- 887 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
KAPİTÜLASYONLARDAN DUYUN-U UMUMİYE- DUYUN- U UMUMİYEDEN TÜRKİYE VARLIK FONUNA -8-
Bu gün uzatacağım biraz. Özür dilerim.
*******************************************************
Anlaşılan o ki Duyunu-u Umumiyenin tasfiyesini bir sonraki bölüme bırakacağım. Zira gerek 6. Bölüm, gerekse 7. Bölüm ( Özellikle de 7. Bölüm ) Bazı arkadaşlara antipatik geldi. Hatta ‘’ Duyun-u Umumiye güzellemesi’’ Diyen bir arkadaşım bile oldu.
Öncelikle belirteyim ki 7. Bölüm sonuna kadar yazdıklarım içinde elbette benim görüşlerim de olmakla birlikte Duyun-u Umumiye ile ilgili olarak ortaya konan görüşlerin büyük bir çoğunluğu bana değil anlı şanlı proflara, akademisyenlere ait görüşlerdi. Ben ise onların görüşlerinden yola çıkarak gerek lehte, gerek aleyhte yazılmış olan hususlarla ilgili bir iki cümle sarf etmişimdir.
Öncelikle bir noktanın altını kalın çizgilerle çizelim: Kendini zerre kadar Türk ve haysiyetli bir insan olarak gören hiç bir Allah’ın kulu ‘’Duyun-u Umumiye hiç bir zararlı tarafı olmayan faydalı bir kurumdu.’’ demez, diyemez. Hele hele de bir insan ( Ki içlerinde ben de varım ) ‘’Duyun-u Umumiye, Devlet içinde devletti’’ Dedikten sonra aynı kurum için ‘’ Hayırlı bir kurumdu ‘’ Diyemez.
Peki ben tam olarak ne demişim ? ( Ya da demediklerim varsa şimdi diyorum.)
Öncelikle:
1- Osmanlı Devletinin ilk ayrıcalıkları vermesiyle birlikte ( Aslında Kanuni değil Fatih Sultan Mehmet döneminde başlamıştır ilk ayrıcalıklar ) sarı öküzün yabancılara teslim edildiğini, bundan sonra da her şeyin çorap söküğü gibi gittiğini söylemişim. ( Sarı öküzün hikayesini anlatmama gerek yok sanırım )
2- Osmanlı Devletinin saçmasapan işlere ve adamlara devlet bütçesine yakın bir para sağlayarak kendi dar ağacını kendisinin hazırladığını hatta ipi kendi elleriyle boynuna geçirdiğini söylemişim ( Cinci Hoca örneği )
3- Üretime yönelik bir ekonomi modeli yerine hazinesini toprak vergileri, savaş ganimetleri, yabancı ülkelerden aldığı haraçlara dayandırmasının devletin sonunu hazırladığını söylemişim.
4- En güçsüz dönemlerinde aşırı ve gereksiz harcamalar yaparak iyice tepetakla yuvarlandığını söylemişim ( Sultanahmet Camiinin yaptırılmasını örnek vermişim hem de.)
5- Dış borç almaya başladığı yıllarda saraylar ve camiler yaptırarak kendi ölümünü iyice hızlandırdığını söylemişim.
6- 1875 de Osmanlı Devletinin iflas ettiğini, 1876 da ise borçlarını ödeyemeyeceğini yine bizzat kendisinin açıkladığını söylemişim.
…………..
Öncelikli olarak tabii ki Osmanlı Devleti bu duruma düşmemeliydi. Ama düştü maalesef ve 1881 yılına gelindi.
Peki 1881 yılında durum nasıldı?
A) 1876-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonunda imzalanan Berlin Antlaşmasının hükümleri içinde Osmanlı Devleti’nin dış borçlarının ödenmesi için bir takım yaptırımları içeren hükümler vardı. Yani hiç bir alacaklı Devlet ‘’ Borçlarını ödeyemiyorsan canın sağ olsun ‘’ demek niyetinde değildi. Tam tersine alacaklarını tahsil etmek için Osmanlı Devletinden mali reformlar yapmasını istiyordu.
