- 1535 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
DEYYUS-U EKBER VE BİR GAYRİMÜSLİM KÖKENLİYE KALAN DİNDARLIK.
Dün bu sitede ‘’Dindarlık (?) Gayrimüslim Kökenlilere mi kaldı?’’ başlıklı bir yazı okudum. İşin doğrusu böyle bir yazıya şaşırmamak elde değil. Zira bir insanın mensubu olduğu dine bağlılığı ile o kişinin ana babasının hangi dinden olduğunun pek önemi olmadığını sanıyordum.
Dindarlığın ölçüsü bir insanın kökenleri ile direkt ilişkili ise bu durumda Ebu Cehil’in oğlu İkrime için de ‘’ Dindarlık sana mı kaldı? Ulan senin baban en büyük putperest değil mi?’’ Diye bir soru çıkmaz mı ortaya? Ya da Hz. Ali’ye ‘’ Neyin dindarısın sen? Baban bir putperest olarak ölen Ebu Talip değil mi?’’ diye mi sormamız gerekiyor? Böyle bir mantığı anlayabilmek benim için gerçekten de oldukça zor.
Gayrimüslim kökenliler derken kimin/ kimlerin kastedildiği gayet açık olmakla birlikte ben işin o siyaset kısmına girmeyeceğim. Site kuralları ‘’ Sitede siyaset yapmak yasaktır’’ dediğine göre işin o kısmına site yöneticileri baksın. Ben siyaset yapmak yerine tarihimizin - maalesef- yüz karası olaylarından birini tüm detayları ile anlatmaya çalışacağım.
Anlatmaya çalışacağım bu olayın kahramanlarını sıralayayım önce:
1- Osmanlı Padişahı İbrahim: Deli İbrahim olarak bildiğimiz padişah.
2- Varvarî Ali Paşa : Daha çok Vardar Ali Paşa olarak tanıdığımız ama Vardar ile alakası olmayan gayrimüslim kökenli bir Osmanlı paşası
3- İbşir Paşa: Abhaz asıllı bir Osmanlı paşası ve Sadrazamı
Az buçuk tarihe meraklı olan dostlar üç aşağı beş yukarı nasıl bir olaydan bahsedeceğimi anlamışlardır. Hatta ‘’İşte övündüğünüz atalarınız’’ diye ellerini ovuşturanlar da olacaktır, zira bir Osmanlı padişahının akla hayale gelmez ahlaksız teklifini ve sonrasındaki gelişmeleri anlatacağım bu yazımda.
Önce olayın birinci kahramanı Varvarî Ali Paşa’yı tanıyalım.
Efendim, bu Paşamızın adı ‘’Varvar Ali Paşa ‘’ olarak da anılır ve güya Sivas Valisi olduğu dönemlerde kapısına gelen hiç kimseyi boş çevirmediği, her gelene ‘’ Buğday da var, arpa da var, para da var ‘’ dediği için yani hep ‘’ var var’’ dediği için adı Varvar Ali Paşa’ya çıkmıştır.
Her ne kadar Ali Paşa cömert ve dirayetli bir paşa olsa da adının Varvar olarak anılmasının böyle bir olayla alakası yoktur.
Varvarî Ali Paşa aslen Boşnak olup Dalmaçya’ya yakın Prozor kazasına bağlı Varvar Köyünde dünyaya geldiği için ‘’Varvarî’’ dir unvanı. Ancak bazı tarihçiler yanlış okuma yaparak adamı Vardar Ali yapmışlardır.
Fakir bir köylü çobanının oğludur Varvarî Ali. Padişah III. Mehmet zamanında devşirilmiş ve İstanbul’a getirilmiştir. Tahmini doğum tarihi 1585 filan olabilir.
Hayatının büyük bir kısmını Makalat adlı manzum eserinde zaten bizzat kendisi anlatmıştır ki Makalat adlı bu eser beyitler halinde yazılmış manzum bir eserdir. Yani Varvarî Ali Paşa aynı zamanda müthiş bir şairdir..
III. Mehmet döneminde Galata’da iki akçe yevmiye ile Enderunda hizmet eder.
I. Ahmet’in tahta çıkışıyla birlikte Saray-ı Has’a yani Padişah sarayına alınır ve burada sıkı bir eğitimden daha geçirilir. Şiir, edebiyat, musiki, saray erkanı, edep gibi dersler görerek yetişen Varvarî Ali daha sonra Padişahın doğancıbaşısı olur.
