- 1000 Okunma
- 7 Yorum
- 1 Beğeni
29 EKİM 1914 DEN 29 EKİM 1923 E
Evet..Bu gün 29 Ekim 2016. Yani Cumhuriyetimizin ilan edilişinin 93. Yıldönümü.
Cumhuriyet Bayramımız bütün milletime kutlu olsun.
Öncelikle ‘’ Kim o 2. Resimdeki Yumurcaklar diyelim mi? Ya da en son karedeki aile fotoğrafı? Veyahut da 4.Resimdeki biraz da Atatürk’e benzeyen adam? Veyahut da şu 5. Resimdeki başında fes olan, sert bakışlı Paşa? Kim bunlar?
Hepsini tanıyacaksınız az sonra
------------------
29 Ekim deyince Türkiye’de her kime sorarsanız sorun aklına elbette cumhuriyetin ilanı gelecektir. Ancak yine bir 29 Ekim günü başlamıştır o cumhuriyete giden yol.
29 Ekim 1914 Tarihinde yaşananlar yaşanmasaydı bu gün Türkiye’de bir cumhuriyet idaresi olur muydu? Çok büyük bir ihtimalle yine olurdu. Ancak 29 Ekim 1923 tarihinde olmazdı. Ya da ne bileyim İngiltere örneğinde olduğu gibi sembolik bir padişahımız olurdu ama yönetim şeklimiz aslında cumhuriyet olurdu.
Mesela 29 Ekim 1914 de yaşananlar olmasaydı I. Dünya Savaşı yine olurdu ama biz o savaşın içinde olmazdık.
Peki etrafımızda büyük bir dünya savaşı olurken ucu bize dokunmayan- bir savaş mümkün olabilir miydi? Bunlar elbette tartışılabilir ama kesin bir gerçek var: 29 Ekim 1914 de İki Alman gemisi olan Goben ve Breslav ( Bizdeki adlarıyla Yavuz ve Midilli…3. Resim) Rus limanları olan Odesa ve Sivastopol’u - gönderlerinde Türk bayrağı ve içindeki askerleri Osmanlı er ve subayı kıyafetli olarak- olarak vurmasaydı, bu olayın hemen arkasından Rusya 1 Kasım 1914 de Osmanlı Devletine savaş ilan etmeseydi, onu 5 Kasımda İngiltere ve Fransa takip edip onlar da savaş açmasaydı her şey çok daha farklı olabilirdi.
İşin ilginç tarafı Osmanlı Devletinin bütün kaderini değiştiren kişi bir Alman Amiraliydi. Rus limanlarının bombalanması fikri sadece onun fikri miydi yoksa Enver- Talat-Cemal Paşa üçlüsünün bir tezgahı mıydı? Tamamen kukla durumunda olan padişah 5. Mehmet Reşat’ın bu olaydan haberi var mıydı, yok muydu bunlar hep askıda kalan sorular olsa da Alman Amiral Wilhelm Anton Souchon ( 4. Resim ) aslında 29 Ekim 1914 de Sivastopol ve Odesa’yı değil Dolmabahçe Sarayını bombaladığının farkında bile değildi. Eğer ona bu izni ya da emri başta padişah olmak üzere bazı Türk devlet yöneticileri ya da doğrudan doğruya kendi kralı Wilhelm vermiş idiyse onlar da asıl bombaladıkları hedefin Dolmabahçe Sarayı, dolayısıyla da Osmanlı Devleti olduğunu büyük ihtimalle akıllarının ucundan bile geçirmiyorlar yahut da umursamıyorlardı.
29 Ekim 1914 Osmanlı Devletinin sonunu hazırlayan dinamit fitilinin ateşlendiği gündü ancak 1914 ü bir bütün olarak ele alırsak bu tarih dünyadaki dört büyük hanedanın da sonunu hazırlayan bir tarihti. Yani bir yerde 29 Ekim 1914 sadece Osmanlıların değil Osmanlı ile birlikte I. Dünya Savaşına girmiş olan dört büyük hanedanın da tahtını salladı ve devirdi
Bu büyük savaş bitip, sular tamamen durulduğunda Almanya’da artık ne Hohenzollern hanedanı ne de Wilhelm adında bir Kral kalmıştı. Hanedan sona erdiği gibi Wilhelm ve sülalesi Almanya’dan sürgün edildiler. Avusturya’da da durum farklı değildi. Ne Kral Karl kaldı ne de Habsburg hanedanı. Onlar da Avusturya’dan sürüldüler. I. Dünya Savaşının ne galibi ne de mağlubu olan Rusya’da vaziyet çok daha kötü oldu zira Bolşevik devrimciler Çar Nikola ve bütün ailesini acımadan katlettiler ve böylece Romanof Hanedanı diye bir şey kalmadı yer yüzünde.