B) En önemli gelir kaynağı toprak mahsulleri üzerinden alınan vergiler olan Osmanlı Devleti’nde 1875 yılından başlayarak beş yıl süren bir kuraklık dönemi sebebiyle doğru düzgün vergi bile toplanamamıştı.
C) Türkiye sanki memleket zararına zengin olmak isteyen devlet adamları ile, 30-40 mürabahacının çıkarları için kurulmuş bir devlete benziyordu. (N.W. Senior, Souvenir from Turkey and Greece, 1851-1858, Londra)
‘’Türk Kamu Yö¬netiminde çalışanların çoğu kendi kişisel çıkarları için didiniyor ve gücünü , bilgisini kamu yararına adamış insana bu ülkede rastlamak çok zordu. ‘’
Yani ülke sadece ekonomik ya da mali açıdan değil, ahlaken de iflas etmişti.
Şimdi… Böyle bir ülkede dünya kadar birikmiş borcunuz varken ve alacaklı devletler bu borçların ödenmesi için size baskı kuruyorken ve dahi 1876-1881 yılları arasında tek kuruş borç ödemesi yapmamışsanız ve hatta daha üç yıl önce tek bir devlet karşısında ( Rusya) perişan olup tarihinizin en kötü antlaşmalarından birine imza atmışsanız, şimdi de karşınızda bir değil bir sürü devlet varsa içinde bulunduğunuz ve gırtlağınıza kadar gömüldüğünüz bu bataklıktan nasıl kurtulursunuz?
Ben öncelikle bu sorunun cevabını çok merak ediyorum.
Yazı dizisine başlarken ekonominin en anlamadığım konu olduğunu peşin peşin belirtmiştim. O bakımdan ‘’Arkadaş başka çare mi vardı?’’ Kabilinden sormuyorum. Direkt olarak anlamadığım bir konuda yardım talep ederek soruyorum.
Ama lütfen hiç kimse bana 1299 dan başlamasın…1881 yılına kadar yapılan hataları tekrar etmesin. Tekrar ediyorum: O hatalar ismi ‘’Yüce ‘’ olan bir devletin yapacağı hatalar değildi elbette ama maalesef yapılmış ve 1881 yılına gelinmişti. Bana 1881 yılında ve sonrasında neler yapılabilirdi onu anlatın.
Sitemiz sakini bir arkadaşın, bir başka site sakini vatandaşa dediği gibi ‘’ Bilal’e anlatır gibi ‘’ anlatın. Ya da Bilal her kim ise onu boş verin Sami’ye anlatır gibi anlatın.
Evet…Ben 1854 ( İlk borçları aldığımız tarih ) ile 1881 yılları arasındaki vaziyetimizi göz önünde bulundurduğumda Devletin Duyun-u Umumiyi seke seke kabul etmesinden başka çare yoktu diyorum. ‘’ Başka bir çare, ya da çareler vardı ‘’ diyen varsa buyursun. Ben sekiz bölümdür yazıyorum. Bir zahmet tek bir bölüm, ya da bir sayfa da olsa işte o çareyi yazsın bilen. Yazsın derken eğer böyle bir şeye niyetlenen olursa bana lütfen - Babamın tabiriyle- kurt Kur’anı okumasın. Slogan atmadan adam gibi anlatsın.
Kurtuluş Savaşının muzaffer komutanı Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ‘’ Milli Ekonomi ‘’ modelini değil, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşının mağlubu II. Abdulhamit’in aslında neler yapması gerektiğini , ya da yapabilecekken yapmadığını anlatsın.
---------------------------------------------------
Geldik 1881 yılına
Muharrem Kararnamesi ve Duyun-u Umumiyenin kurulması…
Duyun-u Umumiye için ne demişim: ( Gerçi bu maddeleri de proflar ve akademisyenler demiş ama noktasına virgülüne kadar altına imzamı atıyor aynen kabul ediyorum.)
