- 735 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
15 TEMMUZ 2016 DA OKUNAN SELALAR BENZER AMAÇLARLA BAŞKA TARİHLERDE DE OKUNDU MU?
Evet..15 Temmuz diyoruz ama aslında selaların okunmaya başladığı saatlerde tarihler 16 Temmuz 2016 yı gösteriyordu. İşin doğrusu o gece bizim hanede uyuyan yoktu. Bildiğim kadarıyla Türkiye’de neredeyse hiç kimsenin de uyuduğu filan yoktu. Camilerden sela seslerini ilk duyduğum anda ‘’Eyvahhh. Demek ki darbede çok fazla insan öldü’’ diye düşünmeye başlamıştım ki hemen ardından bütün vatandaşlarımızın sokaklara, meydanlara, hava alanlarına çıkması istendi. Başka yerlerde tam olarak ne deniyordu bilemem ama bizim mahalle camilerinde tüm vatandaşlar ‘’Allah rızası için’’ sokağa çıkmaya ve demokrasi için mücadele etmeye davet ediliyordu.
63 Yaşına yaklaşmış bir insanım. Hayatımda ilk defa böyle bir amaçla sela okunduğuna şahit oluyordum.
İşin doğrusu o selalar okunmasaydı, hatta Cumhurbaşkanımızın telefon konuşması olmasaydı da halk zaten sokaklara dökülmüştü ama selalarla bu durum daha da organize bir hal aldı. Çünkü aynı anda sosyal medyadan ‘’Oturun oturduğunuz yerde. Bu bir oyun, bir mizansen, bir tiyatro’’ diyenler de azımsanmayacak kadar fazla oranda aleyhte propaganda yapmaktaydılar ki selalardan duydukları rahatsızlığı ‘’ Hiç kimse uykumuzun içine etme hakkına sahip değildir’’ ifadeleriyle dile getiriyorlardı. Oysa hiç kimse uyumuyordu aslında. O bomba sesleri ( Bomba olmasa da jetlerin çıkardığı gürültüler) arasında uyumak mümkün müydü? Ama o sesler değildi rahatsızlık veren. Sela seslerinden rahatsız olmuşlardı bazıları ve içlerinden cami basıp sela okuyan müezzin ve imamları tartaklayanlar da oldu.
Evet…Kendilerini hep Mustafa Kemal’in askerleri olarak ifade eden insanlar sela okunmasından rahatsızlık duymuşlar en hafif ifadeyle ‘’ Bu ne ya. Bütün camilerden yapılan bu gürültüye katlanmak zorunda mıyız?’’ Diye tepkilerini ortaya koymuşlardı.
Bilmiyorlardı Mustafa Kemal’in de 1920 senesinde ülkedeki tüm camilerden sela okuttuğunu. Bilmiyorlardı çünkü Mustafa Kemal onlar için kollarında bir dövme, arabalarının camlarında bir imza, duvarlarında bir resimden başka bir şey değildi. 1920 senesinde Mustafa Kemal’in de tüm Türkiye camilerinden selaların okunmasını bir genelge ile istediğini bilselerdi bir ihtimal bu kadar tepki göstermezlerdi.
Evet…1920 de selalar okunmuştu bu ülkede ama altı sene kadar önce okunanla başlayalım yine de…
1920 den altı sene önce. Yani 1914 yılında yine ülkenin tüm camilerinden selalar okunmaya başladığında Osmanlı Devleti topraklarında yaşayan tüm insanlar kulaklarını kabartmışlardı. Acaba mahalle ya da köylerinden kim ölmüştü de selası veriliyordu?
Sela okunduktan sonra baktılar ki hayır, ölen mölen yoktu. Devlet cihat ilan eylemişti. Padişah V. Mehmet Reşat’ın cihat ilan eylediği duyuruluyor ve zamanın şeyhülislamı Ürgüplü Hayri Efendi tarafından hazırlanmış olan fetva okunuyordu selanın hemen arkasından.
