- 775 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Çınarların Kaynakları Kurutuldu -2-
İnsan kendisiyle çelişir mi? Dün savunduğu fikirleri bu gün inkâr eder mi? Ya da aynı anda farklı düşünceler girdabına takılınca aklı, bu girdaptan nasıl kurtulur boğulmadan? Bu ve benzeri düşüncelerle haşır-neşir olma durumu insana dair bir olgu. Aynı yazı içinde Köy
Enstitüleri ile ilgili yazıları görüp okuduğumda ve bu okulların hazin akıbetlerini anımsayınca ağlarım diyorum. Daha sonra yazımın ilerleyen bölümlerinde farklı duyguları dillendiriyorum. Fakir Baykurt’tan alıntılarla; “Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen sadece ders verir.” Diyerekten özgür düşünceli, iradesini kimselere satmamış öğretmen görüntüsü çiziyorum. Bu görüşlerin neresindeyim?
Elbette öğretmen sadece ders verir. Ders vermeye çalıştım ben de. Bilir bunu yolsuz, susuz, ışıksız uzak köyler. Kentlerin varoş semtleri. Almanya ovalarındaki Türk sınıfları… Ağlamak-gülmek insanı duygular. Sevinçten de gözyaşı dökülür. Ağlamamın nedenleri bir değil, çok fazla. Bir türlü ülke olarak çağdaş uygarlık düzeyine ulaşamamanın hüznü. Halkımızın büyük bir kesiminin kentlerde bile sorunlarına çözüm için yatırlardan, türbelerden yardım umması. Güzelim kentlerimizin düşmanca işgal edilircesine talan edilmesi. Plansız, programsız kentleşme. Bir başka ağlama, hüzünlenme nedenim; hala ülkemizde kadınların ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutulması. Kadın cinayetlerinin artması. Kadınlarımızın büyük çoğunluğunun özgür birey olma bilincine erişememesi. Kendime yeterliyim, özgür bir bireyim, ayaklarımın üstünde durabilirim diyememeleri. Bunun yerine, “Beni koruyup-kollayacak” eş arama çabasında olmaları.
Ağlamamın en büyük bir nedeni de bu güzel ülkede yurdumuzda evet bizim yurdumuzda barış içinde bir arada yaşama kültürünü geliştirememiş olmamız. Nihayet yarınlarımızın güvencesi genç kuşaklara nitelikli eğitim veremememiz. Onların birçoğunun eğitimini cemaatlere, eğitim-öğretimden kişisel önce çıkarını düşünen çeşitli kurumlara bırakmış olmamız. Öğretmen olma gibi yüce duygularla dirsek çürüten, yıllarını harcayarak okul bitiren genç öğretmen adaylarının atamalarının yapılmaması. Ümitlerinin söndürülmesi. Bu olumsuzlukları çözmekle ilgili bir iradeyi ülke ufuklarında görememenin ruhumda yarattığı yaralar hüzünlendiriyor, bazen da ağlatıyor beni.
Ağlamak çare değil elbet. Hoş benimki de bir an duygulara tutsak olma durumu. Elbette mücadeleye devam. Hayat demek mücadele demek. Mücadele edeceğiz. Kim? Sen, ben hepimiz… Niçin? İyiden, doğrudan yana güzellikleri yakalamak için…
Hani diyor ya, çağlar ötesinden Çinli ozan Kuan-Tzu:
“Ağaç dik, on yıl sonrası ise tasarladığın,
Ama yüzyıl sonrası ise düşündüğün halkı eğit.
Balık verirsen bir kez doyurursun halkı
Öğretirsen balık tutmasını hep doyar karnı…” Ve demiş ya Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Köylü bu milletin efendisidir.” Özlü söz söylemek iyi hoş da böylesi sözlerin içini doldurmak önemli. “Olmak ya da olmamak.” Sorun işte orada başlıyor. Yani zurnanın zırt dediği yerde.
Gafil düşmanlar ülkeden kovulmuş, onların işbirlikçilerine de gerekli işlem yapılmış. Peki, ülkede durum nasıl gülüm? Azıcıkta yirmili yılları anımsayalım. Olmaz mı? Olur, neden olmasın!..