Osmanlı Devletine gelince:
1 Kasım 1922 den itibaren artık Devlet olarak Osmanlı Devleti diye bir şey kalmadı. İşin komik tarafı da devletin padişahları ve diğer yönetici kadro hiç bir zaman bu devlete Osmanlı Devleti dememiş hep ‘’Devlet-i Aliyye’’ Demişlerdi.
Her neyse…
1 Kasım 1922 de Saltanat kaldırıldı. Böylece artık Devlet-i Aliyye ya da bizim hep kullandığımız şekliyle Osmanlı Devleti tarihe karışıyordu. Padişah sıfatını ve unvanını son taşıyan Vahdettin ( ‘’Vahüdiddin ‘’ ya da ‘’Vahideddin’’ olacak diye itiraz eden olmaz inşallah) saltanatın kaldırılmasından sadece 16 gün sonra bir İngiliz savaş gemisi olan Malaya ile Malta’ya gitti. Daha sonra Mısır Hidivi kendisini Mekke’ye davet edince Mekke’ye gitmeye hazırlandıysa da bu davetin arkasında kendisindeki halifelik unvanının Kral Hüseyin’e devrettirilmesi gibi sinsi bir planın olduğunu anlayınca vazgeçti ve İtalya’nın San Remo şehrine yerleşti ( Ne yazık ki Sevr Antlaşmasının metni, taslağı bu şehirde hazırlanmıştı. )
Evet…Padişah Vahdettin gitmişti ama Osmanlı Handanı aynen devam ediyordu ve Osmanlı hanedanından Abdülmecit Efendi( 4. Resimdeki sert bakışlı, paşa kıyafetli kişi ) TBMM tarafından belirlenmiş olsa da Halife unvanı ile Dolmabahçe Sarayında yaşıyordu.
İşte bu ortam içinde 29 Ekim 1923 e gelindi
Aslında 29 Ekim 1923 ün sinyalleri 23 Nisan 1920 de ve bilhassa 20 Ocak 1921 Tarihli anayasada net bir şekilde ilan edilmişti.
Yani henüz düşmanın yurttan tamamen temizlenmediği bir dönemde TBMM ‘’ Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’’ Demişti. Saltanatın kaldırılması da zaten bu maddenin bir gereği değil miydi? Kısacası aslında bir çocuk doğmuştu. O çocuğun adı de belliydi ama o adın açık bir şekilde telaffuz edilebilmesi için vatandaşın bu fikre alıştırılması gerekiyordu. Yüzlerce senedir süren bir geleneğin birden bire değişmesi o kadar kolay değildi
29 Ekim 1914 den dokuz yıl sonra 29 Ekim 1923 de Cumhuriyet ilan edildi. Kim bilir Mustafa Kemal belki de, hatta çok büyük bir ihtimalle 29 Ekim tarihini özellikle seçmişti cumhuriyeti ilan etmek için.
Böylece Dolmabahçe Sarayındaki Osmanlı Hanedanına ve hanedanın başındaki Halife Abdülmecit Efendi’ye ‘’ Size artık bu yeni devlette yer yok. ‘’ denmiş oldu. Ama her şeye rağmen Osmanlı hanedanı yurttaydı ve Abdülmecit Efendi de halife idi.
3 Mart 1924 de TBMM 431 sayılı kanunu çıkartarak bu kanunla Osmanlı hanedanından her kim varsa ( eşikteki- beşikteki ) hepsini Türk vatandaşlığından çıkardı ve ülke sınırlarını terk etmeleri için erkeklere 72 saat, kadınlara ise on gün izin verdi ancak Halife Abdülmecit Efendi hemen o gün, yani 3 Mart 1924 günü akşamı Çatalca’da bekleyen Simplon ekspresine bindirilip eline çıkışı olan ama dönüşü olmayan bir pasaport verilerek yurt dışına gönderildi. Trajikomik olan ise Abdülmecit Efendiye verilen pasaportun üzerindeki damga pullarında hâla son padişah Vahdettin’in tuğrasının olmasıydı.