1- Duyun-u Umumiye ile Osmanlı Devleti gerçek manasıyla kapitülasyona uğramış bir devlet haline geldi. Yani kapitülasyonun gerçek manası olan kayıtsız şartsız teslim durumu söz konusuydu Osmanlı Devleti için. YANİ DUYUNU-U UMUMİYE OLABİLDİĞİNCE ZARARLIDIR.
2- Duyun-u Umumiye Avrupa Kapitalizminin ülke içine sokulmuş bir ileri karakolu idi. YANİ DUYUNU-U UMUMİYE OLABİLDİĞİNCE ZARARLIDIR.
3- Duyun-u Umumiye İdaresi Emperyalizmin Ajanı ve Aracısıdır. YANİ DUYUNU-U UMUMİYE OLABİLDİĞİNCE ZARARLIDIR.
4- Duyun-u Umumiye İdaresi Açıktan Yapılamıyanı alttan alta yürüten bir kurum idi. YANİ DUYUNU-U UMUMİYE OLABİLDİĞİNCE ZARARLIDIR.
5- Muharrem Kararnamesiyle kurulan Duyun-u Umumiye İdaresinin özel olarak maliyesi üzerinde genelde Osmanlı Devlet yönetimi üzerinde bir yabancı denetimi kurduğu kesindir. YANİ DUYUNU-U UMUMİYE OLABİLDİĞİNCE ZARARLIDIR.
6- Muharrem Kararnamesi ile kurulan Duyun-u Umumiye İdaresi ve ona bağlı örgüt, zaman içinde, uluslararası politikanın bir oyun alanı haline gelmiştir. YANİ DUYUNU-U UMUMİYE OLABİLDİĞİNCE ZARARLIDIR.
7-
“MuharremKararnamesi Osmanlı İmparatorluğu’nun mali ve siyasal gelişiminde yeni bir dönem açmıştır. Ülkede hükümetten ayrı, hükümete bağlı bulunmayan, fakat devletin gelir kaynaklarının büyük bir bölümünü ele geçiren yeni bir kurum çıkmıştır ortaya: Borçlularca seçilmiş bir yönetim kurulunca yönetilen Duyun-u Umumiye, siyasal bir kurum değildir. Devletlerin vekili ya da temsilcisi de değildir. Özel bir şirkettir. Ancak,Avrupa diplomasisi, Duyun-u Umumiye İdaresi’ne özel bir şirket değil de sanki kendi temsilcisiymiş gibi davranmıştır. Dolayısıyla ülkede iki maliye yönetimi çıkmıştır ortaya. Onlardan biri, Avrupa tarafından açıktan açığa korunan Duyun-u Umumiye İdaresi, öbürüyse Avrupa’nın sürekli olarak baskı altında tuttuğu ve sıkıştırdığı Osmanlı Maliye Nezareti’dir. Ülkenin her yanında şubeler açarak, binlerce memuruyla koskoca bir örgüt oluşturan Duyun-u Umumiye İdaresi’nin, bu örgüte dayanarak, devlet gelirinin büyük bir bölümünü kendi pençesine düşürmemesi olanaksızdı”
Bu görüşler Parvus Efendi adlı bir sosyaliste aittir. Peki katılmamak mümkün mü? Hayır.
Parvus Efendi’nin de belirttiği üzere ( ve dahi benim aynen ‘’Evet doğrudur’’ dediğim üzere) DUYUNU-U UMUMİYE OLABİLDİĞİNCE ZARARLIDIR.
