- 718 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MEÇHUL...
Süresiz edimler çığlık attıkça o fevriliğimden eser kalmıyor. Ve zaruri bir çökkünlük fırtınası ki defalarca aldatılmışlığı istikrar addeden bir sağanaktan gayri hiçliğimi muhafaza ediyorum tüm o izleklere yığdıkları kafataslarına geçirdikleri maskelerle perdelendiklerine kani iken yalıtılmışlığımın ve yankısızlığımın sarnıcında, beyhude bir sarkaç vazifesi ile iştigal etmekteyken…
Nereden çıktı şimdi?
Neyden ziyade niçinlere yüklediğim o garip zihniyetleri yine afakanlar basmışken gecenin aydınlık ve kor vakti… Öyle ya, kalp tutulması iştirak ederken gecenin boykotsuzluğuna ve devran azıcık mola vermişken-mübalağa etmediğime o kadar vakıfım ki- yine de hangi muteber imge ise asıldığım darağacına tırmanmaya ahdetmiş üç beş şiir ile teselli buluyorum hele ki o buhran katsayım yok mu?
Ah, ben demekse akla zarar daha doğrusu bencileyin bir cümleye maruz kalıp sükûtumu devrettiğim yeni bir günün ilk ışıkları iken ben artık kaçıncı uykumdayken güneş bile esnerken ve esefle lanetlerken dolunayı. Hâlbuki demeye fazla takatim yoksa ne de olsa prova yapmama bile gerek kalmayacak hangi tekerrür ise üstüm başım darmadağın bir dağın ardına gizlenip de güneşin doğuşuna çelme takacak kara meleğin bile sabrı tükenirken…
Oysaki yüz vermemeli/yim yoksa ters yüz edip de yeniden dilime mi dolasam şu hülasa mertebede bir katre de olsa pay edemezken içimdeki cümbüşü: Hem de ne cümbüş her ne kadar ıssız bir nüansı olup üst rafa attığım toz bezinden nasibini almaya görsün.
Devinimi gerçek üstü adeta ve nükseden kaçıncı yolculuğun hangi mevkide olduğuna pek de aldırış etmediğim saklı bir dirayet tam anlamıyla sahip olduğumu iddia edemezken kulağıma gelen.
‘’Kahramanları ölmeye mahkûm bir film gibi…’’
Şarkının ismi neydi ki?
Aa, evet: Faili meçhul bir yalnızlık.
Bitenden ziyade başlamaya meyletmiş bir istikbali olmalı oysa yüreğin ve tüm kırıntılarını da boca etmeliyiz adımlarken evreni ve beklilerle yonttuğumuz düşleri de çöpe atıp…
Saklı tuttuklarımız her nasılsa yüreğe pelesenk bir edimde ve tüm o tutarsızlığı ile çalakalem bir mizacı da müdahil ettik mi… Ve sonrasında yine pervasız bir devre arasında, attığımız terin mükâfatı o ışıldayan gölgeler iken aydınlığa şapka çıkartan: Hem de ne için?
Varsın olmasın bir sebebi ve varsın üç beş gemi daha yakalım yeter ki yıkmayalım yüreğin mabedine kondurduğumuz o busede tüm beyanatları tek bir simgeye dahi ettiğimiz.
Vazgeçmek olası değil belki de nüksedecek yeni bir ayrılık ve kıskacında sevginin yürek boşalırken aniden bir de eklentisi mutluluk gözyaşı ise seyrine nasıl doyum olur her ne kadar enginliğin ve aşkın tek maliki haricinde bilinmezlerde serili olsa da o hayalperest ve mütereddit varlığımız.
