BİR RÜYA MIYDI ÇOCUKLUĞUM? 1. BÖLÜM -9-
ARABA SEVDASI
Kendi oyuncağımızı kendimiz yapmak zorundaydık zira ne oyuncağa verecek paramız ne de cam misket ve fırıştak(topaç) dışında alınacak oyuncak bulunmazdı. Ağaçlara su yürüdüğünde genç söğüt dallarından düdük; boş kibrit kutusuna küçük iplik makarası yerleştirip oyuncak araba; çakmak taşını günlerce çenterek taş gülle; yine mevsimi geldiğinde uçurtma yapıp oynardık. Topacın ağaçtan yapılmış kısmı ile yanında bir tane at nallamada kullanılan çivi verilirdi. Biz bu çivinin baş kısmını çekiçlemek suretiyle sivriltir sonra ağaç kısmına saplamak suretiyle fırıştağımızı yapardık. El emeği yaptığımız oyuncaklarımızın değerini de iyi bilirdik.
Sezon gelince tahta tekerlekli araba yapmak olmazsa olmazlarımızdandı. Dört adet kalın tahtadan hızarda tekerlek kestirilip ortalarından delik açtırdıktan sonra, arabanın geri kalan kısmını yapmak kendi işimizdi. Ağabeyimle genç demircik ağacının uygun kalınlıktaki dalını keser, tahra ve bıçak yardımıyla mazının uçlarını da tekerleğin deliğinden geçebilecek kalınlıkta yontar, oturma, ayak koyma yerlerini tahtadan yapar ve çivilerle mazılara monte ederdik. Sonra hareketli ön mazıya çaktığımız kalın iki çiviye birer örme ip bağlamak suretiyle arabamızın yönlenmesini sağlayan direksiyonunu tamamlardık.
Mahallenin çocukları hep birlikte arabalarını alıp Çakal Tepesinden aşağıya doğru sarkan uzunca rampanın olduğu yolun başına gelir ve arabalara binip gidebildiği yere kadar gider, arabaların hızını ayarlamak için ise yemeni(tabanı araba lastiğinden yapılan bir tür ayakkabı) topuklarını fren olarak kullanırdık. Aşağıya vardığımızda arabaları sırtımızda taşıyıp tekrar rampanın başına dönerdik. Bu öylesine zevkliydi ki zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmazdık.
O gün vakit geçmiş ve gün inmişti. Bizim eve gelmemiz ancak hava karardıktan sonra mümkündü. Burada olan hiç kimse ailesinden izin alarak gelmiyordu, biz de izinsizdik. Babamın hassasiyetini bildiğim için beni bir telaş almıştı. Bir de ne göreyim aşağıdan üç jandarma süvarisi gelmiyor mu? Hemen birine yanaşıp “Asker abi, beni de bindirsene!” deyince, “Uzat elini” dedi ve yakaladığı gibi yukarı çekti, bir anda kendimi atın üzerinde buldum. Rampayı aşıp düzlüğe gelince, asker abi atı mahmuzladı ve at dörtnala gitmeye başladı, çok korktuğumu söylemeliyim ama utancımdan sesimi çıkarmadım. Önde olduğumdan dolayı rüzgârdan gözlerim yaşarmış ve önümü göremez olmuştum. Evimizin yakınlarına gelince ilk defa bindiğim attan inip hemen eve koştum. Babam çoktan gelmiş ve her halinden kızgın olduğu belliydi. Bana “Abin nerde?” diye sorduğunda cevap bile veremedim. Abim eve döndüğünde ise her taraf kararmıştı, arabayı aşağıda bir yere saklayıp gelmişti. Babamın sorularına cevap verecek durumda değildi. Bu bir bakıma sopayı hak ettim sessizliğiydi ve poposuna inen iki çubuğun sesiyle abimin çığlığı ve tövbe, tövbe yakarışı gecenin karanlığına uzanıp kaybolmuştu. O gece yatıncaya kadar bahçede oturan abim, Ayşe’nin babamdan habersiz olarak getirdiği yiyecekle karnını doyurmuştu. Çocuktuk, hata yapmak bizim olmazsa olmazımızdı.