Osmanlı Devletinde artık Hacı Wilhelm olarak bilinen Almam İmparatoru Wilhelm yapmıştı yapacağını ve Osmanlı padişahı V. Mehmet’i Müslümanların Halifesi sıfatıyla cihat ilan etmeye ikna etmişti. Ancak Wilhelm’in sadece Osmanlı Padişahını ikna etmesi yetmiyordu. Kendi halkını da ikna etmeliydi. Zira kendi halkının bir kısmı Kaiserlerinin, ‘’Eline Ermeni kanı bulaşmış(!) bir katille (!) el sıkışmasını hoş karşılamıyordu.
Wilhelm ülkesindeki insanları ikna etmek zorunda olduğu kadar akrabaları Avusturya’yı da ikna etmeliydi. İşte bu amaçla kartpostallar bastırıldı. Ayrıca Müslüman ülkelerde de propaganda vasıtası olacak gazeteler bastırıldı.
Pardon..Cihadın ilanını atladık değil mi?
Cihadın ilanı için öncelikle Osmanlı parlamentosundan karar çıkmalıydı. Ancak parlamentoda cihat söylentileri dolaşmaya başladığı anda pek çok millet vekili istifa etti. Hal böyle olduğu halde Evkaf Vekaletine de ( Vakıflar Bakanlığı ) vekalet etmekte olan Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi şiddetle cihat ilan edilmesi gereğini savundu ve sonunda meclisi ikna etti. Meclisten karar çıktıktan sonra padişahın bunu onaylamaması zaten mümkün değildi çünkü meclisin kuklasından başka bir şey değildi Padişah . Padişah da onayladıktan sonra ‘’Cihad-ı Ekber ( Büyük Cihat)’’ Fetvasının duyurulmasına sıra geldi:
Cihad-ı Ekber Fetvası 14 Kasım 1914 Tarihinde İstanbul- Fatih Camiinde geniş bir kalabalık huzurunda Fetva Emini Ali Haydar Efendi tarafından okundu.
Beş soru ve beş cevap şeklindeki o meşhur Cihat Fetvasında şunlar yazıyordu: ( Günümüz Türkçesi ile )
’İslamlık aleyhine düşman hücumu vaki ve İslam memleketlerinin gasp ve yağma edilmesi ortaya çıkınca İslam Padişahı bütün halkı silah altına almak suretiyle cihadı emrettikçe Enfuri ayeti hükmünce bütün Müslümanlar üzerine cihat farz olup, genç ihtiyar piyade ve süvari olarak bütün memleketlerdeki Müslümanların, mal ve canıyla cihada başvurmaları farz-ı ayn olur mu? ( Farz-ı ayn: herkesin yapması gereken farz.)
El Cevab: Olur
Bu suretle bugün İslam halifeliği makamına ve Osmanlı ülkesine harp gemileriyle ve kara kuvvetleri ile hücum etmek suretiyle İslam halifeliğine düşman ve Allah korusun. Müslümanlığın yüksek nurunu söndürmeye çalışmakta oldukları gerçekleşmiş olan Rusya, İngiltere ve Fransa ile onlara yardımcı ve destekçi olan hükümetlerin idareleri altında bulunan bütün Müslümanlara dahi adı geçen hükümetlerin aleyhine harp ilan ederek gazaya başlamaları farz olur mu?
El Cevab: Olur
Bu suretle amacın gerçekleşmesi bütün Müslümanların cihada başvurmalarına bağlı iken Allah korusun karşı koysalar bu davranışları büyük günah ve isyan olup Allahın gazabına ve bu büyük günahın cezasına müstehak olurlar mı?
El Cevab: Olurlar
Bu suretle İslam hükümeti ile muharebe eden adı geçen hükümetler, İslam halkı öldürmüş ve hatta bütün ailelerini mahv ile istemeyerek ve zorlanmış olsalar bile İslam hükümeti askerleri ile muharebe etmeleri şer’an haram olup öldürülerek cehennem ateşini hak etmiş olurlar mı?
