- 885 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
-MÜZİK DÜNYASINDA BİR YOLCULUK-
Müzisyen vardır günü birliktir. Gün doğumu kadar sıcacıktır da gün batımıyla birlikte yok olur gider. Bir sonraki gün hatırlanır mı acep? Med cezir manzarası sunar. Kıyıya vuran dalgalarla birlikte kumsalın aldığı şekil bir başka dalgayla yitip gider. Tekrarını umabilir misiniz?
Müzisyen de vardır ömürlük hatta evladiyeliktir. Kavramlaştırma yadırganabilir. Müzisyenlik ticari bir dille ortaya konur mu? Ya da konmalı mı? Ancak unutmayalım ki, müzisyenin de bir piyasası vardır. Ticari ögeler karşımıza çıkar. Albüm satışları hangi düzeydedir? Fakat birde ticari ögelerin öne çıkması vardır. 1980’lerde önemli ölçüde ivme kazanan bir durumdan söz ediyorum. Günlük, dönemlik, sezonluk başarı öne çıkar. Belirli bir periyotta liste başı olmak esastır.
Sadece bizde mi? Bilakis dünyada da müzik metalaşır. Dönemin popularite kazanan yabancı topluluklarından Opus ve meşhur parçaları Live is life aklıma gelir. Neden mi? Dönemin hit parçalarındandır. Topluluğun solistinin bir röportajda söylediklerini hatırlarım. Klasik müzik altyapılarından söz ederken uzun yıllar sanat yaptıklarını ancak ün kazanamadıklarını dillendirir ve Live is life’yi para ve şöhret kazanmak için yaptıkları hususuna değinir. Bir bakıma genel izleyici kitlesinin o kadar da beğendiği, kaliteli bulduğu bir parçanın hangi şartlarda bir mit’e dönüştüğü bizzat müzisyenin kendisi tarafından ortaya konulmuş olmaz mı?
Yine 1980’lerin ortalarında Modern Talking revaçtadır. Son zamanlarda rast geldiğim bir tanım fikir verebilir. “Modern Talking efsanesi” O dönem gerçekten de öyledir. Do you Wanna, You are my heart ikilisi esip estirir. Ardından Brother loi ve Cherry cherry lady fırtınası gelir. Brother loi’yi Suna Yıldızoğlu da seslendirir. Neydi Modern Talking’in sihri? Thomas Anders’in yakışıklılığı mı, kadife sesi mi, iyi pazarlanmaları mı, dönemin eğilimlerini deyim yerindeyse bam telini yakalamış olmaları mı? Hepsi de diyebilirsiniz. Ancak bir mevsimdir geçer. Söz ettiğim iki albümden sonra o heyecan söner. Nostalji rüzgârı da kâr etmez. Tılsım bir kez bozulmuştur. Tarz benzeşimi açısından bakarsak, Cause you are young adlı parçalarıyla biraz C.C. Catch kulvarı idare edecektir.
Peki, başka kimler 1980’lerin ritmini yakalar. Ya da hangi topluluklar? O dönemden başlayıp bugüne kadar etkileri devam eden bir isim olarak Madonna en başta akla gelebilir. Müzik üzerine yapılmış bir araştırmanın başlığı da fikir vermez mi? “Mozart’tan Madonna’ya” Şarkıları, söyleyişi, dansı derken alır götürür. Kimi? Pek çok kişiyi alır götürür uzaklara. Hele ki La is la Bonita değil mi? Tam bir Latin ezgisidir hani.
Yine de sormalıyız. Gerçekten de müziğin dünyada ulaştığı nokta Madonna mıdır? Kendi hesabıma hiçbir dönem de rüzgârına kapıldığımı söyleyemem. Açıkçası topta Maradona, popta Madonna, operada primadonna gibi bir ses benzeşimi sarhoş etmeyecektir beni. Kanaatimce Madonna’nın müzik dünyasında kraliçeliğe yükselmesi önemli ölçüde farklı bir hususa lezbiyenlik motifine dayanmaktadır. Yoksa lezbiyenlik bu müzikal birikimin yozlaştığı aşama mıdır? Değil. Lezbiyenlik hep vardır da milenyumda teşhirciliğe dönüşür.
