- 795 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
1943 YILINDA MADONNA VARMIYMIŞ? / İMZASINA BİLE ÇILDIRILAN KADIN
‘’SENİ SEVİYORUM…DELİ GİBİ DEĞİL GAYET AKLI BAŞINDA OLARAK SEVİYORUM’’
SABAHATTİN ALİ
---------------------------------------------------------------------------
Son günlerde bir kitabın edebiyat dünyamızda en çok satılan-okunan kitaplar listesinde en başta olduğunu görüyorum. Bu kitap , kitapseverlerin çok yakından bildikleri gibi Sabahattin Ali’nin ‘’ Kürk Mantolu Madonna’’ adlı kitabıdır.
Geçenlerde benim biraderle konuşurken söz nereden döndü dolaştıysa işte bu kitaba geldi. Birader ‘’ Yahu abi, benim bildiğim kadarıyla Sabahattin Ali 1950 li yıllarda ölmüş bir yazar. İyi de bu adam Madonna’yı nereden tanıyor ki Kürk Mantolu Madonna’’ Diye bir kitap yazmış?’’ Diye sorunca o anda içmekte olduğum çayı olduğu gibi püskürttüm sehpanın üzerine. Bizim birader o Madonnayı şarkıcı Madonna zannediyormuş meğer. Fakat sonradan gördüm ki benim birader bu konuda yalnız değil. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonnasını ABD li ünlü popstar ve sinema sanatçısı Madonna zannedenler bayağı çokmuş. Mesela Tv 8 de yayınlanan ‘Aramızda Kalmasın’ programında Beren Saat adlı sanatçının ‘Kürk Mantolu Madonna’ kitabının uyarlaması olan filmde rol alacağı konuşulurken, program sunucularından Funda Özkalyoncuoğlu’nun-kitabın 1943 yılında yazıldığının belirtilmesi üzerine- ‘’ O yıllarda Madonna var mıydı?’’ diye sorması başlıbaşına bir komedi konusu oldu özellikle sosyal medyada..
Madonna ne peki? Ya da kim?
Şarkıcı Madonna aslen İtalyan olup tam adı Madonna Louise Veronica Ciccone’dir.
Ancak, Madonna kelimesi tam olarak Hıristiyan azizeleri için, daha da özel anlamda Hz. Meryem için kullanılan bir ifadedir. Genelde ‘’Azize ‘’ özelde ise Hz. Meryem anlamına gelir.
Eee bu durumda Sabahattin Ali bahsi geçen romanında kürk mantolu bir Hırıstiyan azizesinden mi bahsediyor? Hem evet hem hayır.
Kitap hakkında daha fazla konuşmaya gerek yok. Ancak Sabahattin Ali de aynen bu kitaptaki Raif Efendi gibi bir platonik aşk yaşamıştır ve çok büyük bir ihtimalle romanın kahramanlarından olan Raif Efendi bizzat kendisi, kadın kahraman Maria Puder ise tutkulu bir aşkla sevdiği Nahid Fıratlı adlı kadındır.
Nahid Fıratlı oldukça ilginç bir kadındır. İlginçtir çünkü edebiyat dünyamızda ona aşık olmayan ünlü şair ve yazar adeta yok gibidir. Onun için şiirler yazmamış şaire rastlanmaz adeta.
İşin doğrusu resimlerine baktığımda - günümüz güzellik ölçüleriyle- öyle pek de ahım şahım bir hatun olmayan rahmetli meslektaşım nasıl olmuş da bu kadar ünlü şairi kendisine aşık etmiş işte o kısmı bir türlü anlayamadım ama şairlerimiz nazarında Leyla olmuş bu Nahid Fıratlı ve pek çoğu ona Mecnun’un gözleriyle bakmışlar. Kimler mi? Sayalım: Can Yücel, Edip Cansever, Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dranas, Orhan Veli Kanık, Ece Ayhan, Turgut Uyar, Cemal Süreya…Yani Türk Edebiyatının en büyükleri…
1909 da Girit’te dünyaya gelmiş olan Nahid Hanım ben gibi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden mezun olmuş. Benden farklı olarak o Felsefe bölümü mezunuymuş. İllevelakin kadro yetersizliği sebebiyle Edebiyat Öğretmenliği yapmış. Hatta ülkemizin kalburüstü liselerinde, mesela Ankara Kız Lisesi, Edirne Lisesi, Haydarpaşa Erkek Lisesinde edebiyat öğretmenliği yapmış. İşte bu öğretmenliği sırasında da adı geçen şairlerle tanışmış, onlarla yakın arkadaşlıklar kurmuş.