Nüfus azalmış. Adamlar savaş yapmış. Çoğusu şehit düşmüş. Çöllerde, bellerde, uzak diyarlarda kalmışlar. Onları hep saygı ve minnetle anacağız… Onlar bize büyük bir vatan bıraktılar. Uçsuz-bucaksız topraklar. Adem Baba usulü tarım. Sanayi ne demek? Sanayi fabrika demek. Fabrikalarımız çok az. Sıtma, verem, trahom kol geziyor. Hastahane, hastahane ne ki kardeş! Hocalar var ya. Gerçek din adamlarını tenzih ettiklerimi belirterek söyleyeyim. Sarıklılar ne güne duruyor!.. Fıs fıs bir şeyler okur, muska yazar!.. Tedavi bitmiştir. İki olasılık var. Hasta iyileşir ya da ölür!...
Devleti kuranlar, cumhuriyeti ilan edenler yurttaşları aydınlatmak, ışığa ve doktora kavuşturmak için okullar hastahaneler… Açmışlar. Mevcut okulları nizama sokmuşlar. Hangi okullar mı? Yatılı Bölge Okulları, Yatılı Öğretmen Okulları, Köy Enstitüleri, Eğitim Enstitüleri. Büyük şehirlerde üniversiteler için; Milli Eğitim Bakanlığı Yurtları, Atatürk Öğrenci Yurdu, 19 Mayıs Öğrenci Yurdu gibi. Ha bunları kim yapmış? Devler yapmış. Kimin için? Kentli-köylü, işçi-memur, zengin-fakir tüm yurttaşlar için.
Şimdi azıcık günümüze çevirelim projeksiyonumuzu. Gözlerimizi açıp bakalım, okul ve yurtların durumuna. Hükümetlerin, devletin; cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi yapması gereken bu aslı görevinin çoğunu cemaatlere ve özel kurumlara bırakılmış. Özel sektör her ne olursa; cemaat, şirket, şahıs önce kendi çıkarını düşünür. Hele bizim gibi kontrolün yeterli yapılmadığı ülkelerde iş çığırından çıkar. Çözümlenemez hale gelir sorunlar.
Gelelim işin uhrevi yönüne. Tüm âlemleri yaratan Cenab-ı Allah yer karasını yaratmış öncelikle. Daha sonra baba Adem ve anne Havva’yı yaratmış. Yani insanı yaratmış. Akıl vermiş, izan vermiş bizlere. Çalışın, birlik olun, birbirilerinizi sevin demiş. Kabil olmayın demiş. Çağlar, yıllar geçmiş. İnsanlar çoğalmış. Bizler de son vatan parçasında tutunuyoruz. Çinli ozanın dediği gibi yüzyıl sonrasını düşünüp adam yetiştiren kurumların içini boşaltmışız ya da kapatmışız. Ülkenin yeni ezici büyük çoğunluğunun köylerde oturduğu bir ülkenin köy öğretmeni ulu çınarlar yetiştiren okullarını kapatmışız. Ki, kapatılan o okul mezunu öğretmenler, halka balık vermeyip, balık tutmasını da öğretecek donanımla yetiştiriliyormuş.
Köy Enstitülerinin kısa yaşamını ve hazin kapatılma öyküsünü bu okullardan mezun emekli Midayet Bilgin öğretmenimizden dinleyelim. Seksenli yıllarının sonuna yaklaşmış bir ulu çınardan.
“Cilavuz mezunuyum. Okulumuza ayrılan geniş tarlalar vardı. Bu tarlaları ekip-biçiyorduk. Okulun iaşesini kendimiz üretiyorduk. Arı kovanlarımız vardı. Bal sağıyorduk. Okulun aydınlanma ihtiyacını kendi kurduğumuz santraldan sağladık. İlk kez Kars’a elektrik bizim kurduğumuz santraldan sağlandı. Santral kurarken bir Malakan ustadan yardım aldık. Bunun içinde okulda kültür dersleriyle beraber, sağlık, makine, motor, fotoğrafçılık, kooperatif, ziraat, ağaççılık, sütçülük, hayvancılık, arıcılık, tavukçuluk, inşaat, demircilik, dokumacılık, biçki dikiş, ev idaresi, yemek dersleri gibi dersler görüyorduk. Okuldan mezun olan her öğretmen adayı en az 150 klasik kitap okuyarak mezun oluyordu.
