- 673 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bahar Sancısı
O uyanışı ben de duymak istiyorum toprağımda. Patlamasını tomurcuklarımın, filiz vermesini; "zamanı geldi" demesini içimde bir şeylerin, "bak güneş dürtükleyip duruyor; bahar geldi".
Bazılarının toprağında hep o aynı uyanış sancısı, o yeni başlangıçların arifesindeki tatlı ürperti... Yüzlerine gölgesini düşüren geniş tebessüm...
Onu nasıl muhafaza edebiliyorlar yüzlerinde; o toprak nasıl hep öyle aynı tazelikte, hep yeni yeni başlangıçlara gebe, gülümseyip duruyor; göklerindeki güneş hep okşama kıvamında orada asılı duruken, nasıl yaşamlarındaki her şey bu kadar büyük bir ahenkle el ele vermiş, hiç bıkmadan aynı oyunu oynuyor bu baharı var etmek için yüzlerinde, anlamak mümkün değil...
Ben miskin miskin akan bir dere olduğumu hatırlıyorum birden, onların çağlayan nehirleri akıp geçerken üzerimden. Serin sularına karışıyor, o hızlı akışın bir parçası olarak var olmaya başlıyorum.
"Bak" diyor içlerinden biri "şurada bir çocuk var ağlayan. Bu öylesine ağlamalardan değil, ’oyuncağım kırıldı, bebeğimi kaybettim’ diye feryat etmiyor bu çocuk. Karnı tok, sırtı pek çocuklarınkinden çok başka bir kahır, bir iç çekiş saklı ağlamasının içinde. Sen şimdi sadece bir gazete haberi olarak görüyorsun belki onu; bir film sahnesinden çok da farklı bir yere dokunmayan içinde. Gözlerin yaşarıyor bir an için... O anda tam olarak içine giriyorsun belki de o resmin. O zaman parçasında belki de oradaki hissi gerçekten de duyuyor; hatta duymakla da kalmıyor, duyan oluyorsun. O acıyı yok etmek için her şeyi yapabilirsin. Ama sonra kendine geliyorsun birden; içinde olduğun yere ve an’a dönüyorsun. O yarı uykuda yalpalayıp durduğun gölgeler dünyasına yani... ’Bu sadece bir haber’ diyorsun ’içinde abartı olmadığı ne malum ki’... Gazete sayfasının kokusu çarpıyor burnuna, kovmak istermiş gibi gözünün önünde an be an daha çok ete kemiğe bürünen resmi. Koku daha bir sahici geliyor sana, daha az can yakan, daha iyi... ’Tam da kahve yapacaktım’ diyorsun apar kopar uzaklaşrken resimden. Cezveye suyu koyarken, az sonra buram buram tütecek olan mis gibi kahve kokusu en büyük gerçeğin oluveriyor."
O ağlayışı gerçekten duyanlarsa o kahve kokusunu bambaşka şeylerde buluyorlar; daha doğrusu onun uzattığı o sıcacık eli, ruhta açtırdığı tomurcuğu... Çünkü onlar için o ağlayan çocuğun anlattığı hüzünlü hikâyeden çok da ayrı bir yerde değil yeni uyanmaya başlayan, bahar sancısıyla kıvranan toprak... O ağlayışta onlar tıpkı patladı patlayacak o tomurcuğun tohumunu buluyorlar, üzerine vuran o ılık güneşi... Bu yüzden onlar bizim kadar sıkı tutunmuyorlar bir kokuya, bir eşyaya, bir kimliğe... Kendi topraklarındaki bahar kaynaşmasının bir parçası olarak gördükleri sancılarla ilgileniyorlar daha çok. "Bu acı, bu derin iç çekiş çok yakın bir gelecekteki o kocaman tebessümün bir parçası" diyorlar, "tohumu"... Ve o susuz kalmış topraktan alıp tohumları, kendi topraklarına ekmek için düşüyorlar yollara. O bahar uyanışını hep yaşatmak için içlerinde... Ağlayan çocukları hep güldürmek için...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.