- 622 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
___AŞK / Uzun Öykü (Son) 4.Bölüm
Üst Not: Olaylar ve isimler tamamen hayalidir. Benzerlik veya aynılıklar tamamen tesadüftür.
IV. BÖLÜM
Selim az daha önündeki arabaya çarpacaktı. Ani bir fren yaptı. Yanında oturan Caner, mesaj yazmakta olduğu cep telefonunu düşürdü yere.
-Abi napıyorsun? dedi Caner.
-Kusura bakma.... ya biraz kafam karışık.
-İstersen ben kullanayım.
-Yok yok..gerek yok dedi Selim. Kendime geldim.
-Abi biz nereye gidiyoruz şimdi? diye sordu Caner.
-Nereye olacak müdürlüğe.
-Acelemiz var mı peki?
-Yok.
-Tamam o zaman. Seni bir yere götüreceğim. Yolu tarif ederim. İtiraz da istemem.
Selim iç geçirdi. "Tamam" dedi. Caner uyumlu bir insan olmakla birlikte nadir hallerde üzerine bir kararlılık havası çökerdi. İşte o zamanlarda itiraz etmek yersizdi Caner’e. Selim çok da istemeyerek tarif edilen yolda ilerlemeye başladı.
15 dakika sonra arabayı katlı otoparka park edip Konak’ta Efes Cafe’de oturuyorlardı. garsona sipariş verdiler. Caner’in ısrarı üzerine elma dilimli patates aldı ikisi de. Selim şekersiz kola Caner ise normal kola istedi yanına.
Caner konuşmaya başladı:
-Bazen buraya gelir tam da bu köşeye otururum. Neden biliyor musun?
-Neden?
-Şuradan geçen insanları görüyor musun?
-Evet.
-İşte onları seyretmek için.
-Eee?
-Buradan ne kadar çok insan geçiyor görüyor musun?
-Eee?
-Ben onları seyrederken hayal kuruyorum. İçlerinde ne kadar mutlu, mutsuz, neşeli, üzgün olanları var. Bir keresinde şuradaki trafik ışığı direğinin dibine çöküp hüngür hüngür ağlamaya başlayan bir kız gördüm. Bir keresinde adamın biri ışıkta duran arabasından inip göbek attı.
- ....
-Ben buraya genellikle moralim bozuk olunca gelirim. İnsanların yüzlerinde gördüklerimden sonra da her şeyin insanlar için olduğunu bir kere daha hatırlarım. Sevinç olduğu kadar üzüntü de hakkımız. Mutluluk kadar hüzün de bizim için. Ama sadece şunu bilmek lazım hiçbirisi sonsuz değil. Tamam ben hayat boyu öyle ağır üzüntüler, sıkıntılar yaşamadım ama bunları yaşamamış olmam filozof olmama engel değil. Gevrek gevrek güldü Caner.
-Patatesler hakikaten güzelmiş, dedi Selim.
-Bak olum var ya seni şuradan aşağı atarım!
-Allah allah. Ne oldu ki?
-Bizim Mustafa’nın kızı oldu. Töbe töbe....
-Tamam tamam anlatıcam... Birbirlerini artık bu kadar tanımışlardı. Yüzlerinden, hareketlerinden birbirlerinin halet-i ruhiyelerini anlayabiliyorlardı.
*** *** *** ***
O Mayıs ayında msn’de başlayan konuşmaları sırasında zaman sanki başka bir boyuta göç etmişti. Saat geri geldiğinde sabah yediyi geçiyordu. İlk Hatice fark etmişti. Selim bir an bilgisayar karşısından kalkıp genellikle sıkı sıkı kapalı duran perdeyi aralamış, ışığı kapatıp geri dönmüştü bilgisayar başına. Sonra da Hatice’yi kahvaltıya davet etmişti.
Saat 8’de evinden almış ve 15 dakika sonra karşılıklı oturdukları cefeye götürmüştü onu. Aslında kahvaltı bahaneydi. İkisi de görmek istiyorlardı birbirlerini. Daha fazla hissetmek istiyorlardı birbirlerini. Kahvaltı tabaklarından biraz bişeyler atıştırmış çaylarına daha fazla ilgi göstermişlerdi. Kahvaltı bitiminde Hatice Selim’in yanına oturmuştu. Bir süre sonra zaten zor açık tutabildiği gözlerini, başını Selim’in omuzuna dayayarak kapatmıştı.
10 dakika hareketsiz duran Selim sonunda dayanamayıp sormuştu:
-Uyuyor musun?
