- 731 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DİYANET iŞLERİ BAŞKANLIĞI OLAN BİTENE SESSİZ KALIYOR!!
Türkiye’de ilahiyat Fakültelerini kapatmadıkça bu ülkede Din Eğitimi düzelmeyecek.
Ne kadar bozuk ne kadar sapık din adamı varsa bu okulların içinden çıkıyor..
İsimlerini yazıp da günaha girmeyelim anlıyorsunuz değil mi?.
Çünki namaz kılanda giriyor buraya namaz kılmayanda..
Solcuda giriyor komunist DHKP lide HDP lide..
Dolayısıyla oruç tutmayanda var içki içende belki var..
Dine yardım edeyim diyende var dini kürsüden yıkmak için giren ajan pravakatörlerde var..
Bunu sadece biz demiyoruz.
Bir çok Din adamı din adına konuşma yetkisine haiz vaiz ve imam-Hatiplerimiz bunların ağzından çıkan sözlere cevap yazmaktan köşelerinde yer vermekten usanmışlardır.
İşte onlardan bir Üstadımın dile getirdiği hakikatlerden yalnızca birisi:
’Ne Günlere Kaldık Ey Gazi Hünkâr!..
Şu lafa bakınız değerli okuyucular! Birisi kalkmış, “İslâmın temel anlayışı Allah’ın varlığı ve birliğine dayanır. Birliği konusunda değişik spekülasyonlar olsa da, varlığını kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslâm” diyor.
Açıkça, “Allah var de yeter. Birdir demesen de olur” demek istiyor.
Başka bir zat, “Bugünkü İncillere göre…” diyerek söze başlayıp, insanlar tarafından aslı bozulmuş olan bugünkü İncilleri kaynak alıp onun üzerine fikir binâ ediyor.
Dört kişi bir araya geliyor/getiriliyor, adı tefsir olan bir kitap yazıyorlar. Bu kitapta Allah’ın gönderdiği şekliyle alâkası kalmamış olan bugünkü İncil ve Tevratlar hakkında şöyle söylüyorlar:
“Allah katından indirilmiş ve hükümleriyle amel edilmesi gereken Kur’an’ın dışında iki kitap (Tevrat ve İncil) bulunmaktadır.”
İlâhîliği kalmayan bu kitaplara insanları yönlendirmeye çalışıyorlar demiyoruz ama gayeleri ne?
Başka birisi, “Hadisler kafa karıştırıyor” diyerek Hz. Peygamberimiz’in sözlerini toptan reddediyor.
“Müslümanların çoğu, Peygamber’in bütün din sâliklerini İslâm’a çağırdığına inanırlar” diyen başka biri, bu inanış yanlışmış gibi kendince izaha geçiyor. Kur’an-ı Kerim’in açık beyanını/emrini hiçe sayarak, “Bütün insanların Müslüman olmaları dinin, Kur’an’ın hedefi değildir” diyor.
Haşâ Kur’an’ın hedefi bu değil de insanların gâvur kalıp cehennemde ebedî kalmaları mı?..
Aynı şahıs Peygamberimiz’e açıktan açığa iftira etmekten de çekinmiyor. Diyor ki, “Peygamberimiz, Yahudiler mutlaka Müslüman olsun demiyor. Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun demiyor.”
İnsaf! İftiranın da bir sınırı olur. “Müslüman olmasınlar, gâvur kalsalar da olur” mu diyor?
Aynı zat sözüne devam ediyor: “Kur’an… Peygambere iman edin demiyor.”
Vay Allah’tan korkmaz adam vay! Ne dememesi!.. Demekten öte şiddetli bir şekilde ikaz ediyor ikaaaz! Kur’an, Fetih sûresi 13. âyette, “ Her kim Allah’a ve resûlüne inanmazsa bilsin ki biz kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır” buyurmuyor mu?
Kur’an böyle diyor da, esas sen ne demek istiyorsun sen!..
