- 610 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bitmeyen Süreç Aydınlıkla karanlığın Savaşı 1
Köleci sistemle başlamıştı. Köleci sistemle doğru eğri mana kavramı ortaya çıkmıştı. Rızkların ve malın mülkün eşitsiz dağılımı fikrini açık açık deklare etmek doğruydu. Bunun böyle olmadığını söylemek yanlış ve zındıklıktı.
Gelişen sürecin doğru olan deklarasyonuna göre zulmü ve ceberrutluğu içinde başa gelen köleci deklarasyona uygun olmakla doğruydu, kaderdi. Kadere rızasızlık yanlıştı, kâfirlikti.
Bu ana düşünceyi de Yüce Tanrı anlamasına bağlamakla süreci Allah ile aldatmaya ve Allah ile ıskata (Allah adıyla susturma, Allah adıyla konuşamaz etme biçimine) getirmişlerdi.
Süreç bu postülanın ortaya konmasındaki egemence olan kıyaslarıyla neyin doğru neyin eğri olduğunu ortaya koyma mücadelesi içinde gelişip, bunun dışında olan bilimsel doğrulara kadar gelmişti.
1919 ile 1940 yılları arası süreçler yurdun kurtarılması olmakla, güncel değerlere göre yeniden yapılanma inşasının içinde değer ifade etmesi içindeki en temel hedefi; karanlığa karşı olan aydınlığın savaşıydı.
Karanlığın içinde bulunanlar arasında, savaşılması gerekenlerden birisi de dinin kendi özü içinde olmayanlardı. Bunlar emperyalizm kadar karanlığı yaratan tekkeler, zaviyeler ve tarikatlardı. Güncel olan misyonlarını çoktan tamamlamışlar. Şimdi zehirli safra olmuşlardı.
İşte 1919 ile 1940 dönemi içindeki atılımcı süreçlere taraf olanlar, aslında aydınlığın karanlıkla yaptığı savaşa taraf olanlardı. Karanlığa karşı, aydınlığın yanında yer alanlardı.
1919-1940 yılları arasındaki sürece karşı çıkanlar da aydınlığın karanlıkla savaşına karşı çıkanlar olup, karanlığın yanında yer alanlardı. Örümceklikti. Olumsuzlukları tartışmayı mahfuz tutarım. Ne var ki amaç olumsuzlukları tartışmak değildir.
Daldaki meyveye ulaşmak isteyen insan atalarımız da amaçları bu olmasa da meyveye ulaşana dek börtüğü böceği çiğneyerek amacına ulaşıyordu. Bu karanlıkçı ihanetler; çağ dışı kalmanın ve tarihin gerisinde geçilen bir aşama oluşları nedenle fosil kalmışlardı.
Fosiller karanlıkçı ihanetlerini; sömürü kaynakları içinde olmanın propagandasıyla çok kültürlülük adına, sivil örgüt olma adına cemaatleşen tarikatların, mezhepti yaklaşımcı ihanetleriyle yapacaklardı. Demokrasi içinde kendisi demokrasi olmayan tam bir aldatan puttular.
1940 ile 1950 arası adeta bir bekleme süreci gibidir. Bu bekleme süreci toplamda, kendi öncesinin devrimlerini sürdüremez. Aydınlığın karanlıkla olan savaşında toplamda ve büyük oranda oldukça atıl kalırlar. Ve giderek artan bir ivmeyle 1950 ve 2020 Aralığı içinde oluşacak olan karanlıktan yana olan oluşumların tezahürüne olan katkıyla, cılız ve mızmız bir muhalefetin icrasıydılar.
1950-2020 Aralığı, karanlığın aydınlığa karşı açtığı savaşa dönüştü. Bu yetmiş yıllık süreç sinsi bir karanlığın aydınlığa açtığı mücadele süreçlerini hazırlamayı ortaya koymuştu. Bunlar diğer yanıyla özgür dünya, Nato, yeşil kuşak, ılımlı İslam ve Ortadoğu eş başkanlığı gibi kendi meflûcunu işleyen süreçlerdi.
1960 ve 2020 yılları arsı onca çok iyi şeylere rağmen, totalde konjonktür elliğin de iyice oyuncağı oldu. Giderek artan şiddetle 1940 öncesinin tersine dönen süreçlerini, önce; gıdım gıdım. Sonra da toptan karanlığın aydınlığa, açtığı savaştırlar.
Evrensel değerlerin içindeki demokrasilerde karanlığı yaratan odaklara ilişkin seçme ayıklama kriterleri vardı. Bizde ise "siz isterseniz şeriatı da getirirsiniz" deyişlerin muhtevası içinde demokrasi anlayışları ortaya konuyordu!
"İşte şimdi başbakansın sen. İstediğini asar, istediğini kesersin" deniyordu 23 Nisan Çocuklarına. Bu söz demokrasiyi en afiliden tarifler (!) olmasıyla çok manidardır. Bu anlayışların kotardığı her güzel hareket (!) bizim bu sürecimiz içinde demokrasiyi giderek sıfırlayan aktivitelerdi.