Hatice biraz kıpırdandıktan sonra Selim’in koluna da sarılmış ve "uyumuyorum ama rüya görüyorum" demişti.
Sonra kalkıp Selim’in evine gitmişlerdi. Selim uykusuzluğa alışık olsa da yorgundu yine de. Hatice ise neredeyse yürümekte zorluk çekiyordu. Yatak odasına geçerlerken Selim bir arkadaşını aramış ve öğlenden sonraki mesaisine onun yerine gidip gidemeyeceğini sormuştu. Gidebilirdi. Elbiseleriyle uzanmışlardı yatağa. Hatice başını sırtüstü yatan Selim’in göğsüne koymuş, yan dönüp kolunu boynuna dolamıştı. Hatice Selim’den daha önce dalmıştı uykuya.
Uyandıkları andan itibaren dünya artık başka bir dünya idi. Her şey yeni bir anlam kazanmıştı sanki. Selim yeniden klasik müzik konserlerine gitmeye başlamıştı. Her konserden sonra Hatice’ye yeniden aşık olmuş, Hatice ise bu hüzünlü adamın her geçen gün biraz daha mutlu oluşuna tanıklık etmişti.
*** *** *** ***
Ve 1 ay sonra Hatice Selim’in evine taşındı. Selim kadın eli dokunan bir evdeki havaya olan özlemini fark etti. İş çıkışı yatma vaktine mümkün olduğunca yakın bir zamanda eve giden Selim artık vakit geçirmeden eve varmaya çalışıyordu. Hatice evde olmasa bile ondan izler taşıyordu ev.
Hatice’nin eve taşındığından 2 gün sonraydı. Selim işten çıkıp saat akşam dokuz buçukta eve vardı. Hatice’nin konserine görevli olduğu için gidememişti. İzin almak için uğraşmıştı ama başarılı olamamıştı. Kapıyı açıp içeri girdi. Işığı yaktı. Salona geçti. Öylece kalakaldı bir an.
Düzenli bir salon görmeyeli ne kadar olmuştu? Ama bu salon düzenlinin ötesindeydi. Sadece düzen değildi salonu değiştiren. Eşyaların düzenlenişi, etrafa öylesine serpiştirilmiş gibi duran Hatice’nin getirdiği küçük süs eşyaları ve çiçekler !!! Evde çiçek görmeyeli yıllar olmuştu. En yakındaki koltuğa oturdu. Hatice eve geldiğinde hala aynı koltukta oturuyordu. Öylece oturuyordu. Hatice içeri girip karşısına geldi. Baktı ve "aşkım iyi misin?" diye sordu. Selim bir şey söyleyecek gibi oldu ama boğazındaki düğümü çözemedi. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Ayağa kalkıp Hatice’ye sarıldı. Ağlamaya devam etti.
*** *** *** ***
Hatice Konya’nın Akşehir ilçesindendi. Aşık bir babanın 4 kızından en küçüğüydü. Müziğe yeteneğini babasından almış olmalıydı. Kıt kanaat geçimlerini sağlamak için babası çok sık köylere ve komşu ilçelere gider düğünlerde ve bazı özel günlerde çalardı. Pek çok geceyi evden uzak geçirirdi.
Babası ona para ve yeterince ekmek verememiş olsa da daha değerli bir şey olan yeteneğini aktarmıştı. İlköğretim okulunun en sevimli kızı olan Hatice, ailesinden çok diğer çocukların ailelerinden destek almıştı okul yıllarında. Liseden sonra da müzik öğretmeninin teşviki ve maddi yardımlarıyla konservatuvar sınavına girmişti. Kazanmıştı ama ne okuyacak parası vardı ne de parayı bulacak bir yer.
Sınavı kazandığını öğrendiği gündü. Sevinci mi üzüntüsü mü büyük karar veremiyordu. Elinde çadır bezi ucuz çantası ve üzerinde sadece bayramlarda giydiği kıyafetleriyle okul çıkışına yakın banklardan birisine oturdu. Hafif rüzgarlı ılık havada uçuşan saçları, iri kahverengi gözleri, pürüzsüz teniyle çok güzeldi.
Sınav biteli çok olmuştu. Kimsecikler kalmamıştı okul yakınlarında. tek tük gelen geçen arabalara bakıyordu. Arabaları görmese de gözü yoldaydı, düşünceliydi ve gözlerinden damla damla yaşlar akmaya başladı. Seyrek ama inci misali akıyordu yaşlar. Yerde duran çantasına uzandı mendil almak için. Doğrulmadan önce önünde duran bir çift güzel ayakkabı, ütülü bir pantolon gördü. Doğruldu yukarı doğru baktı. 35-40 yaşlarında iyi giyimli bir adam karşısında ayakta duruyordu. Uzunca boylu sayılırdı ve endişeli görünüyordu.