El cevap: Olurlar
Bu suretle bugünkü günde İngiltere, Fransa, Rusya,Sırp ve Karadağ hükümetleriyle bunları destekleyenlerin idareleri altında bulunan Müslümanların Osmanlı hükümetine yardımcı bulunan Almanya ve Avusturya aleyhine harp etmeleri İslam halifeliğinin zararını mucip olacağından büyük günah olmakla çok acı azabı hak etmiş olurlar mı?
El cevap: Olurlar.’
İşte bu fetva daha sonra altında Şeyhülislamın, daha önce şeyhülislamlık yapmış üç kişinin ve on bir kazaskerin imzası olmak üzere ülke genelinde camilerden selalar eşliğinde halka duyuruldu.
Bu cihad-ı Ekber fetvasının selalarla duyurulmasından altı sene sonra yine selalarla bu sefer de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı duyuruldu.
Bu sefer sela okunması emri doğrudan doğruya Mustafa Kemal’in emriydi.
21 Nisan 1920 de Mustafa Kemal şöyle demişti: ( Bu günün Türkçesiyle )
“Tel: Gayet Aceledir.
Ankara, 21/4/1920
Ankara’ya acele tezkere
Kolordulara (K.O. 14 Vekâletine)
Firka 61 Kumandanlınına, Refet Beyefendiye,
Bilumum Vilâyata( Bütün İllere), Müstakil Livalara, Müdafaai Hukuk Heyeti Merkeziyelerine, Belediye Riyasetlerine ( Belediye Başkanlarına)
1– Kerim olan Allah’ın izniyle (İnşallah) 23 Nisan Cuma günü Cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.
2– Vatanın istiklali, yüce hilafet ve saltanat makamının kurtulması gibi en mühim ve hayatî vazifeleri yerine getirecek olan Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününü Cuma’ya denk getirmekle zikrolunan günün mübarekliğinden istifade ve bütün Milletvekilleriyle birlikte Hacı Bayram-i Veli Camii’nde Cuma namazı kılınarak Kur’an’dan ve namazdan feyz alınacaktır.
Namazdan sonra Peygamberimizin sancağı ve sakal-i serifi taşınarak Meclis önüne gidilecektir. Meclis binasına girilmezden önce bir dua yapılacak ve kurban kesilecektir. Bu merasim esnasında, Hacı Bayram-i Veli Camii’nden Meclis binasına kadar Kolordu Kumandanlığına bağlı askerler hususi tertibat alacaklardır.
3– Zikrolunan günün (Cuma günü) kutsiyeti için bugünden itibaren vilayet merkezinde (Ankara’da) vali Beyefendi hazretlerinin organizesi ile hatim (Kur’an-i Kerim’in tamamını okumak) ve Buhari-i şerif (seçme hadisler) okunmasına başlanacak ve hatmi şerifin son kısmı teberrüken (uğur sayılarak) Cuma günü namazdan sonra Meclis binası önünde tamamlanacaktır.
4– Mukaddes ve yaralı vatanımızın her kösesinde ayni şekilde bugünden itibaren Buhari ve Kur’an hatimlerinin indirilmesine başlanılarak Cuma günü ezandan önce minarelerde salavat-i şerife( Yani sela ) okunacak ve hutbe esnasında halife ve padişahımız hazretlerinin isimleri zikredilirken, padişahlık makamının ve bütün ülkenin bir an evvel kurtulmaları ve saadete kavuşmaları için dualar edilecektir.
Cuma namazının kılınmasından sonra da hatimler bitirilerek vatanın kurtulması, bunun için milletçe gayret gösterilmesinin lüzumu ve Millet Meclisi’nin vereceği vazifeleri yerine getirmenin ehemmiyetiyle ilgili vaazlar verilecektir.
Daha sonra halife ve padişahımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, selâmeti ve istiklâli için dua edilecektir. Bu dinî ve vatanî merasimin yerine getirilmesinden ve camilerden çıkıldıktan sonra Osmanlı beldelerinin her tarafında, hükümet konağına gelinerek Meclis’in açılışından dolayı resmî kutlamalar yapılacak, tebrikler kabul edilecektir.