Ama isteniyor ki asıl adı Alexander Helphand ( Ya da İsrael Lasareviç) olan Aşkenaz Yahudisi( Doğu Avrupa’da yaşayan Musevilere denir.) Parvus Efendinin sadece bu görüşlerine yer verelim başka marifetlerine dokunmayalım. ( Şimdilik dokunmadık zaten )
Ya da Donald C. Blaisdell’in ( ABD Williams College Profesörlerinden ) sadece
‘’1875’ten önce Osmanlı Hükümeti’nin çıkarmış olduğu tahvillere Fransız ve İngiliz sermayesinin yatırılmasında emperyalist amaçlar yoktu. Osmanlı devletinin bulunduğu bölge gibi bir bölgede yapılan bu girişimlerin ortaya çıkabilecek olan sonuçları henüz anlaşılamamıştı. Geri kalmış bölgeleri ele geçirme sürecinin bir adımı olarak ekonomik çıkarların değeri de henüz tümüyle anlaşılamamıştı. Sermaye akımının gerçek nedeni kâr elde etme isteğiydi. Ancak daha sonraları bu sermaye akımı ve onun yarattığı idare, Avrupa kapitalizminin ileri bir karakolu olarak emperyalist çıkarlara hizmet etmiştir.’’ Diyelim ve DUYUNU-U UMUMİYE OLABİLDİĞİNCE ZARARLIDIR.Diye noktalayalım.
Ama aynı kişinin
‘’Duyun-u Umumiye İdaresi’nin varlığı, gerek Osmanlı hükümeti ve gerekse Osmanlı halkının yararına olan koşullar meydana getirmiştir. Duyun-u Umumiye İdaresi, etkin yönetimiyle Osmanlı Devleti’nin maliyesini olumlu etkilemiştir. Hükümet 1881 yılından önceki borçlara nazaran daha elverişli koşullarla Avrupa piyasalarından para temin edebildi. 1881’den sonra, Osmanlı tahvillerinin faiz oranı genellikle % 3 veya 4, ihraç fiyatları % 80 ve 90 civarındaydı. Hâlbuki Duyun-u Umumiye İdaresi kurulmadan, tahvillerin ihraç fiyatları % 60, faizleri ise % 5 ve 6 oranındaydı.’’
Şeklindeki tespitlerine gözlerimizi kapatalım, es geçelim.
8- ‘’Duyun-u Umumiye İdaresi, devlet içinde devlet olup, tamamen devlet dışında işler yapıyor, topladığı paraları istediği gibi harcıyordu. Mesela İtalya, Duyun-u Umumiye yönetiminden aldığı borçlarla Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Trablusgarp savaşını finanse etmiştir. Türk halkının ödediği vergilerle Türkiye’ye karşı yapılan bir savaşa mali destek sağlamıştır.’’ Diyen ve bu kurum için insafsız, vahşi, Osmanlı Devletinin ( Dolayısıyla Türklüğün) haysiyetini yerlerde süründüren bir kurum olduğunu yani ZARARLI Bir kurum olduğunu söyleyen ben değil miyim?
9- Duyun-u Umumiye kolcularının 41 senede 20.000 ( Veya 60.000 ) İnsanı katlettiğini yazan yani bu kurumun ZARARLI bir kurum olduğunu yazan yine ben değil miyim?
Bu maddeleri çoğaltmak elbette mümkün
Peki zararlarını bu şekilde dile getirdiğim Duyun-u Umumiye ile ilgili olarak
1- ‘’Osmanlı Devletini 1881 – 1918 yılları arasında fiili olarak işgal edilmekten kurtarmıştır.’’ İfadesinin nesi yanlıştır?
Yanlış mı? Duyun-u Umumiye idaresi kurulmamış olsaydı Türk ülkesi üzerinde 1881 den itibaren İngiliz, Fransız, İtalyan, Avusturya- Macaristan, Hollanda, hatta ABD ve Almanya bayrakları dalgalanmayacak mıydı?
2- Duyun-u Umumiye ile birlikte –Yapılış amacı ne olursa olsun- Bu ülkeye demir yollarının, elektriğin, tramvay’ın, hatta ilk metronun( Ki dünyanın ikinci metrosudur. Karaköy Tünelden bahsediyorum.) hem de Avrupa ile aynı yıllarda geldiğinin neresi yanlıştır?
