Yaz Kokusu-2
Vazgeçti, arkası dönük ayakları üstünde doğruldu, çekicini belinden biraz daha yukarı kadar kaldırdı,yüzünü şefe dönüp birkaç saniye gözlerinin içine baktı şefin ve kenara fırlattı çekicini. “Evet şefim” dedi yalnızca. “Afganlar var ya bizim Afganlar, onlardan birisi kolunu testereye kaptırmış. Çok bir şeyi yok ben baktım, gerçi bide sen bakarsın ama beş on dikişlik iş, doktora götürsek kimlik mimlik sorarlar kaçak oldukları da anlaşılırsa bir sürü tantana çıkar. Sen dikiş atabiliyorsun değil mi?” diye sordu Şef. Şef cümlesinin her bir kelimesini özenle seçmişti. Başından beri şefin bir zamanların üniversite sınavında kendisinden daha düşük başarı elde etmiş olmasını yediremediğinden üstüne bu kadar gelip ezmeye çalıştığını düşünüyordu Sadi. Ama artık cümlelerde ki alaycılık bunun şahsi bir problemi, sanki bir kırgınlığı anlattığına inanıyordu. Sanki şef kendi Kendisinibak bu meslek daha iyi diye inandırmaya çalışıyordu.Hayallerinden vazgeçmiş bir adamın çaresizlikle eski defterlerin çirkinliğine kendini inandırıp yeni defterine alışmak için eski defterin sahibi olan Sadi’den hırsını çıkartmasına benziyordu saldırganlığının yapısı. Bir bakıma Sadi’ye göre şef artık, elde edemediği kadını orospu gibi gören erkekti. Belki de hep doktor olmak istemişti ve Sadi bu şansı israf edecek kadar hafife almıştı. Bu ihtimali düşünerek bir an acıdı şefe ve “Atarım şefim. Ama malzeme gerekecek birde anestetik madde” diyerek Sadi cevapladı şefin sorusunu.
Şef zafer kazanmış gibiydi, kovulmuş bir doktora elinde ki çekici bıraktırıp dikiş attırmak erkekliğine erkeklik katmış, patronun kim olduğunu göstermişti. Gerçekten de hep doktor olmak istemişti şef. Şimdi ise karşısında şefin çocukluk hayallerini hiçe sayabilecek kadar kendini bilmez Sadi’ye cezasını çektirerek bir parça soğutmuştu yüreğini. Sadece Sadi ile de ilgili değildi tavırları, geçmişinin izlerini üstü olduğu işçilerin alın teriyle yıkamayı seviyordu. Bazı insanlar elde ettiklerinin hayatın basit bir standart sapmasıyla geldiğini asla bilmezler. Şefte onlardan biriydi. Bulunduğu konumun tanrısıydı sanki. Sanki basit bir inşaat Nemrut’un saltanatıymış da kimin yaşayıp kimin öleceğine kararı veren kendisiymiş gibi hissederek hükmediyordu. Şimdi Sadi’ye yapacaklarını anlatırken de farklı hissetmedi ve başladı anlatmaya “Dikiş malzemeleri aşağıda var, anesteziye ne gerek, hiçbir bok olmaz sıksın biraz dişini, sen geç at dikişini.”
Sadi aşağı indi, önce suyunu içti. Yaraya bakarken içi acıdı. On yıllık tıp eğitimi üzerine, elinde ki çekici bırakıp, dikişe inmiş üstelik hastası insan değil iş gücü muamelesi gördüğü için kendisi çağrılmıştı. Suyu içtiğinden mi yoksa kendi dramasın da ki çaresizliğe kendinden başka suçlu bulamamasından mı bilinmez karısına hak verdi o an. On koca yıl geçirmişlerdi beraber, kadın doktor kocanın hayallerini kurarken, öğrencilikle ilişiğinin kesilmesi gerektiğine karar vermişti hukuk ve tıp hayatı son bulmuştu Sadi’nin. Karısı kendi bakış açısından haklıydı evet ne hayal etmişti ve eline ne geçmişti. Bomboş vasıfsız bir insandı Sadi artık. İnşaatı kendine meslek edinmek zorunda kalmıştı, zira yirmi yedi yaşından sonra edinebileceği hiçbir meslekte başlangıçta düğün yapacak, aile geçindirecek kadar para kazanamazdı.
Karısı buna rağmen kendisini terk etmemiş ve evlenmişti onunla. Her ne kadar okuldan atıldıktan sonra her gününü, her anını zehir etse ve bulabildiği her şeyden bir bahane türetip başının etini yese de terk etmemiş,nikah masasında ona evet demişti.