Madonna’nın 2000’lerde Britney Spears ve Christina Aguilera ile sahne etkileşimi akla gelebilir. Bazı çevrelerin Britney Spears ve Christina Aguilera’nın Madonna’dan el aldığını öne sürmesi olayın görsel bir mitolojiye nasıl dönüştürülebildiğini de akla getirebilir. Ancak olay müzikal boyutun dışına taşmıştır. Görselliğin böylesi özellikle gençliği nasıl bir psikolojik mecraya sevk eder? Ya da nasıl bir maceraya sürükler? Görünen o ki, 1980’lerin güzel, hoş parçalarından kıpır kıpır Latin tarzından geriye kalan fetişist bir maskaralıktır.
1980’lerin hitleri arasında Gazebo’da derhal akla gelebilir. Hey gidi I Like Chopın değil mi? Biraz da meşhur besteci Chopın’ın Noktürn’ünü mü yâd ederdik? Sanmam. Ancak romantizmin girdabına da dalardık. Ya da Telephone Mama hatırlanmaz mı? O hırıltılı ve boğuk ses bugün de nostalji yaptırmaz mı? Fakat o da bir dönemdir bence. Aynı etkileşimi yakalayabilir miyiz acep? Yine dinlemediğimiz zaman uyuşturucu krizine girer gibi gazaba gelir miyiz? Mübalağa ettiğimi düşünmeyin derim. Bir parçanın ya da müziğin değerini en iyi yokluğunda belirlersiniz. Dinlerken değil de; dinlemediğiniz ve dinlemek istediğiniz zaman, bir şeylerin eksikliğini duyarak ölçebilirsiniz.
1980’lerin sonları özellikle, televizyonlarımızda Klipler kanalıyla görsel ögeleri de öne çıkarır. Güzellik, alımlılık, yakışıklılık, jönlük, modellik, vs. bazı yan ögeler sanatçının imajını besleyen unsurlardır. Şimdi bana görsel motifler elbet olacak diyebilirsiniz. Peki, hangi düzeyde? Bazı müzisyenlerde bu ögeler birincil değerdedir. Ses ve yorum ikincil özellikte gelir. Sözgelimi aslan yelesini andıran saçlar dikkat çeker. Duran Duran’ın solisti Simon Le Bon ve Wham topluluğunun solisti George Michael aklıma gelir. Açıkçası Wham’in müziğini beğenirdim de. Sonradan grup dağılır. George Michael bireysel ölçekte de çıkış yapar. Careless Whisper, Faith gibi parçalar akıllardadır. Hatta bugün de aynı tadı almak mümkündür. Her iki solistte genç kızların sevgilisi olmalılar. 2000’lerin İngiliz futbol yıldızı David Backham’ın, Simon Le Bon ve George Michael’den devraldığı bayrağı başka bir sektörde taşıdığı da söylenebilir.
Ancak o dönem aslan yelesi saçlar deyince benim favorim Kim Wilde’dir. Kadın şarkıcılar arasında albenisi olan başka isimler de yok mudur? Elbet vardır. Ancak Kim Wilde öne çıkar. Açıkça dönemin rüzgârını belirleyendir. Diğerleri onun rüzgârında ilerler ya da rotasını belirler. Tek bir kelimeyle markadır. Onun duruşu, imajı belirleyicidir artık. Günümüzün konuşmada yaygın repliklerinden biri wooovvv’dur da muhtemelen Kim Wilde’ı görmeyenlerin kuruntusudur. Peki, bugün dönüp baktığımda Kim Wilde’den geriye ne kaldı? You Keep Me Hanging On adlı hareketli parçadan gayrı. Dolayısıyla Kim Wilde’nin de bir devri aşamadığı, bir müzisyen olarak belirli kalıpların dışına çıkamadığı söylenebilir.
Şüphesiz teknolojinin geliştiğini şarkı ve şarkıcılara kolayca ulaşıldığını belirtmeliyiz. İstediğiniz an internetten bir klibi indirebilirsiniz. Yani efendim özlem duymanız için hiçbir sebep yok. Oysa 1980’ler de nasıldır? Ha deyince bir parçayı dinlemek meseledir. Yolda yürüdüğünüz bir sırada bir kaset marketin önünden geçerken duyduğunuz parça, etrafa yayılan melodi sizi alıp içine çeker, sarıp sarmalar adeta. Lorraine Mckane’nin Let the night take the blame, Jermaine Jackson Pia Zadora ikilisinin seslendirdiği When the rain begins to fall, Modern Talking’in Do you wanna, Bad boys blue grubunun You are a woman adlı parçalarını ya da USA For Africa’nın koro halinde sunumuyla We are the world’ü market önlerinde az mı dinlerim.