-İyi misiniz? dedi adam.
-Hı hı iyiyim. Sağolun.
-Ağlıyorsunuz?
-.... evet, diye fısıldadı Hatice
-Vakit geç oluyor. Burada tek başınıza oturmayın. İsterseniz sizi gideceğiniz yere kadar bırakayım.
-Otogara gideceğim.
-Tamam yolumun üstü değil ama bugün iyi günümdeyim, dedi adam ve gülümsedi.
Hatice de mendille gözlerini silerken hafifçe gülümsedi. Ayağa kalktı, çantasını alacakken adam daha atik davrandı ve çantayı aldı yerden. Arabası kaldırımın kenarındaydı. çalışır vaziyetteydi. Çantayı bagaja koyarken Hatice arka koltuğa oturmuştu bile.
Yola çıktıklarında 5 dakika sonra adam sordu:
-Otobüsünüz saat kaçta?
-Bilet almadım daha.
-Nereye?
-Akşehir.
-Görmüştüm bir kez. Güzel bir yer.
-Hı hı.
-Ailen orda mı?
-Evet.
-Sen ne yapıyorsun burada?
-Sınav için geldim.
-Sınav?
-Konservatuvar.
-Ooo. Çok iyi. Nasıldı sınav?
-İyi. Ama sanırım kazansam da gelmeyeceğim.
-Neden?
Hatice’nin yeniden gözleri doldu. Br şey diyecek oldu diyemedi. Alelacele mendilini buldu ve gözlerini silmeye çalıştı. Bu arada adam Otogara giden anayoldan çıkıp daha tenha başka bir caddeye girdi. Az sonra da bir cafenin önünde durdu. Hatice’ye döndü:
-Bu şekilde olmaz. Gel şurada biraz oturalım. Biraz kendine gel sonra ben bırakırım otogara.
Hatice itiraz etmeden indi arabadan. Ama adam onu asla otogara bırakmadı. Oturdukları cafede konuştular uzun uzun. Hatice parasızlık yüzünden okuyamayacağını anlattı adama. Adı Murat’tı. kendine ait 5 marketi vardı İzmir’de. Ailesi Ödemiş’teydi. İzmir’de tek başınaydı. Bekardı. 41 yaşındaydı.
Hatice okulun ilk 2 senesinde Murat’la birlikteydi. Murat çok iyi bir insandı. Cömertti, evde olduğu zamanlar neşeli vakit geçirirlerdi. Birlikte en çok balık tutmalarını seviyordu Hatice. Ama bir sorun vardı: Murat çok içiyordu. İlk zamanlarda fazla sorun olmamakla birlikte geçen aylardan sonra Hatice bu durumdan zarar görmeye başladı. İlk senenin sonunda bir kere evden kaçtı ve okul arkadaşlarını evinde kaldı birkaç gün ama Murat defalarca özür dileyince tekrar birlikte yaşamaya başladılar. İkinci senenin sonlarına doğru bir daha dönmemek üzere o evden ayrıldı Hatice. Murat’la birlikte geçirdiği 2 sene ona çok şeyler öğretti. En başta da büyük şehirde yaşamanın inceliklerini. İnsanların zaaflarını. Paranın gücünü.
Birlikte geçirdikleri zamanın ilk birkaç ayından sonra Hatice Murat’a belli etmeden para biriktirmeye başladı. Bankada hesap açtırdı. Banka cüzdanını yırttı Murat’ın eline geçmesin diye. Hesap numarası ve kimlikle yaptı bütün işlemleri ve 2 senenin sonunda onu 3-4 ay geçindirecek kadar parası vardı. Evden ayrılmadan önce hazırlığını yapmıştı. İlk önce tuttuğu eve yerleşti. Keman dersi vermek için iş aramaya başladı ve çok geçmeden bir iş buldu. Zengin bir işadamının kızına keman dersi veriyordu haftanın belli günlerinde. Adam yani Hüseyin ile ilişkisi 2. haftanın sonunda başladı ve okul bitene kadar devam etti. Hüseyin’in kızına 1 yıl boyunca keman dersi vermeye devam etti ama. Kızı sevmişti.