Kur’an, Paygamberimiz’in bütün insanlara gönderildiğini açık açık beyan buyurduğu halde, İslâm inancına taban tabana zıt olan yukarıdaki sözlerin sahiplerinin hepsi maalesef ki tanınmış ilâhiyatçılar…
Onlar böyle söyleseler de Kur’an-ı Kerim’in beyanı ortada. İşte birçok âyetten sadece birinin meâli:
“Resûlüm de ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize gönderilmiş olan Allah resûlüyüm.” (A’raf, 158)
Demek ki neymiş! Peygamberimiz, Yahudi, Hıristiyan, dinli, dinsiz bütün insanlara gönderilmiş.
Değerli okuyucular! Bazı ilâhiyatçıların yukarıda okuduğunuz sözlerinin İslâm, Kur’an, Allah ve Peygamberle uzaktan yakından alâkası yok.
Ama onlar, İslâmî görünen gazete ve televizyonların –ne hikmetse- kendilerine verdikleri imkânlarla, kitap ve tv programları yoluyla bu fikirlerini yaymaya devam ediyorlar…
Bizim vazifemiz, İslâm dışı böyle sözlerin yanlışlığını ortaya koymak. Bu tavrımız bazılarına göre yanlış olabilir. Biz bunu doğru biliyor ve yapmaya çalışıyoruz…
Niçin böyle yapıyoruz? Bu memlekette hiç mi iyilik yok! Elbette var.
Ama bir memlekette kötülükler iyilikleri bastırmışsa -iyilikler arada bir methedilmekle beraber- kötülüklerin iyiliklere gâlip gelmemesi için daha çok kötülüklere dikkat çekilmeli, üstelik ağzı laf yapan, eli kalem tutan herkes bunu kendisine ilk vazife bilmelidir. Mecelle kâidesi ortada:
“ Def’i mefâsid celb-i menâfi’den efdaldir/Kötülüklerden uzak kalmak iyilik yapmaktan efdaldir.”
Ali Eren-Vahdet Gazetesi..
İşte bugün Türkiyemizde gelinen nokta şudur.
Bugün bazı İlahiyatçılar artık rahat bir şekilde:
Bir Müslüman için, Kur’an-ı kerim kafidir. Herhangi bir kimse, Kur’an-ı kerim mealini alıp, okuyarak öğrendikleri ile, anladıkları ile dinini yaşayabilir diyebiliyor.
Anladığı doğru veya yanlış ne olursa olsun, yaptıklarından ahirette hesaba çekilmez, azaba düçar olmaz, ayrıca peygamberin açıklamalarına da ihtiyaç yoktur diyebiliyorlar..
Peygamberin açıklamalarına ihtiyaç vardır diyen dinden çıkar. Çünkü, Peygamberin görevi, Kur’an-ı kerimi getirmekle bitmiştir.“ diyebiliyorlar.
Maalesef bu düşünce bütün ilahiyat fakültelerinde hakim görüştür.
Geçenlerde burada okuyan birkaç ilahiyat talebesi ile bir yerde görüştüm.
Anlattıkları tüyler ürperticiydi.
Hocam,kırk kişilik sınıfta, ehli sünneti, âlimleri, mezhepleri, savunan 3-5 kişi kaldık. Hocalar her fırsatta bizi aşağılıyorlar, çağ dışı kalmakla suçluyorlar. İmam-ı A’zamla, diğer eski âlimlerle, fetvaları ile alay ediyorlar.
Ondört asırlık birikimi bir çırpıda ret ediyorlar. Her fırsatta bunları kötülüyorlar. Hadislere şüphe ile yaklaşıyorlar. Kur’an-ı kerimi de sanki kendilerine inmişcesine, istedikleri gibi yorumluyorlar.
Tabii ki, biri başka türlü diğeri başka türlü yorumluyor. Hal böyle olunca da öğrencilerde dine karşı şüphe, soğukluk meydana geliyor dediler.