Yine kuşak değiştiği hususu üzerinde durulabilir. Bugün birçok parçaya başımı çevirip bakmamam gençlik yıllarımda olmamama mı bağlıdır? Tam olarak değil bence. Çünkü bazı müzisyen ve parçaları aynı kıvam da dinleyebiliyorum. Chris De Burgh, Pet Shop Boys, Alphaville, Robin Gibb, Queen gibi isimler aynıdır bende. Robin Gibb’in geçtiğimiz yıllarda kolon kanserinden öldüğünü öğrenmem beni eskilere götürecektir bir an. Julieth, Kathy’s Gone, Another Lonely in Newyork, How old are you gibi hitleri düşünüyorum da. İnternet kanalıyla kolayca ve zevkle dinledim de. Üstte de değindiğim gibi o zamanlar öyle miydi halbuki? Bir parçasını arayıp taradığım zamanlar olurdu.
Benzeri bir durum Alphaville içinde geçerlidir. Big in Japan’ı ilk dinlediğim zamanlar üzerimde yaptığı bir tür mistik bir etki, bir vecd hâlidir. Marian Good başka dünyalardan seslenen biri gibidir. Çılgın bakışları kışkırtıcıdır da. And Dağları üzerinde Torres Del Paine milli parkında yer alan sip sivri kayalıkların farklı gün bölümlerinde aldığı şekiller misali mi? Bir ölçüde öyledir derim. Forever Young ve Summer in Berlin gibi klasik parçalar hiç şüphe yok bugün de alıp götürebilir insanı. Şüphesiz Queen’de unutulmaz. Enstrümanlarıyla, şarkıları, söyleyişi, hareketli sahnesiyle bir başkadır Freddie Mercury; Aids’den genç yaşta ölümüyle Freddie’nin kâbusunu yaşatsa da bir müzik ikonu demek mübalağa mıdır acaba?
Bu açıdan baktığımda o zamanlar gençtik şimdi yaşlandık o yüzden beğenmiyoruz tanımlamasına sıcak bakmam. Duruşuyla, kimyasıyla yankısı bugüne taşıp gelen parçalar vardır. 1960’ların slow müziği bu devamlılığı yakalayabiliyor. O müziğin ister romantizmi ister ideolojisi bazında alın kalıcılığı vardır. Kapitalizm karşıtı mesaj bugün de hükmünü yürütmez mi? Sözgelimi Pink Floyd ya da Joan Baez gibi isimler. Bir devrin meşhur kasetlerinden Anılar 9 aklıma gelir. O parçalar hiç devrini doldurmaz. Yine romantizmiyle Simon and Garfunkel, Jose Feliciano, Demis Roussos, Cat Stevens, vs. sanatçılar ya da Rain, Boat on the River, Hotel California, El Condor Pasa, Sound of silence, Lady Darbanville, Morning has broken, Yesterday, Let it be, Forever and Ever gibi parçalar değerinden hiçbir zaman kaybetmez.
Eski film müziklerine damgasını vuran bazı sanatçılarda böyledir. Andy Williams’dan Where do I Begin ya da Moon River, Matt Monroe’dan Born Free veya The music played gibi isim ve parçalar ölmezler arasındadır. Maurice Albert’in Feelings adlı parçası unutulabilir mi?
Siz bakmayın kendi gençlik dönemini eksen alarak onar yıllık dönemleri parselleyen, müzikal bir ada oluşturduğunu düşündüren tanımlamalara. Müzik emlak kültürü değildir. 1970’lerde doğanlar dünyada müzik 1980’lerde yapıldı bitti derler. Ya da 1980’lerde doğan biri çıkar 1990’ların müziği bir başkaydı der. 1990’larda doğan bugünün gençleri müziğin hası günümüzde diyebilir. Denir de doğru mudur acep? Nostalji rüzgârı budur işte. Bu tanımlarda müzikalite algısı yoktur demiyorum. Vardır da, sınırlıdır. Şimdi bana kalkıp da zevkler ve renkler tartışılmaz demeyin. Demeyin çünkü arz ettiğim yanılgının tanımı değildir ki o. Kaldı ki, 2000’lerin müziğinin üzerinden kuşak bile geçmedi henüz. Kalıcı olup olmadığına nasıl hükmedilebilir. Oysa 1960’lar hâlen sesini duyurur, bugüne akıp gelir.
Hani derim ki, sanatın her alanında olduğu gibi müzikte de kalıcılık, kuşakları aşan ögeler, giderek kendini forse eden bir yan olmalıdır. Yoksa yitip giden çocukluğum, ah o gençliğim ah! Demeler, ünlemeler bizi mide gurultusu istidadında meselelere yaklaşmanın ötesine götürmez, götürmeyecektir.