İlk kocası olan eğitimci Halil Vedat Fıratlı ile evlendiğinde soyadı da Gelenbevi’den Fıratlı’ya dönmüş. Ancak onunla ayrıldıktan ve hatta ikinci kez Arif Damar adlı bir şairle evlenmesine rağmen Fıratlı soyadını öldüğü tarih olan 2002 yılına kadar taşımıştır. Yani buradan da anlaşılacağı üzere Nahid Fıratlı Hanım doksan üç yaşına kadar yaşamıştır.
İşte Sabahattin Ali’in ‘’ Kürk Mantolu Madonnası ‘’ olan Nahid Fıratlı, ilk eşinden boşandıktan sonra Şair Orhan Veli ile bir aşk yaşamıştır ikinci evliliğini yapıncaya kadar.
Orhan Veliye
’Hiç birine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar
Sade kadın değil, insan
Ne kibarlık budalası
Ne malda mülkte gözü var
Hür olsak der
Eşit olsak der
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar
Dizelerini yazdıran işte bu Nahid Fırat hanımefendidir.
Ancak, Orhan Veli ile olan bu aşk uzun sürmez. Zira zavallı Orhan Veli henüz daha 36 yaşındayken 1950 yılında hayata gözlerini yumar. Nahid Hanımın ikinci evliliği de Orhan Veli’nin ölümünden beş sene sonra olmuştur zaten.
Orhan Veli’den çok daha önce Sabahattin Ali de Nahid Fıratlı hanıma aşık olur ve o zamanlar öyle face book, Messenger, twitter, I Phone filan olmadığından oturur adam gibi mektup yazar. Hani şu kağıdın üzerine dolmakalemle yazılıp daha sonra zarfa konarak elden ya da postacılar vasıtasıyla karşı tarafa gönderilen şeylerden…Fakat işin aslında Orhan Veli’den daha yakışıklı olmasına rağmen( Bana göre tabii ki) Nahid Hanım, Sabahattin Ali’ye pas vermez. Gönderdiği mektupları hiç açmadan gerisin geri iade eder.
Şimdi izleyin bakın o iade olayından sonra neler olur:
1928’de kendisi 21, Nahid Hanım 19 yaşındayken yazdığı bu mektuplar geri geldiğinde Sabahattin Ali, iade edilen mektubundan sonra gönderdiği bir diğer mektubunda “İade kâğıdındaki imzanı gördüm. Yalnız imzanı... Çıldırıyordum. İmzan beni deli edecek kadar sevindirdi. Onu yazan elini gördüm, hani bakmak istediğim zaman benden kaçırdığın elini... Bu elin üzerinde ince bir kol gördüm, daha sonra omuzlarını, ince çeneni, dudaklarını, şeffaf burnunu, alnına dökülen kumral saçlarını gördüm. Seni gördüm, seni büsbütün gördüm” Diyordu.
Bu arada bir zamanlar Nükhet Duru’dan dinlediğimiz bir şarkı vardı hani ‘’ Beni sarar melankoliii… Oooo. Beni sarar melankoliii ‘’ Diye. İşte o şarkının tam sözleri olan Melankoli şiirini, Nahid Fıratlı için Sabahattin Ali Yazmıştır. Şiir tam olarak şöyledir.
Beni en güzel günümde
Sebepsiz bir keder alır.
Bütün ömrümün beynimde
Acı bir tortusu kalır.
Anlıyamam kederimi,
Bir ateş yakar derimi,
İçim dar bulur yerimi,
Gönlüm dağlarda bunalır.
