- 1040 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
KARANLIĞI ANCAK MUSTAFA KEMAL'LER YARAR, ALİ KEMAL'LER DEĞİL!
Gerçek dinin tüm insancıl kurallarından uzak, sürü psikolojisi ile kolayın esiri olmaya alıştırılmış bir toplum çok tehlikeli sosyal dengesini yitirmiş bir toplumdur. Bu tür toplumlarda iç karmaşalar, iç isyanlar, ileri geri ayaklanmalar dur durak bilmez. Osmanlı tarihinin sosyolojik analizi yapılırsa bununla ilgili yüzlerce çarpıcı kötü örnek ayaklanmalara, çok acımasızca kan döküldüğüne, masum canlara kıyıldığına tanık oluruz.
Meczupluk, dinsel fanatizm öylesine korkunç bir ruh hastalığıdır ki, insan bu hastalığa tutuldu mu, akıl ve mantık dengesini tümüyle yitirerek tüm bilimsel doğrulardan uzaklaşır.
Tarihimiz ne yazık ki bu tür fanatiklerin sergilediği çok korkunç olaylar acımasız, vahşi olaylar ile doludur.
Hallac-ı Mansur’un öldürülmesi, Nesimi’ni derisinin çakmak taşı ile yüzülmesi, Kubilay’ın , kendisini Mehdi ilan eden Derviş Mahmut adlı bir uyuşturucu müptelası tarafından başının kesilmesi gibi, Madımak Katliamı gibi olaylar bu kategoride analize muhtaç, en gerici olaylardan sadece birkaçıdır.
Bu türden olayların sağlıklı değerlendirilmesinin yapılamaması, tekrarının kaçınılmaz olduğunun da olası olduğuna dair önemli bir göstergedir.
Fanatizmin temel iç dürtüsü sülük gibi emme, asalak yaşama alışkanlığıdır bana göre. Kendi eylemleri onlara göre en doğrusudur.
Hiç kitap okumamış, ya da sadece doğmatik içerikli, bilimsellikten uzak, sözde İLMî (!) eserler ile, hurafe ve dinsel mitlerle örülüp genişlemiş, beslenmiştir beyinlerindeki kin ve nefret ağları.
Çalışıp, özgün bir şey üretemeyen, alet yapamayan, bilim ve teknoloji yoksunu, ekip dikip, toprak ve tarım ile uğraşmayan insanlar kulaktan dolma birer kukla olmaktan öte bir varlık değildir.
Bu insanlarda sorgulama mantığı bilimsel temelden, vicdan ve adalet duygusundan uzaktır ve gelişmesi de olanaksızdır; çünkü AT GÖZLÜĞÜ ile ÖNYARGILI yol almaktadırlar hep.
Dış dünyayı umursamazlar, kendi iç dünyalarının cennet ve cehennemlerinin birer ürünüdürler.
Dolayısıyla çok büyük toplumsal kargaşaların zuhur ettiği , savaşların kaçınılmaz olduğu dönemlerde de cihatçılık anlayışı ile hareket ederler.
Ancak kaçınılmaz sonları hep yenilgidir çünkü ’Gaflet, dalalet ve hiyanet içinde’ olduklarını idrakten yoksundurlar. Buna tarihimizden acı örnekler göstermek mümkündür.
Bu durum çıkarcıların işine gelmektedir sonuna kadar ve bu tip çıkarcılar en sonunda da kurtuluşu düşman gemilerine binip ingiltere’ye kaçmakta bulmuşlardır(!)
Örneğin Osmanlı İmparatorluğu kıta Avrupası’nın derinliklerine kadar nüfuz etmişken, sadece bilek gücüne dayalı egemenliği, bilime karşı kapıların kapalı tutması sonucu gerileme ve çöküş sürecine girmiştir.
Avrupa felsefi rönesans akımları ile gelişip, bilimsel ve teknolojik temelde , toplumsal reformların önemli devrimlerin, sanayi devriminin yolu açılırken, Osmanlı, teknoloji ve bilime kapı aralamadığı için egemenlik alanlarını terk etmek zorunda kalmıştır.
Osmanlı Rus savaşlarını anımsayalım, Plevne kuşatmasında anıyla şanıyla direnen tek komutan Gazi Osman Paşadır.
Tuna nehri akmam diyor
Etrafımı yıkmam diyor
Şanı büyük Osman Paşa
Plevne’den çıkmam diyor!
Düşman Tuna’yı atladı
Karakolları yokladı
Osman Paşanın kolundan
Beşbin top birden patladı!
Kılıcımı vurdum taşa
Taş yarıldı baştan başa
Şanı büyük Osman paşa
Askerinle binler yaşa!
Olur mu böyle olur mu
Kardeş kardeşi vurur mu
Kahrolası diktatörler
Bu dünya size kalır mı?!
Çoğumuzun çocukluğunda okullarda öğrendiği bu önemli ulusal marşlarımızdan birisini ne yazık ki günümüz gençlerinden pek çoğu bilmiyorlar artık.
Bir yanda aklı başında komutanlar göğüs göğüse direnirken Osmanlının diğer komutanları ne ile meşguldüler acaba?!
Diğer komutanlar bu meyanda Rus ordularının geçeceği yollara Kuranı Kerim sayfalarını döşetmekle ve bu sayfaları yollarda görenlerin, üstüne bastıkları takdirde çarpılacaklarına inanmaktaydılar ve düşman kuvvetleri Ayastefanos’a kadar engelsizce ilerlediler.
Artık Avrupalıların gözünde Osmanlı İmparatorluğu ’Der kranke Mann am Bosphorus- Boğazın kıyısındaki hasta adam’ olarak tanımlanmamış mıydı?!
Bu durumda koca İmparatorluğun başkenti İstanbul, tek kurşun atmadan İngilizler tarafından teslim alınma noktasına kadar gelmemiş miydi?
Günümüzde aynı gafletin içinde miyiz; bir hasta adamın elinde miyiz yoksa HASTA ADAM mı olduk hepimiz; sorgulayalım?!
Karanlığı ancak Mustafa Kemal’ler yarar; Ali Kemal’ler değil!
Şaban AKTAŞ
22.06.2016- 09.25
YORUMLAR
Berlin Antlaşması (1878)
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Bu, bu sayfanın kontrol edilmiş bir sürümüdürayrıntıları göster/gizle
Bu maddedeki bazı bilgilerin kaynağı belirtilmemiştir. Ayrıntılar için maddenin tartışma sayfasına bakabilirsiniz. Maddeye uygun biçimde kaynaklar ekleyerek Vikipedi'ye katkıda bulunabilirsiniz.