L.T.
YORUMLAR
Müzik dünyasına kısmen yolculuk deseydiniz bir yığın sanatçıya ve müzik akımına haksızlık etmemiş olurdunuz... M.Jackson dan chiris Rea ya, Metalica dan, Tina Turner a, Vangalesten, Ramazotti ye alanında ekol yaratanlardan, blues'dan punk'a, metal'den pop'a, elektronik müzikten sokak müziğine bir sanayi oluşturdu müzik... Ne kadar şanslıyız ki bu sürecin içinde bu kadar çok müzik insanının çağdaşı olma bahtiyarlığını yaşıyoruz... Kayıtlarına ulaşabiliyoruz... Seçeneklerimiz sınırsız... Fakat müziği değerlendirme konusundaki tembelliğimiz sınır tanımıyor... Herkes popculuğa heveslenmeden biraz da müzik dinleyicisi olmayı denese keşke... Elinize sağlık....
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum şüphesiz
"Müzik Dünyasında Bir Yolculuk" demekle olası nice yolculuktan biri demeyi hedefledim aslında
Nitekim yakın dönemde "Çikolata Renkli Sanatçılar" başlıklı naçizane bir yazımda yer almakta sayfamda
Yanı sıra "Bir Tatlı Huzur" başlıklı merhum bestecimiz Münir Nurettin üstada eğilme denememden de söz edebilirim, şüphesiz bir gafletin nişanesidir aynı zamanda
Diğer yandan 2014'de paylaştığım "Müzikte Evrensellik Nedir Ne Değildir" başlıklı fazla iddialı başlık attığım kuşkusuz, yazımı da belirtmek isterim
Tüm bunların yanısıra muhakkak surette popçu olduğumu söyleyemem sevgili hocam
Zaten tam bir popçu olsaydım üstteki müsveddede bile 60'ların slow müziğini pop alanında öne almaz, alamazdım sanırım
Beri yandan hafif müziğimizin 60'lar ve 70'leri de unutulmaz
Kim bilir, 90'lardan bu yana yerli pop kulvarına Türk Hafif Müziğinin eskileri yanında müzik bile denemez belki de
Hani birkaç ismi müstesna kılmak mümkün elbette
Bütün bunların da üzerinde sanat musikimizin değerlerinin başı dumanlı dağlar mertebesinde olduğu fazla sözü gerektirmez sanırım
Hey gidi Zeki Müren merhum deme de dur şimdi
Ya da Müzeyyen Senar merhume sultanımız, vs.
Onları yazmak haddime düşer mi sanıyorsunuz?
Hani hocam, bu şuna benzer bir bakıma
Şaire sormuşlar hiç annenizi konu edinmiyorsunuz
Annemi anlatabilecek kadar şair değilim der üstat
O hesap benimki de
Bende açıkçası, gençlik yıllarımın zırtapozca eğilimlerini biraz allayıp pulladım
Nihayet Hocam
İlgi ve alakanız dolayısıyla tekrar teşekkür ederim
Saygı ve selamlarımla...
Atilla Çakıroğlu
levent taner
Katılımınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
70 ve 80 ler müzikte alman ve iskandinav akınının olduğu yıllar. iskandinavlara has gırtlak ve ses sanırım o yıllardaki müziğin şekillenmesine de etki etti. 60'lardan sonra popüler olan tolkien'in orta dünyasında bahsettiği halkların tarzı, müzisyenlerin ve gençliğin tarzında büyük etki yarattı.
bir louis armstrong, bir edith piaf ya da nina simone'un sesini yakalayan kimse var mı şu zamanda. yahut hafız burhan'ın desibeline çıkan bir ses. varsa da teknoloji ve iletişimin getirdiği hızlı tüketim müzikte de aynı etkiyi gösteriyor. 2000 öncesi kısıtlı imkanlar sanatçıya olan değeri de artırıyordu bence. ülkenin ilk müzik market zinciri raksoteklerin albümdeki şarkıları tek tek dinlemeye imkan veren aletlerinde dinlediğim müzikleri unutamam. aynı şekilde 144 pikselde izlediğim klipleri de. hele ki 90 lık kasetlere özenerek seçip doldurulan şarkıları bugün bile aynı keyifle dinleyebilirim.
benim düşüncem, 70'ler 80'ler ve 90'lar her zaman değerini koruyacak. elinize sağlık. saygılar, selamlar.
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...