3- Duyun-u Umumiye ile birlikte üretimde müthiş bir artışın yaşandığının neresi yanlıştır? Ki belirttik, üzerinde özellikle durduk. ‘’İnsanlar köle gibi çalıştırıldı’’ dedik. Evet, insanlar köle gibi çalıştırıldı ama aynı zamanda ülke ilk kez modern tarım yöntemlerini gördü. Yalan mı?
4- Duyun-u Umumiye idaresi ahlaken iyice çökmüş olan Osmanlı Devletine yararlı bir kamu idaresinin nasıl olması gerektiğini öğretti dedik. Artık ‘’Salla başı al maaşı ‘’ Dönemi sona erdi dedik. Nesi yanlış ya da Duyun-u Umumiyeye methiye?
5- Duyun-u Umumiye sayesinde Osmanlı Devletinin ‘’ Ben borç morç ödeyemem’’ diyen bir devletken borcunu ödemeye başlayan bir devlet olduğunu yine ben değil anlı şanlı proflar söylüyor ve pek çok prof tabiri caizse ‘’Osmanlı Devleti Duyun-u Umumiye sayesinde kucağa oturma durumunda dizde oturma durumuna gelmişti ‘’ Mealinde bir şeyler zikrediyorlar. Zıt düşüncede olsak da bu görüşlere yer vermeyelim mi?
Duyun-u Umumiye bana göre aslında biraz babamın ölümüne benzer.
2006 yılı başlarında iyice hastalanan babam artık hayatını hastane odalarında yatağa bağlı olarak geçirmeye başladı. Aynı yılın Kasım ayı başlarındaki son rahatsızlığında onu hastaneye götürdüğümde ‘’ Buradan artık cenazesini alırım’’ Diye götürdüm. Ama götürdüğümün ertesi günü ayağa kalktı ve ceylan gibi sekmeye başladığı gibi ‘’ Oğlum bu sefer kefeni yırttım’’ dedi.
Şaşırmıştım. Doktoruna sordum ‘’ Babam tamamen iyileşti mi?’’ Diye.. Doktor tebessüm edip cevap vermedi. Sadece bana - daha önce hiç kullanmadığımız- bir iki ilaç verdi ve ‘’ Bunları kullanmaya devam edin’’ Dedi.
Babam o ayağa kalkığı günden yirmi gün sonra öldü. İlaçlar ise ağrısız sızısız bir müddet daha yaşaması için verilen ağrı kesici türünden şeylermiş.
İşte Duyun-u Umumiye de böyle bir şeydi.
Gerçi ağrısız sızısız olmadı halkın fakir fukara kesimi için ama yine de 1853 de ‘’Hasta ‘’ teşhisi konan bir imparatorluğun ölümden önceki son çırpınışlarıydı… Duyun-u Umumiye ise o hastayı ölüme daha hızlı götüren ama görüntüde ‘’ Kefeni yırttık’’ Dedirten ilacı idi.
Uzattım yine farkındayım ama bu bölümü biraz daha uzatacağım:
----------------------------------------------------
5 Ekim 2013 de o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan Adana’da bir açılış yapar. Daha doğrusu pek çok açılış yapar ama açılışını yaptığı yerlerden biri konumuzla ilgilidir.
Çünkü açılışını yaptığı yer Kısacıkzade Konağıdır.
Kısacıkzade Konağı Adana Ticaret Odası tarafından restore edilmiş ve Başbakan da açılışını yapmıştır.
Tabii Kısacıkzade Konağı diye yazınca kimse anlamadı ne olduğunu. Açıklayayım.
Efendim bu konak Duyun-u Umumiye döneminde Adana Duyun-u Umumiye
Bölge Müdürlüğü olarak kullanılmış.
İşte o binanın restore edilip açılışında zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bir konuşma yapmış.
Konuşma metni aynen şöyle ( Bazı cümlelerin altını özellikle çizdim. Aslında bilmediğimiz ve benim yazmadığım şeyler de değil bu konuşma ama yine de okunmasını tavsiye ediyorum.)