I. Ahmet’den sonra tahta geçen I. Mustafa döneminde de yine aynı görevle padişahın yanında yer alır.
Sonra Sultan II. Osman’ın( Genç Osman) hizmetine girer. Onunla birlikte Hotin Seferine katılır ve bu seferdeki kahramanlıkları ile göz doldurur. Hotin seferinden sonra II. Osman onu önce hazine odasında görevlendirir, daha sonra da kendisine sipahilik verilerek Şam’a gönderilir. Ama o Şam’da iken II. Osman tahttan indirilir ve öldürülür.
II. Osman’ın öldürülmesinden sonra tahta tekrar I. Mustafa çıkmıştır ve Varvarî Ali Paşa da Şam’dan İstanbul’a gelip I. Mustafa’nın doğancıbaşısı olur yine.
I. Mustafa’nın 2. Padişahlık dönemi uzun sürmez. Tahta IV. Murat geçtiğinde Varvarî Ali bir müddet yine doğancıbaşılık yapsa da IV. Murat’ın idareyi tamamıyla ele alması üzerine onun yaptığı Bağdat seferlerine katılır ve yine oldukça üstün hizmetleri bulunur bu seferlerde. İşte bu seferlerde gösterdiği olağanüstü başarıları sebebiyle Kıbrıs beylerbeyliğine getirilir. Adana, Diyarbakır, Maraş gibi illerde valilik görevleri de yapan Varvarî Ali Paşa, IV. Murat’ın Revan Seferi sırasında gazi bile olur.
Bağdat seferinden sonra Arnavutlukta çıkan bir isyanı bastırır. Ancak IV. Murat’ın ölümünden sonra önce görevinden azledilse de daha sonra Manisa, Van ve nihayet kırk üç yıl sonra doğduğu topraklar olan Bosna’ya Vali olarak atanır Sultan İbrahim tarafından.
İşte bu noktaya kadar olan hayatını kendisinin kaleme aldığı Varvarî Ali Paşanın hayatının bundan sonraki kısmını ise Evliya Çelebiden ve Sicill-i Osmanî den öğreniriz.
Bosna’dan sonra 1646 yılında Kıbrıs ve 1648 yılında Sivas Valisi olur Varvarî Ali Paşa.
İşte ne olursa da bu Sivas valiliği esnasında olur.
Padişah İbrahim tamamen keyfi olarak ‘’ bayram harçlığı’’ adı altında Sivas’tan haraç ister. Varvarî Ali Paşa ise vilayetin gelir ve gider durumu göz önüne alındığında böyle bir parayı ( Ki 30.000 Akçe olduğu rivayet edilir) gönderemeyeceğini bildirir.
Evet..Din-i İslamı korumak bir gayrimüslim kökenliye düşmüş ve bu gayrimüslim kökenli zat’’İsteğiniz şeriata aykırıdır’’ diyerek hem makamını hem de kellesini tehlikeye atmak suretiyle padişah emrine karşı çıkmıştır. Ama bilindiği gibi asıl mesele bu değildir. Bu olay padişahla Ali Paşa arasındaki ipleri iyice gerer.
Padişah , sanki birinci isteği kabul edilmiş gibi bu sefer de çok daha ahlaksız bir istekte bulunarak Ali Paşa’nın maiyetindeki paşalardan İbşir Paşa’nın güzel eşi Perihan Hatunu kendisine göndermesini ister Ali Paşa’dan. Ali Paşa’nın kendisine padişah fermanını getiren ulağa verdiği cevap gayet nettir:’’ Bre kâfir bu ne sözdür? Bre ben bir Müslümanın nikâhlı karısını bir başkasına nasıl teslim ederim? Bre bu dine namusa sığar mı? Defol mel’un!’’