Her tarafta Cuma namazından önce münasip şekilde mevlid-i şerif okunacaktır.
5– Bu tebliğin derhal neşredilmesi ve yayılması için her vasıtaya müracaat edilecek ve en hızlı şekilde en ücra köylere, en küçük askerî birliklere, memleketin bütün teşkilat ve müesseselerine ulaştırılması temin edilecektir. Ayrıca büyük levhalar halinde her tarafa yazılacak ve mümkün olan yerlerde matbaada bastırılıp çoğaltılarak ücretsiz olarak dağıtılacaktır.
6– Cenab-ı Hakk’tan tam bir muvaffakiyet niyaz olunur.
Heyet-i Temsiliye Namına
Mustafa Kemal”
Bu genelge alınır alınmaz yurdun dört bir yanında yediden yetmişe bütün halk heyecanla Cuma namazı için hazırlık yapmaya başladı. Vilayetlerde, kazalarda, kasabalarda, hatta köylerde hatimler indirilmeye başlandı. Camilerde Buhari-i şerif okundu.
23 Nisan 1920 Cuma günü Cuma’dan önce artik heyecan son haddine ulaşmıştı. Yurdun bütün camilerinde minarelerde salavat-i şerife ( sela) okunuyordu. Cuma hutbesinde Meclisin o gün açılacağı belirtildi ve istiklal mücadelesinin başladığının ilk işareti verildi. Herkes mesajı almıştı.
Cuma namazının ardından okunan hatm-i şeriflerin duaları yapıldı. Daha sonra hükümet konaklarında tebrikleşme merasimi yapıldı. Halkla idareciler kaynaştı.
23 Nisan günü en muhteşem merasim ise Ankara’da yapıldı. Tamim gereğince, Valinin organizesiyle 21 Nisan’dan itibaren Kur’an ve hatim okunmaya başlanmıştı.
Cuma günü namazdan önce ahali sel gibi Hacıbayram Veli Camiine akmaya başlamıstı. Minarelerden okunan salavat-i serife( selalar) , o günkü manevî havayı bütün kâinata duyurur gibiydi.
Camiye Ankara’ya intikal etmiş olan bütün milletvekilleri gelmişti. Hutbede o günün ehemmiyetinden bahsedildi. Namazı müteakip daha önce okunan Kur’an-i Kerim, hatimlerinin duası yapıldı. Buhari-i şerif okunması ise Meclis’e bırakıldı.
Namazdan sonra sancak çıkarıldı ve kafilenin önüne geçirildi. Bu arada sancağın yaıinda, Sinop Mebusu Hoca Abdullah Efendi, üzerine yeşil örtü açılmış bir rahlenin üzerinde Kuran-i Kerim ve sakal-i şerif taşımaktaydı. Rahleyi yarı yoldan sonra Meclis’e kadar taşımak üzere Yozgat Mebusu Müftü Hulusi Efendi almıştı. (TBMM Zabıt Ceridesi, c. 1/1; Millî Mücadelede Din Adamları, c.2/194)
Yol boyunca devamlı tekbirler getiriliyordu. Bu şekilde Meclis binası önüne gelindi. Burada kurbanlar kesildi. Daha sonra Bursa Mebusu Hoca Fehmi Efendi dua etti. Bu duaya bütün milletvekilleri ve halk heyecanlı bir şekilde "amin" diyorlardı.
Meclis’te herkes yerini aldıktan sonra yine hocaların bir kısmı hep bir ağızdan nakarat halinde dua ve ayetler okuyorlar, bir kısmı da Buhari-i şerif kıraatında bulunuyorlardı.
