Sol Kornerden Tıp
Elbette anlatacak bir sürü hikayem var. Neticede Albert Camus’un ’Sisifos Söyleni"nde sürekli anlatmaya çalıştığı ’uyumsuz’ buralarda benim. Her ne kadar iddialı bir cümle olsada bu sıralarda onuncu yılını doldurmuş yani dokuz yıl rekorunu kırmış bir elin parmaklarını geçmeyecek insanlardan birisi olarak iddiamında arkasındayım.
Aslında seçtiğim bu konuyu anlatıp anlatmamayı çok düşündüm. Çok daha yaratıcı ve besleyici konular seçebilecekken Tıbbiyeli olduğumu es geçemedim ve patolojik olanı ele almayı uygun gördüm. Netice de biz doktoruz ve başarısızlığı belkide kendine obsesyon edinmiş bir bireyi, kendimi, ameliyat masasına yatırdım ve yine scrubsımı kuşanarak kendi ameliyatıma girdim, mazur görün.
Belki mutfakta pırasa sapını eline alıp şarkı söyleyen bir annenin müzisyenliği kadar başarılıydı yazılarım, olsun. Şarkıyı söylerken o annenin aldığı keyfi tahmin edersiniz. Bende klavye tuşlarının oluşturduğu senfoniye hayatımı adayabilirdim. Benim olduğum kadar hayatta her insanın büyük idealleri, uğruna ömrünü adayacağı gayeleri vardır. Benim payıma düşende hatırlanmamı sağlayacak üç beş cümlelik miraslar bırakmaktı. İşte filmin benim için koptuğu anın başlangıcı budur. O malum soruya da tam da buradan korkusuzca ama gülüşlerden ve yorumlardan çok uzakta cevap vermek istiyorum. Haydi şimdi hep bir ağızdan bana bütün Tıp fakültesi sorsun "Niçin tıp?" tüm içtenliğimle tüm benliğim ve tüm belleğimle söylüyorum yazar olmak için tıp.
Evet kaç kişi bu fakülteye yazar olmak için girmiştir bilemem, ben bunun için girdim. Benim anlatacak hikayelere ihtiyacım vardı ve bunun için çok fazla yaşama tanıklık etmeliydim karşıma gelecek hastalarımında onları dinleyecek bir doktora. Bir düşünün derslerinin başında hikaye alma teknikleri öğretilen bir fakültedeydim. Yani muazzam bir keyifti benim için tıp kazanmak. Yazar olmama, hayal gücümü her zaman beslememe yetecek materyali kazanmıştım tıp kazanarak. İşin bu kısmı işini ciddiye alan pek çok doktor için sinir bozucu gelecektir biliyorum. Fakat hayatım boyunca hayat planı yaparak yaşamadım. Başarmanın damağımda bıraktığı hazzı sevdiğim için başardım. Bu sebeple benimle beraber okuyanlar bilirler, sınıfın arka sıralarının tapusunu üstüme geçirmiş olsaydım geldiğimde, çoktan Karun’a savaş açmış olurdum.
Arka sıralar evet insanlardan mümkün olan en uzak nokta. Arkalarını dönmedikleri sürece beni göremeyecekleri benimse onları gıptayla seyredebileceğim seyir noktam. Gözlerimi kapatıp yazılabilecek hatıraları düşleyip yalanlar katarak yazar olmanın inceliklerini kendimle tartıştığım mabedim. Arka sıralara beni mahkum eden biricik belleğim tıbbı kazandığım zaman bana şöyle söylemişti: "Sen başarısızların arasında sivrilebildin. Bir anlık bir yıllık patlamaydı. Gerçekten fakülteyi haketmiş olsan neden öncesinde elle tutulur bir eğitim başarın yok? Şimdi bu kadar zeki insanın hak ederek geldiği bu sıralarda işgal ettiğin masanın bedelini onlarla yarışırken verebilecek misin? İkimizde biliyoruz ki sen sadece caka satabileceğin kadar başarılısın" Malesef biricik belleğim dilimden çok iyi anlıyordu ve başından beri insanlara küsmeme, onlardan korkmama hatta yokmuşçasına okula gelmeme bile engel oluyordu. Kazanamayacağın savaşta savaşmanın anlamı olduğuna inanan onurlu insanlardan değilim ben. Kazanamayacağım savaşa girmem, O yüzden benden çok daha başarılı insanların arasında başarılı olmaya çalışıp durgun bir suyu çomakla dürterek bulandırmanın anlamı yoktu.
Bir de işin tıbbi yönü var. Kesinlikle bu okula yazar olmak için girdim. Ama insanlara hizmet etmem ve kapladığım sıranın bedelini ödemem gerekiyordu. Bu benim bireysel kararlarımdan çok daha üstün bir durum çünkü. Güzel ülkemde doktor sayısı bu kadar azken hakkınıda hali hazırda yemişken bir tıp adayının doktorluk yapmaktan vazgeçemezdim. Bu sıraların varlığının sebebi insanların entelektüel gelişimi yahut birilerinin egosunun tatmini olmadığını, acıları dindirmek olduğunu gayet iyi biliyordum. Korkuyordum. Benden doktor olmaz diye korkuyordum. Doktor olsa bile bu kadar zeki insanın arasında anlamadığım yerleri tekrar anlattırırken idiot yerine konmaktan korkuyordum. Anlamadığım bir fizyoloji bilgisini en yakınıma sormaktan bile korkuyordum. Biliyordum lisedeyken terazileri yapamayan onlarca arkadaşımı içimden küçük görebilecek kadar ukala idim ve bu okulda herkes ukalalığı benden daha fazla hakettiği için korkuyordum.
Nitekim bir sürü çelişkilerle bir sürü soru ve sorunlarla bu okulu okumak için elimden geleni yaptım. İyi kötü bu noktaya kadar geldim. Gelirken her şeyin en iyisini öğrenmedim, öğrenemedim. Her ne kadar bir komiteden ’40′ aldığımda seneyi ben bu bilgi açığını kapatamam diye bıraksamda gerçeklerin yüzüme çarpılmaya ve daha fazla muhtaç insanlardan uzak durmamaya karar vererek olduğu kadar diyerek yolumda ilerledim. Şimdi geriye bakıyorumda boşuna kendimi yiyip bitirmişim. Zaten pek çoğumuz mükemmel doktorlar olamayacakmış. Pek çoğumuz öğrendiklerimizi bir bir unutacak ve günün birinde elinde kalanla idare etmek zorunda kalacakmış.
Şükürler olsun diyorum, kaybettiğim yıllarda anlatacak bir sürü hikaye biriktirmemin yanı sıra, karşıma acıyla oturacak olanların hasta olmalarının yanı sıra, kim olurlarsa olsunlar, ister zalim isterse mazlum olsunlar insan olduklarını ve insanların saçma sapan her şeyden dolayı başına iş açacağını öğrendim. Bu meslek bana emanet edilmişse öncelikle karşımdaki insana, insan olarak var olduğu için saygı duymayı öğrendim. Öğrenmekten öte kazıdım beynime. Çünkü en çok hata yapan en salakça fikirleri alıp fikir edinen bendim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.