Berlin Antlaşması
SouthEast Europe 1878.jpg
Berlin Kongresi sonrasında Balkanların durumu
Çeşit Barış Antlaşması
İmzalanma 13 Temmuz 1878
Yer Berlin, Almanya
İmzacı
devletler Alman İmparatorluğu Alman İmparatorluğu
Avusturya-Macaristan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
Flag of Russian Empire for private use (1914–1917) 3.svg Rusya İmparatorluğu
Flag of Italy (1861-1946).svg İtalya Krallığı
Flag of France.svg Fransa
Birleşik Krallık Büyük Britanya
Osmanlı İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu
İmzalayanlar Alman İmparatorluğu Otto von Bismarck
Flag of Russian Empire for private use (1914–1917) 3.svg Aleksandr Mihayloviç Gorçakov
Osmanlı İmparatorluğu Aleksandros Karatodori
Birleşik Krallık Benjamin Disraeli
Dilleri Rusça, Osmanlı Türkçesi, Almanca, İngilizce
Berlin Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu, Rusya İmparatorluğu, Büyük Britanya, Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İtalya Krallığı ve Fransa arasında 13 Temmuz 1878'de Berlin'de imzalanan barış antlaşmasıdır.
İçindekiler [gizle]
1 Antlaşmanın sebepleri ve şekli
2 Antlaşma sonuçları
2.1 Toprak kayıpları
2.2 Kazançlar
2.3 Azınlıklar konusu
3 Özet
Antlaşmanın sebepleri ve şekli[değiştir | kaynağı değiştir]
93 Harbi'nin ardından Osmanlı ile Rusya arasında, 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos Antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşmanın şartları Osmanlı açısından son derece ağır olmaktaydı ve Rusya'yı da Balkanlar'da tek güç haline getiriyordu. Nitekim bu durum Avrupa'nın diğer büyük devletlerini rahatsız etmekteydi.
Aynı dönemde Sultan II. Abdülhamid, İngiltere'yi Rusya'ya karşı kışkırtmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu savaşta yenilmiş ve anlaşmak zorunda kalmıştı. Ancak yapılan antlaşma devletin çöküşünü getirebilecek ağırlıktaydı. II. Abdülhamid de çareyi Avrupa devletlerini Rusya'ya karşı kullanarak durumu hafifletmekte aramaktaydı. Kışkırtmanın sonucu olarak, İngiltere Rusya'nın Orta Doğu'daki İngiliz menfaatlerini tehdit edeceğine, sıcak denizlere inip kendisiyle rekabete başlayacağına inanmıştı. Diğer Avrupa devletleri ile Rusya üzerinde kurduğu yoğun baskı sonucunda Rusya, antlaşmanın yeniden gözden geçirilmesine razı oldu.
13 Haziran 1878'de Almanya İmparatorluk Şansölyesi Prens Bismark'ın başkanlığında Berlin'de, Osmanlı, Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya'nın katılımıyla bir kongre toplandı. Osmanlı İmparatorluğu'nu temsilen Nafıa Nazırı Karatodori Paşa, Müşir Mehmet Ali Paşa ve Berlin büyükelçisi Sadullah Bey gönderilmiştir. Diğer devletleri de başbakanları ve dış işleri bakanları temsil etmekteydi.
Antlaşma sonuçları[değiştir | kaynağı değiştir]
Berlin Kongresi
Antlaşmanın başlıca sonuçları şöyle gruplandırılabilir:
Toprak kayıpları[değiştir | kaynağı değiştir]
Osmanlı İmparatorluğu kendisine tabi olan Sırbistan, Bulgaristan, Romanya ve Karadağ'ın kendi başlarına birer prenslik olmalarını kabul etmiştir. Doğu Rumeli vilayeti kurulmuş ve Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı ancak çeşitli imtiyazlara sahip olmuşlardır. Toprak paylaşımı ise aşağıdaki gibidir;
Bosna-Hersek imtiyazlı vilayet haline geldi.
Doğu Rumeli imtiyazlı vilayet haline geldi.
Bulgaristan Prensliği kuruldu.
Kıbrıs Sancağı İngiltere'ye kiralandı.
Niş Sancağı Sırbistan'a bırakıldı.
Teselya Sancağı Yunanistan'a (1881) bırakıldı.
Kars, Batum, Artvin ve Ardahan sancakları Rusya'ya bırakıldı.
Dobruca Sancağı Romanya'ya bırakıldı.
Bunların dışında birkaç kaza Karadağ'a bırakıldı.
Van'ın doğusundaki Kotur yöresi İran'a verildi.
Ayrıca kongre döneminde Fransa'nın yaptığı kulis çalışmaları sonucunda, antlaşma maddelerinde olmadığı halde 3 yıl sonra Tunus Prensliği Fransızlarca işgal edilmiş ve gerekçe olarak Berlin Antlaşması gösterilmiştir. Berlin Antlaşması'ndan sonra İngiltere, Fransa ve Rusya Osmanlıları baskı altına alma politikasına devam etti.
Kazançlar[değiştir | kaynağı değiştir]
Girit, Doğu Beyazıt ve Eleşkirt Osmanlı Devleti'ne bırakıldı.
1878 yılında Osmanlı İmparatorluğu sınırları
Azınlıklar konusu[değiştir | kaynağı değiştir]
Osmanlı İmparatorluğu, Vilayat-ı Sitte denilen Doğu Anadolu'daki illerde Ermeniler lehine ıslahat yapacaktı. Ancak yasalar gereği Ermenilerin nüfusları yetmediği için ayrı bir beylik kuramadılar. Benzer ıslahatlar Manastır Eyaleti'nde de gerçekleştirilecekti. (Bu iki madde hiçbir zaman uygulanmamıştır. II. Abdülhamid, büyük devletlerin çekişmelerinden faydalanarak bu maddelerin uygulanmasını asla tatbik etmemiştir)
Özet[değiştir | kaynağı değiştir]
Bu antlaşma incelendiğinde;
Berlin Antlaşması, Karlofça Antlaşması'nın ardında Balkanlar'daki Osmanlı varlığının yok edilmesi yolundaki ikinci büyük adımdır. Ancak Ayastefanos Antlaşması'nın aksine Osmanlı'nın 35 yıl daha Balkanlar'da kalmasını sağlamıştır.