Tarihsel bilinçten yoksunluk gibi direnç eşiklik bilinci olmayan demokrasi sürecine, demokrasi dendi! Demokrasinin karşı olduğu baskı, zulüm ve kana demokrasi denerek yeniden inşa olduk. Seçme ve ayıklaması olmayan demokrasiler, bizde ve gerici siyasetli İslam ülkelerinde oluşuyordu.
Bütün her yer sivil toplum kuruluşu (!) adı altında cemaat yapılarıyla doldu. Her kademede devlet ele geçirildi. Bunların kurduğu vakıflarda çocuklar "bir kere ile bir şey olmaz" diye ya yıllardan beri toplu tecavüze uğruyorlardı, ya da kendisini patlatan canlı bomba olup istismara açık oluyordular.
Kendisine Âdem’le Hava çocuklarını örnek aldığını söyleyen tarikat şefleri ortamı horoz tavuk kümesi ilişkilerine çevirmişlerdi.
Demokrasi; köleci tarihin başlangıcından beri gericiliğe, gericiliğin dinsel tasallutuna karşı, tekke, zaviye ve tarikatçı olan sömürü cemaatlerine karşı oluşun umarını yakın tarih içinde bulmakla tarihi diyalektiğin bulduğu bir kullanımdı.
Biz de “Müslümanın demokrasiyi savunması dinsizliktir(!)” demekle, “demokrasi savunucuları cehennemliktir(!)" diyen cemaat ve tarikatların yeşil bayrak açarak, boğaz kesen yaklaşımı, "ya Allah bismillah", "zafer İslam’ındır" deyişiyle Rabia işareti yapmakla bir darbeye karşı çıkıp; diğer darbeye sahip çıkmanın irade yoksunluğu içinde demokrasiyi savunanlar şimdi "demokrasi nöbeti tutanlardı!
Bu tür bağırma çağırma içinde şimdi “demokrasi nöbeti tutanlar cennetliktir" deyip, demokrasi mitingleri yapıp; demokrasi nöbeti tutup; demokrasiyi savunuyorlardı! Kumpaslarda, tarikat ve vakıf evlerindeki onlarca tecavüzlere karşı tecavüzcüler yargılansın diye demokrasi mitinginde olmayanlar, bir başka tarikat ve hoca efendi tasallutu olan darbenin tanklarına terlikle vuruyorlardı.
İnsanların aydınlıktan yana olacak sosyo toplumsa değer yargılarının ayarlarıyla oynanmıştı. Fren tutmuyordu. Bunlar ne demokrasi bilinciydi. Ne demokrasi kültürüydü. İçine ezilenlerin emek eksenli emek mücadeleli kazanımları girmeyen hareketlerle, bu kazanımları susturan; tecavüzlere bir kerelik diyen ceberrutluklarla ses çıkarmayanlarla; demokrasi sevdası oluşamazdı.
Emeği ve emeğin kutsallığını savunmanın başında dinsel odaklı sömürüye karşı duran bilinç içinde olmak gerekirdi. Demokratlık, dini akit olmayan ve kapitalizmin sopası olan dinsel odaklı tarikatçı sömürüyü tanımamakla olurdu. Vah insanım vah...
"Cehennemde yanmayan kefenler" satmakla, emeğin dinsel sömürüsünü yapan; ha keza "sıratta koşarak geçilen terlikleri!" yapıp satanla, "uçak düşüren duaları" üfleyenle! Güya "siyasetleri yıkacak beddualar" yapanla! başkanlık için istiarelere yatmalarla, terörle pazarlık için "bende dağa çıkardım" diyenlerle, yönetiliyorduk
Yer gök imam hatip olmuştu. Yüzde elliden fazla okulun adı İmam hatip bilmem ne okulu oldu. Genel ahvalde iç-dış siyasetler meflûç olmuştu. TÜBİTAK’ı hayvanat bahçesi müdürü idare ediyor; hastaneye ölü yıkayıcılar başhekimdi. Veterinerler öğretmen, öğretmenler de özel harekât polisiydi vs.
Sapla samanı birbirine karıştırmayalım. Tercihi, demokrasi açılımlı yelpaze içinde olmayan eğilimler demokrasi savunmalı eğilimler değildir. Faşizm, dinci fanatiklik ve dinci faşizm olan zulümler de bu karanlıkçı olmanın kapsamındadırlar. Demokrasi evrensel bir dildir. Söz gelimi "ya Allah bismillah diyen bir demokrasi dili ve örneği yoktur.
Ya da "zafer İslam’ındır", "tek yol İslam", "Allah’ın tüm sıfatları üzerinde toplanmıştır"; "sana ne soyuyorlarsa beni soyuyorlar" vs. diyen bir demokrasi dili evrensel literatür de yoktur. Bu istismara müsamaha eden siyasetlerin de tarihsel rolleri yoktur. Bunlar dinci faşizm ve zulmün ayak sesleridir.