" Adana Ticaret Odası’na, Başkan ve Yönetim Kurulu’na özellikle teşekkür ediyorum.
Bu konağın Adana ve Türkiye tarihinde çok önemli bir anlamı var. Bu konak Kurtuluş Savaşımıza kadar Adana’da Düyun-u Umumiye binası olarak kullanıyordu.
Düyun-u Umumiye neydi? Osmanlı’nın dış borçlarıydı. 1854’te Osmanlı Devleti hem dışarıdan hem de içerden, başta Galata bankerleri olmak üzere sermaye sahiplerinden borç almaya başladı. Osmanlı’nın borçları arttı, faizleri arttı, devlet bu borçları ödeyemez hale geldi. Bu borçları verenler, borçlarını tahsil etmek üzere Düyun-u Umumiye kurumu oluşturdular. Osmanlı’nın içişlerine, bütçesine, tüm gelirlerine müdahale ederek, borçları tahsil etmeye başladılar. İşte Adana, İstanbul gibi dönemin büyük şehirlerinde böyle merkezler oluşturuldu. Çoğu yabancı olan bu binalarda görev yapan temsilciler bizim halkımıza maalesef çok zulmettiler, halktan vergi topladılar, vergisini vermeyenin malına el koydular, tarlalarını yaktılar, adeta milletin alın terini yağmaladılar.
"Duyun-u Umumiye nedir? Osmanlı İmparatorluğu, ilk dış borçlanmasını, Kırım Savaşı sırasında, savaş maliyetlerini karşılamak için gerçekleştirdi. Ancak mali durumu düzelmeyen devlet, savaştan sonra da borç almayı sürdürdü. Bundan sonra da borçlanmayı devam ettiren Osmanlı İmparatorluğu, yaşadığı her ekonomik sıkıntıda dış borç almak zorunda kaldı. Bu borçların verimli kullanılamaması sonucu, kısa sürede faizleri bile ödenemez hale gelindi.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Osmanlı yönetimi yeni bir mali bunalıma sürüklendi ve Osmanlı Bankası ile Galata bankerlerinden almış olduğu iç borçların da ödenemeyeceği açıklandı.Hiçbir borç ödemesini yapamadığından alacaklılarıyla masaya oturan Osmanlı İmparatorluğu, 1879’da damga, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlar karşılığı olarak alacaklı Avrupa devletlerine bırakmasına rağmen, bu devletlerin tepkisiyle karşılaştı. Bunun üzerine 1881’de damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergilerin tüm geliri iç ve dış borçlara ayrıldı. Bu vergileri toplama ve alacaklılara ödeme görevi de Osmanlı’nın 20 Aralık 1881’de yayımladığı Muharrem Kararnamesi’yle kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi’ne verildi. Ancak Osmanlı, mali sıkıntılar nedeniyle bu kurum kurulduktan sonra da dış borç almak zorunda kaldı.
Düyun-u Umumiye, yabancı devletlerin alacaklarını tahsil etmesi için halkın öz kaynaklarına bile el koyma izni verilen ayrıcalıklı bir kuruluştu. Osmanlı Devleti’nin dış borçlarının ödenmesi için kurulan ve yabancı devlet memurlarınca yönetilen Düyun-u Umumiye’nin genel merkezi bugünkü İstanbul Erkek Lisesi binasında, Adana merkezi de yaklaşık yirmi yıl Adana’daki Kısacıkzade Konağı’nda faaliyet gösterdi. Yani Düyun-u Umumiye adına vergi toplarken halka zulmeden, köylülerin tarlalarını yakan silahlı güçler bu binada görev yaptı.Osmanlı İmparatorluğu’nu yarı-sömürge seviyesine indiren Düyun-u Umumiye İdaresi’nin Yönetim Kurulu’nun 7 üyesinden biri Osmanlı, öbürleri borç veren ülke temsilcisi olmak üzere Avusturyalı, Hollandalı, İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyan üyelerden oluşuyordu.
Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara hükümeti tarafından gelirlerine el konan Düyun-u Umumiye İdaresi, Lozan Antlaşması’yla kapatıldı. Osmanlı borçları ise -Lozan öncesinde- imparatorluğu oluşturan ülkeler arasında paylaştırıldı. En büyük borç Türkiye Cumhuriyeti’ne düştü. Türkiye, Osmanlı borçlarının geri ödemesini ilk borcun alındığı 1854 yılından tam 100 yıl sonra 1954 yılında tamamlayabildi
-----------------------------------------------------------------------------------
SONUÇ:
1- Yabancı devletlerin –alacaklarını tahsil etmek için- halkın öz kaynaklarına bile el koyduğu,
2- Vergi toplarken halka zulmeden, köylülerin tarlalarını yakan,
3- Milletin alın terini yağmalayan
4- İnsanların -kendilerinin yemesi için, kendilerine yetecek kadar- avladığı üç beş balığı bile ellerinden alan,
5- Kendi ürettiği tütünden yarım kilosunu kendine ayırdığı için insanları alnının ortasından vurarak öldüren,
5- Ve hepsinden önemlisi Duyun-u Umumiyenin kurucusu II. Abdulhamit’in adını bu gün GATA Hastanelerine veren günümüz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bile Duyun-u Umumiye için ‘’Osmanlı İmparatorluğunu yarı sömürge seviyesine indiren’’ derken( Ki ben de aynısını söylüyorum ) benim Duyun-u Umumiyeye güzellemeler dizdiğimi, methiyeler sunduğumu söylemek bana olmasa da 8. Bölümünü yazdığım bu yazı için sarfettiğim emeklere bir hakarettir. ( Gariptir ki GATA da Duyun-u Umumiye döneminde kurulmuştur ve bu gün bazıları GATA ya ‘’ II. Abdülhamit Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ adının verilmesine ‘’ Tarihe yapılan bir ihanet’’ Diyerek karşı çıkmaktadır.)
Böyle bir ithamı asla kabul etmiyorum.
Aklı, bilinci ve her şeyden öte vicdanı olan hiç kimse Duyun-u Umumiyeden güzel bir şeymiş gibi bahsetmez, bahsedemez. Ancak olanı görmemek ya da - hoşumuza gitmese de- Duyun-u Umumiye ile ilgili bazı farklı görüşlere yer vermemek de böyle bir yazıya ihanet olurdu kanaatindeyim.
Yarın: Duyun-u Umumiyenin tasfiyesi...
Resim:
1- Aslına uygun restore edilmiş haliyle Adana Duyun-u Umumiye merkezi Kısacık konağı.
2- Reji İdaresi adına tütün nakliyatı.
3- Parvus Efendi, ya da Alexander Helphand, veyahut da İsrael Lasareviç.
4- Donald C. Blaisdell
5- Donald C. Blaisdell’in yazdığı ‘’ Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa Mali Kontolü’’ Adlı Kitap.
YORUMLAR
"YANİ DUYUNU-U UMUMİYE OLABİLDİĞİNCE ZARARLIDIR." yargısını tam 6 (altı) defa tekrar etmişsiniz, değerli hocam...:)))
Çok ağır olmuş yani...:)))
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Yok yok iyi oldu öyle söylemem, yoksa siz gerçek düşüncelerinizi böyle çivi çakar gibi yazmaz yumuşatarak yazardınız. Ha bu arada beni haşlayıp durdunuz ama sıkıntı yok. Böylesinin okuyucu için daha iyi, verimli ve anlaşılır olduğu kanaatindeyim. Şu anda sizi benim dışımda okuyan herkes Duyun-u Umumiye'nin ne olduğunu ve neye hizmet ettiğini gördüğü gibi eylemleriyle de bir zulüm kurumu olduğunu da anladı. Koca koca profesörleri, akademisyenleri (görüyoruz çoğunun akademisyenliklerini de profluklarını da) her zaman ciddiye almamak lazım. Durmuş bir saat bile günde iki kez doğruyu gösterebilir neticede.