Ne kış, ne yazı isterim,
Ne bir dost yüzü isterim,
Hafif bir sızı isterim,
Ağrılar, sancılar gelir.
Yanıma düşer kollarım,
Görünmez olur yollarım,
En sevgili emellerim
Önüme ölü serilir...
Ne bir dost, ne bir sevgili,
Dünyadan uzak bir deli...
Beni sarar melankoli:
Kafamın içersi ölür.
Böyle büyük bir aşka rağmen Sebahattin Ali yine de 1935 yılında Aliye Hanımla evlendi. ( Kadınlar kızacak ama bence çok iyi etti. Zira Aliye Hanım bence Nahid Hanıma beş çekerdi güzellik, zarafet ve alımda.)
Nahide Hanıma aşık olanlardan Orhan Veli henüz otuz altı yaşındayken ölmüştü 1950 Yılında… Sabahattin Ali’nin de ömrü kısa olmuş, o da 1948 yılında kırk bir yaşındayken hayata veda etmişti.( Bazı rivayetlere göre öldürülmüştü)
Nahide Hanıma en fazla aşık olanlar çok uzun ömürlü olamadılar. Mesela ‘’ Yaş otuz beş, yolun yarısı eder’’ Diyen Cahit Sıtkı Tarancı…O da yolun yarısı dediği otuz beşinci yaşından sadece on bir sene sonra kırk altı yaşında hayata gözlerini yumdu.
Edip Cansever çok da yaşlı sayılmayacak bir yaşta, 58 Yaşında öldü.
Cemal Süreya bir yıl daha fazla yaşadı Edip Cansever’den… Elli dokuz yaşında öldü.
Ahmet Muhip Dranas ile Ece Ayhan çok da aşık değillermiş ki 71 yaşına kadar yaşadılar.
Can Yücel …
Onun kaç yıl yaşadığına geçmeden önce nasıl yaşadığı ile ilgili bir iki satır söz etmeden geçmek olmaz.
Vatandaşın biri Can Yücel’in sağlam içicilerden olduğunu öğrenince onu sınamak için yaşadığı eve gelir ve kapıyı çalar. Can Baba söylene söylene açar kapıyı. Karşısında efendi görünüşlü biri vardır. Sorar ‘’ Buyurun bir şey mi istemiştiniz’’ Adam ‘’ Sen iyi içki içermişsin. Ben de iyi içerim. Aldım bir sürü içki geldim kapına. Birlikte içer miyiz? Can Baba adama ‘’ İçeri buyur’’ dedikten sonra adamın getirdiği yetmişlik rakılardan birini bir tencereye boşaltır ve tencereye boşalttığı rakının üzerine ekmek doğrayıp bir güzel yer adamın şaşkın bakışları arasında… Adam hayretten donmuş vaziyetteyken bir şişe daha açar : ‘’ Evet, kahvaltımızı yaptığımıza göre şimdi içmeye başlayabiliriz’’
İşte böyle biri olmasına rağmen Can Yücel 73 yaşına kadar yaşadı.
E hazır elimiz değmişken bir de Can Yücel’den Nahid Hanım’a yazılmış şiir olsun değil mi? Buyurun o zaman.
Nahit Hanım ki, şimdi bir Eski Ahit
İlk eşi, Haliç Vedat, menfi olamazdı ki zait
Babamsa o Balkan Harbi’nden müdevver nikahlarında şahit
Üçü de mülazım-ı evvel, sonra mülazım-ı sani
Asıl paşalığı ama Nahit Hanım’ın İkinci Dünya Harbi’ne ait
Nahit Hanım yıktığı Osmanlı İmparatorluğu’na karşı
Yenişehir’deki 50 metre karelik kira katında
Olanca insanlığıyla kurmuş yeni bir saltanat
Dizinin altındaki o kara ben kadar güzel bir Ben, Sevgiden
Bakardım geçtikçe Zafer Meydanı’nın ordan
O ikinci kattaki pencereye değil, zafere
Aşkla kurulmuştu sanki dünyanın en meridiyenindeki o daire
Ben de ondan-bundan değil. Nahit Hanım’la Orhan Veli’den
Başladım şiire ve sevişmeye
Sırf Orhan’ın başlattığı o Aşk Resmi Geçit’i
Yarım kalmasın diye...
