasına hazırlamış takımı, seyirciyi! Maç bitti. İsviçreliler soyunma odasına gidiyorlar. Bizim sporcularımız, teknik heyet konukları kovalıyor. Yetiştiklerine tekme tokat saldırıyorlar. Ulusal takımın bir hocası resmen tekme savuruyor. O sahne zihnimde bir utanç karesi olarak hala saklı. Anımsadıkça utanırım. “Sporcunun, zeki, çevik ve ahlaklısını severim.” Anlayışı nerede kaldı! “Bükemediğin bileği öpmek” anlayışına ne oldu! Ve misafir severlik hasletimizi sadece nutuklarda, vaazlarda mı duyacağız!..
İyi örneklerimiz çok az. Yıllar önce hafta sonları statta görev alıyoruz bir meslektaşımla. Görevimiz maç başlarken bitiyor, hem bir günlük ücret alıyoruz hem de maçı izliyoruz. Kocaelispor dört büyüklere kök söktürüyor. Güneşli güzel İzmit günü. Sarıyer’le oynuyor takım. Kapalı tribündeyim. Ortalama kırk kişilik bir arkadaş grubu bir aradalar. Orta yaşlı, eğitimli oldukları her hallerinden belli. Biraz da kafaları iyi. Birisi şef, koroyu yönetiyor. Birlikte şarkı söylüyorlar:
“Fincanı taştan oyarlar...” Pür neşe içinde hem eğlenip hem maçı izliyorlar. Küfür, kötü tezahürat yok. Demek ki, eğitim düzeyi yüksek insanlar maçları farklı izliyebiyor… Böylesi sahneleri çok ama çok az gördüm; Yunusların, Mevlanaların, Hacı Bektaş… gibi gönül dostlarının yaşadığı bu güzel topraklarda.
Futbolla devam edelim. Geçen yıl Barselona-Bayern Münih, şampiyonlar ligi son maçları oynanıyor. Turu geçen final oynayacak. Maçı İspanya’da Barselona 2-0 aldı. Bu kez Münih’te ikinci maç oynanıyor. Almanlara fark gerek. Stat zengin Bavyeralılarca tıklım tıklım dolu. Almanlar bir gol attı. Gelecek zaferden emin. Akın üstüne akın yapıyorlar. Mesili Barselona hemen cevap verdi. Uzatmayalım, amacımız farklı. Maç 3-2 Almanların üstünlüğüyle sürüyor. Tur için yetmiyor bu sonuç Münih takımına. İspanyollar rakiplerini yenmek, binlerce seyircisi önünde mahcup etmek istemiyor rakip takımın oyuncu arkadaşlarını. Top çevirip zamana oynuyorlar. Maç bitti. Sporcular forma değiştirdi. Seyirci kaybetmesine karşı takımlarını alkışladı.
Dinamo- Beşiktaş maçından yola çıkmıştık. Aynı yola dönelim. Takımımıza gruptan çıkması için galibiyet gerek. Maç Kiev’de. Rakip galip gelse bile gruptan çıkamıyor. Hava soğuk, kar yağıyor. Takımımız bir gol yiyor. Toparlanıyor. Oyuna her an ortak olacak pozisyonlar yakalıyor. Hakem tüm futbol kurallarına aykırı bir penaltı verip, bir oyuncumuzu ihraç ediyor. Durum penaltı sonunda 2-0 oluyor. Maç orada bitiyor Beşiktaş adına! Bu kez Kievliler hakem de yanlarında, kış günü geniş Sibirya steplerinde ceylan bulmuş kurtlar örneği saldırıyorlar! Maçı 6-0 alıyorlar. Gol attıkça havalara uçuyorlar. Hani rakibe saygı!.. Hani sporun toplumları yaşlaştırma şiarı! Kievli topçularının bu spor ve dostluk adına yaptıkları davranışları bir yerde es geçelim. Onların hocalarına ne demeli!
Yenilen takım Beşiktaş olmuş, haritada yerini bilmediğim bir ülkenin takımı olmuş yargım aynı. Sporun güzelliklerini, olimpiyat ruhunu yerle bir eden anlayışı insan olarak kabul etmek olası değil. Gerek şarkı söyleyerek maçı izleyen benim eğitimli yurttaşlarım, gerek Barselona-Münih maçındaki insani ve olimpiyat ruhunu içselleştiren sporcu ve seyircileri ancak aydınlanma yaşayan toplumlarda görülür. O halde toplumları aydınlatmak için eğitim şart. Hemi de bilimsel programlı, nitelikli eğitim
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.