Rusya, Ayastefanos ile elde ettiği birçok haktan mahrum olmuştur. Özellikle Balkanlar konusunda düş kırıklığına uğramıştır.
Antlaşmadan en çok faydalananlar yeni kurulan prenslikler ve İngiltere olmuştur.
Tuna Nehri üzerindeki Adakale'nin ismi Berlin Antlaşması'nda geçmediği için bu ada Osmanlı yönetiminde kaldı.
Antlaşma, Osmanlı Devleti tarafından terk edilen topraklarda kalan Müslüman nüfusunun haklarına halel getirilmesine karşı etkili bir yaptırım öngörmediği için, 93 Harbi ile başlamış bulunan göç dalgası düzenli olarak devam etti.
Antlaşma, Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün güvence altına alındığı Paris Antlaşması'ndaki anlayışın terk edildiğini açık bir şekilde gösterdi. Antlaşmada görülen toprak kayıpları Antlaşmadan sonra da devam etti. 1881'de Fransa Tunus'u, 1882'de İngiltere Mısır ve Sudan'ı, 1885'te Bulgaristan Doğu Rumeli'yi; aynı yıl İtalya da Habeş Eyaleti'ni işgal etti.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Berlin_Antla%C5%9Fmas%C4%B1_(1878)
Kaynak:
Ayastefanos Antlaşması
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Bu maddedeki bazı bilgilerin kaynağı belirtilmemiştir. Ayrıntılar için maddenin tartışma sayfasına bakabilirsiniz. Maddeye uygun biçimde kaynaklar ekleyerek Vikipedi'ye katkıda bulunabilirsiniz.
Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması
Bulgaristan - Ayastefanos (1878).png
Ayastefanos Antlaşması'na göre Bulgaristan'ın sınırları
Çeşit Barış Antlaşması
İmzalanma 3 Mart, 1878
Yer Yeşilköy, İstanbul
İmzacı
devletler Flag of Russian Empire for private use (1914–1917) 3.svg Rusya İmparatorluğu
Osmanlı İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu
Dilleri Rusça, Osmanlı Türkçesi
Ayastefanos Antlaşması'nın imzalandığı konak
Ayastefanos Antlaşması, 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) sonunda imzalanan barış antlaşmasıdır.
93 Harbi olarak da bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisiyle sonuçlandı. Rus ordusu, batıdan Yeşilköy'e (eski adı Ayastefanos), doğudan Erzurum’a kadar geldi. Osmanlı İmpartorluğu, barış istedi. Rus orduları başkomutanı Nikolay, barış esaslarının mütarekeyle birlikte görüşülmesi şartıyla bu isteği kabul etti ve 3 Mart 1878'de İstanbul'un Yeşilköy semtinde Osmanlı Devleti açısından ağır koşullar içeren bu antlaşma imzalandı. Buna göre:
Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek.
Büyük bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna'dan Ege'ye, Trakya'dan Arnavutluk'a uzanacak.
Bosna-Hersek'e iç işlerinde bağımsızlık verilecek.
Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Doğubeyazıt ve Eleşkirt Rusya'ya verilecek.
Teselya Yunanistan'a bırakılacak.
Girit ve Ermenistan'da ıslahat yapılacak.
Osmanlı Devleti Rusya'ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti.
Ancak bu antlaşma ile Rusya'nın Balkanlar'da tamamen hakim bir konuma gelmesi Batılı devletleri telaşlandırdı. Zira Rusların, Bulgaristan yolu ile sıcak denizlere inmeleri, Birleşik Krallık'ın Hindistan sömürgelerine ulaşmasına ve Avusturya-Macaristan'ın Bosna-Hersek'i ilhakına set çekmiş olacaktı. Osmanlılar bu tepkilerden yararlanarak Kıbrıs’ın idaresini Birleşik Krallık'a bırakmak koşuluyla Berlin'de yeni bir antlaşma (Berlin Antlaşması) zemini elde etmeye başardılar. Ayastefanos’un ağır şartlarını hafifleten Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'daki varlığı bir süre daha devam etti.
Ayastefanos Antlaşması, Osmanlı devrinde Sevr Antlaşması gibi kâğıt üzerinde kalan bir antlaşmadır.
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Ayastefanos_Antla%C5%9Fmas%C4%B1
"Meczupluk, dinsel fanatizm öylesine korkunç bir ruh hastalığıdır ki, insan bu hastalığa tutuldu mu, akıl ve mantık dengesini tümüyle yitirerek tüm bilimsel doğrulardan uzaklaşır. "..... Bilgi eksiğinden yoksun, sorgulamayan ve biat mantığıyla, canla başla barışın değil ötekileştiren bir savaşın askerleri gibiyiz..
BARIŞ YOKSA HEP SAVAŞLARI YÖNETİR CEHALET... Tebrikler anlamlı yazınız için .. Sevgiler dost kalem.
Dilek USTA tarafından 6/23/2016 1:04:12 AM zamanında düzenlenmiştir.
Şaban Aktaş (Homerotik)
Gazeteci Ali Kemal’i gizlice nasıl kaçırdık
07 Haziran 2008
-A+
Londra Belediye Başkanı Boris Johnson’un, Türkiye ziyaretiyle ve Londra’daki ilginç uygulamalarıyla ilgili haberler gazetelerde sıkça yer almaya başladı. Bu haberlerde, Başkan Johnson’un büyük dedesinin gazeteci-siyasetçi Ali Kemal olduğu da mutlaka belirtiliyor. Ancak haberlerde pek doğru olmayan bilgiler yer alıyor.
Ali Kemal’i, polis arkadaşları başkomiser Mazlum ve araştırma biriminden Mehmed ve Emin ile birlikte kaçıran Beyazıt Beşinci Şube Müdürü Cem’i Bey, Ali Kemal’in son 48 saatini bakın nasıl anlatıyor.
TARİH: 5 Kasım 1922.
Yer: İstanbul Beyazıt Emniyet Amirliği.
Saat sabah 10.00 suları.
Merkezin resmi telefon çaldı. Beşinci Şube Polis Müdürü Cem’i Bey telefonu açtı. Karşısında, İstanbul Emniyet Müdür Muavini Sadi Bey vardı.
Siz misiniz Cem’i Bey?
Evet, benim efendim.
Sivil misiniz resmi misiniz?
Resmi kıyafetteyim efendim.
Derhal sivil giyinerek müdüriyete geliniz.
Bir saat sonra...
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Sadi Bey’in odası.