Ve son olarak Necip Fazıl Kısakürek…O sınırları bayağı zorladı . 79 yaşında öldü.
Evet…Şimdi tüm okuyan bayanlara ‘’ İşte erkek milleti’’ dedirtecek bombada sıra…
Sabahattin Ali, Nahid Hanıma aşık. Bir imzası için bile çıldırıyor ama daha sonra Aliye Hanımla evleniyor. Hasan Âli Yücel ve oğlu Can Yücel…Baba oğul her ikisi de Nahid Hanıma aşık…İlle velakin Nahid Hanım Orhan Veli’ye aşık. Orhan Veli de Nahid Hanıma aşık. En az yüz mektup yazmış ona ve tabii ki bir sürü şiir… Ama Orhan Veli bu derin aşkına rağmen başka kadınlara da aşık. Onlardan birine bakın neler yazmış:
Önce şiiri okuyalım mı?
Peki..İşte şiir.
Uzanıp yatıvermiş sereserpe
Entarisi sıyrılmış hafiften.
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor.
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok biliyorum
Yok, benim de yok ama
Olmaz ki
Böyle de yatılmaz ki.
Sadece bu şiir değil, meşhur ‘’ Anlatamıyorum’’ şiiri de bu kadına ithafen yazılmıştır.
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce
Bir yer var; biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
Bu iki şiir kime mi yazılmış?
Öncelikle belirteyim ki o kadar büyük bir aşkla sevdiği Nahid Fırat’a değil.
Ya Kime?
Bella Eskenazi ( Kent) Adında bir kadına…
Kim Bella Eskenazi?
Hikayesi uzun. Sadece eski Köy Enstitüsü İngilizce Öğretmenlerinden biri olduğunu söyleyeyim şimdilik.
Yani uzun lafın kıssası ‘’ Şair Milletini asacaksın azizim’’ Allahtan fazla uzun ömürlü olmuyorlar zaten.
Fakat..
Biz yine de şairleri öldürmeyelim ve Orhan Veli’nin öldükten sonra cebinde bulunan diş fırçasına sarılı bir kağıda yazdığı son şiiriyle, daha doğrusu o şiirin okunabilen kısmı ile noktalayalım sözlerimizi:
AŞK RESMİGEÇİDİ
Birincisi o incecik, o dal gibi kız.
Şimdi galiba bir tüccar karısı.
Ne kadar şişmanlamıştır kimbilir.
Ama yine de görmeyi çok isterim,
Kolay mı? ilk gözağrısı.
.....................................çıkar
........................dururduk mahallede
.....................................halde
....adlarımız yan yana yazılırdı duvarlara
.........................yangın yerlerinde.
Üçüncüsü Münevver Abla, benden büyük
Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları
Gülmekten katılırdı, okudukça.
Bense bugünmüş gibi utanırım
O mektupları hatırladıkça.
Dördüncüsü azgın bir kadın,
Açık saçık şeyler anlatırdı bana.
Bir gün de önümde soyunuverdi
Yıllar geçti aradan, unutamadım,
Kaç defa rüyama girdi.
Beşinciyi geçip altıncıya geldim
Onun adı da Nurünnisa.
Ah güzelim
Ah esmerim
Ah
Canımın içi Nurünnisa.
Yedincisi Aliye, kibar bir kadın
Ama ben pek varamadım tadına
Bütün kibar kadınlar gibi,
Küpe fiyatına, kürk fiyatına.
Sekizinci de o bokun soyu:
Sen elin karısında namus ara,
Kendinde arandı mı, küplere bin.
Üstelik kendinde de
Yalanın düzenin bini bir para.
Ayten’di dokuzuncunun adı,
Barlarda göbek atar
iş başında şunun bunun esiri,
Ama bardan çıktı mı,
Kiminle isterse onunla yatar.