***
İlahiyatcı Hocaların içinde Kur’anı Kerimi yüzünden okuyamayanlar da var..
İmam-Hatipler de ilk önce başka amaçlarla CHP tarafından açıldılar ama sonra ters tepti.
Bugün İmam-Hatiplerden daha düzgün dini eğitim alan çocuklar yetişmekle birlikte namaz kılmada sorunlar,haremlik selamlıkta sorunlar daha birçok alanda sorunlar olduğunu bende müşahede etmiş bulunmaktayım.
Burada yanlış olan karma eğitimdir.
Burada yanlış olan o eski İlahiyat hocalarının yetiştirdiği mezhep tanımayan selefi anlayışa mensup eğitim kadrosudur..
Ama Cemaat yurtlarında kalan talebelerde namaz Kuranı okuma mukaddesata saygıda hürmette ve haremlik selamlıkta biraz daha hassasiyet gösterdiklerini de görüyorum.
Cemaatlerde sınıf sınıftır.
Geçmişte yanlış yapanlar da olmuştur.
Vatandaşımız hassas davranmalı iyi ile kötü olanı ayırt etmeli verdiği paranın nereye sarf edildiğini izlemelidir.
Bir cemaatte dini eğitim talebeye hizmet yoksa orada bir noksanlık var demelidir.
Düzeltilmeyecek hiçbir yanlış yoktur.
Bu kurumlar istenirse eğitim kadrolarının ıslahıyla aynı düzeye gelebilecek hatalardan kurtarılacaktır.
1981 de Ankara İlahiyatta cuma namazı kılardım.
Sakallı olan,yaşlıca Hadis Kürsüsünde olan bir öğretim görevlisi vardı.
Cuma namazı öncesinde yasin-i şerif okurdu cemaate..
Onun öğrencileri çoktan dekan prof. olmuşlardı ama o hala öğretim görevlisi titri taşıyordu.
Niye dediğimde rejimin istediği fetvalara imza atmıyor da ondan demişlerdi..
İçinden çıkan iyiler çok var elbette onlar müstesna..
Acaba bu okulları kapatılan Köy Enstitülerini başka bir ad altında mı açtılar diye düşünmeden de edemiyor insan..
***
Anadolu’da birçok yerde yatır türbe vardır.
Görev yaptığım yerlerde okullarda ilahiyatçı öğretmen arkadaşlarla bir arada olduk.
Ne kadar İlahiyat kökenli Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine giren arkadaşım varsa onlardan bu türbe ziyaretinin şirk olduğuna dair sözler işittim.
Hocam putunuzu ziyaret ettiniz mi dediklerine şahit oldum.
Bunlar bu görüşü nerede edinmişlerdi acaba.
Tabii ki İlahiyat Fakültesindeki selefi vehhabi hocaların aşıladığı fikirlerdi bunlar.
Vehhabilikte kabir ziyareti haramdır hata küfürdür.
S.Arabistanda bütün kabirler yıkılmış Hz.Peygamberin dahi kabrini yıkma cüretinde bulunmuşlardır.
Tevessül evliyadan bir şeyler istemek onları Allaha aracı yapmak İslam dininde güzel bir davranış iken bunlara göre şirk Allaha ortak koşmak olarak nitelendirilmektedir.
Bu ve benzeri bir çok konuda ilahiyatçı arkadaşlarımın ehl-i sünnet akidesine ters görüşleri bulunmakta bunlar ile insanımızın itikatleri bozulmaktadır.
Yunus Emre Mevlana ve tüm mutasavvıflar buna göre Allaha şirk mi koşmuş olmaktadırlar.
İngilizlerin ihdas ettiği ve Osmanlı Devletinin yıkılışında önemli vazifeler yapan vehhabiliğin en bariz özelliği tevessüş şeyh mürit ilişkisi olan seyri sülük,tarikatlar nakşiliğe düşmanlık ve kabir ziyaretini yasaklama olarak söylenilebilir.