Odada Sadi Bey ile birlikte Birinci Şube Müdürü Nevzat Bey de vardı.
Cem’i Bey odaya girince, Sadi Bey, nöbet tutan polise "İçeriye kimseyi alma" talimatını verip kapıyı kapadı.
Cem’i Bey’in yanına gelip elini omzuna koydu:
"Size itimadımız sonsuzdur. Size mühim bir görev vereceğim. Beni dikkatlice dinleyiniz. Bugün Ankara’dan bir telgraf aldım. Yurtdışına kaçma ihtimali olan Peyam-ı Sabah Gazetesi başyazarı Ali Kemal’in her ne surette olursa olsun, tevkif edilerek mahkemeye çıkarılmak için Ankara’ya gönderilmesi emredilmiştir. Emrinize başkomiser Mazlum Bey ile Araştırma Bölümü’nden Mehmed ve Emin Bey’i veriyorum. İstediğiniz gibi hareket edebilirsiniz. Ancak müdüriyetten çıktıktan sonra bir daha buraya uğramayacaksınız. Ali Kemal’in İstanbul polisi vasıtasıyla kaçırıldığı katiyen bilinmeyecektir. Lazım olan para da sonra tedarik edilecektir."
Cem’i Bey şaşırdı; çekinerek sordu: "Affedersiniz Ali Kemal nerede oturuyor?"
Ali Kemal’in kim olduğunu biliyordu kuşkusuz. Ama hiç karşılaşmamıştı; sadece gazetedeki fotoğraflarından tanıyordu.
Sadi Bey de pek tanımıyordu: "Ali Kemal Arnavutköy’de, Büyükdere’de, Ada’da, Beyoğlu’nda, Zekipaşa Apartmanı’nda oturur. Her yerde gezer, her yerde dolaşır. Benim bildiğim de bu kadardır!"
Takip başlıyor
Öğlen saatleri...
Ali Kemal’i kaçırmakla görevlendirilen Cem’i Bey, Mazlum, Mehmed ve Emin Emniyet binasından çıktılar. Yolda görev bölüşümü yaptılar. Mehmed ve Emin Zekipaşa Apartmanı’nı gözetleyecekti. Cem’i Bey ve Mazlum ise Beyoğlu’nda Ali Kemal’i arayacaklardı. Ayrıldılar.
Cem’i Bey tam Beyoğlu başındaki Tünel’e girmişti ki, Kiraz Hamdi Paşa’yı gördü. Üç dört adım arkasında da Vasfi Hoca geliyordu. Onları yine Ali Kemal’in yakın çevresinden Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne mensup birkaç kodaman takip ediyordu.
Cem’i Bey bunların bir toplantıdan çıktıklarını tahmin etti. Hepsi aynı istikametten geliyordu ve istikametin başlangıç noktası Zekipaşa Apartmanı’ydı!
Ali Kemal’in evine yöneldiler; yaklaştıklarında polis memuru Emin yanlarına geldi: "Apartmandan birkaç partili çıktı; muhtemelen Ali Kemal evde."
Cem’i Bey tabancasını çıkarıp mermiyi ağzına sürdü. Apartmana gireceklerdi. Tam o sırada apartmandan birkaç sarıklı daha çıktı. Biri Cem’i Bey’i gördü ve polis olduklarını anlayıp içeri girdi.
Cem’i Bey, memurlarına "İçeri giriyoruz" talimatını verecekti ki, Ali Kemal hızla apartmandan çıkıp hareket halindeki tramvaya bindi.
Beyoğlu’nda casus filmlerini andıran bir takip başladı.
Ali Kemal, "Marsel" adındaki berber dükkánının yanında, hareket halindeki tramvaydan atlayarak dükkána girdi. Cem’i Bey kararlıydı; ne olursa olsun Ali Kemal’i buradan alıp kaçıracaktı.
Polis Mazlum’a dönerek, "Apartmanda bizi gören sarıklı imam İngilizlere haber vermiştir; vakit kaybetmeden Ali Kemal’i buradan götüreceğiz" dedi. Aynı zamanda polis Mehmed’e dönerek, "Hemen bir otomobil bul getir; dikkat et şoför Müslüman olsun" talimatı verdi. Son emri polis Emin’e oldu; berber dükkánının diğer çıkışına gönderdi.
Operasyona dakikalar vardı...
Ali Kemal bağırıyor
Saat 15.00 suları...
Polis Mehmed otomobili getirdi. Şoför Müslüman’dı; adı Hamid.
Cem’i Bey, Mazlum’u da yanına alarak berber dükkánına girdi. Ali Kemal’in yanına geldi. "Sizi polis müdürü görmek istiyor, bizimle emniyete geleceksiniz."
Ali Kemal sanki onları bekliyordu; sakindi, "Peki" dedi.
Cem’i Bey birkaç adım atıp şoförün yanına yaklaştı. Şoförden emin olmak istiyordu. Ali Kemal’i göstererek, "Bu adamı tanıyor musun" diye sordu. Şoför galiz küfür savurarak, "Ali Kemal değil mi o" dedi. Cem’i Bey şoförle konuşurken, Ali Kemal fırsattan yararlanıp fırlayıp kaçtı. Kovalamaca başladı.
Ali Kemal soluk soluğa Serkildoryan (Cercle d’Orient) Pasajı’na daldı. Merdivenlerden çıkarken yakalandı. Bağırmaya başladı: "Haydutlar Beyoğlu’ndan adam mı kaçırıyorsunuz..."
Pasaja insanlar doluştu. Bazı şapkalı takım elbiseli kişiler olaya el koymak istedi. Bu arada resmi bir polis memuru geldi; Cem’i Bey’i tanıyordu: "Amirim çabuk olun, İngiliz askerleri Galatasaray’dan doğru koşarak geliyor."
Cem’i Bey silahını çekip kalabalığa seslendi: "Hemen çekilin yoksa ateş ederim." Kalabalık dağıldı. Sonra silahını Ali Kemal’e doğru uzattı: "Bir daha denersen beynini dağıtırım!"
Ali Kemal’i otomobile sokup hızla uzaklaştılar.
Ev hapsine alındı
Saat 16.00 suları
Cem’i Bey, Ali Kemal’i yakalamıştı. Ama nerede saklayacağını ve Ankara’ya nasıl götüreceğini hesaplamamıştı. Otomobil dolanıp duruyordu. İngilizlerin peşlerine düşmesi an meselesiydi.
