Dik açı kırk köşeli (nesir)
İki şık vardı, izbeliği infiallere oturtacak olan. Fiiller herc ü merc takasında işleye dururken, filler altında ateş kaynayan yerin üstünde kaderlerlerine yürürken ve fiskenin nelere ne büyük olaylara sebep olabileceğini düşünürken, ilk ve son çaresizlik gibi gelir an üstüne üstüne ki, “İstemiyorum!” denilen türden.. İşte şimdi çıkmazdayım. Şimdi namütenahi fevriliğe gebe, bir türlü adını koyamadığım hazdayım. Şimdi Eflatun’un lir taksimi yaptığı tefekkür i sazdayım. İşte şimdi, afetlerden belalardan müsterih olma kavliyle yüce Yaratana niyazdayım..
Nirengini zor ve zorbalığın laçkalaştırdığı itidali içime çekmek istemezken bile iftitah alır sunumlar bir gümüş sinide; Birisi saray yolu, inci mercan döşeli., Acıdır ilaç, iyileşmek istemeyen içmesin! Derler amma iyiliğin tarifi hekimin zevahirinden apaçık okunur. Eyvallah deyip uyacak olsan vallahi Bari’i Tealaya dokunur. Diğeri çiçek tarlası gibi görünür. Görüntünün altında bıldır dan kalma kuru dikenler batıp kanatacak baldırlara özlem ve hasretle bekler gibi; Diğeri çile, angarya dik açı, kırk köşeli.. Evet, bu tarafın hülasasında denklemler devri tersinden konu ediyor olmalı ki, dürüstlük sadece dürüstler için dik açı hem de kırk köşeli. Formüllerini mugalâtanın yazdığı bir matematik kitabı okunur tedavülde.
Anlamak için bazen vakit çok dar olabilir, düşünmek için zaman kifayet etmeyebilir ve öyle bir lahzada yük vurulur semersiz sırta ve siz böyle bir amansızlığın sancısıyla kıvranırken, ikisini birden götürme derdine düşer kavrulmaya başlarsınız çoktan bile., İntizamı mizaç edinen ruhlara iç içe çember, misaller taksim edilir ki, hakkı tutmanın, haktan yana olmanın zorluğu anlaşılsın ve masiva kolayına gelsin diye. Kargaşanın analitik resmi istenir fakat zehir zerk edilmiş metaller dokundukça trendini daha da bozar. Maalesef İfk, habis urdur buradaki teamüllerde. Turuncun siyahla öpüştüğü, kepazeliğin yegâne meşru kabul edildiği, meşveretin cehalet sayıldığı veçhi ziftlenmiş asırdadır, bellek..
Hani sen, sevdiğinin bir saç teline dünyaları vermezdin. Hani sen, vefa borcum kalır diye dosta emanet ettiğin sözden dönmezdin. Hani sen, mum olur yanardın da, ayalim ışıksız kalmasın diye tükenirde sönmezdin. Hani sen, iki el yapışmasın diye(mi?) yakama ecele razı gelir, vaktinden önce intihar etmez ölmezdin. Haniya sen, görmek istediğine bakar, rüşvete iltimasa, iltizama kördün, görmezdin. Haniya sen, birileri çelme takar korkusuyla yürürken yere sağlam basar, tabiatıma makûs görülen cakama halel gelmesin edasıyla yüreğinde şimşekler çakardın. Haniya sen sendin o, kurtuluşu kabil olmayan yardan düştüğünde bile sırf Allaha (azze ve celle) yakarırdın, yakardın. Haniya sen biliyordun ki, ölümden sonraki hayatta da var olacaktın ve vardın ve sen vakardın!..
Acele giden, ecelin sınırlarında olduğunu anlar mı dersin? Ya da, aklı başına düştüğünde hiç yerinden oynamayan, kıpırdamayan, yemeyen içmeyen bir mütefekkir var mı dersin? Yoksa bedeli kefilsiz, bendeki bu gayreti nümayişlerinde kavrar mısın? Veyahut sende(mi?) mevki, mertebe, şan, şöhret koşusuna hevesli nefsi tavlar(mı)sın? Dön bak bana ki, Canhıraşım, dilimde tat bozar her unsur. Hadi dediğimde eteğim dolar, gördüğüm eğretiliğimden istinat almış onlarca, binlerce kusur. Cesaret boranlamış eşekçesine yerde yığılı. Elini kaldırsan fırtına kopacak! Düşüncenin el verdiği bütün yollar fiilleri gerektiriyor ve ne yaparsan yap nihayetinde figan düşecek ve bir can incinecek. Velhasıl kavillerin hakkı tutmadığı, amacın gaye boyunu aştığı ve maksadın fevrinin şaştığı devri alameti yaşıyoruz san ki; Şuur cinayet aleti, kim vermişse elime?!