Babadan düğün yapacak durumları yoktu, karısının birikmişlerine bir parça borç eklemiş bir de karısının ben kurdum bu yuvayı dediği cümlelerinin altında ezilmişti. Bunda da haklıydı kadın. Ne var ki âşık insan, gözünden sakınır sevdiğini. Allah’ın verdiği sıkıntıları yahut aşkının yaptığı yanlışları hoş görür, benim senin olayına girmezdi. Sadi karısına içten içe kırılsa da, başını sokacak bir yuvası vardı ve buna minnet duymaktan başka çaresi de yoktu.
Evliliklerinin dördüncü ayında anne babasını trafik kazasında kaybetmişti Sadi ve tıp dilinde “mentalretarde” halk arasında ise geri zekâlılıkla sıfatlanıyordu kardeşi. Bebekliğinde menenjit geçirmiş ve bir daha asla zekâsı diğer insanlarınki gibi gelişememişti. Karısıyla kendisine babadan kalan tek yadigârın kardeşi olması da karısının içten içe içerlemesine sebep oluyordu. Karısının kız kardeşi varlıklı bir ailenin çocuğuyla evlenmiş ve düğün hediyesi olarak beş odası üç banyosu olan bir ev vermişti onlara kayın pederi. İster istemez aynı karnı hatta aynı zamanı paylaştığı insandan çok daha zor durumda olmak ve bunu daha fazlasına sahip olacağını düşünerek geçirdiği onca yılın üstüne senaryonun bir anda tersine işlemeye başlamasından kaynaklanması daha çok dokunuyordu.Bütün bunları hesaba katmıyor değildi Sadi. Yokluk dramalarında azıcık aşım ağrısız başım bile diyemezdi Şeyma, kardeşi var olduğu sürece bu mümkün olamazdı.
Karısı nispetensabah söylediklerinde de haklıydı, geri zekâlı kardeşine dokuz ay bakmıştı. Her ne kadar zihin gelişimi kendi yemeğini yerken bile zorlanmasına sebep olsa da cinsel dürtüleri diğer insanların ki gibiydi. Tek farkı diğer zihin gelişimi normal insanlar cinsel arzularını fermuarlarının içinde tutarlar ve karşıya rahatsızlık vermemek adına yaşayacaklarını bir hayalin ötesine geçirmezlerdi. Kardeşi ise karısına dokunuyordu bu doğru, tıpta on yıl geçirmiş doktor adayı bir abi olarak kardeşinin hareketlerinin dürtüsel olduğunu, aslında bir hakaret yahut sınır ihlali içermediğini düşünüyordu.
Kardeşine de karısına da laf söyleyemezdi. Arada kalmıştı. Kardeşinin suçu yoktu. Karısına zaten ne diyecekti ki ufacıkta olsa tacizlere uğrayan oydu. Gerçi bunda karısının da payı vardı, dışarı da aklı selim insanların bile saldırılarından korkar açık giyinmezdi. Ama kendi evinde nasıl olsa geri zekâlı bu, ne anlar diyerek alabildiğine rahat kıyafetlerle dolaşıyordu. Evet, her kadının özgürlüğüdür yuvası bu doğru ama hayat bazen insanlara her arzuladıklarını sunmaz. Pek çok insan medyada gördüğü gözkamaştırıcı kadınlarla olmak ister fakat sadece birkaç kişi bunu elde edebilir. Her mimar dünyanın en iyi projesinde çalışmak ister ama pek çoğunun çalışabildiği proje yalnızca mahallesine en çok birkaç yüz kilometre uzağında ki on on beş katlı apartman olur. Her yazar yazmaya başlarken kendini bestseller yazar olarak hayal eder ama gerçekte ise çıkabileceği en büyük satış rakamı yüzbindir.
Karısının kaderine de doktor bekleyip amele bulmak mutlu bir yuva hayal edip bir geri zekâlıya bakmak düşmüştü. Durumları toparlayınca kardeşini zaten hastaneye yatıracaktı Sadi, bunu defalarca karısına söylemişti. Her ne kadar kardeşinin tacizleri yalnızca bir sefer Sadi’yi rahatsız edecek düzeye gelmiş ve buna da karısının dekoltesi sebep olmuş olsa da birkaç seferdekardeşi saçını okşasa da karısının haklıydı işte karısı. Kimseye kızamıyordu Sadi, çaresizdi. Tıp bitirebilmiş olsaydım eğer diye düşündü bir an ve durdu. Düşünmedi daha fazla. Eline portegüyü aldı ve Afgan’ın gözyaşlarına aldırmadan hatta onun acısından birazda zevk alarak yirmi üç dikiş attı.