- 458 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YÜZBAŞI OSMAN BU!.
İlk çağlardan beri pek çok medeniyete beşiklik yapan Kafkaslar, asırlarca Osmanlı yönetiminde huzur içindeyken;1828-1829 Osmanlı-Rus savaşından sonra kargaşa dönemine giriyordu. Zira Ruslar sınırlarını Poti şehrine kadar uzatmışlar, Batum-Çürüksu kasabasını da taciz etmeye başlamışlardı. Başıbozuk Rus askerleri yerleşim yerlerini basıyor halktan zorla yiyecek, giyecek topluyor, ırz namus tanımıyorlar ve yöre insanına kan kusturuyorlardı. Bu duruma isyan eden Kafkas halkı, Dağıstanlı Şeyh Şamil önderliğinde; hiçbir dost ülkeden yardım görmeden yıllarca, kendilerinden onlarca misli fazla olan donanımlı Rus ordularını yerleşme yerlerine sokmadılar ve Kafkasları onlara dar ettiler.
Bu savaşın içinde ki bir aile de Çürüksu (Kobuleti)-Bebekçe (Bobokvat) Köyü’nden Molla Yusuf ailesi idi. Bolkvadze ailesinden Kadı oğlu Molla Yusuf,iyi bir eğitim görmüş,atalarından kalan geniş toprak sahibi, sayılan ve sevilen bilge bir kişidir.Ortanca oğlu Ahmet ile çiftçilik yapmakta,diğer oğulları Yüzbaşı Osman ile Mülazım (Teğmen) Mehmet de Şeyh Şamil Ordusu’nda görev yapmakta, rütbelerini de orada almışlardı.Hatta Yb.Osman,savaşlardaki başarısından dolayı liderince Altın Kılıç ile ödüllendirilmişti.
Yıllarca Ruslara karşı basit silahlarla karşı koyan bu kahraman halk, artık bitmeye tükenmeye başlamıştı. Hele liderleri 1859 yılı sonbaharında esir düşünce yapacak bir şeyleri kalmamış, Yb.Osman ve arkadaşları da köylerine dönmek zorunda kalmışlardı.Ne var ki Rus askerleri iyice azgınlaşmışlar,halka akla hayale gelmez işkenceler yapmaya başlamışlardı.Yb. Osman askerlerini disiplin altına alması bakımından; savaşta hayatını kurtardıkları ve serbest bıraktıkları karakol komutanı Alex’e ricada bulunmak için –babasının karşı olmasına rağmen-kurtarıcısı Mehmet’i gönderir, kendisi de arkadaşları ile civarda önlem alır. Ancak Mehmet eski esiri tarafından aşağılanıp, hakarete uğrayınca yanındaki tercümanın belinden kamayı kaptığı gibi komutana fırlatır ve O’nu koltuğuna mıhlar. Gürültüler üzerine Osman da adamları ile karakolu basar, askerleri saf dişi ederken Mehmet’i kanlar içinde savaşırken kurtarırlar. Yaralarını sararken, ağabeyinin ellerine sarılan Mehmet’in dudaklarından birkaç kelime dökülürken gözlerini de açmamak üzere kapatır.
Yüzbaşı Osman kahrolmuştur. Birçok dostunun ölümünü görmüş, ancak hiçbirinde bu şekilde hıçkırarak ağlamamıştı. Kendi inadı uğruna yeni evli genç kardeşini kaybetmişti. Kendisini çok suçlu hissetti, ölmek istedi. Oğlu Kerem’i, eşini, anasını ve babasını görür gibi oldu. Ölmek; kaçmaktı. Vazgeçti. Ancak yakınlarının yüzüne nasıl bakacaktı? Her şey olanaksızdı.