Aksaray’a doğru giderken Ali Kemal, "Hani beni Beyazıt’a götürecektiniz, neden Aksaray’a geldik" diye sordu.
Cem’i Bey, "Müdür Bey sizi bir evde bekliyor" diye yanıt verdi. Ali Kemal inandı.
Cem’i Bey, polis Mazlum’un kulağına eğilerek, "Ali Kemal’i şimdilik senin evde saklayalım, sonra Ankara’ya götürmenin çaresine bakarız" dedi.
Otomobilin yeni istikameti Samatya’ydı.
Mazlum’un Samatya’daki evinin önüne geldiler. Ali Kemal karşı koymadan, ses çıkarmadan otomobilden indi ve eve girdi. Cem’i Bey, Mazlum, Mehmed ve Emin’i bekçi olarak evde bıraktı. Ali Kemal’in duyacağı şekilde polis memurlarına emir verdi: Kaçmaya kalkışırsa kesinlikle vurun!
Saat 17.00 suları...
Cem’i Bey, Emniyet Müdürü Esad Bey’e ulaşmak istedi. Gelişmeler hakkında bilgi verip yardım isteyecekti. Esad Bey, bir ay önce Türk askeriyle İstanbul’a giren Refet Paşa ile birlikte Divanyolu’ndaki Şark Mahfili’nde toplantıdaydı.
Cem’i Bey, toplantıya girmeyi başardı. Esad Bey’e yaklaşıp, fısıltıyla "Emrinizi yerine getirdim; sevki hakkında talimatınızı bekliyorum" dedi.
Müdür Esad Bey önce meseleyi anlayamadı. Cem’i Bey, "Ali Kemal mevzusu" deyince hemen ayağa kalktı; Cem’i Bey’i alnından öptü.
Tekneyle İzmit’e gidecek
On dakika sonra...
Refet Paşa, Esad Bey ve Çatalca Mebusu Şakir Bey, Ali Kemal’in Ankara’ya nasıl gönderileceğini ayaküstü konuştular. İngilizlerin her yerde Ali Kemal’i aradığını biliyorlardı. Hemen bu gece Anadolu’ya götürülmesinde yarar vardı. Esad Bey, Cem’i Bey’i bir köşeye çekip talimatını verdi:
"Bu gece saat 21.30’da bir tekne sizi İzmit’e götürmek için Samatya sahilinde olacak. Ali Kemal, İzmit’ten trene bindirilerek Ankara’ya götürülecek."
Cem’i Bey emri alınca Samatya’ya döndü.
Durumu arkadaşlarına anlattı. Hazırlık yaptılar; yolda yemek için ekmek, zeytin, peynir, pekmez aldılar. İki battaniye buldular.
Saat 20.30 suları...
Ali Kemal’e, İsmet Paşa ve Refet Paşa’nın Haydarpaşa’da kendisini beklediğini söylediler. Ali Kemal önemsendiği için mutlu oldu.
Samatya’daki evden çıkıp sahile geldiklerinde tekne henüz yoktu. Bir saat geciken tekne 22.00 sularında göründü. Lodos teknenin gelişini geciktirmişti.
Ali Kemal bu fenersiz tekneye bindirildi.
Tekneye binmeden önce Cem’i Bey, şoför Hamid’i uyardı: "Otomobilini garaja çek ve hayatın boyunca kimseye bu olaydan bahsetme!"
Ali Kemal’i taşıyan tekne o gece çıkan fırtınaya inat, kapkara Marmara Denizi’nde yol almaya başladı. Teknedekiler yarının ne getireceğini bilmiyordu...
Ali Kemal’in son saatleri
TARİH 6 Kasım 1922
Sabah saatleri...
Zorlu bir deniz yolculuğundan sonra Ali Kemal’i taşıyan tekne, sabaha karşı İzmit körfezine girdi.
Polis Şefi Cem’i Bey, Değirmendere’deki askeri kumandanla görüştü. Kumandan durumu İzmit’teki (Sakallı) Nureddin Paşa’ya bir telgrafla bildirdi. Hemen yanıt geldi. "Ejder" adlı istimbotu hareket ettirmişlerdi; "konuklar" alınacaktı.
Cem’i Bey beklerken Ali Kemal’i dışarı çıkardı; kahvede çay ikram etti. Ali Kemal, Ankara’ya gideceğini öğrenmişti; rahattı.
Saat 14.00 suları...
"Ejder" iskeleye yaklaştı. İzmit Merkez Kumandanı, yanında 8-10 askerle inip Ali Kemal’in yanına geldi. "Beyefendi sizi Kumandan Paşa görmek istiyor, İzmit’e gideceğiz" dedi.
Ali Kemal konuşmadı.
Hep birlikte istimbota bindiler.
Saat 15.00 suları...
"Ejder" henüz kıyıya yaklaşmamıştı. Cem’i Bey gördüğü manzara karşısında şaşırdı. Halk, Ali Kemal’i görmek için sahile hücum etmişti.
İstimbot iskeleye yaklaştı. Ali Kemal indirildi. Halk küfür etmeye başladı. Bir manga asker süngü takıp aralarına Ali Kemal’i alarak merkez komutanlığına götürdü. Cem’i Bey ve arkadaşları da mangaya eşlik etti.
Saat 16.00 suları...
Ali Kemal ordu karargáhından istendi. Nureddin Paşa, kurmaylarıyla bir tepe üzerine kurulmuş karargáhtaydılar.
Ali Kemal yine bir manga askerle karargáha getirildi.
9 Eylül 1922’de İzmir’i kurtaran Nureddin Paşa, Ali Kemal’in yanına yaklaştı:
İsmin nedir?
Ali Kemal.
Nureddin Paşa birden sesini yükseltti.
Senin adın Ali Kemal değil; Artin Kemal’dir. Millet seni bu isimle tanır.
Ali Kemal başını kaldırdı.
Benim adım Ali Kemal, Artin Kemal değil.
Paşa güldü. Gıyabında idam cezasına mahkûm edildiğini bildirdi. "Bakalım kendini müdafaa edebilecek misin?"
Sonra manga çavuşuna döndü. "Götürün!"
Cem’i Bey, sertliğiyle tanınan Nureddin Paşa’nın yanına yaklaştı: "Paşam aldığım emirle mahkûmu Ankara’ya götüreceğim. Emir buyurduğunuz takdirde bu gece Ankara’ya yola çıkalım."
Nureddin Paşa yanıt vermedi.
Saat 17.00 suları...
