- 534 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Anneannemin Anısına
Dünyaya geldiğinde yoksuldu, kimsesizdi. Sonra evlendi henüz küçük bir çocukken. Yedi çocuğu oldu. Tam takır bir ülkenin yoksul insanlarından yalnızca birisiydi o. Bilirim, yağ bulunsa tuz bulunmazdı o yıllarda. İki yama eksikse giydiğin o eski şalvarda, kim ne diyebilirdi santanatına... Hani bir de şu tüm kadınların ortak çilesi vardır. "Bir o eksikti" diyemeyecek kadar beni öfkelendiren o melanet! Erkek olan da bilir amma kadın olan iki kat daha fazla bilir bunu. Yani kadınlarını döven o asalak erkek zihniyetin kurbanlarından bahsediyorum! Sanırım kadınımız erkek, erkeğimiz de kadın değildi o yıllar! Bugün suçluluk hisseden her kimse hemen asmalı kendini soğuk odalarda!
Velhasıl uçurdu yedi çocuğunu da yuvasından. Çocuklar uçtu uçmasına ya, hangi kuş kartal kanadına sahipti ki? Yaşamın çetin olması karşısında bocalayan kuşların derdi yine geldi vurdu analarını! Çocuklar kendi başlarının çaresine bakacak kadar büyümüşlerdi oysa. Ben çok iyi biliyorum ki bu fotoğraftaki kadın bu yaşına kadar yaşamışsa şayet, çocukları tek dayanağı olduğu içindi. Eskinin kadını en çok nerede delirir bilir misiniz? Ben bilirim. Ya ahırda delirir ya tandırda! Bu yüzden birçok Anadolu kadını kendini ya ahırda asmıştır ya da tandırda. Yakınlarım pek ihtimal vermezler ama aslında ben çok duygusal ve derin düşünen bir insanım. Hiçbir söz ya da iz olmamasına karşın ben anneannemin en azından sekiz on kez bu kendi canına kıyma eylemini tasarladığı inancındayım. Bu konuda onun ruhsal dünyasına inebildiğimi düşünüyorum.
Albert Camus der ki: “Yaşama nedeni denilen şey aynı zamanda iyi bir ölme nedenidir de!” Yani hep çocuklarını düşünmesi, onların dertleriyle kendini yiyip bitirmesi, bazı şeyleri daha da hızlandırdı. (Bu arada çocuklarının durumunda abartılacak bir durum da yoktu.)
Onun yaşamı kadar insana ilham olacak birçok yaşantı var biliyorum. Bu da onlardan bir tanesi işte! Zorluk ve yokluk içinde geçen gençlik yıllarından feraha çıkan bir yaşamın, böyle hazin bir sona ulaşması yaşamın laneti olsa gerek. Yaşlılık tam manasıyla üzerine her türlü hastalığı çeken yapışkan bir madde değil! Hastalık denen o virüsü gençliğinde alıyor insan. Bunu bilmeyen yok. Anneannem de o kadar biriktirmişti ki bu hastalığı elbet çıkacaktı bir tarafından. Yer altındaki magmaya benzer keder. Günü geldiğinde patlayıverir ve taşıdığı yaşamı hiç acımadan yok eder.
Bir gün ansızın düşüp bayıldı! Kalktı, bir zaman yürüdü ve sonra tekrar düştü! Bu son düşüşü olmuştu onun. Sekiz sene boyunca dünyanın tüm renklerinden uzak yaşayacağı günün başlangıcıydı o gün. Artık görmeyen gözleri ve tutmayan ayaklarıyla bir yatakta tam sekiz sene geçirdi!
Anımsıyorum da bir gün kız arkadaşımla apansız gidip çalmıştım kapılarını. İki gün sonra biz dönerken, “ben bu kızı çok sevdim, bak anneanne bile diyor” demişti. Yüzünü hiç görmeden sırf parmaklarını suratında gezdirerek kendince tanıyıp sevmiş, belki bir de evlat sıcaklığını hissetmiş, evlenmemizi dilemişti. Ne bilirdi ki torunu daha kendini bile bulamamış bir ışık işçisinden ibaretti…
Bir hafta sonra üç ay olacak onu kaybedeli. O şimdi beş katlı görkemli bir okulun üstündeki bir mezarlıkta, çocuk seslerinin hemen yanı başında uyuyor. Oysaki mezarlıklar, sadece bizim için mezarlıklar! Onun içinse artık dünyanın içinde herhangi bir toprak parçası…
Bir daha asla canı yanmayacak onun. Mesela ülkenin gidişatına bakıp sıkmayacak dişlerini. Ekmeğe zam gelmiş, fırtına bastırmış, kömür bitmiş ona ne! Ölüm bizim için korkutucu yalnız, onun için lâfü güzaf. Biz canlı organizmalar burada hala yaşadığımızı zannederken o bir daha hastalanmayacak; üzülmeyecek, düşmeyecek, özlemeyecek... Özlenecek kuşkusuz. Toprağındaki yabani otlar temizlenecek, sulanacak… Ama onun bizim tarafımızdan özlenmesi bile, biz buralarda ayağımızı topraktan kesene kadar sürecek yalnız. Şimdi dileyen dilediğince konuşabilir. İsteyen susar, isteyeninse aklı başına gelir. Tüm bunlar yaşamın bu tarafında ne işe yarar bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki toprak tüm bu gürültüleri artık iletmeyecek altında yatıyor olana! Ama o güne kadar o hep doludizgin konuşan, lafını esirgemeyen, açık sözlü ve güçlü bir kadın olarak anımsanacak!
Günay Aktürk
8 Kasım 2016
Ankara
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.