İlahiyatçıların bir başka eksikliği de mukaddesata Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerime ve ehl-i sünnet alimlerine gereken hürmeti göstermekte gördüğümüz saygının olmaması olarak gösterilebilir.
Abdestsiz kitap okunabileceğini gusül olmadan tavaf camiye girişin olabileceğini söyleyenler de çıkmıştır bunların arasından.
İlahiyatta bir çok derse katıldım.
Arkadaşların da söyledikleri gibi İmam-ı Azamdan Ebu Hanife İmam-ı Maturiden Maturidi diye bahsedildiğini ismin önüne Hz.sonuna as.ra. getirilmediğini çok iyi biliyorum.
Sanki sıradan bir kişi imiş gibi yapılan bu saygısızlık bizim Ehl-i Sünnet ulemasının veselef-i Salihiyn ulemasının tatbikatlerine ters durum arzetmekte değil midir?
***
Eski Diyanet İşleri Başkanımız Tarikatler dinden para kazanıyorlar derken tarikat düşmanı olduğunu söylemektedir.
Tarikatler topluma hizmet eden sivil toplum kuruluşlarıdır.
Bu hizmeti yapmak için halkın içinde olmaları ve halkın zekat fitre sadaka ve öşürlerini toplayarak bunları talebe hoca ve din hizmetleri için kullanmaları ne zaman ticater yapmak ve dinden para kazanmak olarak nitelendirir olmuştur.
28 Şubatta görev yapan sayın sabık Başkan niçin o günlerde olan bitene ses çıkartmadı diye sormak gerekmez mi kendilerine.
İlahiyatçı olmak Ehl-i sünnete düşman olmak mı demektir.
Gazinolar barlar operalarda dinsizlikten para kazanıyorlar...
Davulcuya verdiği parayı övünerek anlatan insanlar Din adamına verdiği üç kuruşu her yerde söyler para alıyorlar der..
Gıçı kırık abdestsiz ciğeri beş para etmeyen şarkıcı bozuntularına düğününde milyarları verir kendisini cennete götürecek amelleri öğreten hocanın düğünde nikahta aldığı üç kuruş ücreti çok görür..
Kapatın şu okulları işi tarikatlere bırakın kardeşim..
Hekim seçen müslüman kardeşim dinini de istediği yerden öğrensin..
Diyaneti de kaldırın parayla namaz mı kıldırılırmış!!!
Şaka şaka ıslah edelim bunlara bir çeki düzen verelim...
En önemlisi de Ehl-i Sünnet cemaatine mensubiyettir.
Yoksa yapılan bütün işler yeksan olur.
Ameller heba olur gider.
İlim amel ihlas üçlüsü olmaz sa olmaz işlerdendir.
Bakın ilim varmı amel varmı ihlas varmı..
Yoksa yılandan kaçar gibi uzak durun..
Tabii malayani işret gıybet hevayi heves varmı diye de bakmalıdır.
Raksın semanın sigaranın işretin olduğu tarikatler varmıdır.
Elan vardır.
Tarikatlerde kısım kısımdır o halde..
Birinci basamakta olanlar birde yüzüncü basamakta olanlar vardır..
Zaman kaybı yaşamamak için iyilerin içine girmek en iyi yol olacaktır..
"İlahiyat adı bile çok manidar, ilahiyat fakültesi...
İlahiyat fakültesinden alim çıkması zordu.
’İlahiyat fakültelerinden dini tenkit eden alimler çıkacaktır.’ diyenler oldu o zaman.
Hakikaten boş da çıkmadı.
Doğrusu ilahiyat adının halen değiştirilmesi gerektiğine inananlardanım. İlahiyat adı mutlaka Ulum-i Şeriyye’nin karşılığı olarak İslami ilimlerdir veya din ilimleri fakültesi olabilir, olmalıdır.
Çünkü isimle müsemma arasında çok iyi bir bağlantı olduğunu bilenlerden ve inananlardandım.