İzmir Devlet Senfoni Orkestrasına girmesini de Hüseyin sağlamıştı. 2 yıl kadar süren ilişkinin sayesinde iş bulmasının yanında bankadaki birikimi de oldukça artmıştı. 4 yıl boyunca ailesine para gönderdi. Düzenli olmasa da gönderdi. Hem okuyup hem de çalıştığını, yurtta kaldığını ve her şeyin yolunda olduğunu söylüyordu ailesine. Para kazanıyordu ve parayı arkadaşlarıyla kurduğu bir grupla düğünlerde çalarak kazandığını söylemişti annesine. Babasını pek evde bulamadığı için telefonda 4 yılda sadece 3 kere konuşmuşlardı. Bu 4 yıl boyunca Akşehir’e de yalnızca 2 kere gidebilmişti.
İzmir’de geçirdiği 4 yıl içerisinde 2 ilişki yaşamış, okulunu bitirmiş, para biriktirmiş, iş bulmuştu. Artık özgürdü. Lüks sayılabilecek bir hayat yaşamıştı. Kendisine "baba-sevgililer" bulmuştu. Koruyucu, kollayıcı ve en önemlisi babasının sağlayamadığı rahat bir hayat sağlayan sevgililer. Bu tip erkeklerden hoşlandığına karar vermişti. Hayatında olması gereken insanlar böyle insanlardı.
Sonraki 3 yıl içerisinde işi neredeyse tüm hayatı oldu. Bu sürede birkaç kısa süreli ilişkisi oldu. Yaşıtlarıyla. Ama bu ilişkilerde 41 yaşındaki Murat ve 44 yaşındaki Hüseyin ile yaşadıklarını bulamadı. İçinde bir şeylerin eksikliğini hissediyordu ve bunu yaşıtlarında bulamıyordu. Ve bu üç yılın ortalarında tek dostu Meral ile tanıştı.
Meral’i öğretmen olduğu okulda ziyaret ettiği bir gün Ahmet Soyak ile tanıştı üçüncü yılın sonunda. 1 yıl sürecek ve bir polis baskınından sonra bitecek bir ilişki başladı 46 yaşındaki Ahmet ile aralarında.
Sonra kendini sorgulamayla geçen 3-5 ay ve Selim. Baskın gecesi ilk defa gördüğü Selim’in gözlerindeki bir şey çok etkilemişti onu. Bunun ne olduğunu anlayamamıştı tam olarak. Selim’in gözlerinde; her şeyi yaşamış ve hayata alaycı ama biraz da kızgın bakan, cesur, kaybedecek şeyi olmayan bakışlar gördü. Ama hasta-doktor ilişkisi gibi polis-suçlu ilişkisinin de imkansız olduğunu düşündü ilk. Oysa kendisi suçlu bile değildi. Unutmaya çalıştı ve kısa sürede unuttuğunu sandı alaycı bakan Selim’i. Taa ki o mayıs akşamında yeniden karşılaşana kadar.
*** *** *** ***
Caner önüne eğdiği başını kaldırıp Selim’in yüzüne baktı. Selim uzakta bir noktaya bakışlarını sabitlemişti.
-Bunları kız mı anlattı sana?
-Evet.
-Bravo. Sen bunlar dinledin öyle mi?
-Ne olmuş abi?
-Olum sen manyaksın ya. Ne oldu yani bunları öğrendin de boyun mu büyüdü. O anlatmak istese de senin dinlememen, anlattırmaman lazımdı.
-Bilmiyorum.
-Ya bunların ne anlamı var? Ne gereği var? Ne gerzek bir durumdur bu böyle?
-......
-Faydası oldu mu peki?
-Hayır.
-Peki zararı?
-Evet.
-Demek istediğimde buydu işte.
-Evet abi. Zararı oldu. Hem de çok. Bu duygu nasıl anlatılır bilemiyorum. Kıskanıyorsun ama kıskandığın kişiler artık kızın hayatında değil. Yaşanan şeyleri değiştiremiyorsun. Üzerine yoğun bir haksızlık duygusu çöküyor. Neden? Neden ben bu o da o hayatı yaşadı? Neden daha önce karşılaşmadık?
-Daha önce karşılaşsaydınız onun sevgilisi senin de karın yanında olurdu.
-Offf !!!
-Madem dinledin ve bunları öğrendim bir karar ver. Dayanabilecek misin dayanamayacak mısın? Bir de şöyle düşün: sen de bir zamanlar evliydin -Allah Leyla’nın mekanını cennet eylesin- ve evli olmadığın zamanlarda da çok masum değildin.
-Abi korkuyorum ya. Kız bunları anlattıktan sonra aramızda abuk subuk bir gerginlik oldu. Tamam benden kaynaklı bir gerginlik. Ama bu duruma ne kadar dayanır biliyorum. Olmadık şeylerden arıza çıkartıyorum. Kıskanıyorum geçmişini. Saçma belki ama kıskanıyorum. Ve evet korkuyorum karşısına tam da bu sıralarda bir para babası çıkarsa diye. Ya onunla giderse diye.