Sözüm ona demokrasi mitingindeki siyasetçisiyle, demokrasi savunuşlarıyla (!) olan "Rabia" işareti Mısır’daki Müslüman kardeşler damgalı dinci zulmün ve dinci faşizm olan "demokrasi maskeli" darbe olmakla demokrasi olmayan diktatörlüğün savunulmasıdır.
Siz demokrasinin ve demokratik kültürün; sınıf bilinci olduğunu bilmezseniz. Sınıf bilincinin de emek dayanışması olduğunu bilmezseniz. Emek dayanışmasının da ezen bir güce karşı verilen mücadele olduğunu bilmezsiniz. Yine mücadelenin kendisini yasal düzlem içindeki savunmalar yapmasının sonucunda kazanılan haklarıyla birlikte, savunulur olmasıyla ortaya konduğunu da, bilmezsiniz.
Ezen gücün içinde beş bin yıldır dinsel diktacı zulümler de vardır. Nerede bir emek ve sömürü vardır; orada sömürünün ideoloji söylemi olan mutlaka bir dini anlayışları da vardır. Tarih boyunca dinler diğer bir yanıyla da hep ezen gücün sömürüsüne araçla şan bir kullanım da olmuşturlar. Çünkü iki sınıf arasındaki lümpenleşme de bunun en büyük sömürü alanı olmasına aracılık etmiştir. Dinin ve ruhban lığın sömürüsüyle dinin tedavülde olduğunu da bilmezseniz. Demokrasinin ve özgür düşüncenin orta çağ mücadelesi içindeki var oluşu salt dinsel mücadeleye karşı gelişmekle olası olmuştu.
Rızkların eşitsiz dağılımı gibi bozuk düzeni savunan baskıcı düşüncelere karşı oluşan bu tür özgür düşünce (Orta çağ Avrupa’sındaki dine karşı düşünce) nedeniyle emek mücadelesinin serbestleştiğini de bilmezseniz elbette. Bilseydiniz eğer, demokrasi deyince, dini ve şeriatı getirmeyi anlamazdınız!
Dindar kesimin demokrasiyi savunma hakkı yok mu? Bunu böyle ifade etmek dahi abestir. Elbette ki ve bal gibi de dindar kesimin demokrasiyi savunma hakkı vardır. Demokrasi içindeki her süreç gibi o da yasal düzlemden aldığı meşruiyetle demokrasiyi savunur, terlikle tankı döver!
Demokrasiyi savunmak, ne kadar dindarlığıyla da nezih olan kişilerin hakkıysa; tarihsel bir demokratik bilinci olmak ta dindar insanımızın en az dindarlığı kadar olmakla, demokratik şuuru taşıyışla bilmesi gereken eşik düzleminin de o kişide olmasının hak, olması gibidir. Seçme ayıklama kriteri böyle çalışır.
Bizlerin hangi temel düzlem bilinciyle, neyi savunduğumuzu bilmeden; Rabia işaretiyle demokrasiyi savunduğumuzu söylemesi tam bir çaresizlik ve tezattır. Tekrar edersek demokrasi evrensel bilinçtir. Ve hiç bir evrensel bilinçli demokrasi dilinde "ya Allah bismillah" kavramı yoktur ve olamaz da. Bu demokrasinin kendisini yadsıma olur. Din ise evrensel olmayan, yerel bir sosyolojik bilinçtir.
Demokrasi; ezen egemenliğin basıncına karşı, ezilenlerin egemenlik alanını var etme mücadelesi olmakla, demokrasidir. Yoksa rızklar başta eşitsiz dağıldı diyen ezen ideolojisi içinde olan ezen ezilen birlikteliğine (köleci kapitalizme ve kapitalizmin dinci fanatizm gibi kullanım unsurlarına) demokrasi denmiyordu. Renkli tonlar üzerinde ayrıştırılan birleştirilen imleç hareketlere demokrasi denmiyordu.
1950’den 2020’ye kadar olan sürecin içindeki mücadeleleriyle gerici siyasete karşı olan ileri siyasetler aydınlığın karanlığa karşı açtığı savaşın devamından yanaydılar.
Bilinçleri kararttığınız zaman, bilinçleri tarihsel diyalektikten yoksun kılıp; bütün yolları istismarın ve sömürünün kaynağı olan dine çıkarır olduğunuz zaman; ahaliyle istediğiniz kadar meşveret yapıp milli sandık iradesini ortaya koyun. Sonuç başınızı sieg heil kayalığına vurmaktan öte gitmez.
İşte bundandır ki, 1950’den 2020 dek olan siyasete sahip çıkan genel çoğunluk ta, karanlığın aydınlığa karşı olan savaşının yanında olmakla, karanlığa zemin hazırlayıp; karanlığa destek olup; süreci iyice "zulmet" yapmışlardı. Hem de tarihsel bilinçten yoksun, meşru bir halk iradesi olan burjuva ideolojisi içinde. Şu anki demokrasi, halkın bilinci oluşla değil; burjuvazi bilinci oluşla sürmektedir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.