15 Mart 1924 tarihi itibariyle artık Osmanlı hanedanından hiç kimse yoktu Türkiye topraklarında. Toplamda 164 kişi yurt dışına gönderilmişti kimi trenle Avrupa’ya, kimi vapurla Lübnan’a ve Mısır’a gittiler ve zamanla dünyanın dört bir bucağına dağıldılar.
Hanedanın kadın mensuplarına 1952 yılında, erkek mensuplarına ise ancak 1974 yılında tekrar Türkiye’ye dönme izni verildi.
Kısaca, bir 29 Ekim günü başladı her şey ve bir başka 29 Ekimde bitti . Cümlenin son noktası ise 15 Mart 1924 tarihinde kondu.
Şimdi gelelim yukarıda 2. Resimdeki yumurcaklara.. O sevimli yumurcakların kim olduğuna.
Fotoğrafta yer alanlar, Son Osmanlılardan Osman Selahattin Osmanoğlu’nun kızı Ayşe Gülnev Osmanoğlu’nın çocuklarıdır. Yani son jenerasyon Osmanlılar… Soldan sağa, Lysander Cengiz, Tatyana Aliye, Maximillian Ali, Ferdinand Ziya ve Cosmo Tarık.
Eğer bir gün Osmanlı Devleti yeniden kurulursa işte bu babası İngiliz(Nicholas Sutton adında bir emlakçı) , Annesi Osmanlı olan yumurcaklardan birine ‘’ Padişahım çok yaşa’’ Diyeceğiz. Son resimde gördüğünüz anneleri Ayşe Gülnev Osmanoğlu (Sutton) Hanımefendi Valide sultan olacak, yine aynı resimdeki Nicholas Sutton ise Baba Sultan. (‘’Padişah kızı olan hanım sultanların erkek çocuklarının padişah olamadıklarını biliyorum’’ deyim de hemen itiraz etmeye hazırlananlarının hevesleri kursağında kalsın))))))))) Bir fanteziydi sade. )
Yok yok merak etmeyin Onlar inanın Türkiye Cumhuriyetini bu cumhuriyetin toprakları içinde yaşayan bazı beyinsizlerden çok daha iyi anlıyor ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal’e herkesten daha fazla minnet duyuyorlar
Demem o ki bence o sevimli çocuklar elbette çok yaşasın. Dünyanın tüm çocukları gibi onlar da sağlıklı, mutlu ve huzurlu olarak yaşasın. Ama herkes kendisine vatan edindikleri topraklarda geçmişin acılarını unutarak yaşasın. ( Ki unutmuş gitmişler zaten ) Bizler de kendi ülkemizde kendi cumhuriyetimize sahip çıkarak, başımıza gereksiz efendiler getirmeyi hayal etmeden, hür ve bağımsız bir şekilde yaşayalım. .( Bu arada Ayşe Gülnev Osmanoğlu( Sutton ) artık aynı zamanda bir Türk vatandaşıdır ve her yıl yazın Türkiye’ye, Bodrum’a gelir çocuklarıyla. )
‘’Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti’’ Dedikten sonra sözlerimi Atatürk’ün bir vecizesi ile tamamlıyorum
‘’ Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Lakin Türkiye Cumhuriyeti ilelebed payidar kalacaktır’’
Tekrar Bayramın kutlu olsun aziz milletim.
YORUMLAR
İlgi ile okuduğumuz bir çalışma oldu ine hocam.
Tarih konuları bir başka güzel okunuyor sizin kaleminizden.
Konu hakkında bilgimiz vardı ama,
bu güzel cümleler tuzu biberi oldu.
Hanedan, apar topar ülkeden kovuldu ama, en azından Çar ailesi gibi kurşuna dizilmediler.
Gerçi, ülkeden ayrıldıktan sonra çok sefaletler çektiler ve onları hiç bir tarihçi doğru dürüst ele almadı, yazmadı.
Ne demeli?
Onların kaderleri de bu imiş denek.