"O zaman Duyun-u Umumiye'yi kabul etmek dışında neler yapılabilirdi?" sorunuza "Tarih sizin branşınız, altmış yaşında yetmiş beş yaş alınganlığı göstermenize karşın (şaka) ülkenin yeraltı kaynaklarının yabancı sermayenin elinden alınabileceğini, imtiyazların iptal edilebileceğini, gümrüklemenin yeniden yapılabileceğini, manifaktoring üretimin desteklenebileceğini, tarım alanları ve yeraltı kaynakları yerine binalar (saraylar vs...) satılarak üretime dönük kaynaklar yaratılabileceği, gücün tükendiği yerde öz devletlerinden bağımsız olarak yabancı küçük sermayeler ile anlaşılarak tamamen Osmanlı denetiminde üretime dönük hamleler yapılabileceğini, hepsinden önemlisi devşirme (ajan) devlet adamlarını tasfiye edebileceğini, tümüyle M. Kemal tarzı milli bir meclis oluşturabileceğini, Mezopotamya'da, Soma'da ve Zonguldak'taki üretimde kullanılan yeraltı enerji kaynaklarını sermayeye teslim etmek yerine devlet tekeline alabileceğini, hiç değilse devlet propagandası yapabilmek için matbaaları örgünleştirebileceğini, devlet okullarını yaygınlaştırıp tevhidi tedrisat tarzı bir yasayı akıl edip yabancı eğitim kurumlarını kapatabileceğini, el koyabileceğini kendi eğitim sistemini oluşturabileceğini, aldığı dış borçları ödemek için toprak vergisi toplamak yerine üretim araçları ithal edip bu araçları Anadolu'da üretecek atölyeler kurdurup sanayi hamlesi yapabileceğini siz benden daha kolay görebilirsiniz. 33 yıl boyunca tahtta kaldı hocam, boru değil. Ülkenin dünya harbine girmesinin önüne geçmek için kanaat önderliği yapsaydı dahi çok büyük bir iş yapmış olurdu.
Neyse hocam, daha çok konuşuruz. Başınıza belayım. Saygılarımla...
sami biberoğulları
Bak sana bir şey anlatayım.
15 Temmuz gecesi face book arkadaş listemde olan en az yüz kişiyi sildim attım. Gerekçem tek cümleyle izah edilebilir bir şeydi: '' beyinsiz dostum olacağına kafası çalışan düşmanım olsun''
Sen düşmanım değilsin. Buna adımdan emin olduğum kadar eminim ama aynı kafada olmadığımızın da farkındayım. ( Kemal ile de durumumuz aynıdır.
Senin yorumların benim için gerçekten de önemli çünkü bazı vatandaşlar gibi işkembeden sallamıyorsun. Bilerek, konuya vakıf olarak yazıyorsun ve hatırlayacak olursan bir iki yorumunu da etkili yorum seçmiştim.
Neyse..Alışık değilim insanları böyle övmeye. Taşlama haşlamaya bayılırım da övmeyi pek sevmem.
Yine neyse diyerek devam edeyim.
Osmanlı Duyun-u Umumiyeyi kabul etmek dışında neler yapabilirdi sorusunu açıklarken güzel örnekler vermişsin eyvallah da bir noktayı atlamışsın. Mustafa Kemal modelini anlatırken 400.000 ton kömürün Fransa'ya ( Borçlara karşılık ) verildiğini, oysa memleket halkının henüz daha kömürün ne olduğunu bile bilmediğini görmemişsin.
Yani demem o ki evet milli ekonomi modeli...Keşke burada klavye başında yazmak kadar kolay olsaydı.
Ve yazımda belirttim.
Kurtuluş Savaşının Muzaffer komutanı değildi II. Abdülhamit. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşının yenilmiş padişahıydı.
Selam ve sevgilerimle.