- 1258 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YAZMAK MI YOKSA FOTOĞRAFINI ÇEKMEK Mİ?
Sümerler elinde M.Ö. 3200’lü yıllarda alfabetik bir boyut kazanıp; mağara duvarlarından, ceylan derileri ve ağaç kabuklarına papirüs yaprağından da Çinliler aracılığıyla kağıda dökülen yazını kaderi şanlı olduğu kadar zorlu varoluş gerçeğini de gözler önüne serer.
Yazın hayatımız, edebiyat ve sanatın mihenk taşıdır. O, her daim tozlu raflara hapsedilen bilgi yükü münzevi kitapların ve geçmişin şaheser bir mirası kalmıştır; biz gafil insanlığa. Bize, bizleri anlatan ne varsa bu iletişim kanalının temelini yine yazmak teşkil eder.
Yazın hayatımızın temel unsuru olan yazı, ne yazık ki günbegün yenilenen teknoloji ile zorlu varolma mücadelesinde kan kaybediyor. Geçmişte aile, çevre ve insanlar arası muhabbete ket vuran ve onları dipsiz bir yalnızlığa sevk eden akıllı telefonlar gibi.. Malum artık değer savaşını hayata geçirmek yazının omuzlarına yük kaldı maalesef! Şimdi toplum olarak bize yeni pratik kolaylıklar teşvik ediliyor.
Neymiş efendim! Yazmak çok vakit alıyormuş fotoğrafını çekmek kâfiymiş!
Öğrenmenin temel unsuru ve ilk basamağı olan yazının eğitim ve öğretim tercihlerinden soyutlanması insanları kolaya kaçmaya ve hazırcı geçinmeye itiyor. Yazmak zihne zahmetle depolanan bilgilerin ne kadarını resimlerden okumak ve ondan istifade etmek karşılar aceba? Dahası bize öğrenim noktasında nasıl bir kolaylık sağlar hiç düşündük mü? Zannımca insanları hazırcı geçinmeye sevk etmekten başka hiçbir ârizî (geçici) fayda sağlamaz.
Tescilli bilgilerden yola çıkarak bir defa yazmanın bir konuyu bir konuyu 3 – 5 defa okumaya denk geldiği, fazlasıyla okumaya değer. Ekstradan birkaç okumalık çalışma ile de ele alınan bir mevzunun halledilebileceğini ısrarla savunuyorum.
Başta akademik çevre ve üniversitenin sosyal ortamlarında ‘’boşver yazmak vakit alıyor, fotosunu çek gitsin’’ anlayışı tercihin doruğunda yaşıyor. İnsanları tembelliğin statik (tekdüze) hantal ceset torbaları haline getirmekten başka hiçbir işe de yaramıyor. Yazmak yerine foto tercihinde kısa metrajlı işlerde veya zaman darlığının acele gerektiren durumlarını bir kenara koyduğumuzda, istifade adına kayda değer bir yanı ve elle tutulur sağlam bir tarafı olmadığı kanasına ulaşırız.
Ne yazık ki hayatın bütün doğal unsurlarını zehirli bir sarmaşık gibi saran şu teknolojik donanımların zehirli sarmaşıklarıyla (kablo) ne ulaşmadığı mahrem bir sırlarımız kaldı ne de el değmemiş şahsımıza has doğal bir yanımız…
Toplumların artan refahları ve öğrenimleriyle sürekli ivme kazanan ve önemi sürekli artan yazının bir gün gelip de teknoloji ile boy ölçüşeceği ve yollarının bir köşe başında kesişeceği doğrusu hiç tahmin edilmiyordu. Gelişme kaydeden toplumların toplumsal ilişkilerin temelinde, bu gelenekten kopma ve değişim dalgasıyla mücadele yerine zaruri uyum gerçeğinin ön plana çıktığını kabul etmek gerekir.
Araçtan amaca giden yolda teknoloji, insanlığın doğal değerlerini bir bir yutup; yalnızlar bulvarında, biz insanlardan robotik varlıklar kotarmayı amaçladığı gün gibi açık değil dostlar? Haliyle etkileşim boyutu peyderpey ritim ve irtifa kaybeden değerler, bir bir insanlık hazinesinden soyutlanıp; değer dünyamızdan, arsız hırsız edasında çuvallanıyor.
