- 505 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MAHCUBİYET (EDEBİ METİN)
Mahçup olan yüreğim, bir dağ çiçeği kadar yorgun ve özgür... Zira yüreğimde tarifi imkansız aşkların peşinden koşmaktan bitap düşmüş bir sonbaharın koyu gölgeleri raks etmekte... Ama neticesinde gelen çaresizliğin, verdiği vurdum duymazlık ve aymazlık, başı boş bir kayıtsızlık içinde rüzgarın estiği yöne doğru hareket etmektedir şimdi...
Mahcubiyetim aslında benim mağlubiyetimden ziyade galibiyetimin ışığı...
Zira mahcup olmasaydım, yüreğimde bu yeis, bu vesvese ve bu intizar; bir aşkın çığlığından, düş kırıklığından başka bir mana ve bir ehemmiyet kazanamayacaktı.. Oysa aşk beni bambaşka bir adam, bir kişilik ve şahsiyet haline getirdi.. Aşık olduğum için kendime, sorumluluklarıma karşı mahcubum.
Ama yaşadığım bu kısa ömre karşı ben galibim...
Mahcubiyetime sorabildiğim tek soru;
Ben mesut muyum?
Bu sorunun tek cevabı vardır...
Evet..
Ben yaşanmamış bir aşkı tecrübe ve tetkik ile meşgulken, mutluluğumdan husule gelen yanılgılar bile beni gökyüzüne çıkartmaya kafi gelmiştir...
Amma velakin cevaplayamadığım suallerin esiri olmuştur dimağım..
Aynaya baktığımda yüzüm hala neden derin bir endişenin izlerinden ibaret?
Neden gülüşlerim hala hüzün yüklü?
Ben yaptıklarımdan pişmanmıyım ?
Aynada ki bu bezgin adam ben olamam olmamalıyım...
Yaşadığım serkeş hayatın ruhumda yarattığı ufki grup, bundan sonra yaşayacağım acıların elemlerin habercisi değilmidir sanki?
Evet...evet...
Mahcubiyetleri mucizelere dönüştüren raslantılar, tesadüfler, süprizler olamaz...
Olmamalıdır...
İnsanı beşeriyete kazandıran, aidiyet duygusunun galebe çalmış neticeleri olmalıdır...
Yoksa Tanrının size verdiği nimetlere şükretmekle geçen bir ömür, sadece öbür dünyanın yani ahiret hayatınızı teminat altına almaktan başka neye yarar ki?
Hissiyattan bu kadar yoksun bir dünyada neye kime ve niçin mahçup olacaksın ki?
Diye bir tenkitte bulunabilirsiniz...
Bu tenkide karşı tek ve hakiki müdafam kendi var oluş gayemden ibaret olacaktır...
Hükmünü bilmediğim suçlamaların delalet ettiği her netice beni tarifi imkansız mahcubiyet yanılgılarına sürüklemektedir...
Bir köy evi kadar basit, zamanın dinginliği hücrelerine nüksetmiş asude bir hayat, hangi amansız ruhi bunalımlara, med-cezirlere melhem olmaz ki?
Mahcubiyetin kırıntısının dahi beni alabora ettiği bu acımasız hesaplaşma sadece huzur ile ilga olmaz mı?
Evet sevdim..
Evet mesudum...
Ama bahtiyar olamayacağım, aşikar bir mesnet olarak, duruyor karşım da...
Her zerrem; katre katre geçmişin ve hatıraların, geleceğime düşen yansımalarını kontrol ediyor adeta...
Ben delimiyim?
Asla ve kat’a..
Aşk insanı mahçup kılıyor...
Ama divane yapmıyor...
Yapmamalıdır...
Çünkü tanrının sapa sağlam bir canlı olarak gönderdiği bu dünyadan, onun yarattığı bir canlıya çaresiz ve karşılıksız bir aşkla sevdalanmaktan dolayı, huzuruna deli ve divane bir halde kendi hayatına kast ederek çıkmak, onun affedemeyeceği en büyük suç olsa gerek...
Bu suçu bile bile işlemek zaaflarının kurbanı olmaktan başka nasıl nitelendirilebilir ki?
Öyleyse ben mahcubiyetimle yaşamaya mecburmuyum? Gayet tabii ki mecbursun diyen sesini duyar gibi oluyorum.
Oysa sen; şimdi,sabahladığım gecenin bana bahşettiği en büyük güzellik olarak, saadet içinde geçmiş bir gecenin manzumesi halinde, yatağımızda mışıl mışıl uyumaktasın...
Bu benim kendi hesaplaşmam. Bu benim kendi yüzleşmem.
Mahcubiyetimle yüzleşmeme seni dahil etmeye hakkım bulunmamaktadır.
Ben ışığı sönmüş bir güneşim... Yüreğimde son bulmuş yaşama sevinci, geçmişimin karanlık bir kitabesi olarak tozlu raflarda çoktan yerini almıştır bile..
İnlemenin, feryad-ı figan etmenin artık hiç bir faydası yoktur... Ben mahcubum.. Üzüm gözlerinden akan her yaş danesi, bir kristal gibi, yüreğime parçalanarak düşen cam parçaları olarak, derin çizgiler bırakmakta ve bir daha kapanmayacak ve hep kanayacak yaralar açmaktadır...
