- 1483 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
PİŞMANIM ANNE
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
PİŞMANIM ANNE
O gün yine anneme isyan çığlıkları atıyordum. Yeter diyordum yeter…”Bıktım şu yıkık dökük harabe evden, şu tavanı çatlamış sıvası dökülmüş eve arkadaşlarımı getirmeye utanıyorum. Rutubet kokusu sinmiş kıyafetlerime parfüm yetiştiremiyorum. Kendime ait bir odam bile yok. Hoş böyle bir evde odam olsa ne olur? Nefret ediyorum senden babamdan evinizden. Hepinizden, hepinizden tiksiniyorum.”
Annem sessizce bana bakıyordu. O an sinirlerimin dizlerime kadar indiğini bir yandan beynime sıçradığını hissettim. Annemin omuzlarından tutup var gücümle hırpaladım. Bir yandan "konuşsana be kadın konuş konuş" diye çığlık atıyordum. Acı acı gözlerime bakmasına dayanamayıp öfkeyle bıraktım. Çömeldi örtüsü yırtık eski koltuğun yanına sessizce ağlamaya başladı. Ben kolu olmayan kapıyı hiddetle çarpıp dışarıya çıktım. O evde duramıyordum zaten boğuluyordum. Güneş görmeyen tapusu bile bizim olmayan bir evin bahçesinde geçiriyordum vaktimin çoğunu. Zaman zaman kendime iş bulup çalışıyordum. Babamın pek gönlü razı olmasa da annem iknâ ediyordu. Bir tekstil atölyesinde çalışmaya başladım. Bütün maaşımı marka kıyafetlere harcıyor arkadaşlarımdan geri kalmak istemiyordum. Param çıkışmayınca anneme patlıyor ne yapıp edip istediğimi alıyordum...
Garibandı annem. Ne babamdan hayır görmüştü ne çocuklarından. Abim evlenince yengem bizi evden çıkarttı. Kendi evimizden kovulduk. Ablam severek evlendi. Babam hiç razı değildi ama ablam vazgeçmedi. Kocası döver döver gönderirdi. Annemde babam gelmeden ayakkabılarını ablamın eline tutuşturur geri yollardı. Herşeyimizi babamdan saklardı. Sonra babam duyunca annemin burnundan fitil fitil getirirdi. Sertti benim babam. Taşa seslense taş çatlardı korkudan...
Çalıştığım iş yerinde bir çocukla tanıştım çıkmaya başladık. Bir hafta sonra kaçır beni dedim. Önce şaşırdı. “Emin misin?” dedi. “Evet” dedim. Topladım iki üç kıyafet işe gidiyorum diye çıktım evden. Muratla otogarda buluştuk beraber ailesinin yaşadığı memlekete gittik. Yolda annesini arayıp durumu anlattı. Memlekete varınca da babamı aradı. Henüz reşit olmadığım için babama "Kızınız kendi isteği ile geldi. İsterseniz telefonu vereyim onunla konuşun" Birden Murat telefonu bana uzatıp “baban, konuş babanla” dedi. Ben daha Alo demeye kalmadan "benim Aynur diye bir kızım yok" diyerek kapattı telefonu. İçimi tarifsiz bir his sardı sonra aklıma o ev, üstüme üstüme çöken duvarlar gelince iyi ki kaçmışım dedim. Hem bu ev daha güzeldi. Büyük dört odası vardı. Bir ay sonra düğün yaptılar evin önünde ama görkemli bir düğün. Sonuçta oğulları evleniyordu. Düğünden sonra kaynanam kayınbabam ve iki görümcem ile birlikte yaşamaya başladık. Evin yan tarafında kocaman bir ahır vardı. Az ilerde tarlaları. Ben hiç koyun gütmemiştim inek sağmamıştım. Temizlik bile yaptırmamıştı annem. Hele tarla sürmek... Kocam sabahın ilk ışıklarıyla uyandırdı beni. ”Kalk annemle tarlaya gideceksiniz” Uyku sersemi bir halde “ben tarla işinden anlamam ki” dedim. Sesini yükselterek “Öğreneceksin güzelim burası babanın evi değil, annem çalışırken sen yatamazsın.” Dedi. Etrafıma baktım, evet burası babamın evi değil diye geçirdim içimden.
Zamanla bütün işleri öğrendim. Birde eşimin içki içtiğini de. Eşim eve gelince kaynanam onu doldurup odaya gönderiyordu. Her defasında kanlar içinde kalana kadar dayak yiyordum. Akşama kadar köle gibi çalışıyor akşam üstüne dayak...Sesim çıkmıyordu. Ne zaman konuşmaya kalksam kendi isteğimle kaçtığımı yüzüme vuruyorlardı. Takatimi kesiyordu bu cümle. Lal kesiliyordum.
Günler aylar yıllar geçti. Kaç bayram geçti annesiz, babasız, yalnız. Kaç gecem geçti yar’sız... Özlüyordum tavanı çatlamış evimi, güneş görmeyen penceremi, eski günlerimi. Şimdiki aklım olsa üzer miydim annemi? Ahh bir görsem ayaklarına kapansam da ölsem... İki yılsonunda eşim beni boşadığını söyledi. Beynimden vurulmuşa döndüm. Kalmak istemiyor ama gidemiyordum da. Nasıl dönerdim yüz çevirdiğim burun kıvırdığım o eve? Nasıl bakacaktım yüzlerine? Ya duvarlara… Ne diyecektim onca hakaretten sonra? Evin eşiği bile beni affetmezdi ki bu saatten sonra...
Geldiğim gibi geri dönüyordum işte ama bu kez başım önde yüzüm kara… Bir bavul dolusu utançla...
YORUMLAR
Zümra Nur EFŞAN
Kahramanımızın hikayesinin en önemli kısmı çok daha gerilerden başlıyor belki de...
Bu başlangıcın işareti hikayede belirtilmiyor değil...
"Sertti benim babam."...
Demek ki, çocuğun, içinde yaşadığı kötü şartları tolere etmesini sağlayacak bir 'sevgi çemberi'nden yoksunluğu söz konusu...
Fakat nedense bu çok önemli nokta, öznelerin psikolojisi değerlendirilirken göz ardı edilir...
Çünkü insanlarda (anne, baba bile olsalar) bir 'günah keçisi' bulma, yani kendi eksikliklerini gizleme dürtüsü vardır...
Babam ve Oğlum filminde bu eksikliğe yöneltilen kült sahneyi hatırlayalım...
"Benim yüzümdeeeen!..." diye feryatlarla dile geliyordu baba...
[Bugün ise, skeçlerde soytarılar bu kültü sulandırmaya kalkıyorlar...]
Saygılarımla.
Zümra Nur EFŞAN
Bazen anne, bazen baba, bazen eş, dost, akraba...
Aslolan hatadan ders çıkarabilmektir. Nedenler akıp gitsede tecrübeler kalır...
Şiir gibi... Ders alınacak bir öykü, tebrikler.
Tebrik ederim. Başkalarının baharının, insanın kışından daha güzel olamayacağını ifade etmişsiniz.