Bu yaklaşıma Cuma hutbesinde dinlediğim yerinde bir misali paylaşmak istiyorum:
‘’ Bir dede 20 kadar torununu evinde toplayıp bir gün doyasıya sohbet etmek ve gönül dilinden dertleşmek ister. Onları karşısına alıp; hitaben gözlerinin içine bakar ve kalp atışlarını hızlandıran sürekli yenilenen taze heyecanla bir şeyler anlatmaya yeltenir. Gelin görün ki çağın teknoloji vebasına adapte torunlar ellerinde akıllı cep telefonları, tablet ve kimi dijital zincirlerinden kurtulup da beş dakika olsun biricik dedeleriyle hal hatır faslı sonrası ortak nokta bularak sohbet edemezler.’’
Bir cuma hutbesinde imamın anlattığı bu anı beni öylesine etkilemişti ki bunu sizlere ifade edemem doğrusu! Bu bakımdan tasfiye edilen ortak noktaların tel tel kopması aile, çevre ve akraba içi muhabbet kotasında ‘’ortak değerlerin’’ çıkarılması, düpedüz pimleri çekilen toplumsal yalnızlık esaretinin, asık yüzlü gerçeği değil mi?
Teknolojik bağımlılıktan tamamen soyutlanmak her ne kadar mümkün olmasa bile en azından sosyal değerlerimize zaman ayırıp; gerektiğinde verdiğimiz değer ve gösterdiğimiz ilgi alakayla onları onara edebiliriz diye düşünüyorum.
Teknolojik uyum bize yenilik heybesinde getirdiği kolaylıklar yanında zaruri değişim ve etkileşim kartlarını da devreye sokmada bir an olsun gecikmedi! Değişim sonucunda ilgi dağılması ve algı yanılmasına maruz kalan kimse çareyi evvelen yakın bir arkadaşıyla dertleşmede görürken; günümüzde ise bu durum oyun oynayıp stres atma veya dertli müziklerde teselli aramaya rücû etmiştir. Yani yüreğine artık kan yerine ‘’yalnızlık’’ depolamış ve sevgi dolu gözbebeklerini karamsarlığın siyah rengi ilmek ilmek işgal etmiştir. Bu bakımdan artan intihar vakaları sebebiyle G. Kore ve Japonya’da tam teşekküllü çeşitli teknolojik bağımlıları hastaneleri ve psikolojik tedavi merkezleri inşa edildiğini hatırlatmak isterim.
Ben bu bağımlılığın neresinde miyim dersiniz hatırları baş tacı dostlarım?
MFÖ dilinden ‘’tam ortasındayım’’ bu bağımlılığın. Bütün muzdaripliğime ve gönül yakan şikâyetlerime rağmen toplum ve medeniyetleri zehirli sarmaşık gibi saran bu algıyı hayatımdan tamamen soyutladığımı asla iddia edemiyorum! Bu yöndeki işlerimde teknoloji kullanımını azâmi dereceye indirmeye çalışabiliyorum sadece.
Merak algılarımızı şah damarından yakalayan bu bağımlılığın, ruhuma şart koştuğu zorlu değişime yıllar var ki ayak diriyor; değişmemek ve onunla hayatta kendim kalabilmek için boyuna mücadele veriyorum.
Bunu nasıl mı yapıyorum dersiniz? Çözüm önerilerimi merak ettiğinizi buradan tahmin edebiliyorum. Şöyle ki;
Mesela zaruri olmadıkça notların resmini çekmiyor bu aletlere ilgimi soğuk tutmaya özen gösteriyorum. Telefonda konuşmak yerine mektup göndermeyi ve iletişimde ise genellikle kalemin yoldaşlığında yazmayı etkin kılma gayesi güdüyorum. Her alanda zahmete gönül koymadan; elimle yazıp çizmeye özen gösteriyor ve yine elime aldığım her işimde gücümün nispetinde vazifetimi ifâya gayret sarf ediyorum.
Kalemdâr 06.06.2016 / 03:30