Onuncusu akıllı çıktı
Bıraktı gitti beni
Ama haksız da değildi hani,
Sevişmek zenginlerin harcıymış
işsizlerin harcıymış.
iki gönül bir olunca
Samanlık seyranmış ama,
iki çıplak da olsa olsa;
Bir hamama yakışırmış.
işine bağlı bir kadındı on birinci
Hoş, olmasın da ne yapsın?
Bir zalimin yanında gündelikçi;
Adı Luksandra.
Geceleri odama gelir,
Sabahlara kadar kalır
Konyak içer, sarhoş olur,
Sabahı da, işbaşı yapardı şafakla..
Gelelim sonuncuya.
Ona bağlandığım kadar
Hiçbirine bağlanmadım.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda, mülkte gözü var.
Eşit olsak, der,
Hür olsak, der.
insanları sevmesini de bilir,
Yaşamayı sevdiği kadar.
RESİMLER
1- Nahid Fıratlı
2- Orhan Veli Kanık
3- Sabahattin Ali,Eşi Aliye Hanım ve Kızı Filiz
4- Sabahattin Ali’ye Kürk Mantolu Madonna romanı için ilham kaynağı olan Andrea Del Sarto imzalı "Madonna delle Arpie" tablosu…
5-Kürk Mantolu Madonna adlı Kitap
6- Bella Eskenazi (KENT)
7- Bella Eskenazi ve Orhan Veli’ye ‘’ Sereserpe ‘’ Şiirini yazdırdığı pozu.
8- Kürk Mantolu Madonnayı ABD li İtalyan şarkıcı Madonna Louise Veronica Ciccone zanneden Tv 8 ‘’Aramızda Kalmasın’’ programının sunucularından Funda Özkalyoncu
9- Funda Özkalyoncunun 2013 yılında attığı bir tweet: Bu ülke vatandaşı kitap okumuyor canım’’
10- Bu resim araya nasıl girdi bilmiyorum. Ama yine de kitabı bulup okumanızı tavsiye ederim.
YORUMLAR
Çok ilginç bilgiler ve geniş perspektiften olayları irdelemeniz ve bakış açınız kayda değer gerçekten Sami Hocam. Ne diyebilirim bu güzel kültür hazinesi yazıya. Madonna hakkında konuşulan ve konuşan zır cahilleri de basından takip ettim, onlara da Allah ön yargısız ve araştırmadan, incelemeden bir daha konuşmama düşüncesi ve feraseti versin diyelim. Kutlarım yürekten...
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
ne deyim erkek şairler çapkın horoz :) bir horoz bir eşle kalmaz...Orhan Veli nihayetinde 12. çiçekte durmuş...Kalbi de onda durmuş ... Orhan Veliye benzeyen çok kişi vardır;günümzde .."olsun len atın ölümü arpadan olsun diyen"...." De hadi olsun lan"... Hanımlar öğrendi artık yas mas tutmuyor...çok şeyler söylenirde ..sadece evlenme proğramlarını izlesinler orada çok kürklü hanımlar görürler...o günlere gittik ..siyah beyaz canlandı Çapkın horozlar...
selam ve muhabbetle
sami biberoğulları
Eski devir dediğimiz o devirlerde insanların birbirlerine yazdıkları mehtupların okunduktan sonra kaldırılıp atılmaması...
Düşünün bir kere..Günümüz insanının hiç bir zaman böyle bir anısı olmayacak. Şayet sevgilisinden aldığı e mailleri bir flaş belleğe kopyalayıp bir yerlerde saklamıyorsa tabii ki.
Bir de şu olay var.
Orhan Veli cep delik cepken delik bir şair olduğu halde onun 12 sevgilisi olmasını hiç kimse yadırgamıyor da koskoca cihan padişahı Kanuni'nin eşleri, cariyeleri ayıplama, kınama konusu oluyor...
Selam ve sevgilerimle.