Bu okulları bitirip köylere giden arkadaşların çalışmaları yıllarca köylümüzü sömürenlerin işine gelmedi. Ülkemizin kalkınmasında köylerde fitili ateşleyen bizlerdik. Ellili yıllara gelindiğinde İkinci Dünya savaşı bitmiş yerini soğuk savaş yılları almıştı. Dünya iki süper güç arasında alenen paylaşıldı. Biz batı bloku içinde yer aldık. Batının lideri süper gücü ABD, doğunun ki ise SSCB idi. Sovyet tarafı batıyı sömürücülükle, Amerikalılarda diğer tarafı komünistlikle suçluyorlardı. Köylerde çalışan arkadaşlarımızın çalışmaları çıkar çevrelerini rahatsız etti. Enstitülerimizi komünist yetiştiren kurumlar olarak yaftaladılar. Daha çok partili hayata geçmeden iktidar partici CHP içinden bile okullarımıza diş bileyenler oldu. Bakan Hasan Ali Yücel görevden uzaklaştırıldı. Ellili yıllara gelindiğinde mevcut hükümet Amerika’dan bir profesör davet etti ülkemize. Bu konuktan eğitim sistemimizin incelemesi çok partili sisteme göre Milli Eğitim çalışmalarının nasıl olması gerekir mealinde bir rapor istendi. Adam ülkemizi gezdi. Okulların çalışma programlarını inceledi. Yazdı raporunu. İlgililere sundu. Ve enstitülerimin ipini çeken muhteva içeriyordu verdiği rapor: Köylere öğretmen yetiştiren okullar kapatılsın. Halk Evleri’nin çalışma ilkeleri değiştirilsin. Eğer bu okullar ilerleyen zamanla daha da yurdunuzun her tarafına yayılırsa; sizler gelecek yıllarda bu okullardan mezun olan öğretmenlerin eğittiği üretken toplumu yönetemezsiniz. İşte bu düşünceler ülkemizde kabul gördü. 1954 yılında köy enstitüleri kapatıldı.”
Eğer biz o raporu şöyle okusaydık; ülkeler arasında dostluk değil çıkar ilişkileri belirler aralarındaki yakınlaşmaları. Adam bizim için değil kendi ülkesinin çıkarı doğrultusunda rapor vermiş. Üreten, kafaları aydınlanmış bir toplumu biz kendimize sadık bir sözüm ona müttefik yapamayız demek istemiş… Ülkemizi yöneten siyasilerimiz üst akla kanmayıp bağımsız politika gütselerdi bu gün durumumuz farklı olurdu. Halkının aydınlanması, ülkesinin kalkınması için izleyeceğimiz ana politikaları kendimiz belirlerdik. Kalkınma için yol haritasını kendimiz çizerdik.
Ülkeler ancak nitelikli eğitim görmüş yetiştirdiği elit kadrolar eliyle kalkınabilir. Nitelikli kadrolar ancak bilimsel yöntemlerle hazırlanmış çağa uygun eğitim politikalarını devletin kurduğu, denetlediği okullarda yetiştirilir. Böylesi programlar takip edilerek yetişen elit kadrolar iş başına geçmesi sayesinde ülkesinin yer altı ve yer üstü zenginlik kaynakları halkın çıkarına harekete geçirilir. Ancak çağdaş uygarlığı yakalama yarışında ses getirici utkular kazanabiliriz. Hepsi birer ulu çınarlar gibi donanımlı öğretmenler yetiştiren kaynakları kurutarak güzellikler yakalamak çok ama çok zor. Yine de bir büyük yazın ustasının dediği gibi, “Enseyi karartmamak lazım.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.