-Abi bak sen kıza ayıp etmeye başladın ama. Madem böyle düşünüyorsun, madem kızın bir para babasına kapılıp seni terk edeceğini düşünüyorsun, insana sormazlar mı sen seve seve böyle bir kızı mı sevdin diye?
-Bilmiyorum ya. En son kötü kavga ettik. Çıkıp gitti. Meral aradı sonra onda geçirmiş geceyi. Akşam 8’de buluşmak, konuşmak istediğimi söyledim Meral’e. Cevap bekliyorum şimdi.
-Kalk o zaman hadi çabuk.
-Ne oldu?
-Eve gidelim üzerini değiştir. Duşa falan al. Traş ol. Böyle çıkma karşısına.
-Ya belki de görüşmek istemez benimle.
-Bence ister. Hadi acele et.
Caner Meral ile konuşmuştu ve Hatice’nin Selim ile konuşmak istediğini biliyordu aslında. Maksadı Selim’in neler düşündüğünü anlamaktı. Selim’in evine gidince Meral’e haber verecekti. Ama hesabı Selim’in ödemesini kabul edip daha önce Meral’e mesaj çekti: "Pişman". Cafeden kalktılar. Arabaya binip Selim’in evine doğru yola çıktılar. Aradan 2 dakika geçmeden anons geldi. Bornova’da bir depoya baskın yapılacaktı. Günlerdir üzerinde çalışılan bir konuydu bu. Operasyon başlamıştı ve umulmadık şekilde bir çatışma yaşanıyordu. Desteğe ihtiyaç vardı.
Varyanttan çıkıp çevre yolundan Bornova’ya yöneldiler. Depoya varmak üzereydiler. Selim’in telefonuna bir mesaj geldi. Pantolonun cebinden telefonunu çıkartıp mesajı okudu:
"Akşam 8’de. Park’ta. Her zamanki bankta olacağım".
Saat 20:03 idi ve silah sesleri devam ediyordu. Caner daha fazla yaklaşmadan arabayı durdurdu. İnmeden önce tabancasını kontrol etti. Mermiyi yatağına sürdü. Selim hala oturuyordu. Cep telefonu elindeydi. Sonra o da silahını çıkarttı. Kurmadan kapıyı açtı ve Caner’in "dur!" ikazını duymadı bile arabadan inerken. Bir elinde hala cep telefonu vardı yere düştüğünde. Tıp Fakültesi hastanesine yakınlardı. Kısa süre içerisinde ambulans geldi. Yaralı Selim’i ambulansa koydular. Caner de yanına bindi. Hızla yola çıktılar.
*** *** *** ***
Hatice parka geleli neredeyse 15 dakika olmuştu. 10 dakika erken gelmişti. Sonbaharın ortalarında, artık kararmış havada bir bankta oturdu bir süre. Erken gelmişti parka. Evde duramamıştı. Saat 20:15 olmuştu ve Selim hala yoktu. Banktan kalktı. Yolun kenarına doğru yürüdü. Bir taksi bulup Meral’in evine geri dönecekti.
Bir süre bekledi. Hafta içi bu günde trafik fazla değildi. Siyah bir araba yanaştı kaldırımın kenarına. Lüks bir arabaydı ve üzerinde tek bir toz zerresi bile yoktu. Sokak lambalarının ışığında araba parlıyor gibiydi. Sol ön kapısı açıldı. 40-45 yaşlarında kır saçlı, yakışıklı bir erkek arabadan indi ve Hatice’ye doğru baktı. Bir şeyler söyledi ama o sırada adamın arkasından geçen ambulansın sireninden sesi duyulmadı.
Hatice’nin saçları ambulansın rüzgarından savruldu. İçine Selim’in kokusu doldu birden. Arkasına baktı Selim mi geldi diye. Sonra da sağa sola baktı şaşkın gözlerle. Adam bir cevap bekliyordu. O sırada yoldan yaklaşan taksi Hatice’nin gözüne ilişti. Koşarcasına yola attı kendini ve taksiyi durdurdu. Arka koltuğa bindi. Şoföre bağırırcasına verdi emrini: "Şu ambulansı takip et. Çabuk lütfen." Taksi yola koyulduğunda siyah arabalı adam olanlara anlama veremeyen gözlerle arkasından bakakaldı ve arabasına binip yoluna devam etti.
S O N
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.