Kara haber Molla Yusuf’a çabuk ulaştı. Şaşırmadı, gözlerinden aksakalına iki damla yaş aktı. Gözlerini silerken “Defin işini tez bitirin, Bebek Paşa’ya haber verin” dedi ve atını olay yönüne doğru sürdü. Yolda kızak üzerinde getirilen oğlunun tabunu gördü. Atından inerek yanına gitti, yüzünü açtı, gözleri dolu dolu oğluna bakarken açık kalmış ela gözlerini parmakları ile kapattı. Bu sırada Yüzbaşı Osman babasının eteklerine kapanarak “Baba suçumun cezasını ben veremedim, sen ver “dedi ve hala iç çekerek ağlıyordu. Babası oğlunu bir çocukmuş gibi bağrına bastı ve “Küçük fidanımın ömrü, bu kadarmış; ölmekle değil, yaşamakla omuzlarına yüklenen görevlerini yapabilirsin. Sana bir şeyler söylemiş, ne vasiyet etti”? diye sorunca,Osman da “Babam haklıymış!..”Ayıdan post,Rus’tan dost olmazmış”.dediğini söyler,yollarına devam ederler.
Defin merasimi çok kalabalıktı. Bebek Paşa da gelmişti. Bebek Paşa Osmanlı ordusunda görevli, ancak gönüllü olarak savaşmaya gelmiş aileden birisi idi. Bir ara kenara çekilen acılı baba; “Paşa!.. Artık gencecik çocukları toprağa vermekten usandım. Bizler de seninle Osmanlı’ya gitmek isteriz.”diye söyledi Molla Yusuf ile Bebek Paşa kısa bir görüşmeden sonra Osmanlı’ya gitme konusunda anlaştılar.
Mezarlıktan döner dönmez; bazı ev eşyalarını kızaklara, atlara yüklediler ve bir kısım hayvanlarını da önlerine katarak gözyaşları içinde dostlarını, arkadaşlarını ve anılarını arkada bırakarak köylerini terk ettiler. Köylerini en uzaktan gören bir ormana geldiklerinde, akşam karanlığı basmıştı. O geceyi orada geçirdiler,şafak vakti yola çıktıklarında son kez köylerine bakmak istediklerinde evlerinin yanmakta olduğunu gördüler.Bu esnada Molla Yusuf sakalını kaşıyarak “Yine geç kaldın kafir!.”diye söylendi.Yollarına devam ettiler.Bebek Paşa da adamları ile birlikte öğle vakti kafileye yetişti.Çok şeylerini kaybetmenin üzüntüsü ile ancak daha huzurlu bir ortamda yaşama ümidiyle yürüdüler,yürüdüler Kalçaların eteklerinden Barevan yolunu tutarak Ardanuç Kontromela yöresine geldiler.Burası, Paşalık Askeri Birliğinde görev yapan Bebek Paşa’nın ikametgahı idi.O kışı,inşa ettikleri kohlarda(Tek gözlü ev) geçirirken Osman da aynı rütbesi ile Bebek Paşa’nın emrine giriyordu.Daha sonra yakındaki Kontrom Köyü’nden tarla,çayır satın alarak dört ev olarak oraya yerleştiler.İmar çalışmaları yaparak;kızak yollarını onardılar,karşı ormandan pohrenklerle (Ağaç boru) su getirdiler ve 1862 yılında da bitişiğinde medresesi olan köy camiini inşa ettiler.Mutlu ve huzurlu bir yaşama geçmişlerdi ki Osman’ın tayini çıktı.Tüm ailesini,olmazsa kendi eşini ve oğlunu yanına almak istediyse de babası izin vermedi.Yaşlı babasını tekrar üzmek istemeyen Osman,oğlu Kerem’e meşhur kılıcını emanet ederek yeni birliğine gitti.Aradan uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen kendinden haber alınamamıştı.Şam’da görevli olduğu haberi alındığında ise;büyükleri ölmüş,eşi de başka bir adamla ayrı bir yuva kurmuştu.Nede olsa “Asker olanın;parası pul,karısı dul” sözü o zamanlarda geçerliydi.
