- 878 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ORDA BİR KÖY VAR!..
Orda bir köy var uzakta
Gitmesek de, görmesek de
O köy bizim köyümüzdür…
Bu şarkıyı kim bilir kaç kez söyledik avaz avaz çocukluğumuzda. Hiç düşünmedik, o köy gerçekten bizim mi, ne kadar, ne anlamda bizim? Bizim mademki, bizim olana ne yapmalıyız, bize düşen ne bu konuda, öz mü, üvey mi gösterdiğimiz yakınlık, uzatıyor muyuz ellerimizi, yanında mıyız, karşısında mı? Daha birçok soru hiç gelmedi aklımıza. Gelemezdi de, o şarkının gerçekte ne anlam taşıdığı da. Çocuktuk, hele de batıda, bir eli yağ bir eli baldaysak, dünyadan bir haber ve pembe görmede var olanakların yanı sıra çocuk oluşumuzla da.
Çocukluğumuzda iletişim araçları böylesi çeşitli ve yaygın değildi. TV yok, internet yok, dolayısıyla sanıyorduk ki ülkenin her yeri bizim bulunduğumuz ortam gibi güllük gülistanlık. Ve ben sanıyordum ki, oralardaki çocuklar da kaloriferli okullarda okuyor. Bir giydiklerini bir daha giymiyor, yediği önünde yemediği ardında, evine her gün birkaç gazete giriyor, istediği her kitap, oyuncak onlara da alınıyor, anne babaları kendilerine alırken, çocuklarına da çeşit çeşit çocuk dergileri alıyor, sinema, tiyatroya gidebiliyorlar, opera, baleye de. Yazın tatil yapıyorlar, çeşit çeşit mayolarıyla denize giriyorlar.
Bu nedenle ki, tüm çocuklar mutlu zannıyla çok mutlu çocukluk geçirmiştim.
Ne zaman ki büyümeye başladık, ne zaman ki gerçekleri görmeye başladık, gazeteleri farklı açılardan okumaya, farklı kitaplar okumaya başladık, o köylerden arkadaş, dostlar edinmeye başladık, öğrendik, çok acıyarak içimiz öğrendik!
Sonrasında da ülke gerçeklerini, o köy bizim diye, o köylere hizmet götüreceğiz diye hizmete talip olanların, nerelere nasıl hizmet götürdüklerini gördükçe, unuttukça verdikleri sözleri, o köy benim deyişlerinin laftan ibaret olduğunu, oy alana kadar olup sonradan unutulduğunu öğrendik.
Sayın Ali Yaşar Bey’in (GAZETE ADIYAMANLA SUSMAYACAĞIZ) başlıklı yazısını okuyunca iyice acıdı içim, iyice utandım çocukluğumdaki yaşamımdan, iyice utandım utanmayan, sorumsuzlar adına da.
Bizim zamanımızda internet arkadaşlıkları falan yoktu, kolay da değildi arkadaşlıklar ve bizim en popüler etkinliğimiz mektup arkadaşlıklarıydı. Buradan yola çıkarak, lisede İngilizce öğretmenimiz bize İngilizce yazışacağımız mektup arkadaşları edindirmiş o mektuplardan da not veriyordu.
Bir mektup arkadaşım Pakistanlıydı, varlıklı ve üst düzey bir ailenin oğlu ve kolej öğrencisiydi, o da Türkçesini geliştirmek istiyordu bildiği üç lisan yanı sıra. Aynı mektubu İngilizce, Türkçe ve Urduca yazıyordu, O sayede Urduca bile öğrenmeye başlamıştım. Ben de ona aynı mektubu, İngilizce ve Türkçe yazıyordum. Diğeri de, İngilizce yanı sıra, Türkçe de öğrenmeye çalışan bir Fransız, onunla da İngilizce ve Türkçe mektuplaşıyorduk. Onun da anne ve babası üniversitede profesördüler. Yine tozpembeydi bildiklerim başka ülke gençleri de bu olanaklardaysa…
Ne zaman ki; o yıl siyasalı kazanmış doğulu bir mektup arkadaşım oldu, işte o zaman anladım, halk deyişiyle hanyayı konyayı.
Bir gün agresif yazıları, düşmanca söylemlerinden hem ürkmüş, hem de sinirlenmiştim ve de azarladım satırlarla, “Kendine gel” diye. Ama cevabi mektubunda okuduklarıma da inanamadım. “Senin dünyadan haberin yok” diyordu. Ankara’ya geldiğimde, Paris’e ya da Amerika’ya falan mı geldim dedim, şaşırdım, çok şaşırdım. İlk kez lavaboyu, ev içinde tuvalet ve banyoyu gördüm, ilk kez sinemaya gittim daha tiyatroyu bilmiyorum. Ayağımıza giyecek kara lastik bulamıyorduk diğer köydeki ahır kılıklı, sobasına atacak odunu bile olmayan okula gidebilmek için. Çantam hiç olmadı benim, doğru dürüst kitap, defterim de. Paltom da olmadı, ellerimize çorap geçirirdik donmasın diye… Ve daha neler neler, ne yoksunluklar dile getirmişti sayfalar dolusu mektubunda.
Donmuş kalmıştım…
Utanmış, çok utanmış ve ağlamıştım…
Kulakları çınlasın, o arkadaşım ve anımı hatırlattı Ali Yaşar bey.
Orda bir köy var uzakta. O köy… Diye başladım…
Devam edemedim… Yine ağladım…
Bu defa daha bir, daha başka ağladım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.