Şu bombalama olayından ise, ne padişahın, ne de Enver Paşa'nın bilgisi olduğunu zannetmiyorum ben.
Batıda sıkışan Almanların, yeni bir cephe açma gayretiydi bence.
Yani,
moku mokuna savaşa dahil olduk.
Belki de asıl gaye oydu.
Osmanlı'yı savaşa sokmak ve parçalamak.
Sonra da petrollere konmak.
Güzeldi yazı.
Tarihi daha çok yazın bence.
sami biberoğulları
Bence o Rus Limanları bombalanmasaydı da kesinlikle o savaşın içinde olurduk gibime geliyor. O o an olmasa da savaş biterdi belki ve bizi içine alan bir başka savaş başlardı. Yani mutlaka eninde sonunda içinde bizim de olduğumuz bir savaş olurdu.
Öte yandan öylesine gaza getirilmişiz ki savaştan önce o derece olur yani. Yazacağım inşallah.
Selam ve sevgilerimle.
Selam ve sevgilerimle.
Değerli hocam, "her şey daha başka türlü olabilirdi" görüsü, söz konusu öznelerin, içinde bulundukları şartları gerçekçi biçimde değerlendirmelerini, bu değerlendirmenin vargılarında iradelerini birleştirme ferasetini ve basiretini şart koşar ki, bu projeksiyon anlayışı da ancak var olduğumuz süreci doğru anlamamızdan ötesinde işe yaramaz...
Bu çok şeydir ve bugün anlaşılmasını istediğimiz bundan ibarettir...
Yani, ne yazık ki, bugün geçmiş, mesela sizin bilgi ve bilinç seviyenizden görülüp, değerlendirilemediği için, iradelerin birleştirilememesi, kısır döngülerde heba edilmesi gibi irrasyonal bir süreci yaşıyoruz...
İpotek altındaki zihinler, mesela Anadolu'nun Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması sürecinde tarihi zorunlulukların dayattığı bir iradeyi gösterdiği için, tarihimizin seçkin şahsiyetlerine düşmanlık sergileme bedhahlığından ötesine geçemiyorlar...
Bunlar, şimdi şu konjonktürde güttükleri politikanın nereye çanak tuttuğunun anlaşılmayacağını sanıyorlar ya, irrasyonal olan bu...
Yorumum yazıyla çok yakından ilgili gibi görünmese de böyle...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
//Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Lakin Türkiye Cumhuriyeti ilelebed payidar kalacaktır.
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK.//
//Tekrar Bayramın kutlu olsun aziz milletim.//
Atamızın en büyük eseri,Türk Ulusunun var oluş bayramının 93.ncü yıldönümü bugün.
Cumhuriyet ilan edildiği gün Yüce Meclis hep bir ağızdan "Yaşasın Cumhuriyet" demişti.
Bu mutlu ve muhteşem günü yüreklerimizden taşan çoşkuyla kutluyor ve bugün bir kez
daha haykırıyoruz."YAŞASIN CUMHURİYET".
Tebriklerimle.Saygı ve selamlarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Hocam sayenizde yine yeni şeyler öğrendim..
''3 Mart 1924 de TBMM 431 sayılı kanunu çıkartarak bu kanunla Osmanlı hanedanından her kim varsa ( eşikteki- beşikteki ) hepsini Türk vatandaşlığından çıkardı ve ülke sınırlarını terk etmeleri için erkeklere 72 saat, kadınlara ise on gün izin verdi ancak Halife Abdülmecit Efendi hemen o gün, yani 3 Mart 1924 günü akşamı Çatalca’da bekleyen Simplon ekspresine bindirilip eline çıkışı olan ama dönüşü olmayan bir pasaport verilerek yurt dışına gönderildi. Trajikomik olan ise Abdülmecit Efendiye verilen pasaportun üzerindeki damga pullarında hâla son padişah Vahdettin’in tuğrasının olmasıydı.''
Ben burada anlatılanları böyle bilmiyordum. Hele ki damga meselesine çok şaşırdım. Sizin derya deniz bilg dağarcığınız iyi var... Çok teşekkürler..
BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN ...
Sevgilerimle...
sami biberoğulları
Osmanlı hanedanının yurt dışına gönderilmesi aynen böyle olmuştur.