Sana bizzat yaşayanın ağzından dinlediğim bir anımı anlatacağım.Yorumu zaten yapmışlar.Ellerine sağlık..ANNE yada (ANNA)
Avrupa da Anne isimdir.Anna yazılır ama Anne olarak söylenir.Bizim Türkle evli bir bayan öğretmen annasiyle Antalya'ya gezmeye gelmiş.Kadının adı Anna...Antalya pazarında gezerken bir kız çocuğu annesinin ardından bağırmaya başlamış;Anne,anne!...Bizim öğretmenin annesi hemen kızına dönmüş;Bak bakalım demiş,bu kız bana sesleniyor.Ne demek istiyor sor bakalım.Bizim Alman öğretmen başlamış gülmeye.Bu kez annesi daha çok kızmış.Utanmıyor musun bir de gülüyorsun? Bak bakalım çocuk bana ne diyor?
Bayan; Annem demiş(Mather)bu çocuk kendi annesine sesleniyor sana değil.O zaman bu seferde annesi gülmeye başlamış.Bazen olur işte.Kürk Mantolu Madonna o zaman da yaşamıştır belki.Madonna İtalyanlarda doğru Azize Bayan demek.Selamlarımla..
sami biberoğulları
Bir madonna kürk mantoyu giydiği anda bence artık onun madonnalığı kalmaz. Ne dersin )))
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Rahat ve huzur yazar- şair kısmını bozar zaten. Bir şeyler üretmeleri için ille de ortamın huzursuz olması gerekiyor. Özellikle de şairler için oldukça geçerli bu durum.
Selam ve sevgilerimle.
Hadi Bella da benden olsun hocam ..
Alintıdır :
yer ankara’da sabahattin eyuboğlu’nun evi, yıl 1946. ev halkı ve misafirler salonda otururken küçük odada genç bir kız sedire uzanmış, isteksizce ders çalışıyor. odanın öbür köşesinde, şair, kâğıda bir şeyler yazıyor. sonra genç kıza uzatıyor kağıdı: “bak, senin için bir şiir yazdım.” okuyor genç kız:
sere serpe
uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
entarisi sıyrılmış, hafiften;
kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
bir eliyle de göğsünü tutmuş.
içinde kötülüğü yok, biliyorum;
yok, benim de yok ama…
olmaz ki!
böyle de yatılmaz ki!
evet, şairimiz orhan veli, genç kız da bella. aslında tanışmaları iki üç yılı bulmaktadır, ama arkadaşlık ve samimiyetleri daha yenidir. bella, hasanoğlan köy enstitüsü’nde ingilizce dersi vermektedir, bir yandan da liseyi bitirmek için kalan birkaç dersini çalışmaktadır.
bella (kent kızlık adı) 1923’te istanbul’da doğmuş. ilk ve ortaöğrenimini değişik okullarda sürdürmüş. 40’lı yıllarda ankara’da yaşayan ablası dora’yı sık sık ziyaret eder. dora, güzel sanatlar müdürlüğü’nde görevlidir. eniştesi 1946’ya kadar tercüme bürosu’nda çalıştıktan sonra istifa ederek agence france presse’e geçer. erol güney’in üniversite yıllarından beri tanıdığı ve tercüme bürosu’nda da dostluğunu sürdürdüğü orhan veli, güney çiftinin evlerine konuk olur sık sık. yine 1946’da hakkı tonguç ve sabahattin eyuboğlu, cumhurbaşkanı ismet inönü ile görüşürler. cumhurbaşkanı’na “hasanoğlan’da ingilizce dersi verebilecek bir kız bulduk, ama adı bella” dediklerinde aldıkları yanıt, “ee? ne bekliyorsunuz, hemen işe alın” olur. bella liseyi bitirmediği için öğretmen değil de kütüphaneci olarak işe alınır. hasanoğlan yüksek köy enstitüsü’nde ingilizce, fransızca ve almancanın yanı sıra jimnastik dersleri de verir. shakespeare’in bir yaz gecesi rüyası adlı eserini sahneye koyan öğrencilerin yanında da o vardır; sahne düzenlemesine yardımcı olmakla kalmaz, oyundaki dansları da oyunculara o öğretir.
bir gün kaldığı odanın kapısını açtığında, yatağında bir ayının uyuduğunu görür. başka bir gün de hasanoğlan’da durmayan trenden bir sonraki istasyonda inip saatlerce yürür okula dönebilmek için. bütün bunları tatlı anılar olarak anlatıyor bela.