Bu arada Hacı Bayram Veli Türbesinden alınan sancak ve rahle üzerinde getirilen Kur’an-i Kerim ile Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sakal-ı şerifi de kürsüye konmuştu. (a.g.e./194)
Bu merasimlerin ardından çalışmalara başlandı. Başkanlık divani seçildi. Reisliğe Mustafa Kemal Pasa, reis vekilliklerine ise Mevlevi Postnişini Abdülhalim Efendi ile Hacı Bektaş Çelebisi Cemaleddin Efendi seçilmişti.
Görüldüğü gibi sela sadece ölüm ilanı ya da Cuma namazına davet anlamını taşımıyordu ama tarihimizden bihaber olduğumuz için mi desem yoksa tamamen başka sebeplerle mi desem bilemiyorum 23 Nisan 1920 de bu ülke toprakları üzerinde yaşayan hiç kimseyi rahatsız etmeyen sela 15 Temmuz 2016 yı 16 Temmuz 2016 ya bağlayan gece bazılarını rahatsız etti.
Her neyse. Ben yakın tarihimizdeki olağanüstü durumlarda okunan üç selanın öyküsünü yazdım. Yorumu okuyuculara bırakıyorum.
RESİMLER:
1-Cihad-ı Ekber Fetvası ( Zamanın Donanma Gazetesinde yayınlanmış haliyle)
2- Cihad-ı Ekber fetvasının İstanbul- Fatih Camiinde fetva emini Ali Haydar Efendi tarafından okunması.
3- Cihat ilanı
4- Cihat Fetvasından sonra bastırılan kartpostallar
5- Bir Alman Gazetesinde Cihadın ilanı.
6-Cihat Fetvası madalyonları.
7- Almanlar tarafından bastırılan ve Müslüman ülkelerde dağıtılan Cihat adlı gazete.
8- Atatürk’ün 21 Nisan 1920 de bütün illere telgraf olarak gönderdiği genelgenin metni.
YORUMLAR
Değerli hocam, dünyaya hakim olan konformist kültürün inançları ve değerleri yozlaştırdığına, vatanseverliğin de maddi çıkarlara dayandığına inanılıyordu...
Televizyonun, internetin, metropol hayatının, modanın vs. toplumları tektipleştirdiğine, bencilleştirdiğine ve hatta kişiliksizleştirdiğine vurgu yapılıyordu...
İnançlı insanların bundan azade olmadığı, her şeylerinin göstermelik olduğu söyleniyor, yazılıyordu...
Kısaca, Türklük ve Müslümanlık şuurunun efsaneden öteye geçmediği sanılıyordu...
Bütün bunların, bunları kendilerine sakız yapanlar için geçerli olduğu da ortaya çıkarken, 'diklenmeyip, dik duranların' ise bu milletin ve tüm insanlığın 'muhtaç olduğu kudreti' damarlarındaki asil kanda taşıdıkları ispatlanmış oluyordu...
Zaten yıllardır süren teröre çocuklarını kurban verenler de aynı inançlı insanlardı...
Fakat ar damarı çatlak olanlar, sefasını sürdükleri güvenliğin, konforun ve özgürlüklerin, kimlerin canı, kanı, inancı, imanı pahasına korunduğunu daha da bilmiyorlar, daha da bilecek gibi değiller!...
Vatan şehitlerimize ve gazilerimize minnettardır, değerli hocam...
"Bu ezanlar -ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli." M. Akif Ersoy
Selam ve saygılarımla.
Sami ağabey... Ben hayatımda böyle bir duygu yaşamadım.
Tarih boyunca bu vatan için seve seve şehit olanları ve o kendini tankın altına atan, uçaklara kafa tutan insanları O gece çok iyi anladım.
İnanın ölüm o duygunun yanında çok aciz kalıyor.
Biz mit müsteşarlığı önünde idik. Bir yandan helikopterler yukarıdan tarıyor, bir yandan aşağıdan helikopterlere ateş ediliyordu.
Bir ara vatandaşın biri orta refüjdeki ağacın kalın dayamalar ını söküyordu ne yapıyorsun kardeş neden zarar veriyorsun dedim. Ağabey birazdan tanklar gelecekmiş elimiz boş olmasın dedi...
Selamlar üstat