BİR RÜYA MIYDI ÇOCUKLUĞUM? 1. BÖLÜM -13-
ÇALI DİBİNDE TABANCA
Mezarlığın batı burnuna doğru tepenin yamacında bir adam gecekondu inşa etti. Bu bize en yakın ikinci evdi ve bu evde bir karı koca yaşıyordu. Adamın belirli bir işi yoktu ona “aşık” diyorlardı. Bir gün çarşıya giderken O’nu Mahmut Çavuşun oğlu Köşker Durdu’nun dükkânın önünde bağlama çalıp söylerken görmüştüm. Bir müddet dinledim “Çiğdem derki ben âlâyım, Yiğit başıma belayım. Her çiçekten ben âlâyım. Benden âlâ çiçek var mı?” türküsünü fena çalıp-söylemiyordu. Tabi ki o yıllarda bir bağlama sahibi olabilmek önemli bir şeydi. İşte bu aşığın karısı zaman-zaman Ayşe ablanın yanına gelip gitmeye başlamıştı. Bir zaman sonra kadın doğum yaptı ve tombulca bir oğlu oldu. Çokça fakir bir aile olduğundan evlerinde pek kazan kaynamıyordu. Kadın, komşulara ziyaretini yemek vaktine göre ayarlıyor ve iyi kötü beslenmeye çalışıyordu. Ama oğlu Mehmet’in pek bir şikâyeti yoktu zira annesinin karpuz gibi iri memeleri vardı. Bebek daha birini emerken doyup uykuya dalıyordu.
Andırın o yıllarda arıcılık yapmak isteyenler için ideal bir doğaya sahipti. Bahar yaklaşırken çalıların altı menekşelerle mora boyanır arkasından açık alanlarda kavuniçi sarsı çiğdemler arzı endam ederdi. Kosgovuk, Pamucak (yabani lâle) sırasıyla resmigeçide katılırdı. Mevsiminde mor menekşeleri toplayıp kurutur, daha sonra masmavi “menekşe çayı” yapardık. Çiğdem kökleri sütlenip baş yapınca onları söküp hafif ateşe tutmak suretiyle kavurup yerdik.
Babam iki kovan arı satın almıştı. Bazen saatlerce kovan çıkışına uzanıp arıların nasıl çalıştıklarını izlerdim. Bu gözlemlerim sayesinde arılarla ilgili çok şey öğrenmiştim. Arı kuşlarını kovalamak için taşları birbirine vurarak ses çıkarmak işe yarıyordu ve oğul veren arının yakın dala konmasını sağlamak için teneke çalmak gerekiyordu. İki yıl içerisinde her iki kovan da oğul verdi. Boş kovanımız bir tane olduğundan oğullardan birini aldık ama ikinci oğulu kaçırdık. Böylece üç kovan arımız olmuştu ve kış öncesi tütsü yardımı ile yaptığımız sağımında hayli bal almıştık.
Kış sezonuna girilirken arıların soğuktan zarar görmemesi için kovanların sıvalarının yapılması ve bahara kadar çıkışlarının kapatılması gerekiyordu. Bunun için taze tezek ile meşe külünü karıştırıp elde ettiğimiz harç kullanılmaktaydı. Çakmaklık tepesinin yanındaki yoldan geçen sığırların taze tezeğini almak için etrafa bakınırken bir çalının altındaki bir çıkın dikkatimi çekti. Abime seslendim çabuk gel diye. Çıkının kenarında sanki bir yavru kaplumbağa duruyor gibiydi. Abime çalının altına sokulup çıkını dışarı çıkardığında; içerisinde bir miktar kaçak kıyılmış tütün ve bir tabanca bulunmaktaydı. Kaplumbağa yavrusunu andıran şey ise tabancanın kahverengi işlemeli kabzasıydı. Heyecanlanmıştık, hemen eve koşarak babama haber verdim. Babam çıkın ve tabancayı alıp dönerken biz de topladığımız mayısı(taze sığır dışkısı) getirdik. Kovanların sıvama işlemini yaparken, komşumuz âşık çıkageldi. Bu O’nun hanemize ilk gelişiydi ve babamla konuşmak istediğini söyleyince bir kenarda uzunca bir süre görüştüler. İsminin Şaban olduğunu öğrendiğimiz bu adam, konuşma esnasında babama; karısını çok kıskandığını, evimize sıkça uğramasından dolayı şüphelendiğini ve tabancayı da babamı vurmak amacıyla oraya sakladığını itiraf etmiş ve görüşmenin nihayetinde, sizi yanlış değerlendirmişim deyip özür dilemiş. Bunun üzerine babam eve sakladığı tabanca ve çıkını iade etti. Yani, Allah’ın yardımı bize o tabancayı buldurdu ve yok yere olası bir facianın meydana gelmesini önledi. Babamın tavsiyesini dinleyen komşumuz Şaban ve ailesi bir süre sonra Andırın’ı terk etti.
YORUMLAR
Devamı olan bir hikaye...
Bakalım gelişmeler nasıl olacak... Kaleminize sağlık ...