Bu huzur da fazla sürmedi.1878-1879 Osmanlı-Rus savaşı, yani 93 harbi patlamıştı. Yine kan, yine ölümler, yine kıtlık, yine göçler ve 43 yıllık esaret dönemi başlıyordu.1.Dünya Savaşı çıkması yöre halkının, esaretten kurtulması ümidini artırmış, gönüllü olarak Sarıkamış’a, Kars’a, Ardahan’a savaşmak için gitmişlerdi. Ama yine bozgun, yine kan, yine ölümler, yine göçler birbirini kovalıyordu. Tarih sanki tekrardan ibaretti ve her seferinde kendilerine karşı yazılıyordu.
Nihayet her gecenin bir gündüzü, her inişin de bir çıkışı vardı. Çanakkale Savaşı Kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde yeniden şahlanan Büyük Türk Ulus’u, canını dişine takarak işgalcilerle savaşa tutuştu.93 Harbi’nden beri işgal altındaki Artvin, Kars ve Batum 1921 yılında kurtarıldı. Bu olay, işgal altındaki diğer yurt parçalarının da düşmanlardan alınabileceği umudunu artırdı ve halkın moralini yükseltti. Anadolu düşmandan temizlenmiş ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Bu savaşlarda Molla Yusuf’unda pek çok torunu da şehit olmuştu. Bu hayatın akışı içinde iki köye sığamaz olmuşlar, çeşitli nedenlerle; Kayseri-Pazar ören’e, Ankara-Gölbaşı’na, Bursa-Araba yatağı’na, Sakarya-Akyazı ve Beykoz’a göç etmişlerdi. Soyadı kanunu çıkınca da; Altıner, Durmuş, Önür, Okumuş, Gürbüz, Taşkaya ve Yüksel soyadlarını almışlardı.
Molla Yusuf’un 8.göbekten torunu olan ben de Beykoz’a göç edenlerdenim.Aileden İzzet
Yüksel ağabeyimle babasının vasiyetini yerine getirmek için bu yerlere giderek Yb.Osman’ı soruşturduk,kimsenin bilgisi yoktu.Bu arada Ahıska’dan yeni gelmiş Vardı ailesinden Çürüksu’nun yerini ve durumunu öğrendik.Bu araştırmaları yaparken işim gereği,bir demir deposu sahibi ile tanışırken,Artvinli olduğumu söyleyince; o da bana “Ailesinin 93 Harbinden sonra Hendek’e yerleşmiş eski bir Artvinli olduğunu,esasen oraya da dedelerinin Çürüksu’dan göç ederek Ardanuç’un bir köyüne yerleştiklerini,93Harbinde Artvin de Ruslara harp tazminatı olarak bırakılınca Paşa dedem köyündeki eşini ve çocuklarını almak için köyüne giderken,yolda eşinin evlendiğini duyar, geri dönerek arkadaşı ile Borçka’ya giderler, oradan da Hendek’e göç ederler ve arkadaşının kız kardeşi ile evlenerek yeni bir yuva kurar.”diye söyleyince ben de “Ardanuç’un hangi köyü “diye sordum..O’ da “Kontrol mü?,Kontlum mu? Gibi” diye söyleyince;”Yüzbaşı Osman bu!..”sözü dudaklarımdan döküldü.Adam durdu,kendini toparladı.”Adı Ali Osman mış,Osman değil,sonra Gürcü imiş,biz Gürcüyüz ve dilini de biliriz.Sen Gürcüce bilir misinki”? diye sordu. Ben de” Gürcü değilim, dilini de bilmem, dedem bile bilmezdi” diye söylendim. Adamı daha fazla telaşlandırmamak için izin istedim, ayrıldım. Başka görüşmelerimizde de konuyu hiç açmadı, ben de gerek duymadım, hatta Çürüksu’lu bu ailenin soyadını bile bu yazımda anmadım.
25.10.2008
Fevzi Durmuş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.