Ali Kemal geldiği merkez komutanlığından dışarıya çıkarılmıştı ki, kadın, erkek ve çocuklardan oluşan bir grup, "Gebertin şu vatan hainini" diye Ali Kemal’e taş atmaya başladı.
Bir manga asker, Ali Kemal’i korumakta zorlandı. Kalabalık artıyordu. Askerler artık koruyamaz oldu. Taşlar ortada tek başına kalan Ali Kemal’e yağmur gibi yağdı.
Ali Kemal sendeledi. Düştü.
Kadınlar ellerindeki ipi Ali Kemal’in ayağına geçirip çekmeye başladılar.
Ali Kemal sürüklenerek sahile kadar getirildi. O anda askeri müfreze geldi, halkı dağıttı. Ali Kemal’i hastaneye kaldırmak için sedye getirdiler.
Ancak Ali Kemal ölmüştü...
Akşamüzeri...
Nureddin Paşa’nın emriyle, Ali Kemal’in cesedi beyaz önlük giydirilip darağacına asıldı. Boynuna da bir levha vardı: "Artin Kemal."
Barış görüşmeleri yapmak için Lozan’a giden İsmet Paşa, mola verdiği İzmit’te bu manzarayla karşılaşınca çok sinirlendi: "Şehitlerin, kahramanların soylu hatıralarını böyle bir cinayetle lekelemeye kimin hakkı vardır. İnsan cephede savaşarak ölür; mahkeme kararıyla idam olur, böyle bir şey kabul edilemez."
İsmet Paşa’nın bu sert sözlerinden sonra Ali Kemal’in cesedi apar topar kaldırıldı. Bir arabaya konuldu ve bilinmeyen bir yerde toprağa verildi.
Ali Kemal (1869-1922) İstanbul’da doğdu. Babası tüccardı. Siyasi yaşamına Jön Türkler’e katılarak başladı. Sonra yolunu ayırdı ve "ödülünü" Brüksel Elçiliği’ne ikinci kátipliğe atanarak aldı. İkdam Gazetesi’nde İttihatçılar’a karşı ağır yazılar yazdı. Makalelerinde liberalizmi övdü. Gerici 31 Mart ayaklanmasını destekledi. "Liberal" Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na girdi. Peyam Gazetesi’ni çıkarmaya başladı. Damat Ferit Hükümeti’nde Milli Eğitim ve sonra İçişleri Bakanlığı’na getirildi. Mustafa Kemal’e karşı çıktı; tutuklatmak için tertipler hazırladı. Düşmanlığını yazılarında da sürdürdü. Makaleleri hep hakaretler içeriyordu. İngilizlere yakındı. Ölümünden bir yıl önce 25 Ekim 1921’de öğrenciler tarafından taş yağmuruna tutuldu, gazetesinin camları kırıldı. Ve bir kasım günü İzmit’te taşlanarak öldürüldü.
Ali Kemal 1903 yılında; babası İsviçreli, annesi İngiliz Winifred Brun ile Cenevre’de evlendi. Bayan Winifred, oğlu Osman Kemal’i 1909’da doğurduktan hemen sonra öldü. Osman Kemal ve ablası Selma’yı anneanneleri Margaret Johnson baktı. Osman Kemal daha sonra adını "Wilfred Johnson" olarak değiştirdi. 1936’da Irene Williams ile evlendi. Bu evlilikten doğan Stanley Johnson, Sir James Fawcett’in kızı Chorlotte ile evlendi. İşte bu evlilikten de Boris Johnson dünyaya geldi. Stanley Johnson ve Boris Johnson, dedeleri Ali Kemal gibi gazeteciliği seçti.
Alıntı kaynağı : http://www.hurriyet.com.tr/gazeteci-ali-kemal-i-gizlice-nasil-kacirdik-9125306
Ali Kemal
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Ali Kemal
Alikemalbey.jpg
Doğum 1867
Osmanlı İmparatorluğu İstanbul, Osmanlı Devleti
Ölüm 6 Kasım 1922 (55 yaşında)
İzmit
Meslek Yazar
Çocuk(lar) Zeki Kuneralp (1914-1998)
Ali Kemal (1867 - 1922), İkinci Meşrutiyet ve Mütareke döneminde İttihat ve Terakki karşıtı görüşleriyle tanınmış yazar, gazeteci ve siyaset adamı.
Damat Ferit Paşa hükümetlerinde kısa bir süre Maarif ve Dahiliye nazırlığı yaptı, bu esnada Milli Mücadele aleyhine sert tutumlar gösterdi. Kurtuluş Savaşı'nın zaferinden sonra İstanbul'da tutuklanarak İzmit'te Nurettin Paşa'ya bağlı askeri birliklerce linç edildi.[1] Ermeni yanlısı olarak görülen bazı yazılarından dolayı düşmanlarınca 'Artin Kemal' şeklinde adlandırılır. Mustafa Kemal'e ve Milli mücadeleye karşı düşmanca tutumu ve ağır hakaretleri nedeniyle pek çok insan tarafından “hain” olarak damgalanmıştır.[1]
İçindekiler [gizle]
1 Yaşam öyküsü
1.1 İlk yılları ve öğrenimi
1.2 Halep Sürgünü ve Paris yılları
1.3 Brüksel katipliği, Mısır yılları, ilk evliliği
1.4 31 Mart Olayındaki rolü
1.5 Peyam Gazetesi, ikinci evliliği
1.6 I. Dünya Savaşı yılları
1.7 Kurtuluş Savaşı yılları
1.8 Öldürülmesi
2 Günümüz gündeminde Ali Kemal
3 Kaynaklar
4 Dış bağlantılar
Yaşam öyküsü[değiştir | kaynağı değiştir]
İlk yılları ve öğrenimi[değiştir | kaynağı değiştir]
1867 yılında İstanbul'un Süleymaniye semtinde doğdu. Asıl adı Ali Rıza'dır. Ali Kemal ismini Vatan şairi Namık Kemal'i çok sevdiği için almıştır. Babası, Çankırı’nın Orta ilçesine bağlı Kalfat beldesinde doğmuş, İstanbul’da mumculuk işine girerek mumcular esnafı Kethüdası olmuş Hacı Ahmed Rıza idi. Ali Kemal, İstanbul'da Mülkiye Mektebi'ne girdi. Dört yıllık dönemin son yılında buradan ayrılarak Fransızca'sını ilerletmek amacıyla 1886'da Paris'e gitti. Ertesi yıl Fransa'dan Cenevre'ye geçti ve 1888'de İstanbul'a döndü. Yeniden Mülkiye Mektebi'ne başladı ve Avrupa'da gördüklerinden etkilenip bir öğrenci derneği kurdu[2]. Kurduğu dernek kapatıldıktan sonra yeniden bir dernek kurma taşebbüsünde bulununca dokuz ay hapis yattı. Hapis'ten çıktıktan sonra Temmuz 1889'da Halep'e sürgün edildi.