Bu ruhani hava içinde sizin; adeta mermer bir heykeli andıran vücudunuzu izleyen gözlerim, sizi bir daha göremeyecek olmanın hasretiyle, o efsanevi görüntünüzle son defa mest olmakla meşguldür şimdi..
İmkansız olanı gerçekleştirmiş olmanın mahcubiyeti beni sonsuza kadar terk etmeyecektir... Ruhum tatminkar ama bedenim günahkar... Özgürlük..
Mahcubiyetimin özgürlüğü bu olsa gerek...
Ayak seslerimin ritmik valsleri, yürek seslerimi dinlemiyor, duymuyor bile...
Ölüme yaklaştığım her an, özgürlüğe ulaştığım asırlık bir yol gibi.. Bu yolun her iki yanı salkım söğütlerle süslenmiş Tanrı tarafından.. Gökte rengini hiç bilmediğim, tahmin bile edemiyeceğim bir yabancı güneş göz kırpıyor bana..
Bu senin son günün, çileli hayatında aşacağın en kısa ama en huzur verici dönüş yolu bana diyor.. İnanayım mı diyorum güveneyim mi?... İnancını itimadını boşa çıkarmaz diyor bu yol...
Ben o rengini bilmediğim, güneşin ışıklarına inandım.. Ve her iki yanında salkım söğütler bulunan yoldan yürüyorum... Şimdi.. Tek başıma... Geriye hiç bakmadan.. Bu yola girmeden önce bir kurşun kadar ağır olan adımlarım bir kuşun hafifliğine ulaştı..
Neticesi odur ki hayatın; insan bu yola giriyor ve yürüyor tek başına.. Bu yolun sonunda ki Tanrı ve Cenneti beni kabul eder ve alır mı bilemem... Ama ben bütün ömrümü bu uğurda vakfettiğime inanıyorum... Tanrıya inanıyor ve ona sığınıyorum...
Mahcubum ve mahpusum..
Yol kısaldı artık..
Müptelası olduğum hiç bir afeti devrana sebebi hayatım diye başlayan, aşk nağmeleri terennüm edemedim... Vuslat dakikalarını nihayete erdiği her şafak vaktinde, ayrılık saati adım adım yaklaşırken, sadece ve sadece hissiyatımı kendime itiraf edebilme cesaretini gösterebildim...
Hakikatte; başımdan geçen her sevda masalında, inisiyatifi elinden bırakmayan bendeniz, nasıl bir gaflettir bilinmez ve nasıl bir delalettir hissedilmez, o üzüm karası gözlere esir olduğum andan itibaren, rüzgara kapılmış dümeni sahipsiz boş bir yelkenli gibi, çaresizlik okyanuslarında hazin hazin savruldum durdum...
Bir muammaya dönüşen bu garip, bir o kadar da beni bir yetim, bir öksüz çocuk misali savunmasız bırakan ilginç ilişkinin; geleceğimi de bir bilinmeze sürekleyeceği muhakkaktır.. Bu bilinmezin bana ve ona hazırladığı kader çizgisini birlikte yaşayarak göreceğiz.. Ben en başından söylediğim gibi.. Bundan şikayetçi değilim..
Tanrı şahidimdir ki asla şikayetçide olmayacağım....
Tanrı beni affetsin...
Ve bu küçücük sevda masalında kendisine ettiğim dualarımı karşılıksız bırakmasın...
Mahcubiyetim
Sızısıdır boş bir kefenin...
Denge
Ortada duruyor
Sabırsız...
Mahcubiyetim
Ağırlığıdır ellerimde ki boşluğun...
Hayret
Kapıda bekliyor
Çaresiz...
Oysa
Bir düşünce
Olsa bir deniz...
Yüzdüğüne yanmaz ufkumun
Yüzme bilmeden
Rengi ne olursa olsun kaçışın
Ulaşmaz bana
Kulaçları gecenin...
Şimdi
Adım adım ilerliyor
Sessizliğim ...
Boşluğun ortasında
Ve mahcubiyetim
Şimdi dans ediyor
Kurtların
Şeytan sofrasında...
YORUMLAR
HAYATIMA GERİ BAKMAYA KARAR VERDİM SEVGİ ÇOK KUVVETLİ BİR DUYGU İNANIN SİZDEN İLK BAŞTAN SİZİ ARKADAŞ LİSTEME EKLEDİĞİNİZ GÜN ACABA O... MU DİYE ŞÜPHELENDİM ŞİMDİ İSE GİTTİKCE ONA BENZEDİĞİNİZİ DÜŞÜNÜYORUM BELKİDE O. SUNUZ AMA İSTERDİMKİ DUYGULAR SAKLI KALMASIN KALAN ÖMÜRDE HER KEZ MUTLULUĞU BİR NEBZE YASASIN YÜREĞİNİZE SAĞLIK. ARİKA BİR YAZI OKUDUM VE BU YAZI DAN SONRA TEKRAR DÖNÜŞÜ OLMASADA BİR YOLA GİRECEĞİM AKIL GİTSE BİLE BAŞTAN YÜREK OLDUKTAN SONRA U ZAKLARDADA OLUNSA BİR ÇOK ŞEY YAŞANIR HAYATTA.
((*DJ_YILDIZ*)) tarafından 8/22/2008 6:47:18 PM zamanında düzenlenmiştir.