Yürek sevmeye görsün üstelik aşkın mabedi ve mahremi kuytulardan aydınlığa doğru kupa yelken yol alırken…
Tüm giriftini evrenin ihlal eden basitliğine takılı aklım: Kâh evrenin kâh beşerin belki de külfet addedilenden öte imkân dâhilinde ne ise yakın ya da uzak durduğum…
Çetrefilli bir yolculuk ki tek bir cümleden ibaret yaşam öyküsünü boykot eden nice makale, nice betimleme belki de belirsizliği pelesenk eylemiş bir yüreğin tüm tezahürü yine anlamlandırmaya çalışırken hayatı anlam olmak adına adsız bir kitaba ön söz mahiyetinde yine yürekten dökülen.
Ismarlamak istediğim cümleler var: Hayli hoyrat hayli naif hayli de yorgun.
Milat addettiğim bir sondan mı ibaret yoksa hikâyem, belirsizliği girizgâh eylemiş ama şatafatı da eksik.
Adı olmayan o kadar çok duygum var ki belki de ürktüğüm belki de mutluluğa teğet geçen bir rızadan çıkıp da yola varmayı dilemediğim.
Varamam ki.
Varmamalıyım da.
Varırsam vereceğim hesabını ve dileklerim sonlanacak.
Dillendiremediğim dil yaram, sükûtu mimleyen curcuna ve devrik hâkimiyeti yine gölge bekçilerinin.
Gölgeler uzuyor uzamasına da ne uzayıp ne de kısaldığıma kanaat getiriyorum bir ömür ertesi.
Uzattığım bir cümle bağnaz bir yüklemle mimliyor.
Mimlendiğine kani olduğum bir imgeye bakıp da için için ağlıyor gizli öznelerimin delaletine sığındığım bir gözyaşına bakıp da iç geçirdiğim.
Süzgün ya da ölgün.
Tüm coşkuyu kana bağan.
Edimlerde kıstırılmışlığım belki de ya da boyutsuzluğun dokunaklı terennümüne boca ettiğim deryalar.
Emin olduğum ama kanıtlayamadığım.
Ne hâkim ne savcı ne de isyan bildirgesi iblisin.
Ne sıradan ne de olağan dışı suretlerde yankılanan hulasa ve fevri dalgalanmalar üstelik çeperinde dünya denen kozalağın ve bizler ki bir fındık faresi kıvamında ve haşmetli egolarımızla satır başı yaptığımız her şafak.
Dalya, deyip de eklentilere maruz kalmak.
Son bilip de yeniden başlama sancısına haiz yine bizler.
Kim olduğumuz mu meçhul olan yükümlü coğrafyaları parselleyen ötelediklerimiz mi?
Bir adımla başlayıp varamadığımız ya da varıp da ne zaman adımlamaya başladığımızı pek de önemsemediğimiz.
Kuytularda yaşanan aşklar.
Enginlerde yüzüp de bir damla suda boğulmak.
Bir bardak suyla yetinmeyip daha azında kopan nice fırtına.
Ve öbek öbek isyan biriktirip günahların katlandığı oysaki bir yaprak kâğıdı katlayamazken ömürleri sığdırdığımız sayısız cilt lügat…
Türettiğimiz cümleler, tükettiğimiz lisanlar, tünediğimiz onca kıpırtı ve belli ki mecali yitik bir güncede israf ettiğimiz hayatlar oysaki kendimize dair değil hiçbir tümce ve efkârı zulümle boyayan varlıksız fiiliyatla yıkıldığımız ama yeniden diktiğimiz o sancakta beyaz bir filikaya bakıp da derin derin iç geçirdiğimiz.
Yalan olmasını dilerken doğrulara denk gelip gerçekten de yalanladığımız belki de gerçeğin tutuculuğunda asla var olmayı dilemediğimiz ama varlığımızı sonlandırmaya da niyetlenmediğimiz - mecazi bir anlamda varlığın hiçlikle mukayesesi- belki de yaşamın önyargılarına kepenk indirip huzura açtığımız o pencerede boykot ettiğimiz tüm menfi duyguların seyrine dur demek olmasa da ihtimal dahilinde.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.