Halep Sürgünü ve Paris yılları[değiştir | kaynağı değiştir]
Halep’te kaldığı yıllarda Halep İdadisi'nde Türk Dili ve Osmanlı Edebiyatı hocalığı yaptı. Halep'teki durgun hayata fazla dayanamadı ve 1895'te izinsiz İstanbul'a döndü[2]. Bunun üzerine hakkında tekrar sürgün kararı çıkınca Jön Türkler'in bir çeşit karargahı haline gelmiş bulunan Paris'e tekrar gitti (1894). Paris'te bulunduğu sırada Jön Türkler ile II. Abdülhamit arasında arabulucu bir çizgi izlemeye çalıştı. Bu arabuluculuk rolünü hafiyelik noktasına vardırdığı sonradan ortaya çıkmıştır. Mizancı Murat'ın Jön Türk hareketinden ayrılmasından sonra Ali Kemal de bu hareketten ayrıldı.
Ali Kemal, Paris’te bir yandan Siyasal Bilgiler okuyor, bir yandan da gazetecilik yapıyor, İstanbul'daki İkdam gazetesine Paris izlenimlerini anlatan batı kültürüne hayranlık ile yoğrulmuş[1] yazılar ve çeviriler gönderiyordu. İkdam'da kendi röportajlarıymış gibi kaleme alınmış pek çok yazının Fransız basınından çeviriden ibaret olduğunu sonradan Hüseyin Cahit tarafından ortaya çıkarılmış ve bu hadise ikisi arasında Ali Kemal'in ömrünün sonuna kadar sürecek bir polemiğin başlamasına neden olmuştur.
Brüksel katipliği, Mısır yılları, ilk evliliği[değiştir | kaynağı değiştir]
1897'de Brüksel Elçiliğinde ikinci kâtipliğe atandı. İttihatçılardan çekindiği için İstanbul'a dönemiyordu. 1899'da Siyasal Bilgiler diplomasını alması sonrasında, II. Meşrutiyet'in ilanına kadar Mısır'da yaşadı. Kahire'de Mısırlı bir prense ait bir çiftliği idare ediyordu[2]. 1903 yılında yaz tatili için gittiği Londra'da Winifre Brun adlı bir İngiliz hanımla evlendi[3]. Bu evliliğinden Selma adında bir kız, Osman adında bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Oğlunun doğumunun hemen ardından eşini kaybetti. II. Meşrutiyet'in ilanından bir gün önce İstanbul'a döndü.
31 Mart Olayındaki rolü[değiştir | kaynağı değiştir]
İstanbul'da İkdam gazetesinin başyazarlığının üstlenen Ali Kemal, bir yandan da Darülfünun'da Edebiyat Fakültesi'nde siyasi tarih dersleri veriyordu. İlk siyasi partilerden birisi olan Osmanlı Ahrar Fırkası'na girdi. Ali Kemal’in İstanbul’a döner dönmez padişahın huzuruna çıkmış, padişahın iltifatlarını ve verdiği paraları kabul etmişti; bu durum İttihatçıların tepkisine neden oldu. O da yeni eleştiri hedefini İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak belirledi ve İkdam gazetesinde Cemiyet'e karşı ağır eleştiriler içeren başyazılar yazmaya başladı. Hemen bütün çevresiyle sürekli kavga halindeydi. Sınıfta öğrencilere Fransa'daki siyasal liberalizmi hararetle övüyor, kendisiyle aynı fikirde olmayan kişilere şiddetle saldırıyor, gençlerin öfkesini bunlara yöneltmeye çalışıyordu. Ali Kemal'in tahrikleri 31 Mart Olayı'nın çıkmasında etkili oldu. Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesinin ertesi günü olan 7 Nisan 1909'da Darülfünun’da kalabalık bir topluluğa yaptığı konuşmadan sonra bu konuşmanın etkisinde kalan Darülfünun hocaları ve öğrencileri katillerin yakalanmasını istemek üzere Bâb-ı Âli'ye yürümüşler; sayıları onbinlere ulaşan kalabalığın üstüne ateş açılması sonucu birkaç yüz kişi yaralanmıştı. Ertesi günkü cenaze sırasında da devam eden olayların ve 31 Mart ayaklanmasına dönüşmesi üzerine Selanik'ten gönderilen Hareket Ordusu İstanbul'a gireceği sırada Ali Kemal yeniden Paris'e kaçmak zorunda kaldı (1909). Bu arada Mülkiye'deki görevine son verilmişti.
Peyam Gazetesi, ikinci evliliği[değiştir | kaynağı değiştir]
İttihat ve Teraki Yönetiminin iktidardan uzaklaşmasının ardından 1912 affıyla İstanbul’a geri gelen Ali Kemal İkdam Gazetesi'nde başyazar olarak yazılarına devam etti ancak altı ay sonra hükümet Bâb-ı Âli Baskını ile devrilince Viyana'ya sürüldü. Üç ay sonra İstanbul'a döndü. 14 Kasım 1913’te Peyam Gazetesi’ni yayınlamaya başladı, başyazarlığını üstlendi. İlk başyazısı “Peyamımız, Meramımız” başlığını taşıyordu. Mülkiyedeki hocalığı da geri verilmişti. Mektepler Nazırı Zeki Paşa’nın kızı Sabiha Hanım ile evlendi[4]. Bu evliliğinden Zeki adında bir oğlu dünyaya geldi. Ocak 1913'te İttihat ve Terakki'nin gerçekleştirdiği askeri darbe olan Bâb-ı Âli Baskını’ndan sonra tutuklandı.
I. Dünya Savaşı yılları[değiştir | kaynağı değiştir]
Ali Kemal, 22 Temmuz 1914’te, I. Dünya Savaşı'nın başladığı sıralarda, İttihat ve Terakki’nin baskısıyla gazetesini kapatmak zorunda kaldı. Siyasetle ilgilenmeyip öğretmenlik ve tüccarlıkla geçinmeye çalıştı. Bu tutumu 1918'de İttihat ve Terakki liderlerinin bir Alman denizaltısına binip Türkiye'den kaçışına kadar sürdü.