1946 seçimlerinden sonra değişen politikadan tercüme bürosu, milli eğitim ve köy enstitüleri’yle birlikte bella da payına düşeni alır. 1948’de meclis’te sorulan soruların biri onunla ilgilidir; hükümete, liseyi bitirmemiş bir yahudi kızının para mukabilinde hasanoğlan’da ders verip vermediği sorulur. bella’nın enstitü’deki öğretmenliği son bulur.
orhan veli, uzun yıllar bella’ya kur yapar. bir de isim bulur ona: düşes. karşı adlı kitabını 1949’da bella’ya verirken ilk sayfasına, “bu iş böyle yürümez duchesse!” yazar. nedir yürümeyen tam belli değil. belki de, bella’nın orhan veli’yi hep arkadaş gibi görmesi, platonik de olsa ilgisini dostluğa yorumlaması sanırım. o yıllarda orhan veli’nin birkaç kadına daha kur yaptığını bildiğimiz için, bella’yı bu konuda haklı görmek gerekir.
aşağıdaki mektup da bella’ya yazılmış. tarih yok, ama yaprak antetli bir kâğıda yazıldığına göre 1949-50 olmalı:
bella,
bir gazeteci evinde mürekkep bulunamadı. bu yüzden mektubumu kurşun kalemle yazmak zorunda kaldım, özür dilerim. benim hakkımda ıstanbul gazetesinde çıkan yazıdan dolayı yazdıklarınıza teşekkür ederim. bununla beraber beni daha evvel yazılmış yazılardan daha iyi tanımak mümkündü. burada, seza geldiğinden beri, çok güzel vakit geçiriyoruz. birkaç defa, ralfi’ye, lüküs hayat operetinden parçalar söyledim. bugün de o parçaları tekrar ettim. benden, bilhassa bu noktayı yazmamı isteyen seza’dır. bu hafta ankara’da at yarışları başlıyor. belki de kazanırız. benimle ortaksınız. bir vurgun vurursak haber veririm.
orhan veli
bu mektubun bütün cümleleri tesadüfen, b ile başladı. belki de bella b ile başladığı için.
orhan veli’yi çok güzel anlatan bir mektup bu. içeriğinde kur yapmıyor bella’ya, ama her cümleye b ile başlayarak anlatıyor kendisini.
mektuptaki gazeteci erol güney’dir. seza ise erol güney’in baldızı, yani dora ve bella’nın kız kardeşi. hüzünlü bir öyküsü var seza’nın; erol güney’in lise yıllarından beri arkadaşı olan benya rapoport’un eşidir. onları erol güney tanıştırmıştır. benya’nın ailesinin bütün karşı çıkmalarına rağmen genç sevgililer evlenir. benya uzun yıllar türkiye’de yaşamasına rağmen romanya vatandaşıdır. bir işadamı olan benya amerika’da bir iş gezisindeyken romanya’da komünistler iktidarı ele geçirir. artık komünist bir ülkenin vatandaşı olan benya, türkiye vizesi alamaz. romanya’ya gönderilmemek için amerika’da evlenerek oraya yerleşir. seza’ya bakmak da erol güney’e düşer. bir de oğlu vardı seza’nın babasını hiç görememiş olan ralfi. orhan veli bu iki yaşındaki bebeği çok sever, ona şarkılar ve mektupta bahsettiği gibi lüküs hayat operetinden parçalar söyler. orhan veli’nin at yarışlarına düşkünlüğü bilinir. gerek istanbul’da gerek ankara’da at yarışlarını hiç kaçırmaz. bundan orhan veli’nin yarışlardan iyi para kazandığı sonucu çıkarılmasın; hep sürpriz atlara oynar, kazandığında iyi kazanmak için… ve hep kaybeder.
erol güney, 1956’da israil’e yerleşince dora’yla beraber seza ve ralfi de israil’e giderler. ralfi başarılı bir film yönetmeni olur. ne yazık ki 40’lı yaşlarda kalp hastalığı nedeniyle ölür. seza da evlat acısını yaşadıktan sonra 2000’de yaşamını yitirir.