Dramatik olaylardır elbette ama yine de Rus Hanedanından daha şanslı olduklarını kabul etmek gerekir.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
"dört büyük hanedanın da tahtını salladı ve devirdi"
Bir beşinci hanedanı da ben ekleyeyim. Bu haneden ne yönetimden ayrıldı, ne de bireylerinin başına olumsuzluklar geldi. Ama isim olarak ortadan kayboldular. Saxe-Coburg ve Gotha hanedanı tarihe karıştı. Onları bugün başka bir isimle, Windsor hanedanı olarak tanıyor ve Birleşik Krallığın tepesinde görüyoruz (Savaşın devam ettiği 1917 yılında İngiliz Kraliyet ailesi Alman kökenini unutturma çabası olarak adını değiştirir). Bugünkü veliaht Prens William doğduğunda %55 lik İngiliz kanıyla son 300 yılın en İngiliz taht adayıdır. Eğer İngilizleri Alman bir aile yüzyıllarca yönettiyse, bizim Osmanlıcılar da bunun benzeri bir duruma pekala razı olabilirler (Başlarında bir efendi olsun da...) Saygılarımla.
sami biberoğulları
Verdiğiniz bu eşsiz bilgiler için teşekkür ederim.
İşin doğrusu bilmediğim bir konuydu. Çok teşekkür ederim.
Selam ve sevgilerimle.
sizinde bayramınız kutlu olsun Hocam
evet Yavuz ve Midilli
Odesa ve Sivastopol olayını ittihat ve terakki darbesini hala konu üzerinde çalışan akademisyen arkadaşlarla bir araya geldiğimizde tartışıyor ve emin olun bir karara varamıyoruz
o kadar grift ve karanlık aydınlanmamış bir dönem ki
Enver Paşa mevzuu özellikle
teşkilatın silahşörleri teşkilatı mahsusa
konuya çok fazla girmeyeceğim çünkü Enver Paşa konusunda fikrim sabit :)
kahraman mıydı yoksa bir maceraperest mi
ya da çok büyük ideallari olan bir Turan sevdalısı mı
yarın mesai yok onun için bu gece yazı okuyabiliyorum ve sizi okumanın bilgi dağarcığıma mutlaka bir şeyler kattığını çok iyi biliyorum
kutlu olsun gününüz
saygı ve sevgilerimle Hocam...
sami biberoğulları
Bu yazıyı yazıp yayınladıktan sonra kafama bir şey takıldı ki adeta çivi gibi çakılıp duruyor.
Bizim Özellikle Kafkas Cephesinde bir sıkıntı var.
ne mi o sıkıntı?
I. Dünya Harbi 1 Kasım 1914 de Rusların bize savaş açmasıyla başlıyor. Yani bu olaya kadar ortada bir savaş mavaş yok. Ancak Kafkas Cephesi savaşlarının ne zaman başladığına baltığımızda karşımıza 24 Ekim 1914 diye bir tarih çıkıyor. Birinci şok bu.
2. Şok: Kafkas Cephesine, Yemen Cephesinden asker gönderiliyor, onlar da üzerlerinde yazlık kıyafet olduğu için soğuktan donuyorlar. İyi de yemen Cephesinde o kadar iyi miydik ki oradan Kafkas Cephesine kuvvet gönderiliyor. Hem 1 Kasım 1914 de başlamış savaş, Aralık 1914, Ocak-Şubat 1915 derken 90 bin şehşdi vermişşiz yani ne ara savaş başladı, Ne ara yemen cephesinde biraz durum düzeldi de Kafkas Cephesine Yemenden kuvvet gönderdik o yokluk ve yoksulluğun içinde?
Bunları niye sana yazdım? Akademisyen arkadaşlarla tartışırken diye bir ifade kullandığın için. O arkadaşlarınla bunu tartışabilir misin?
Selam ve sevgilerimle.
Aşkar
ve evet öyle şoklar var ki sarıkamışta ve o cephede ve Enver Paşa gerçeğinde
ve Sarıkamışı anlatan Enver Paşanın torunu ve o dönemi çalışan akademisyen belgelerinde inanın kaç şok daha yaşarsınız
bugünden itibaren bir süre olamayacağım sitede
ama bu konuyu için en kısa zamanda döneceğim size
saygı ve sevgilerimle Hocam