Yani dindarlık görüldüğü gibi bir Müslüman kökenli olmayana kalmış durumdadır. Hem de padişah emrine rağmen… Makamından ve kellesinden olma pahasına…
Hemen akabinde de padişahın devlet işleriyle ilgilenmediği, devlet işlerinin kadınlar elinde olduğu, umera( amirler) ve beylerbeyi görevine getirenlerin kısa zamanda azledildiklerini, köylünün perişan bir halde olduğunu, memleketi bu durumu getiren devlet adamlarının padişaha bildirilmesi ve üç sene dolmadan idari ve askeri görevlerin değiştirilmemesi gerektiğini söyleyerek, İstanbul’a yürüyeceğini ilan eder. Yani resmen padişaha karşı bir isyan başlatmıştır.
Padişah İbrahim bu isyanı bastırmak için görevi kime verir dersiniz? Varvarî Ali Paşanın yakın dostu İbşir Paşa’ya…Yani karısına göz koyduğu adama…
İbşir Paşa önce ‘’ Hak söz söyleyen adamın üzerine nasıl yürüyeyim’’ dese de sarayın baskıları sonucu bu görevi kabul eder ve Sivas üzerine yürür.
Karşısında İbşir Paşa’yı gören Varvarî ‘’ Ben isyancı değilim. Benim davam şeriat davasıdır’’ Diyerek şehri İbşir Paşa’ya teslim eder ve İbşir Paşa’nın göz yumması sayesinde Tokat’a doğru çekilir.( İbşir Paşanın karısı Perihan Hatun’u da- padişaha vermemek için- yanına alarak. )
Bundan sonraki gelişmelerde Varvarî Ali Paşa artık padişahı devirmeyi kafaya koymuştur ve kendisine yardımcı olacak paşalar aramaya başlar. Bu arada yapılacak bir isyan sonrasında sadrazamlığa getirmeyi düşündüğü Defterzade Mehmet Paşa’ya yazdığı mektupta ve diğer paşalara gönderdiği mektuplarda oldukça tedbirsiz davrandığı, özellikle de İbşir paşa’ya oldukça güvendiği, hatta ondan ‘’Oğlum’’ diye bahsettiği görülmektedir.
Bütün bu gelişmeleri bizlere aktaran Evilya Çelebi de Varvarî Ali Paşa taraftarı olmakla birlikte onun oldukça tedbirsiz davrandığını belirtmektedir.
Defterzade Mehmet Paşa’nın ‘’ Aman sakın İbşir Paşa’ya güvenme. Hele hele de sakın ola ona güvenip de Üsküdar önlerine filan gelmeye kalkma. Sonun çok fena olur’’ demelerini fazla nazar-ı dikkate almaz. Öyle ya bu savaşı İbşir Paşa’nın namusunu korumak uğruna başlatmıştır. Ondan nasıl bir zarar gelebilir ki?
Nitekim İbşir Paşa da her ne kadar bu isyanı bastırma görevi bizzat kendisine verilmiş olsa da görüntüde güya Varvarî Ali Paşa taraftarıdır.
Evliya Çelebi , Defterzade Mehmet Paşanın mektubunu ulaştırmadan Varvarî Ali Paşa, Turhal’dan harekete geçer. Evliya Çelebi, Gergeran Kasabası yakınlarında kırk-elli bin askeriyle istirahat eden Varvarî’nin ordusuna yetişir ve Mehmet Paşa’nın mektubunu ulaştırır. Bu arada Köprülü Mehmet Paşa ve beraberindekilerin savaş tedbiri aldığı haberi ulaşınca Varvarî harekete geçer. Kızılırmak köprüsünü geçerek Sarı Karye’ye ulaşır. Daha önce "Ben seninle birlikteyim ve yoluna kurbanım" diyen Köprülü, dört eyalet sancağı askeriyle Karşumludağı eteğinde Varvarî’nin ordusuyla çarpışır. Savaşı kazanan Varvarî, esir ettiği paşaları zincire vurdurup, otağının önüne bağlatır. Evliya Çelebi’nin "Bunlar Müslüman ümmetidir. Osmanlı, daima paşaları birbirinin üzerine gönderir. Size, emre itaat etmiş olan bu paşalara iyi muamele etmek yakışır" dese de Varvarî, zafer sarhoşluğuyla gurura kapılır ve Defterzade Mehmet Paşa’ya ihtiyaç kalmadığını, ancak dilerse kendilerine katılabileceğini söyler. Hatta Defterzade’nin güvenme dediği İbşir Paşa’nın -Varvari’nin ordusuna katılmak üzere geldiğine dair- mektubunu, kendi mektubuyla birlikte Mehmet Paşa’ya gönderir.