Oturduğum yerdeyim veya oturmaya münasip görüldüğüm yerde! Öylece düş denizinde, hiçbir kara parçası görmeksizin kulaç sallarken tahayyüllerimde mükerrer defalar bedenime çağırıyorum ruhumu da, o bir mahşer kalabalığı ile geliyor her seferinde üzerime. Ünsüzlüğün yararı yanlarımı setreder, bazen bir dalın gölgesinde gizlenir kaybolurum. Yeşeren bir yaprağın ballı suyuna bulanıp damlarken izine ısındığımı anlarım ahbabın. O an saçları avuçlarımda sevgilinin. Gitme diye yalvarırken tutunduğum dallar elimde kalmış, salkım salkım. Ah diyorum; Ne kadar merhamete muhtaçsın!.. Üzerine eğildikçe efsunlanıyorum. İncinmesin zülüfler diye, üşüdü sanılınca parmaklar kavrar, kalın bir atmosfer tabası gibi sarar, bu senden son kalmışlığı benliğim.
Bel kemiğimde vuslatsızlığın sancısı zuhur eder. Canım acıyan yerlerimde, sıkışınca istifa eder hayattan tin. Ben müneccimlerin şifa umuculuğundan tiksiniyorum. Bilmez misin; Bana Allahtan başkasına kul olunmayacağını tembih eder ekmeleddin! Şifa samimiyetin semeresinde gizli, hayırlı sebeplerle gelesi, bulunası değil mi? Gel artık; Ölü kentlerin üzerinde isyan kekemesi asi, azatlı ruh. Gel de Habibunneccar misalini okuyalım seninle de., Arı duru tevessülleri ilga eden eylemleri eleştirelim seninle., Gel, Ölmeyecek olanlar(mı!) örenlerde aşk arar. Gel ki, ölümsüz bir muhabbetin şavkından gözler kamaşsın. Öncesi ve sonrası berbat olan bedensi temayüllerden ırak, muhabbet membaından doldurulmuş testiden sulanalım bizatihi.,
Gönül kapını açmaya gör bir kez evhama ki, şehvet kalpten köklenir, topraksız susuz. Badehu bütün renkler ihtilallerin renklerine tonlanır. Şer çok muaccel durur, aciz ve zayıf omurgasıyla sorumsuzluğun asla sorgulanamayacağını vaat eder. Dahası, vicdanı kanatmaya görki, ümitten nasipsizliği kanaatlerine oturttuğunda şüphede kaim kalacaksın ve maazallah mahvolacaksın demektir. Sen tarihin çöplüğünde ünüyle kokuşmuş, şaşalı muasır medeniyetlere şaşı bakar ol ve tekrar hakka yönel, gözünü rahlede okunmaya hazır mukaddese dik de, gözlerim resim ayadursun, hayal kursun; Vaat edilen iremin güzellikleri nasıl temaşa edilir?!.. Güz güllerinin gözeneğinde sırrı hikmeti olan Vedud’un aşkı efkarına düştüğünde hiç kuşkusuz sonsuz huzur verecek, kusursuz kul olma yeteneğine talip oma şuuru..
Fecrin ruhundan renklerin asaleti alınamayınca değimli, bir karınca ısırmasına bir tutam öfke yutulmuş., Yalaklarda yal artığı o nedamet iş işten geçtikten sonra. Cürüm bir yağız at gibi kişniyordu, pişmanlıklardan bir nebze önce. Şimdi silahların suskunluğu bile ustura kadar keskin ki, keşkeler dokunduğu yerden kan akıtıyor, acıtarak. Hışmına esir olan tevatürler, acaba hidayet nurunun aydınlığında abıhayata kanarken utanmaz mı? Başını çevirip baksa ki, mazide tutunamayan çığlıklar unutulmuş ve tahiyyatta “Tebbet yeda” derler. Tövbe kapısına vardığında fail, “hafızaı beşer yanılır şaşar..,” vecizesine gönül verir ve normal moda dönmenin masumiyetini resmeder acizliğin külliyatında..
Ey cani, ne çok bahanen var senin, hasenesi olmayan cürümlerinin akabinde. Savunanlarında olur, olacaktır; Kâinatı rüsvalığa sebep gibi göstererek, nihayet o iki ışık arasında kazaya uğradı, diyeceklerdir, derler. Tövbe sırf kapısından bir defa geçmekle olmuyor ki, imanı ikrar etmek inancı fiillere dökmeden olsun. Değimli, “Allah bir!” diye diye zulüm eder, can yakar ev yıkar, kalp kırarsın! Sahi siz çoğunluk musunuz bu merhalede?.. Öyleyse, ineceğim zamanın sırtından, bir an önce. İliklerime kadar sirayet etmiş ikbal sevdasından, iftiraya rücudan, batıl hayranlığından istifa edeceğim ve kusacağım, kelli felli ihtiraslarımı, varsın onlar telin edilen lanetin helake müstahak hazinesi olarak kalsınlar. Varsın onlar, (eğer istiyorlarsa!) tabakai cehennemde ilelebet, şen şakrak kalsınlar..
Girmeyeceğim firavunun bahçelerine, yemeyeceğim Nemrutun velimelerinden bir lokma. Demeyeceğim Hakka karşı gelen, haksızlığı şiar edinen zalime, (haşa) efendim.
Evet, var bende; Ahdi bozmaya yetesiye vefa., Kime? “Elestübirabbikum?” diye hitap edildiğinde, “kalu bela!..” dediğimiz Rabbe..
Böylece yolumuz çileden geçer biliyorum. Seninle aramızdaki mesafe, ihlas Sadece iki hece.. Ama ben yinede, Rahim ve Rahman sıfatları olan Gaffar’dan sonsuz merhamet diliyorum…
Mehmet Sani Özel
21.01.2007
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.