İLK ÇİKOLATAYI NASIL KAZANDIM
Yıldırım Ağabeyim okula başlayınca onunla birlikte önce okumayı, sonra yazmayı ve sayı saymayı öğrendiğim zaman henüz beş yaşına girmemiştim bile. 29 EkimCumhuriyet Bayramı yaklaşırken abim şiir ezberlemeye çalışıyordu. Babama, ben de şiir ezberlemek istediğimi söyleyince, bana iki beyitten oluşan ‘Bayrak’ isimli bir şiir ezberletti. Bayram törenleri Kışla Bahçesi’nin çıkışındaki cadde üzerinde yapılıyordu. Kürt Hasan’ın fırınının sağ tarafına kurulan kürsüde, bayramın nedenine dair açıklama konuşmaları bitip sıra çocuklara geldiği zaman yavaş yavaş kürsünün bulunduğu yere gitdip fırsat kollamaya başladım. Ortaokul öğrencilerinin şiirleri bitince aradaki boşluktan istifade üç basamaklı kürsüye fırladım ve var gücümle Bayrak Şiirini okudum. Öğrenci olmadığım her halimden belli olduğu anlaşıldığından olsa gerek, iyi bir alkışla karşılık gördüm ve ben hedefime ulaşmanın mutluluğu ile doğru yakındaki dükkânımıza koştum. Biraz sonra dükkânımıza gelen bir adam beni Milletvekili (Soyadı Yaycıoğlu)nin çağırdığını söyleyince, babam da şaşırmıştı. Elimden tutup milletvekilinin yanına gittiğimizde; her halinden farklı görünüme sahip fötr şapkalı milletvekili beni yanına çağırıp ismimi, kaç yaşında olduğumu sorduktan sonra, “Biliyor musun? En çok senin okuduğun şiiri beğendim Aferin sana” dedi ve çantasından çıkardığı bir çikolatayı ödül olarak verdi. O yıllarda çikolata Andırında satılan bir şey değildi. Ödülden payıma ancak bir bakla dışında kalanını evdekilerle paylaştım. O zamanki ağzımın tadı bir başka olsa gerek ki o çikolatanın kokusunu ve tadını bir daha asla yakalayamadım.
İkinci yarıyıl başlamış ve 23 Nisan Çocuk Bayramı yaklaşmaktaydı. Cumhuriyet Bayramında gördüğüm ilgi ve motivasyonun etkisiyle daha uzun bir şiiri çoktan ezberlemiş, bayramı sabırsızlıkla bekliyordum. Nihayet o gün geldi ve ben yine tam teçhizat kürsünün yakınında konumlanmış durumda bekliyordum. Şiir okuyacak öğrenciler uzun bir kuyruk oluşturmuş, bir türlü bitmek bilmiyordu. Ben yine bir boşluk arasında hamle yapıp kürsünün merdivenlerini tırmanıp şiirimi okumaya başlamak üzereyken, öğretmenlerden biri sırtımdan kartalın civcivi pençelemesi misali yakalayıp, geriye doğru çekerken havada bir kavis çizdirip kürsünün arkasındaki alana yüzükoyun savuruvermişti. Başım yere çarptığında gündüz gözüyle yıldız görmenin ne demek olduğunu da tatmıştım. Korkudan ağlayamadım bile. Sessizce kalabalığın arasına karıştım, sonra doğruca eve. Jeep vakasından sonra bir kere daha yaşayarak öğrenmiştim hayatın hiç de kolay olmadığını ve Andırın gibi engebeli bir arazide yol almak zorunda olduğumu.
YORUMLAR
Dilhun
Bir süredir internet ortamından uzak kaldığım için cevap yazamadım. İlginize teşekkür eder sevgi ve saygılarımın kabulünü dilerim.
Geri gelmeyen, özlenen çocukluğumuz gibi o gunkü tatlar da geri gelmiyor ne yazik ki.
Güzel kaleme alinmış bir ani. Begenerek okudum.
Ben de dondurmayı ilk tattığımda ağzımı yaktığını düşünmüştüm. O günkü duygularimı ( Ağzımı Yakan Dondurma ) adli öykümde anlatmıştim :-) çocukluk işte, unutulmuyor bazı şeyler...
Tebrik ederim, selamlar.