Bu arada İstanbul da boş durmaz, Hem Varvarî’ye hem de Mehmet Paşa’ya Mısır valiliğini vaat ederek iki tarafı birbirine kırdırmaya çalışır. Karşılıklı mektuplaşmalarla bu durum ortaya çıkar ve İstanbul’un çabaları boşa gider.
İbşir Paşa da Varvarî’nin başı karşılığında kendisine Şam eyaletini vadeden hatt-ı şerifi Varvarî’ye göndermiş¬tir. İbşir Paşa’nın bu hareketi karşısında kendisine güveni artan Varvarî, İbşir Paşa’nın gelmesini bekleyerek zafer hayallerine dalar.
Oysa İstanbul, başarılı bir siyasi manevrayla İbşir Paşa’nın zaaflarından yararlanmasını bilir. Siyaset denen var olma savaşında dostluğun sınırlarının çıkarlarla belirlendiğinden olacak, İbşir Paşa "Ya başı ,ya başın" diye gelen emre boyun eğer. Kaldı ki Varvarî, Köprülü Mehmet Paşa ile yaptığı savaşla dönüşü olmayan bir yola girmiştir. Bu durumda İbşir Paşa’ya hareket alanı kalmaz ve güçlü olanın tarafında yer alır.
İbşir Paşa ve ordusu, zafer hayallerine dalan Varvarî Paşa’nın ordugahına beklenenden bir gün önce gelir. Paşayı ve ordusunu karşılamaya çıkan Varvarî, konuğunu ağırlamak için etrafa emirler yağdırır. Son ana kadar olan bitenin farkına varamaz. ibşir Paşa hazırlıksız durumda yakaladığı Varvarî’yi bozguna uğratır. Çatışma esnasında Varavarî, atından düşürülerek esir edilir. Köprülü ve diğer paşalar kurtarılır. Varvarî, İbşir Paşa’nın önüne getirilir. Her ne kadar Varvarî’ye iyi muamele edilse de Varvarî uğradığı ihanetin etkisiyle İbşir Paşa’ya ağır sözler sarf eder:
"Bak a hayınlık ile Erzurum’da Cetull Abaza Paşa’dan berü bağrı pişmiş niçe bin kerre oğlanlığa düşmüş… Ben senin ehlini -hatırın için- zina etdirmeği kabul etmeyüp senin ırz u gayretin içün Sivas’dan azli kabul ehlini, Allah emaneti Tokat Kal’asına koyup bu kadar sekban ve sarıca ile muhafaza etdirüp ehlini günden ve gölgeden sakındım ve namım, padişaha asi oldu deyü şayi’ oldu ... Sana i’tikad edüp oğlum İbşir’dir deyü itimat etdim. Yoksa ben seni bu Köprülü ve Kör Hüseyin Paşa’dan beter ederdim ... Adüvlerimden( Düşmanlarımdan) merd-i meydanlık ile intikam aldım. Sen pezevenk namıyla meşhur-ı atak olup bed-nam oldun. Şimden gerü şu başımı kesüp avretinin .. ,,, ‘’
gibi ağır sözler söyleyen ve gururundan taviz vermeyen Varvarî Ali Paşa’nın başı, İbşir Paşa’nın işaretiyle gövdesinden ayrılır. Evliya Çelebi’ye göre Varvarî’nin kafa derisi yüzülüp, içi pamukla doldurularak kutularla ; Hammer’e göre ise paşanın ve zabitlerinin başı değneklere geçirilerek" İstanbul’a gönderilir.
İbşir paşa’ya da kalmaz dünya tabii ki.Padişah IV. Mehmet de onu boğdurtarak öteki aleme yollar ( Oldukça komik bir hikaye vardır bu idamda. İnşallah bir başka yazıda anlatırım.)
İşte bu olaydan sonra İbşir Paşanın adı tarihe ‘’ Deyyus-u Ekber’’ olarak geçer.
Eeeee?
