Kızıldağ'da -4 Mantar Zamanı
Bir dağın sabahı hiçbir şeye benzemez. Tırmandıkça daha çok üşüyeceğini bilirsin. Hayattaki her zirve yolu sona yaklaşıldıkça zorlaşır. Muharrem de benim şahsi Everest’imdi. Nihayet kapıya kadar geldiğimde bir çift gözün camdan gelişimi beklediğini fark ettim. Şaşırdım. Çünkü gelişimi daima bilir, asla yolumu gözlemezdi. Kapıya kadar geldiğimde ise kendiliğinden açılmasını bekledim fakat bu sefer çalınmalıydı. İlk defa o tahta kapıya parmaklarımı avcuma saklayarak iki kere vurdum. Kapı yavaşça açıldı. Muharrem’i ilk defa heyecanlı ve utangaç gördüm. Yüzünde bir duygunun tetiklediği mimikler ile ilk defa karşılaşıyordum.
“Beni uyandırdı. Çünkü beni istemişsin” dedi. İşte tam bu sırada öteki Muharrem’in karşımda olduğunu anladım. Kahverengi kötü ve üzerine çok iyi oturmayan bir takım elbisesi ile tam karşımda dikiliyordu. Fazlası ile heyecanlı bir şekilde sordu:
“İçeri buyurmaz mısın?”
“Tabii” dedim ve Kızıldağ’a geldiğimden beri sürekli olarak gelip gittiğim o eve ilk defa gerçek bir misafir olarak giriyordum. Divana oturduk. Yine aynı titrek ve bir o kadar özgür ses “çay?” diye sordu.
İçim bir hoş oldu. “Olur” diye yanıtladım.
“Bugün çok şey konuşacağız. Öğrenmek istediğin çok şey var, biliyorum. Benimle gerçekten böylesine insanken, yani ben olarak… Yani gerçekten ben olarak konuşacaksın. Yani, yani… Yani bir bebek Tanrı ile değil. Bir insan ile… Sana onun ne olduğunu ve bizim bir arada ne olduğumuzu… Hepsini bugün anlatacağım. O bugün beni sana bıraktı çünkü bugünü sevdiğimi bilir çünkü bugün mantar zamanı.”
Çayları içerken hiçbir şey konuşmadık. Mantar zamanı demek, yazın ardından gelen sonbahar yağmurlarının bereketiyle Yılanlı Dağı’na gidip çıntar mantarı toplamak anlamına geliyordu. Çoğu insan kadın-erkek demeden Yılanlı’ya gider ve dev yoğurt kovalarına mantarları doldurur, ya pazarda satarlar ya da hızlıca tüketirlerdi.
Çaylarımızı bitirip Muharrem’in çok nadiren kullandığı Skoda kamyonetine binerek yola çıktık. Yaklaşık 10-15 dakika süren yolculuk boyunca neredeyse ağzımızı bıçak açmadı. Muharrem arabayı durdurdu ve hızlıca arabadan inerek benim kapıma doğru yaklaştı. Kapımı açtı. Utangaç bir gülümseme ile gözlerini yere doğru devirip kaldırdı. İndim. Ona baktığımda sanki eski bir dostu görür gibiydim. Ellerimizle kovalarla ormana daldık.
“Sana bunları ilk ve son kez, elimden geldiğince mantık sınırlarına göre anlatacağım. İnanıp inanmamak ve bundan sonra ne yapacağın tamamen sana kalmış. Beni uzun bir süre boyunca göremeyebilirsin. Yaklaşık yirmi yıldır kendi bedenimde, bilinçli bir ruh olarak hapisim. Her şeyi görüyor duyuyor, tanıyorum. Ama hiçbir zaman müdahale edemiyorum. Kim benle ne yapsa ne konuşsa karşısındaki aslında o bebek Tanrı. “
“Nasıl yani bebek Tanrı?”
“Onun neler yaptığıyla ilgili birçok şeyi duydun. Sana hikayelerini anlattı. O çok güçlü ve bir nefisten yoksun. Yani o sadece yaşamış olmak için yaşıyor. Neden yaşadığını sorgulamadan. Hırssız, sevgisiz, nefretsiz yani hiçbir insani yanı olmadan bir insan bedeninde, benim bedenimde yaşıyor. Bir insan için dünyanın bir ucundan bir ucuna istediği an gidebilmek mümkün değilken o bunu yapabiliyor. İnsanların göremeyeceği bir boyuta geçebiliyor. İnsanların akıllarından geçeni bilebiliyor. Kaderlerini biliyor. Öleceklerini görebiliyor. Her şeye hakim. Yıldızlara ve gezegenlere hükmedebiliyor. Bir gün birisi ona yoldan geçerken ölmesini söylese ölür ve bunu sorgulamaz. Bunu… bunu açıklamak sana en fazla bu kadar mümkün olabilir. Sana anlattığı hikayelerin hepsi kafamın içinde onunla beraber yaşadığımız ve benim tek özgür olduğum dünyanın eserleri.”
Babasının anlattığı bazı şeyler şimdi kafamda oturmaya başlıyordu ve birçok şey tam da tahmin ettiğim gibiydi. Yine kesinlikle bundan daha karmaşık olduğuna emindim. Çok daha öte bir açıklaması olmalıydı. Ama bunu iki Muharrem de tam olarak bilmiyordu. Bu kadar saf bir güç ancak bu kadar saf bir kontrolde vuku bulabilirdi.
Saatlerce dolaşarak kimi kurtlu kimi tazecik çıntarlarla karşılaştık. Tazeleri kovalarımıza doldurduk ve bu anlatılanlar konuşulanların hiçbiri film değildi. Bir Tanrı ile yoğurt kovasına mantar dolduruyordum. Belki de senaristler her şeyi çok abartıyordu. Kim bilir?
YORUMLAR
Galiba Muharremin üçüncü bir gözü var... Şöyle bir bilgi okumuştum tamda Muharremi anlatıyor sanki ..
"Üçüncü göz yalnızca bir metafordur ve kendini bilme, kendini görme deneyimini temsil eder. Üçüncü gözün bir kez açıldığında kendini ve bilincini tüm genişliğiyle gördüğünde Tanrının tapınağına çok yaklaştın demektir; merdivenlerde durmaktasındır. Kapıyı görürsün ve tapınağın içine girip içeride ne olduğunu görme isteğine karşı koyamazsın. Orda evrensel bilinci, aydınlanmayı, nihai bağımsızlığı bulursun. Orada sonsuzluğu bulursun." Gittikçe ilginç hale gelen ve merak uyandıran bir hikaye olmaya başladı... Başarılar diliyor devamını merakla bekliyorum.... Sevgilerimle değerli kalem..