Oryantalist zihniyet ile dini ve dini hayatı öğretmeye başladığımız zaman sıkıntı daha da artıyor. İlahiyat fakültelerimizde uygulamanın da çok azalmış olması ve cami ile irtibatının çok kesif olmaması hoca ve talebelerin, ilahiyat fakültesi mezun ve mensuplarında dine ve dini hayata karşı biraz mesafe olarak karşımıza çıktı maalesef.
Bu da acı bir gerçektir.
Yüksek İslam Enstitülerinde böyle değildir. Enstitülerin öğrencilerinin çoğu imamdı, hatipti, görevdeydi zaten. İlahiyat fakülteleri kürsüye, mihraba, minbere adam yetiştirmiyor.
İlahiyat hocalarının bir kısmi azamı derecede kürsüde vaaz etmeyi, hutbe okumayı, mihraba geçip namaz kıldırmayı kendisinin akademik kimliğine bir nakise olarak görüyor."Prof. Dr. Hasan Kâmil YILMAZ
İstanbul İl Müftüsü
İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, "Adı bile çok manidar, ilahiyat fakültesi... İlahiyat fakültesinden alim çıkması zordu. Doğrusu ilahiyat adının halen değiştirilmesi gerektiğine inananlardanım.
İlahiyat adı mutlaka Ulum-i Şeriyye’nin karşılığı olarak İslami İlimlerdir veya dini ilimleri fakültesi olabilir, olmalıdır." dedi.
Yılmaz, Kuran kurslarının açılışı dolayısıyla kurs yöneticilerine Fatih Ali Emiri Kültür Merkezi’nde konferans verdi. Yılmaz’ın konuşması öncesi, Kur’an-ı Kerim tilaveti gerçekleştirildi.
Konuşmasında yeni eğitim-öğretim yılının hayırlı olmasını dileyen Yılmaz, Diyanet İşleri Başkanlığı, imam hatip okulları ve diğer dini kurumların kuruluş tarihleri hakkında bilgi verdi.
Tanzimat sonrasında Osmanlı’da ikili öğretimin devreye girdiğini belirten Yılmaz, daha önce Şeyhülislam’ın baktığı adalet ve tedrisat için adalet ve maarif adıyla iki ayrı bakanlığın kurulduğunu söyledi.
Bu süreçte Maarif Nezareti’nin medreselere paralel kurulan mekteplerle ilgilendiğini kaydeden Yılmaz, "Tanzimat’tan Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldığı döneme kadar ikili öğretim sürdü.
Tevhid-i Tedrisat’la bu ikiliği ortadan kaldırmak üzere medreselerin dini derslerini ve mekteplerin dünyevi derslerini ihtiva eden İmam Hatip mektepleri açıldı.
Ancak bu mektepler 5-6 yıl kadar (1931-1932) öğretim yılına kadar devam etti.
1932 yılından sonra Türkiye’de Kuran okutmanın ve Kuran eğitiminin önü kapanmış oldu." diye konuştu.
CHP’nin 1946 yılındaki kurultayında, daha sonraki dönemlerde Milli Eğitim Bakanlığı yapacak olan Tahsin Banguoğlu’nun, "Beyler, yanlış yoldayız, cenazelerimiz yıkayacak imam, gassal bulamıyoruz.
Bizim hiç olmazsa cenazeleri kaldıracak kadar bilgi veren kurumlara ihtiyacımız var." dediğini aktaran Yılmaz, 1948 yılında 8 ay eğitim veren imam hatip kurslarının açıldığını ifade etti.
Yılmaz, 1949 yılında akademisyen yetiştirilmesi amacıyla Ankara’da ilahiyat fakültesinin açıldığını hatırlatarak, şöyle devam etti:
"İlahiyat adı bile çok manidar, ilahiyat fakültesi... İlahiyat fakültesinden alim çıkması zordu. ’İlahiyat fakültelerinden dini tenkit eden alimler çıkacaktır.’ diyenler oldu o zaman. Hakikaten boş da çıkmadı. Doğrusu ilahiyat adının halen değiştirilmesi gerektiğine inananlardanım.