bella, hasanoğlan köy enstitüsü’ndeki işine son verilince istanbul’a döner. annesiyle istiklal caddesi’ndeki hacopulo hanı’nın çekme katında bütün boğaz’ı ve haliç’i gören bir daireye yerleşir. dört yıl kadar oturdukları bu evin konukları arasında orhan veli de vardır. gelir, bir köşede oturur, konuşulanları sessizce dinler. evde içki yoktur, yarım saatliğine lambo’ya gider, iki tek atıp döner. bir keresinde de evin cumbasında oturup konuştukları basamakta sızar kalır.
orhan veli, öldüğü güne kadar sürdürür bella’ya ziyaretlerini. cenazesi kaldırılırken bir köşede ağlayan kadınların arasında bella da vardır.
bella şu an bebek’te oturuyor. evi, orhan veli’nin mezarı ve heykeline çok yakın. okuldan bildiği almanca’nın yanına, kendi kendine öğrendiği beş dili daha ekledi: ingilizce, fransızca, almanca, yunanca ve italyanca. evlendi; bir kızı, bir torunu var ve sık sık onları barselona’da ziyaret eder.
Sevgilerimle..
sami biberoğulları
Alıntı yaptığın kaynağı ben de okudum ama konum tek başına Bella Eskenazi olmadığı için ve yazı uzamasın diye eklemedim yazıya. Senin yorum olarak alman güzel olmuş. Bir yerde yazı tamamlanmış. Merak eden senin yorumundan okumuştur mutlaka.
Sağ olasın var olasın.
Selam ve sevgilerimle.
ilginç bir yazıydı. Ama ben en çok en son kısımdaki şiirde tebessüm ettim. Aşk ol' anda başlayıp bitiyordu her şey. Sonra tıpkı bu mısralar bunun için yazildı galiba dedim kendi kendime.
"Şiir gibi bakan kadınları
Şiirden anlayan adamlar sevmeli.
Ya da, Şiir gibi bakan kadınlar
Şiirden anlayan adamları sevmeli.
Sevmeli ki, ziyan olmasın o mısralar.."
Amma velhasılı
Şair milletinden uzak durmak gerek:)))))))
diyecekken Zarifoglu da geldi aklıma iyi mi? :)))
"Biz! Sakalları şiirle karışık, yüreği Allah'la barışık adamları sevdik."
hep güzel sizi okumak
saygıyla
sami biberoğulları
Biz şairler kendimiz deriz şir milletinden uzak durmak gerekir diye ama nerede bir şiir okunduğunu görsek ya da duysak hemen koşan da yine biz oluruz.
Zarifoğlu çok güzel demiş lakin bizim alemde sakalları şiirle karışık çok da yüreği Allahla barışığı bulmak biraz zor oluyor .
Selam ve sevgilerimle.
-Ezrak Rahel-
Aşkar Hocamız var ya:))))))))))))
İyi geceler Sami Hocam....S.Ali'nin doğduğu ve öldürüldüğü "coğrafya" benim memleketim...epey kitabını "gençliğimde "okudum,sanırım Kürk Mantolu Madonna'da kendi hayatından bir kesit olabilir.Almanyada öğrencilik yaptığından dolayı...Ki konuyu detaylandırmanız da güzel olmuş.
"Aşk" konusu ise bir muamma."sırrına" vakıf olan var mı ki?
Şairleri "fazla" yaşamıyor zaten! "Sallandırmaya" gerek yok.Mesela "Rüştü Onur" öldüğünde 22 yaşındadır.
Ama şu Orhan Veli hep dikkatimdedir.36 sında değil de biraz daha yaşasaydı kim bilir neler "döktürecekti?"
sabri ayçiçek tarafından 12/9/2016 1:45:52 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Neye yanıyorum biliyor musun?
Cumhuriyet bizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmemizi istiyor ama biz daha o insanları yetiştirmeye başlamadan fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nice insanı ya öldürmüş ya senelerce maphushanelerde süründürmüş...Bu sizce de bir tezat değil mi?
Selam ve sevgilerimle.