Kurtuluş Savaşı yılları[değiştir | kaynağı değiştir]
Ali Kemal, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından sonra 14 Ocak 1919'da yeniden faaliyete geçen Hürriyet ve İtilâf Partisi'nin genel sekreteri oldu. 4 Mart 1919'da kurulan Birinci Damad Ferit Paşa hükümetinde Maarif Nazırlığı (Eğitim Bakanlığı), bu hukumetin mayıs'ta istifasının hemen ardından kurulan ikinci Damad Ferit Paşa hükümetinde ise Dahiliye Nazırlığı (İçişleri Bakanlığı) görevine getirildi. Bu görevde iken Kuva-yi Milliye ve Mustafa Kemal Paşa aleyhine emirler yayımladı. İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurucularından birisi oldu. Hükümet içinde çıkan bir anlaşmazlık yüzünden 26 Haziran 1919'da bakanlıktan istifa etti.
Darülfünun'da ders vermeye devam eden Ali Kemal, 1922 Mart ayında Darülfünun öğrencilerinin istifaya davet ettiği dört öğretim elemanı arasındaydı. Öğrencilerin verdiği kararın gerekçesi, hocaların, bağımsızlık, kutsiyet, milliyet hislerine yabancı oluşları, saldırgan şahsiyetleri ile kamu vicdanında mahkum edilmiş olmalarıdır. Öğrencilerin tepkileri üzerine Ali Kemal ve Cenap Şahabettin 3 Eylül 1922'de Meclis-i Vükela kararıyla görevlerinden azledildi[5]
Ali Kemal, bakanlığı sırasında başyazarlığını Refik Halit ile Yahya Kemal’in üstlendiği Peyam-ı Sabah Gazetesi’nin başyazarlığına bakanlıktan ayrıldıktan sonra döndü. Bu gazete, Peyam Gazetesi ile ve Mihran Efendi’nin sahibi olduğu Sabah Gazetesi’nin birleştirilmesiyle 1920’de kurulmuştu. Yazılarında acımasız eleştirilerini İttihat ve Terakki’nin devamı olarak gördüğü Anadolu hareketine yöneltti. Ancak Büyük Taarruz'un başarılı olup, İzmir'in kurtulmasından sonra 10 Eylül 1922'de "Gayelerimiz Bir İdi ve Birdir" başlıklı bir yazı yazarak yanıldığını söyledi[2].
Öldürülmesi[değiştir | kaynağı değiştir]
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının ardından Ankara Hükümeti, İstanbul polisinden Ali Kemal'in tutuklanıp yargılanmak üzere Ankara'ya gönderilmesini istedi[6].
4 Kasım 1922 günü, Teşkilat-ı Mahsusa mensubu birkaç kişi Ali Kemal'i Tokatlıyan Oteli'nde gittiği berber dükkânından kaçırarak İstiklal Mahkemesi'ne çıkarılmak üzere Ankara'ya götüreceklerini bildirdiler. Gerçekte ise Ali Kemal, İzmit'te bölge kumandanı Sakallı Nurettin Paşa'ya teslim edildi. Nurettin Paşa ile görüştükten sonra dışarı çıkarken kumandanlık karargahı önünde bekleyen "genç subaylar" tarafından linç edildi (6 Kasım 1922). Kafası çekiçlerle ve taşlarla kırılarak öldürüldü. Çıplak vücudu ayaklarına ip bağlanarak sokaklarda dolaştırıldı[1]. Cesedi, Lozan Konferansı'na giderken trenle İzmit'ten geçecek olan İsmet Paşa görsün diye istasyonda bir sehpaya asıldı. Lozan'a gitmekte olan İsmet İnönü'nün bu durum karşısında sinirlenmesi üzerine Ali Kemal’in ölü bedeni apar topar kaldırıldı. İzmit’te defnedilen Ali Kemal'in mezarı, başına bir mezartaşı veya herhangi bir işaret konulmaması sebebiyle zamanla ortadan kayboldu; uzun araştırmalar sonunda 1950'lerde yeri tespit edilebildi[2] Falih Rıfkı Atay'a göre, Atatürk, Ali Kemal'in öldürülüş şeklinden tiksinerek bahsederdi.
Günümüz gündeminde Ali Kemal[değiştir | kaynağı değiştir]
Ali Kemal gazeteciliğinin yanı sıra çeviriler de yapmış, "Ömrüm" adıyla yazdığı anılarını 1914'de Peyam-ı Edebi'de (22 tefrika olarak), sonra da Peyam-ı Sabah'ta (32 tefrika) yayınlamıştır. Ömrüm, 1985 yılında Ali Kemal'in ikinci eşinden oğlu olan ve Türkiye'nin Bern, Londra ve Madrid büyükelçiliklerini yapmış (ve karısı 1978'de Madrid'de ASALA tarafından öldürülen) Zeki Kuneralp tarafından kitap halinde yayınlandı. Bu kitapta, "Ömrüm Sonrası" başlıklı bir bölüm ve bazı ekler de bulunmaktadır. (Ali Kemal: Ömrüm (Yayına hazırlayan Zeki Kuneralp), İsis Yayıncılık, İstanbul, 1985)
Dışişleri Bakanlığı'nda AB Genel Müdür Yardımcılığı yapan (ve o dönemde AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi olan Karen Fogg ile ilginç yazışmaları ile gündeme gelen) Selim Kuneralp, Ali Kemal'in torunudur. Selim Kuneralp Stokholm Büyükelçiliği ve Seul Büyükelçiliği'nden sonra Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevini yürütmüş, AB Daimi Temsilciliği görevinde bulunduktan sonra Bakanlık müşavirliğine getirilmiştir.
Ali Kemal'in ilk eşi olan İngiliz hanımından olan öz torunu Stanley Johnson'ın oğlu olan Boris Johnson İngiliz Muhafazakar Parti parlamenteri olup, bir dönem 'The Spectator' dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmış ve 1 Mayıs 2008 tarihinde Muhafazakar Parti adayı olarak Londra belediye başkanlığı seçimini kazanmıştır.[7]
Son olarak, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin meslek şehidi gazeteciler listesi içinde yer almasıyla, 'şehit' sayılıp sayılamayacağına dönük tartışmaların alevlenmesiyle, Ali Kemal'in gündemdeki yerini 80 yıl sonra hâlâ koruduğu görülmektedir.
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Ali_Kemal