İlahiyat adı mutlaka Ulum-i Şeriyye’nin karşılığı olarak İslami ilimlerdir veya din ilimleri fakültesi olabilir, olmalıdır. Çünkü isimle müsemma arasında çok iyi bir bağlantı olduğunu bilenlerden ve inananlardandım.
Oryantalist zihniyet ile dini ve dini hayatı öğretmeye başladığımız zaman sıkıntı daha da artıyor.
İlahiyat fakültelerimizde uygulamanın da çok azalmış olması ve cami ile irtibatının çok kesif olmaması hoca ve talebelerin, ilahiyat fakültesi mezun ve mensuplarında dine ve dini hayata karşı biraz mesafe olarak karşımıza çıktı maalesef.
Bu da acı bir gerçektir.
Yüksek İslam Enstitülerinde böyle değildir. Enstitülerin öğrencilerinin çoğu imamdı, hatipti, görevdeydi zaten. İlahiyat fakülteleri kürsüye, mihraba, minbere adam yetiştirmiyor.
İlahiyat hocalarının kısmı azamı kürsüde vaaz etmeyi, hutbe okumayı, mihraba geçip namaz kıldırmayı kendisinin akademik kimliğine bir nakise olarak görüyor."
Diğer İslam ülkelerinde din alimlerinin durumunun farklı olduğuna dikkati çeken Yılmaz, fakültedeki derslerinin dışında hocaların mutlaka bir camide imamlık yaptığını, ders verdiğini ve camide cemaatle bir araya geldiğini anlattı.
Yılmaz, Türkiye’de bu manada bir kopukluk yaşandığını vurgulayarak,
"Bu kopukluğun behemahal düzeltilmesi lazım. Diyanet ve ilahiyat arasındaki bağ biraz daha yakınlaşmalı. Bizim ilahiyat hocalarımız camiyle, mihrapla, minberle yerine göre Kuran kursları ile bizim eğitim ve ihtisas merkezlerimizle iç içe olmalılar ki karşılıklı olarak birikimlerimizden istifade edelim.
İlahiyat camiası ilmi birikimiyle, Diyanet camiası da hayatın içindeki uygulamaları ile paslaşsın ve ortaya çok iyi hizmetler çıksın.
Bu günlerin de geleceğine inanıyorum Allah’ın izni ile ama biraz zamana ihtiyacımız var."değerlendirmesinde bulundu.
"Çıtanın bir daha yükseltilmesi lazım"
Kurs yöneticilerine tavsiyelerde bulunan Yılmaz, " Kuran kurslarında çıtanın bir daha yükseltilmesi lazım. Bu işe gönül verilmesi lazım.
Hafızlarımızı, ilahiyat ve Diyanet’in içine yönlendirmeliyiz. ’Binamız, hocamız, sınıfımız yok’ gibi engellerimiz geri kaldı.
Kalplerdeki ve gözlerimizdeki engelleri kaldırmalıyız. Kuran hizmetinin çıtasını nasıl yükseltmenin derdinde olmalıyız. Talebelerimizi daha iyi nasıl yükseklere çıkarmanın derdinde olmalıyız.
Çağın ve zamanın şartlarına kendimizi uygun hale getirmeliyiz. Kendi branşımızla ilgili çıkan dergi ve kitapları okumalıyız. Kendimizi yenilemeliyiz. Metal yorgunluğa fırsat vermemeliyiz."
ifadelerini kullandı.
Diyanet İşleri eski başkanlarının solcu olduğu zamanları da gördü bu millet..
Bu bana göre en iyi günlerimiz..18 sene ezanı Türkçe okuttular bu memlekette..
O günlerde yaşasam ben çatlar ölürdüm..
Sağlıcakla kalın hoşca kalın..
18.06.2016//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.