Kıssadan Hisselere geçelim:
1- Görüldüğü gibi dindarlık bazen gayrimüslim kökenlilere de kalabiliyor. Haa burada Varvarî Ali Paşa’nın Boşnak olduğu, Boşnakların da Müslüman olduğu söylenebilir ama Devşirme denen sistemde Hıristiyan çocuklarının devşirildiğini göz önüne alırsak gayrimüslim kökenli olması çok daha fazla ihtimal dahilindedir.
‘’Bu olayın dinle alakası yok’’ da denilebilir. O zaman da ben sorarım neyle alakasının olduğunu. Zira adam zaten vali, ulaşabileceği en son makam vezir-i azamlık ama onu da kendisi için değil Defterzade Mehmet Paşa için istiyor.
2- Osmanlı her zaman ve her dönemde muhteşem değildir. İşin aslına bakılacak olursa hiç bir saltanat dönemi mesela Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, hiç biri hep muhteşem olmuş, hep muhteşem yaşamış değillerdir. Yüzlerce sene sürmüş olan bir dönemin başından sonuna kadar muhteşem olması zaten eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Bu,mutlak monarşiler için de,meşruti monarşiler için de, cumhuriyet yönetimleri için de böyledir. Her dönemin oldukça parlak ve iyi yılları olduğu gibi rezil ve felaketlerle dolu yılları ve günleri de mutlaka olmuştur. Olması da gayet tabiidir.
3- Dindar ya da dinsiz olmanın, veyahut da ikisi arasında bir yerlerde yer almanın köken ile hiç bir alakası yoktur. Abdulmuttalib oğullarından Hamza, Uhud şehidi iken yine Abdulmuttalib oğullarından Ebu Leheb , Kur’anda hakkında çok feci bir sure olan Allahın lanetine uğramış bir kişidir.
NOT: Bu yazıda oldukça büyük ölçüde aşağıda vereceğim linkten yararlanılmıştır. Varvarî Ali Paşa İsyanı ve onun yazdığı- kendi hayatını anlatan- şiirleri görmek isteyen arkadaşlar bu linke bakabilirler: turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/haluk_gokalp_varvari_ali_pasa_makalat_i_varvari.pdf.
YORUMLAR
Hocam ben tarih okumayı severim de sizin yazılarınızı Tarih sevmeyen biri bile hiç sıkılmadan okuyabilir. Osmanlı bizim kökümüz olsa da gereğinde eleştirel bakmayı bilmeliyiz. Yeniden hata yapmamak adına bu şarttır. Ve Ali Paşa adamın hasıymış. Dininden bana ne....
Sevgilerimle....
sami biberoğulları
Tarihten damlalara devam edeceğim inşallah. Tabii ki mizahı aksatmadan..
Selam ve sevgilerimle
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
O yazıyı okumadım ama neyden bahsettiği burada belli oldu!
Peygamber dahi amcasını doğruya çevirmeye uğraşmışsa ki hemde ne uğraşma ve bunu başaramamışsa artık gerisini boş verelim.
Ağabey Yazı yine aydınlatıcı! Lâkin ben Selçukluyu, Osmanlıdan daha fazla seviyorum. Onların emekleri ve verdikleri savaşlar olmasaydı ne Osmanlı kalırdı ne de Türkiye Cumhuriyeti! Bilmem yanılıyormuyum?
Din ile ilgili ise Lawrens denilen zat ta Müslüman kılıklı değilmiydi?
Yüreğine sağlık ağabey.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Aslında Osmanlı, Selçuklu ve daha nice Türk devleti hepsi bizim soyumuz. Şu daha iyiydi, bu daha kötüydü diye bir şey yok. Hepsi atalarımız. hatalarıyla, sevaplarıyla....
Önemli olan hatalarını tekrar etmemek, sevaplarını daha ileriye taşımak.
Selam ve sevgilerimle.
Osmanlıdan enteresan bir kesit.
İmparatorluklar, hep muhteşem kalmayı başarabilselerdi,
zaten yıkılıp gitmezlerdi.
Dersler alalım da,
bu güzel cumhuriyetimizin muhteşemliği baki kalsın.
sami biberoğulları
Her zaman dediğim şey budur işte: Hataları olmasaydı hiç yıkılıp giderler miydi?
Ve dediğin gibi Allah Cumhuriyetimizi ilel ebed payidar eylesin inşallah.
Selam ve sevgilerimle.